Başımı sağa sola sallayarak "Sevmekle kabullenmek farklı şeyler," dedim. Ardından kahvemden birkaç yudum aldım. Acı kahveden nefret ettiğim ve vücudum buna alışık olmadığı için yanan midem yüzümü buruşturmama neden oldu. Keyifliymiş gibi bir de fiziksel olarak canımı yakıyordum. "Ayrıca kendim yaşıyorken başkalarının ölümüne göz yumabilecek biri değilim." Bakışlarımı önümüzdeki havuza çevirdiğimde suyun üzerinde gördüklerim kaskatı kesilmeme neden oldu. Zihnim geçmişimi, her acımın kaynağı olan anılarımı suyun üzerine yansıtmıştı. Çatlayan sesimle izlediklerimi dile getirmek için dudaklarımı araladım. "Ben ölümle erken yaşta tanıştım. Beş yaşındaydım, babamı aldılar. On yaşındaydım, annemi kurban verdim. On dört yaşındaydım, ablamı, bu hayatta beni sevdiğine inandığım tek insanı öldürdüler. Babamı basit bir mahalle kavgasında çekilen bıçak, annemi kanser, ablamı patronun gibi bir adam döverek öldürdü." Eminenin parçalanmış kıyafetleriyle, vücudundaki morluklarla, yaralarla kendi kanının yarattığı gölün ortasındaki görüntüsüne daha fazla dayanamayarak yeniden yanımdaki adama baktım. "Ölümün her şeklini gördüm. Sence o zehri zehir olduğunu bilerek yutabilir miyim?"

"Ölmeyi mi tercih ediyorsun?"

Öfkeyle gülüp kupayı dudaklarıma götürdüm. Kahvemi bitirdikten sonra aynı gülüşümün eşliğinde "Gitmek istersem patronun beni öldürür mü?" diye sordum. Kurduğum cümle ağzımda ekşi bir tat bırakmıştı. Bunun mümkün olmadığını söyleyemiyordum bile. Şimdi saçlarıma okşamak için uzanan ellerin bir gün beni öldürebileceğini inkar edemezdim. Zaten daha önce de bunu yaşamamış mıydım? Ailemden geriye kalan tek kişiydi Boncuk. Zamanında sevgi dolu olan ellerinin yıllardır bana yaptığı şey vurmak, canımı yakmak değil miydi? Günün birinde Serdarın da bunu yapmayacağına nasıl inanabilirdim ki? Üstelik Boncuk belinde silah taşıyan bir katil bile değilken bu haldeydi.

"Asla." Turgut panikle kupayı önümüzdeki masaya bırakıp vücudunu tamamen bana çevirdi. "Serdar sevdiklerinin saçının teline zarar vermez. Az önce dedim ya, yenge. Sen buraya geldiğinde ölüydün zaten. O zehri bıraktığında yine ölmeyecek misin? Demek istediğim buydu."

"Sevilmekten acizsin, seni bu halinle seven patronuma mı burun kıvırıyorsun?" Dudaklarımdan dökülenler yüzünden Turgut donup kaldı. "Bunu mu demek istiyorsun?"

"Yenge, ben..."

"Kahven bittiğine göre işinin başına dön."

Dudaklarımdan dökülen her kelimeyi kendi emriymiş gibi kabul etmeleri gerektiğini söyleyen patronunu hatırlayarak ayaklandı. Bana karşı gelemezdi fakat öylece gitmeye de gönlü razı değildi sanırım. "Yenge," diyerek bomboş bakan gözlerimi onu çevirmeme neden oldu. Serdara zehir dediğim halde hala yenge diye hitap edildiğinde karşılık vermeme güldü. "Bu ölümler dışında ne oldu sana?" Sorusu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Zihnin çok farklı çalışıyor. Sevilmekten aciz olduğunu düşünüyorsun. Sevmediğin biriyle seni seviyor diye birlikte olman gerektiğini düşünüyorsun. Bunlara sadece ölüm neden olamaz," demesinin ardından yüzümde beliren ifade doğru noktaya parmak bastığının ispatıydı. "Sana tam olarak ne oldu?"

Geçmiş...

"Zehra..."

Zehra "Dokunma bana!" diye bağırarak ona uzanan ablasını itti. Vücudu zangır zangır titrerken öfkeyle dolan ruhunun karardığını anbean hissediyordu. Bugüne dek sevgiyle atan kalbi nefretle doluyordu. "Mutlu musun?! Söylesene, abla! Mutlu musun?!" Gözyaşları içinde başını eğmiş olan Boncuk'un dirseğini tüm gücüyle sıkarak bakışlarını buluşturdu. Canının yandığını mavi gözlerinden okuyabiliyordu ama yetmiyordu. Daha fazla canı yansın istiyordu. Ölümü dileyecek kadar canı yansın istiyordu. "Emine ablam ölsün istiyordun! Öldü! Mutlu musun şimdi?"

Affet [+18]Where stories live. Discover now