Déjà-Vu

57 5 0
                                    


Felicity




Dünyanın en yakışıklı aktörü Richard Cosgrove olağanüstü güzel, gri gözleriyle bana bakıyordu. Yüzüme düşen bir tutam asi saçı geriye itti. Sonrasında elini çekmeyip narin parmaklarıyla saçlarımı ve ensemi okşadı,

"Kimin aklına gelirdi ki senin horlayacağın" dedi. Gözlerimi açtım. Kenarları lacivert buz mavisi gözler muzipçe bana bakıyordu.

"Oh, nihayet. Komaya girdiğini sandım."

Lee! Benim yatağımda? Yanımda? Hızla doğruldum. "Ne işin var burada?"

"Kaçmıştık, hatırlamıyor musun?"

Benim odam değildi burası. Çiçekli, pembe duvar kâğıdıyla kaplı bir odada, duvarlara uygun örtüler serili bir yatakta yatıyorduk. Lee ve ben.

Üstelik belden yukarısı çıplaktı.

Dehşet içinde kendime baktım. İç çamaşırlarım dışında bir şeyim yoktu. Örtüyü üzerime çektim hemen. "Kahretsin! Hiçbir şey hatırlamıyorum." Doğruydu.

Hatırladığım en son şey... Neydi ya?

Lee gözlerini benden ayırmıyordu. Gür, sarı saçlarını geriye attı, sivri kulakları ortaya çıktı. Birden her şeyi hatırladım: Lee bir elfti. Daha doğrusu yarı elf. Polisiye olayları çözmek için zamanda sıçrama yapabiliyordu. Ben de onunla birlikte sıçramıştım. Hem de ortaçağa. Ama burası rutubetli alçı tavanı ve tozlu lambasıyla kesinlikle ortaçağda değildi.

Sentetik yatak örtülerinin üzerinde elimi gezdirip "Burası Şarlman'ın sarayı değil" dedim. "Evet. Yorkshire'da bir pansiyondayız. Uyandığında hep böyle şaşkın mı olursun?" Lee kayıtsızca doğrulup döşemeli yatak başlığına yaslandı.

Şu pembe çiçekli yatağın içinde bile bu kadar erkeksi ve seksi görünmeyi nasıl başarabiliyordu? "Yorkshire'da ne işimiz olduğunu bana anlatacak mısın artık? Ve buraya nasıl geldiğimizi? Ve de niye benim yanımda yattığını!?" Yerde, yatağın yanında giysilerimi aradım. Nerede soyunmuştum acaba? Neden hiçbir şey hatırlamıyordum?

"Seni ben soydum. Kendinde değildin. Giysilerin şu arkada, sandalyenin üstünde."

Lee'ye döndüm. En azından masum görünmeye çalışıyordu. Ama pek de başarılı olamıyordu. Gözünün kenarında kuşku uyandırıcı bir seğirme vardı. Arkama yaslanıp gözlerimi kapadım. Bir sürü şey geçti aklımdan. Lee, maalesef efsane olmayan, elflerin gizli dünyasını anlatmıştı bana. Ve sonra bir şey olmuştu. Önemli bir şey... Gözlerimi açtım tekrar. Cinayetle suçlanmıştım! Elfler peşimdeydi. Lee'yle birlikte kaçmıştık.
"Kahretsin, gitmeliyiz." Lee'nin ne göreceği umurumda değildi, yataktan fırlayıp hızla pantolonumu yüzüne çevirdim. Kapıdan çıkmak üzereyken burnumun önünde bir kol kapıyı tutup beni durdurdu.

"Yavaş ol Fay" dedi Lee. "Şu an burada güvendeyiz... En azından şöyle güzel bir kahvaltı için vaktimiz var. Hatta bir ya da iki gün bile kalabiliriz."

"Yorkshire'da mı? Ne yapacağız burada?" diye sordum endişeyle. Lee bana doğru eğildi. Uzun boyu ve göz kamaştıran cazibesiyle etkileyici olmadığını söyleyemeyeceğim. "Düşünüp ne yapmamız gerektiğini planlayacağız."

Yutkunup pes ettim. Lee omuzlarımı tuttu, o kendine özgü baharatsı kokusunu duydum. Ama aynı anda hafif bir çarpma hissettim. Hemen bıraktı beni.

"Tamam. Hadi şimdi kahvaltı edelim. Açım... Yok, hayır. Sanırım hemen yapamayacağız. Bir bildirim geldi." Üzerinde boxer şortuyla yatağın kenarındaki komodinin yanına gitti. Küçük, altın aygıt orada duruyordu. Lee'nin yakutu. Bir çeşit elf telefonu. Lee bana baktı. Gözleri kocaman açılmış, dudakları sımsıkı kapalıydı. "Biliyorlar."

Kapı eşiğinde yere yığıldım.

PAN'IN KARANLIK KEHANETİ (2. Kitap)Where stories live. Discover now