Pan'ın Sembolleri

15 4 0
                                    

"Bay Duncan'la senin aynı anda kaybolup aynı anda ortaya çıkmanızın fazlasıyla tuhaf olduğunun farkındasındır." Phyllis, okulun girişinde sevinçle bana sarıldı ve geçen on günde olanları anlattı. Ve tabii çıkan dedikoduları da.
  "Tahmin edebiliyorum" diyerek iç geçirdim. "Lee'den haber var mı?" Olmadığını bildiğim halde arkadaşlarımın yanında durumu idare etmek istiyordum.
  "Hayır. Ruby mesajlarına yanıt alamadı. Sanırım başına bir şey geldi." Phyllis üzgün görünüyordu.

Ben de öyle hissediyordum. Özellikle de Versay'da, aynalı havuzdaki görüntüyü düşününce. Şimdiki zamanı gösterdiğinden korkmaya başlamıştım.

"Hey, Feli, eski dostum! Tekrar burada olman ne güzel!" Corey beni koridorda kucaklayıp bir tur döndürdü.
"Gerçekten de çok sevinmişe benziyorsun" dedim biraz şaşırıp.
Bir tur daha döndürdü. "Hale bak, süper ya! Alt ay önce seni kaldıramazdım bile. Koşmanız gerçekten etkisini gösterdi." Corey beni yere indirip yukarıdan aşağı süzdü.

"Çok teşekkür ederim. Sizi çok özledim." Sahiden öyleydi. Aynı zamanda Corey'nin, kardeşine karşı davranışım yüzünden bana kin beslememiş olması da beni çok rahatlatmıştı.

"Neredeydin? Neden annen bile nerede olduğunu bize söyleyemedi?" Nicole koluma girip benimle birlikte dolapların olduğu yere geldi.

Arkadaşlarım merakla çevremi sardı. Fakat ben daha üzerinde uzun uzadıya düşünülmüş "büyükannem ağır hasta" yalanını atamadan Jayden'la Ruby'nin arkasından biri çıktı.

"Felicity, bir dakika vaktin var mı?" Ciaran yine üç günlük sakallı, otuzlu yaşların başındaki iki dirhem bir çekirdek giyimli öğretmen görünümüyle kolumdan tutup götürdü beni. Omzunun üstünden arkadaşlarıma seslendi: "Bay Sinclair'e söyleyin, on dakika geç gelecek. Raporla ilgili konuşmamız gerek."

"Kahretsin, Ciaran her şeyi daha da berbat ediyorsun" diye sızlandım beni odasına doğru çekiştirirken. "Üstelik hiçbiri de Bay Sinclair'in dersine girmiyor. Yalnızca Lee ve ben giriyoruz."

"Hemen konuya gireyim öyleyse, sen de Bay Sinclair'e zavallı meyhaneci hikâyesini anlatırsın yine. Yeterince biliyor nasılsa."

Öfkeyle baktım ona.

"Nerede olduğunu sorarlarsa şehir dışındaki bir projede bana yardım ettiğini söylersin. İnanmaları için Skara Brae'deki kazılarla ilgili bir rapor hazırlayıp sunacaksın. Kullanabilmen için sahte birkaç belge ve fotoğraf hazırladım." Kolumu tutup ısrarla gözlerimin içine baktı. "Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda, hiç kimseye zaman sıçramalarından söz etmeyeceksin. Anladın mı? Hiç kimseye!"
   Afallamış bir şekilde baktım ona. "Kime anlatabilirim bunları? Lee burada değil ki."

"Arkadaşlarının Versay ya da Şarlman'la ilgili bir şeyler öğrendiğine dair en ufak bir şey duyarsam so- nuçlarına katlanmak zorunda kalırsın. Ve inan bana bu normal ölümlüler için hiç de hoş olmuyor."

Huzursuzca yutkundum. Tehdit yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek kadar açıktı. "Merak etme. Zaten kimse inanmaz bana."
Ciaran dikkatle gözlerimin içine bakıyordu hâlâ. Aniden beni bıraktı ve telaşla bir adım geri gitti. "Hadi git şimdi dersine. Sorun çıkarsa Will'le konuşurum."

Çantamı sırtlanıp kafam karışmış halde yüzüne baktım. "Will? Will kim?"

"Bay Sinclair."

Hızla İngilizce sınıfına kaçtım. Ciaran'ın İngilizce öğretmenimle samimiyeti ilerletmesi her şeyi olduğundan daha da gerçeküstü bir boyuta taşımıştı.

Bay Sinclair kızgın değildi. Özrümü anlayışla kabul etti ve kitapta işledikleri sayfayı söyledi.

Macbeth. Krallı ve hayaletli bir oyun. Gölgeler, hayaletler, krallar? diye düşünüp eski dile yoğunlaşmaya çalıştım.
  Oldukça başarılıydım aslında. Birkaç dakika içinde metin beni sarmıştı. Dili olağanüstüydü. Lee de burada olsaydı keşke. Kale gezimizde olduğu gibi kesin, yine bana bununla ilgili eğlenceli bir hikâye anlatırdı.

PAN'IN KARANLIK KEHANETİ (2. Kitap)Où les histoires vivent. Découvrez maintenant