Tehdit

395 37 50
                                    

Serdar Kılıçaslan

Etrafımdaki konuşmaları anlamakta zorlandığımdan yeniden gözlerimi kapattım. Uyanalı birkaç dakika olmuştu ama ailemin bunun farkında olduğunu sanmıyordum. Akıllarına gelen her soruyu doktora soruyor, cevabı uzun olana kadar da ellerinden geleni yapıyorlardı. Şu anda olanları bile hatırlamadığımdan bunca kelimeyi aynı anda duymak başımdaki ağrıyı artıyordu. Vücudumdaki ağrılarla baş etmek yeterince zordu zaten. Küfür etmek üzere dudaklarımı araladığım sırada duyduğum buz gibi sesle hızlıca gözlerimi açtım.

"Dışarı çıkın."

Kapının yanında durmuş olan Zehra boş gözlerle bana bakıyordu. Başka zamanda kimse dediğini yapmazdı, bunun farkındaydım. Fakat Zehranın buz gibi sesine eşlik eden sert bakışları harekete geçmelerini sağlamıştı. İkimiz odada yalnız kalınca küçük adımlarla yatağa yaklaşıp yanımdaki sandalyeye oturdu. Henüz ne benimle konuşmuş ne de dokunmuştu. Kollarını göğsünde kavuşturup arkasına yaslandı.

"Zehram, iyi misin?"

"Sanırım bu soruyu cevaplaması gereken kişi sensin." Bakışlarını çıplak göğsümde dolaştırdı. Omzumda ve karnımda bandaj vardı. Kaç gündür burada olduğumu bilmiyordum. Anlaşılan bu günlerde Zehra hastaneden ayrılmamıştı. Karmaşa haline gelmiş saçlarını topuz yapmıştı. Göz altları çökmüş, koyulaşmıştı. Üzerinde ilk kez gördüğüm mor bir elbise vardı. Aynı anda hem bitkin hem de çok güçlü görünüyordu. "İyi misin?"

"İyiyim." Boş bakışlarından rahatsız olunca yanımdaki düğmeye basarak yatağımı dik hale getirdim. Zehranın daha önce bu kadar boş baktığına şahit olmamıştım. Dikkatli şekilde elini tuttum. Dokunuşumla anında gerildi. Aldığım tepki yüzünden kaşlarım çatıldı. "Neyin var?"

"Yaralandın."

"Nasıl bir hayatım olduğunu biliyorsun, Zehram. Böyle şeyler yaşanıyor."

Beni duymuyor gibiydi. Bakışlarını karnımdaki bandajdan ayırmadan "Vücudundan iki kurşun çıkardılar," dedi. Sesi kısık ve hırıltılıydı, sanki uzun süredir konuşmuyordu.

"Zehram..."

"Ölüyordun. Bu bir daha yaşanırsa..." Sesinin gittikçe kısıldığını fark edince öksürdü. "Ölürsen seni affetmem, Serdar." Duruşunu dikleştirip bana doğru eğildi. "Babam öldü. Annem öldü. Ablam öldü. Yeterince kaybım var." Koyulaşan kahveleri her birinin ölüm anının zihninde döndüğünü belli ediyordu. "Eğer bana iyi gelmek yerine yaralarımı artıracaksan şimdi söyle."

"Yaralarını artıracağımı söylersem ne yapacaksın?"

"Gideceğim."

Tek kaşımı yukarı kaldırarak "Tehdit mi ediyorsun?" derken ellerimi yumruk yapmıştım. Ölümden döndüğüm düşünülürse kesinlikle böyle karşılanmayı beklemiyordum. Yaşanan şeyin beni sevenler için zor olduğunu bilsem de terk edilmekle tehdit edilmek fazla değil miydi? Zehranın hala buz gibi olan sesini duyunca düşüncelerimden sıyrıldım.

"Nasıl anlamak istersen öyle anla. Ölürsen affetmem. Yaralarımı artıracaksan giderim. Tehdit olarak algılıyorsan algıla. İnan, umurumda değil." Ayağa kalkıp kapıya yaklaştı. Dışarı çıkmadan önce omzunun üzerinden yatakta şaşkınlıkla öfkenin karmaşasını yaşar halde bıraktığı bana baktı. "Otur ve düşün, Serdar. Mümkünse kararını kalbinin değil, vicdanının sesini dinleyerek ver."

Odada yalnız kaldığım anda vücudumun hareketsiz kalmasına neden olan şaşkınlıktan kurtulup "Turgut!" diye bağırdım. Seslendiğim adam hemen içeri girdi. Yaralandığım zamanlarda Turgut koruma işini kimseye bırakmaz, hastaneden çıkana kadar kapımdan ayrılmazdı. "Ben yokken bir şey mi oldu?"

Affet [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin