Söz

921 80 45
                                    

Serdar Kılıçaslan

"Sedye! Sedye getirin!"

Kadının kemerini çözüp baygın bedenini kucağıma aldım. Yol boyunca sürekli fısıldayıp dursa da gözlerini açmamıştı. Üstelik abim de arayıp Akşının durmadan ağladığını, onu kurtaran kadın için korktuğunu söylemişti. Kucağımdaki kadın iyi olmak, iyileşmek zorundaydı.

"Nesi var?"

"Başının arkasına darbe almış. Yol boyunca konuşuyordu ama gözlerini hiç açmadı."

"Tamam. Bundan sonrasını biz hallederiz. Lütfen dışarıda bekleyin."

Kadının acile alınmasıyla derin bir nefes alarak sandalyeye oturdum. Ellerim, kıyafetlerim kana boyanmış durumdaydı. Çok kan kaybetmişti ve bu da durumuyla ilgili endişelenmeme neden oluyordu. Akşının biri için ilk kez endişelendiğini gördüğümden daha da gergindim. Annesini yeni kaybetmiş çocuğa bir de onu kurtaran kadının öldüğünü söyleyemezdim.

"Efendim, bunlar hanımefendinin eşyaları. Parkta düşmüştü."

Eşyaları alırken "Bana temiz kıyafet getirin," diye emir verdim. Poşetleri yanıma koyup kadının çantasından telefonunu çıkardım. Birilerine haber vermem gerekiyordu. Eğer şifresi yoksa tabii... Ekranın açılmasıyla tek kaşımı kaldırdım. Bu devirde kim telefonunu şifresiz kullanırdı ki? İçinde bulunduğum duruma göre saçma olan sorularımın cevaplarını düşünmeyi sonraya bırakarak rehbere girdim.

"İki kişi mi?"

Olay zamanı telefonunun darbe alıp almadığını, bilgilerin silinme ihtimalini kontrol ettim fakat sağlamdı. Hem ekran fotoğrafı da duruyordu. Her şeyin silinip sadece iki numaranın ve ekran fotoğrafının kalması mümkün değildi zaten. Boncuk ve Zarife hanım. Şansımı ismi resmi olarak yazılmayandan yana kullanarak Boncuk ismine tıkladım.

"Zehra hanım, ablanız hala odasından çıkmadı. Telefonu da salonda. Siz ne zaman geleceksiniz? İlaçlarını alması gerekiyor."

Aramayı cevapladığı andan beri nefes almadan konuşan kadınla gözlerimi devirdim. Çok konuşan insanlardan nefret ederdim. Belki işim yüzünden gün içinde çok şey dinlemek zorunda kaldığımdandı, bilmiyordum ama sevmiyordum işte.

"Merhaba. Telefonun sahibinin nesi oluyorsunuz?"

"Zehra hanımın ablasının bakıcısıyım. Siz kimsiniz?"

"Zehra hanım şu an hastanede. Küçük bir olay yaşandı. Ablasına haber verirseniz iyi olur. Burada olması gerekiyor."

"İyi mi? Durumu nasıl?"

"Şu an bilgim yok ama ciddi olabilir. Dediğim gibi ailesinden biri burada olmalı."

Kadının üzgün bir şekilde "Gelemez ki," demesiyle kaşlarımı çattım. Nasıl yani? Kardeşi bu durumdayken nasıl gelemezdi? Kadının engelli olabileceği ihtimali aklıma gelince "Bir sorunu varsa ulaşımını sağlayabilirim," desem de cevap aynı oldu. Ne Boncuk hastaneye gelebilirdi ne de bakıcısı onu bırakıp gelebilirdi. İyi de neden?

"Eğer mümkünse yanında kalabilir misiniz?"

"Elbette kalacağım. Sadece kötü bir şey olması ihtimaline karşı..."

"Ben bir yolunu bulup gelmeye çalışacağım." Ses tonundan bile dediğine inanmadığı belli oluyordu. "Kısa süreliğine, lütfen."

"Gelişme olursa haber veririm."

"Teşekkür ederim."

Derin bir nefes alarak aramayı sonlandırdım. Başımdaki ağrı dayanılmaz seviyeye ulaşmıştı. Güne başlarken aklımdaki düşünce ailemle birlikte güzel vakit geçirmekti. Sonuç ise hastaneydi. Bu yüzden dışarı çıkmayı sevmiyordum işte. Evet, belki evdekilere haksızlıktı fakat eğlenmek istediğimiz anda başımıza neler geldiği de ortadaydı. Ya o kadın parkta olmasaydı? Ya Akşının sadece eve gitmek istemediği için ağladığını, bağırdığını düşünseydi? Ya yeğenimi kaybetseydik? Soruların cevaplarını düşünmek bile işkenceden farksızdı. Eğer isminin Zehra olduğunu öğrendiğim kadın bugün yeğenimi fark etmemiş olsaydı ölen ben olurdum. Fiziksel olarak olmasa da...

Affet [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin