Zehir

456 38 37
                                    

Zehra Balaban

Pusatla Akşını kontrol ettikten sonra mutfağa indim. Saat on iki olmak üzereydi. Normalde saat on olunca uyuyan çocuklar bugün bir türlü yorulmadıklarından geç yatmışlardı. Onların aksine fazlasıyla yorgundum. Kahve makinesini çalıştırıp sırtımı, ardından da başımı buzdolabına yasladım. Gözlerimi kapattığımda yine karanlığım kanın kırmızısına boyanmıştı. Üç gün olmuştu. Saldırının üzerinden üç gün geçmişti ve bu süre boyunca Serdarı görmemiştim.

O günden beri eve gelmiyor, kimsenin aramasını cevaplamıyordu. Bunu biliyordum çünkü Pınar söylemişti. Serdarı arayanlardan değildim. Aksine aramızdaki mesafeden memnundum. Düzgün düşünebilmek için ondan uzakta olmaya ihtiyacım vardı. Hoş, kalbimdeki özlemin neden olduğu sızı olmasa her şey daha kolay olabilirdi ya.

"Yenge, makine durdu."

Kulaklarıma dolan sesle irkilerek mutfağa ne zaman geldiğini bilmediğim adama baktım. Saldırı günü ismini öğrenmiştim. Turgut. Kapıdaki korumaların yüzüne aşinaydım çünkü tüm gün etraftaydılar. Turgut ise hep Serdarın yanındaydı. Onu nadiren görüyordum. "Dalmışım." Kupalara uzandığım sırada "Sen de ister misin?" diye sordum. Normalde sütlü ve şekerli içerdim fakat şu anda canım acı kahve çektiğinden kupama sadece kahve ekledim.

"Zahmet etme. Kendim hallederim."

Herkes gibi Turgutun da benden bir şey istemeye çekindiğini fark ederek ikinci kupayı da aldım. "Süt? Şeker?" diye sorduğumda aldığım yanıt dudaklarımda ruhsuz bir tebessüm oluşturdu.

"Seninki gibi olsun, yenge. Zehir gibi."

İki kupayı da elime alıp bahçeye çıktım. Herhangi bir şey söylememe gerek yoktu. Turgut isteğime uyarak peşimden geldi. Soğuk havaya rağmen bahçedeki koltuğa oturduğumda bardaklardan birini ona uzattım. Turgut patronunun sevgilisinin hemen yanına oturmak konusunda anlık olarak tereddüt yaşasa da baş hareketimle işaret ettiğim yere oturdu.

"Açık konuş, Turgut. Lafın dolandırılmasından hoşlanmam." Kahvemden büyük bir yudum alıp bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. Kılıçaslan ailesinin çalışanlarıyla aralarındaki ilişkinin ne kadar ciddi olduğunun farkındaydım. İş dışında konuşmuyor, birbirlerine nasıl olduklarını bile sormuyorlardı. Ben bu tarz şeylere alışık değildim. Alışmak da istemiyordum zaten. "Zehir gibi olan kahvem mi, ben miyim?"

"Bu sorunun cevabı canımdan olmama neden olur."

Dudaklarımdaki alay dolu gülümsemeyle arkama yaslandım. Etraftaki korumalardan birkaçının bize baktığını, hatta bazılarının şaşırdığını, daha da ileri gidip dehşete düştüğünü görmüştüm. Bu da Turgutun söylediklerini destekliyordu aslında. O, kahvesini yudumladığı sırada "O zaman zehir gibi olan bu korkuyu sana veren kişi değil mi?" diyerek asıl konuya geçtim.

"Eğer öyleyse..." Turgut benimle açık konuşmanın doğurabileceği sonuçları, patronunun verebileceği tepkileri düşündükten sonra dudaklarını araladı. "Neden aylardır o zehri içiyorsun? Buraya ilk geldiğinde gözlerinde ölüm vardı, yenge. Madem patron zehir, nasıl onunla hayata döndün?"

"Ben hayata dönerken başkaları hayatını kaybetti. Kaybetmeye de devam edecekler."

Sınırı aşmış olmayı umursamayarak alay dolu sesiyle "Etrafında bunca silahlı koruması olan birinin ne olduğunun farkında olmadığını söylemeyeceksin, değil mi?" dediğinde alevlerle süslenmiş gözlerimi yüzüne çevirdim.

"Karanlık işlerle uğraşmak farklı bir şey, katil olmak farklı bir şey, Turgut."

"Silahımız da, o silahın neden olduğu karanlığımız da evin dışında kalır, yenge. Aramızda evli, çocuk sahibi insanlar var. Demek ki, bizi sevmek o kadar da imkansız değil."

Affet [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin