Yeni Öğretmen

30 6 0
                                    

Lee'nin birkaç gün olmayacağını biliyordum. Ama onu bu kadar özleyeceğimi bilmiyordum. Buna bir de suçsuzluğumu kanıtlayıp kanıtlayamayacağının belirsizliği ekleniyordu. Ya kraliyet meclisi Lee'yi beklemeyip beni oraya getirtmeye karar verirse ne olacaktı? Bu düşünceyi olabildiğince kafamdan atmaya, kendimi derslere vermeye çalışıyordum. Ama bu da bana sürekli Lee'yi hatırlatıyordu.

Ufak tefek atışmalarımızın, flörtlerin ve Lee'nin kokusunun eksikliğini hissediyordum. Yanımda olmadığı zaman sol taraf... soğuktu. Sadece yirmi beş derecelik vücut ısısına rağmen. Ona National Gallery'deki ilk günümü, yeni gelen diğer kızı anlatmak istiyordum. Matilda'nın bol yaban mersinli güzel krepinden, Corey'lerdeki oyun gecemizde ilgi çekmek için boşu boşuna süslenen Cheryl'dan bahsetmek istiyordum.

Altı ay içinde nasıl bu kadar hayatıma girebilmişti ki? Kendime, en fazla iki hafta sabretmem gerektiğini söylesem de önümde zorlu saatler vardı. Ona âşık olup olmadığımı sordum kendime. Belki. Birazcık. Ama Richard Cosgrove'un bende yaptığı kalp çarpıntısını düşününce çok net söyleyebilirdim: Lee bunu başaramadı. En iyi arkadaşımı özlemiştim. Hepsi bu kadardı.

Kantindeki masamız bile onsuz çok başkaydı. Nicole isteksizce yemeğini eşeliyor, Ruby hayal âlemine dalmış, pencereden bakıyor ve hiçbir konuşmaya katılmıyordu, Corey kötü bir espri bile yapmaya yeltenmiyordu. Phyllis ve Jayden ruhsuzca yemeklerini yiyor, yalnızca gerektiğinde konuşuyorlardı.

"Duydunuz mu? Bayan Crobb erken emekliliğini istemiş" dedi Corey aniden.

"Oh, çok şükür" diye mırıldandı Jayden. "Ne zaman gidiyor?"
"Gitmiş bile, çoktan evde. Depresyona mı girmiş ne."

"Acaba bizim bingo oyununun da buna katkısı oldu mu?" dedi Phyllis.

"Yerine kimin geleceği belli mi?" diye sordu Nicole. Corey omuzlarını silkti. "Bilmiyorum. Kardeşimin başvuru formunu verirken sekreterlikte kulağıma çalındı."

Corey'nin kız kardeşi, daha doğrusu üvey kız kardeşi Cheryl yazın Westminster Koleji'ne geçmek istiyordu. Ona, on üç yaşındayken bunun için fazla erken olduğunu anlatmaya çalışmak boşunaydı. Lee'ye yakın olmak istiyordu ve bizim iyi niyetli tavsiyemizi dinlemektense okul müdüründen yiyeceği azarı göze almıştı.

"Eee Felicity, ne yapıyorsun, bugün öğleden sonra koşuyor muyuz?"
Onu tamamen unutmuştum. Jayden, Lee ve ben birkaç aydır, düzenli olarak Hyde Park'ta buluşup koşuyorduk. Başlarda sadece Serpentine Gölü'nün çevresinde koşabiliyorduk, sonraları Kensington'a, oradan da Apsley House'a kadar geri koşuyorduk, hatta güzel havalarda iki tur attığımız oluyordu.

"Kusura bakma Jayden, bugün öğleden sonra çalışmam gerekiyor." Jayden, Corey, Nicole ve Phyllis merakla bana baktı.

Ruby hayal kurmaya kurmaya devam ediyordu.

"Yeni işin nasıl?" diye sordu Nicole, Lee gittiğinden beri ilk kez bir şeyle ilgileniyordu.

"Harika" dedim dürüstçe. "Resimleri dilediğim gibi incelemekle kalmıyor, Botticelli'nin uyuyan Mars'ının önünde telefonla konuşan burnu havada, fraklı adamlara da hadlerini bildiriyorum. Geçen hafta ne oldu anlatayım size. Müdürün biri kıpkırmızı kesilip milyonluk anlaşmayı berbat ettiğimi iddia etti. Amirim bana arka çıkıp milyonluk anlaşmasını dışarıda, Trafalgar'da yapmasını, beni, Venüs ve Mars'ı rahat bırakmasını söyledi. Süperdi."

Hepsi de kocaman sırıttı.

Phyllis dedi ki: "Özellikle de National Gallery'de iş bulman müthiş bir şey bence. Cézanne'ın resimlerine saatlerce bakabilirim."
"Bence artık çalışmanın karşılığında para alıyor olman çok iyi" dedi Jayden. Kısa bir süre önce ilk defa, annemin çalışmama karşılık bana para vermemesinin onu ne kadar sinirlendirdiğini açıklamıştı.
"Bence de" diye itiraf ettim ve içtenlikle gülümsedim ona. "Burs alamasam bile üniversite masraflarımı karşılayabileceğimi görmek harika bir şey."
"O zaman yarın öğleden sonra koşabilir miyiz?" diye sordu ve sıcacık gülümsedi Jayden. "Memnuniyetle" diye atıldım hemen.

PAN'IN KARANLIK KEHANETİ (2. Kitap)Where stories live. Discover now