"Ya öyleyse? Kurpiyere ve müşterisine ne yapacaksın?"

Sorularımı dile getirmeye cesaret etmiş olmama rağmen sesim titriyordu. Yalan söylemenin anlamı yoktu. Serdarın karanlık tarafı ödümü koparıyordu. Bir kez... Bir kez olsun mutluluğa ulaşmak kolay olsa olmaz mıydı? Elini tutmaya karar verdiğim adamın normal işi olsa olmaz mıydı? Ellerinin kanla kaplı olduğunu bildiğim birini sevmek o kadar zordu ki. Son zamanlarda ablamın cansız bedeni sürekli gözlerimin önündeydi, hatta rüyalarıma bile giriyordu. Bunun nedeninin Serdar, daha doğrusu belindeki silah olduğunun farkındaydım. Tüm yaralarıma iyi gelen adam en derin yaramı kanatıyordu. Sorumun anlamı var mıydı? Cevap o günkü konuşmamızda saklıydı zaten.

"Bu kadar basit mi yani?"

"Basit olmayan o oyunlar. Binler, bazen ise milyonlar söz konusu oluyor aptal dediğin oyunlarda. İster beğen, ister beğenme ama evet, böyle bir oyunda hile yaparsan bedelini canınla ödersin."

Yine aynısı olmuyor muydu? Yapılan şey hileydi. O zaman Serdarın oraya gitme nedeni de bu muydu? Hile yapanları öldürecek miydi? Ya ben? Bunu bilirken nasıl uyuyabilirdim?

Her zamanki gibi zihnimden geçenleri tahmin etmekte zorlanmadı. "Zehram, yapma." Konuşmak zorundaydık. Fakat benim cesaret ettiğime o cesaret edemiyordu. Çünkü biliyordu. Her konuşmamızda biraz daha uzaklaşacaktık. Yapabildiği kadar geciktirmek istiyordu. Ne yazık ki, benim istediğim bu değildi.

"Bilmek istiyorum. Buna hakkım var, Serdar. Elini tuttuğum adamın yanımdan giderken ne yapacağını ve yanıma döneceği zaman ellerinin ne halde olacağını bilmeye hakkım var."

"Aklından geçeni yapacağım." İrkildiğimi görse de "Eğer hile varsa ikisini de öldüreceğim," dedi. "İster beğen, ister beğenme, Zehram. Benim hayatım bu. Birini bile hayatta tutarsam başkaları da şansını denemeye çalışır. Babamdan sonra işleri ne kadar zorlanarak ilerlettiğimi bilmiyorsun. Şu anda ismim saygı görüyorsa, yurt dışında bile kumarhanelerim herkesin gitmeye can attığı yerlerse bunun nedeni canımı dişime takıp çalışmam. Şu noktadan sonra kimsenin bunu bozmasına izin verecek değilim."

Ellerimi tutuşundan kurtarmak istesem de izin vermedi. Canımı yakmamaya dikkat ederek ellerimizi bir arada tutmaya devam etti. "Kan dökmek pahasına mı?" dediğimde parmağı hala sağ kolumdaki yara izinin üzerindeydi.

"Birinin Serdar Kılıçaslanı kandırdığı, hile yapıp hayatta kaldığı ortaya çıkarsa saygınlığımı kaybederim. Kaybedersem ne olur, biliyor musun? Ezerler. Gözlerini bile kırpmadan ezip geçerler ve benim buna izin vermeye niyetim yok."

Düşünürsem uzaklaşırdım. Düşünürsem elini bırakırdım. İstemiyordum. Bu çelişki enkazdan farksız ruhumun yorulmasına neden olsa da istemiyordum işte. Ellerimi tutuşundan kurtarıp ensesine yerleştirdim. Serdarı kendime çekerken de, dudaklarımızı birleştirirken de zihnimi tamamen kapatmıştım.

Belimden tutarak bedenimi geriye doğru yatırdı. Öpüşmemiz daha öncekiler gibi değildi. Benim bastırmaya çalıştığım öfkem, Serdarın ise hissettiği arzu dudaklarımızın öncesinden daha sert hareket etmesine neden oluyordu. Nefes almak için ayrıldığımızda dudakları boynuma doğru ilerledi. İlk başta omzuna tırnaklarımı batırmamı umursamasa da baskı artınca masmavi bakan gözlerini yüzüme çevirdi. Alt dudağımı kanamasına neden olacak kadar ısırdığımı görünce baş parmağıyla çenemi okşayarak dudağımı dişlerimin arasından kurtardı.

"Sesini duymak istiyorum."

"Ben..." Serdarın eli sol göğsümü sardığı anda dudaklarımdan dökülen inlemeyi engelleyemedim. Duymak istediği sesin tam da bu olduğu kararan bakışlarından belliydi. "Kalbim patlayacakmış gibi hissediyorum."

Affet [+18]Where stories live. Discover now