16

5.4K 582 592
                                    

Selaaaaam, nasılsınız bakalım görüşmeyeli? Geçen hafta hastalandığım için pek uğrayamadım buralara. Meraklanıp sorunlar olmuştu onlara çok teşekkür ederim🤍

Bunu söylemeyi hiç istemezdim ama bölüm o kadar içime sinmedi ki... elimden gelse siler baştan yazardım ama  ne benim öyle bir vaktim var ne de sizin beklemeye sabrınız😔 O yüzden diğer bölümlerde telafi etmeyi umarak paylaşıyorum. Bölümü sevemediği için kimseye ithaf etmek de istemedim. Sizin düşüncelerinizi ve yorumlarınızı merakla bekliyorum.

Kendinize iyi bakın kocaman öpüyorum hepinizi.

***

16. Bölüm: Senden sakındıkları tüm sevgiyi vereceğim sana.

Gunpo'ya varmamıza bir saatten az bir süre kalmışken Jimin uzanıp tüm gerginliğimle direksiyonu sıkıca kavramak için kullandığım ellerimden birini yakaladı ve kendi küçücük avuçları arasına hapsederek kucağına koyduktan sonra yüzüme baktı ihtiyatla. "Yoongi," diyordu saniyeler sonra. "Neden bu kadar gerginsin?"

Bakışlarımı yoldan ayırmadan parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim ve teninin sıcaklığının beni biraz olsun rahatlatmasını umarak seslice dışarı verdim nefesimi. Gergin olmak ya da bunu ona yansıtmak istemiyordum. Zaten babamla tanışacağı için yeterince heyecanlıydı. Sabah erkenden kalkmış, bana bir günaydın mesajı gönderdikten sonra ise ne giymesi gerektiği hakkında bir sürü soru sorarak tatlı mı tatlı ses kayıtları göndermişti. Üstelik babam Min Ha Yoon, tüm bu özeni ya da hazırlığı hak etmiyordu. Yine de Jimin'e hiçbir şey yansıtmamaya çalışmıştım. Pek çok kıyafet denemesinden sonra ona oldukça yakışan siyah dar kesim bir takımda karar kılmıştık ve takımın üzerine giydiği koyu kırmızı kabanla birlikte onu gördüğüm ilk anda nefesimi kesecek kadar göz alıcı görünüyordu.

"Gergin değilim." Dedim kırmızı ışıkta durduğumuzda. Başımı çevirip sade, hoş bir makyajla gölgelendirdiği gözlerine baktım. "Sadece biraz endişeliyim."

Bakışları yumuşadı. Gözbebekleri tüm şefkatini bahşederken kucağında dinlenmeye devam eden elimi dudaklarına götürüp kalbimin ritmini şaşırtan, sıcak, tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı elimin üzerine. Tekrar göz göze geldiğimizde irislerinde beni fazlasıyla heyecanlandıran muzip parıltılar vardı. "Yoksa beni sevmeyeceğimden mi korkuyorsun?" Dedi şımarık bir ses tonuyla. "Güven bana kolay sevdiririm kendimi."

Benimle böyle konuşmasına bayılıyordum. Talepkar gözlerine, yaramaz cümlelerine ya da hiç beklemediğim bir anda beklemediğim şeyler yaparak yüreğimi hoplatan arsızlığına.

"Seni sevmemesi için aptal olması gerek." Şimdi elini öpme sırası bendeydi. Avuç içine dudaklarımı değdirdikten sonra işaret parmağını hafifçe ısırarak kıkır kıkır gülmesine neden olduğumda benim de dudaklarım iki yana kıvrılmış, çapkın bir gülümseme göndermişti omegama. "Hatta ve hatta seni sevmemesi için dangalağın teki olmalı. Beni endişelendiren şey ise babamın hem aptal hem de dangalak olması."

"Yoongi!" Gözleri irice açıldı. "Baban hakkında böyle konuşmamalısın."

"Hmm, beni terbiye etmeye ne dersin? Yapacağın her şeye razıyım."

Az önce cilvelenen o değilmiş gibi domates gibi kızarırken elini kendine doğru çekti ve bakışlarını benden kaçırarak alnına dökülen saçlarını düzeltmeye koyuldu. "Arsız!" Diyordu bir yandan da. "Hep beni utandıracak şeyler söylüyorsun."

"Hoşuma gittiğini inkar edemezsin, hm?"

"Gitmiyor işte."

Işık yeşile döndüğünde ve tekrar hareket etmeye başladığımızda başını çevirip merkezde olduğumuz için yanımızdan geçip giden mağazaları izlemeye koyuldu. Bunu kızaran yüzünü ve dudaklarından dökülen kelimelere rağmen epey istekli olan bakışlarını benden saklamak için yaptığını biliyordum. Dizlerinin üzerinde duran Prada çantanın kulpunu sıkıca tutmuş, bana bakmamak için her şeyi yapıyordu.

oxytocin : yoonminWo Geschichten leben. Entdecke jetzt