Fay'ın Mağarası

19 4 5
                                    

Lee personel çıkışının önünde bekliyordu. İş arkadaşım Simone, onu ve arabasını görünce nefes almakta zorlanıp tuhaf sesler çıkarttı. Lee ona dostça gülümsedi. İç geçirdim. Her zaman böyle gösteriş yapmak zorunda mıydı?
"Hazır mısın?"
"Ne için olduğuna bağlı" dedim. "Beni bir daha gala kutlamasına götüreceksen, hayır. Geçen sefer Westminster'a yaptığımız gibi bir gezi yapacaksak, evet."
"İkincisine daha yakın. Yalnız bu kez Westminster'a değil. Nereye gideceğimizi bu sefer ben belirleyeceğim."

"Her zaman öyle yapmıyor musun?" Yanından sürünerek geçip yolcu koltuğuna oturdum.

"Hadi ama, sevgili Fay. Bana karşı biraz daha nazik olmalısın. Henüz gelmedik. Belki de kararımı değiştirip seni Prenses Eugenie'nin doğum günü şölenine götürürüm. Kutlamayı sever."

İçimden güldüm. "Britanya kraliyet ailesiyle de ilişkilerin olduğunu söyle istersen. Hiç şaşırmam."
Lee direksiyona geçti ve Mercedes'iyle ustaca şehir trafiğine daldı. "Akrabayız, unuttun mu?"

Ona baktım. "Akraba mı? Nasıl?"
Kısa bir bakış attı bana. "Daha önce söylememiş miydim? Annem II. James'in evlilik dışı çocuğuydu.".
"Ama sen elf kralının yeğenisin."
"Baba tarafından" diyerek onayladı.
Bir süre sustuk, kafamı toparlamaya çalıştım. Aklımdan binlerce düşünce geçiyordu ve ben onları soru haline getirmeye uğraşıyordum. Ama olmuyordu.
"Geldik."
Lee yine kalenin yakınlarında bir yere park etti. Tahmin ettiğim gibi Tower Hill'e getirmişti beni. Bir anda çok sessizleşti, biraz düşünceli ve biraz da... sinirli miydi ne? Sürekli yutkunuyormuş gibi âdemelması oynuyordu.
"Üstümdekilerin uygun olduğuna emin misin?" Kotumla ceketimi gösterdim. Beni gerçekten bir kralın çay partisine ya da polo oyununa getirmedin ya?"

Gülümsedi. "Merak etme Fay. Kıyafetin uygun. Yalnızca sana bir şey göstermek istiyorum. Gözlerini kapa." Sözünü dinledim, Lee kolunu belime doladı. Tenime değmekten kaçındı.

Derin bir nefes aldım, şehrin gürültüsü çoktan kaybolmuştu.

Serin ve nemliydi. Lee'nin kokusuna eşlik eden ıslaklığın ve ferahlığın kokusunu alabiliyordum.

"Gözlerini aç" dedi Lee yavaşça.
Korkuyla sıçradım. Bir mağaradaydık. Yine! Ama sonra bunun ejderhanınkinden farklı bir mağara olduğunu anladım. Üzerimizdeki kocaman, beyaz sarkıtlar org boruları gibi aşağıya uzanıyordu. Duvarlarda bir ahtapotun kolları gibi tutunmuş başka damlataşlar vardı ve her şey aşağıdaki büyük, cam gibi berrak göle yansıyordu. Daha önce buna benzer bir şey hiç görmemiştim. Harikaydı. Şu anda köşeden, altın ve mücevher dolu hazine sandıklarıyla kırk harami çıkıp gelse, şaşırmazdım.

"Neredeyiz?" dedim çok alçak sesle. Buranın büyüsü kaybolacak diye korkumdan yüksek sesle konuşmaya cesaret edemedim.

Benim gibi alçak sesle kulağıma, "Ben buraya 'Fay'ın Mağarası' diyorum" dedi Lee.

"Fay'ın Mağarası?"

"Şey, yani henüz keşfedilmemiş ve adı yok. Dağın derinliklerinde. Ama gördüğüm en güzel mağara. O zamanlar burayı bulduğumda sadece çok özel birine göstermeye karar vermiştim." Küçük bir kaya çıkıntısının arkasından bir örtü çıkarıp yere serdi.

Anlayamadan ona bakıyordum. "Peki, o özel insan ben mi oluyorum?"

"Gerçekten işimi çok zorlaştırıyorsun Fay. Sana çok daha önce söyleyecektim ama sen o arada Richard'la flört etmekle o kadar meşguldün ki."

Richard adının alışık olduğum acıyı depreştireceğini sandım. Ama hiçbir şey olmadı, en azından fazla bir şey olmadı. "Sanırım Richard konusu tamamen kapandı" diye mırıldandım şaşkınlıkla ve oturdum.

PAN'IN KARANLIK KEHANETİ (2. Kitap)Where stories live. Discover now