"Neden ağladığını anlatmak ister misin?"

"Anlatmazsam..." Derin bir nefes alıp gözlerime baktı. Gözlerimin renginin sürekli değiştiğini, sadece sevdiklerime bakarken yemyeşil olduğunu, sevmediğim insanlara bakarken, beni rahatsız eden şeylerden bahsederken mavi olduğunu söylemişti. Aynadan kendimi görebiliyordum ve ağırlık yeşildeydi çünkü ona bakıyordum. Tanıştığımız günden beri ona yemyeşil gözlerle bakıyordum. Zehra da bundan cesaret almaya çalışıyordu sanki. "Kırılır mısın?"

"Kırılmam ama aynı şeyi tekrarlayıp seni kırmaktan korkarım."

Bunu söylerken özellikle serçe parmağına dokunmuştum. Yine söz veriyordum. Anlatacağı şey ne olursa olsun aynı bakmaya devam edeceğime dair söz veriyordum. Serçe parmak sözü.

"Annemin ölümünün ablamı mecbur bıraktıklarını anlatmıştım."

Yüzüne doğru düşen birkaç tutamı kulağının arkasına itip "Ablanın ne kadar güzel bir kalbe sahip olduğunu anlatmıştın," diyerek onu düzelttim. Cümlemin onu duraksattığını, hatta gözlerinin dolmasına neden olduğunu görsem de bu kez üzülmedim. Çünkü buna ihtiyacı vardı. Farkında değildi ama Boncuk'un üzerinde yarattığı baskı onu ailesinden utanır hale getirmişti ve bu tükenmesine neden oluyordu.

Karşımdaki kadın ailesini çok seviyordu. Dayak yiyor oluşuna bile isyan etmeyecek kadar çok seviyordu hem de. Kavgaya karışıp canından olan babasına dahi onları yalnız bıraktığı için kızgın değildi. Fakat zaman geçtikçe, duyduğu cümleler ağırlaştıkça etkileniyordu. Eğer böyle devam ederse günün birinde annesine, babasına, ablasına, hatta iki ablasına da değil... Kendisine kızar, kendisinden utanır hale gelirdi.

"Boncuk ablamın anneme karşı öfkeli olduğunun farkındaydık. Yine de tek kelime edemezdi. Annem babam ölmeden önce ne kadar sevgi dolu bir kadınsa öldükten sonra bir o kadar sert olmuştu. Ona karşı hissettiği ama baskılamak zorunda kaldığı öfkeyi de Emine ablama kusuyordu. Söylediği her cümle o kadar ağır, o kadar yaralayıcıydı ki, benim zihnime de kazınmış. Sorduğun soru bana ablamın cümlelerinden birini hatırlattı, yani seninle ilgisi yoktu."

Serçe parmaklarımızı birleştirdim. "Hatırlattığı cümleyi sorsam, çok mu ileri gitmiş olurum?" İleri gitmekten korkuyordum. Daha baskın olan Zehranın Boncuk'un nefretinin esiri olması ihtimaline karşı hissettiğim korkuydu. O zamanlar çocuk olan Zehra farkında olmadan ablası tarafından öfkesinin odağı olmadığı halde baskılanmıştı. Utangaçlığı, her şeyden çekinmesi, bir şeyi yapmadan önce defalarca düşünmesi, paniklemesi... Bunların hepsinin mimarı Boncuk'un Emineye, daha doğrusu yaptığı işe duyduğu nefretti.

"Olmazsın ama ben o cümleyi kurarsam kendimi Emine ablama ihanet etmiş gibi hissederim," dedikten sonra derin bir nefes aldı. Devamında söyledikleri dumur olmama neden oldu. "Yine de... Sen istersen söylerim."

Sen istersen söylerim. Şimdiye kadar duyduğum tüm sevgi cümlelerinden daha kıymetliydi dudaklarından dökülenler. Onun hayatındaki en değerli kişinin Emine olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Buna rağmen ona ihanet ediyormuş gibi hissettirecek şeyi sırf ben istedim diye söyleyebileceğini dile getirmişti. Buna karşılık olarak verecek sevgim dışında hiçbir şeyim yoktu. Elimde bu kadar kıymetli hiçbir şey yoktu.

Zehrayı kollarımın arasına çektim. "İstemem, Zehra. Seni üzecek hiçbir şeyi istemem." Zehra da belime sarılınca tamamlanmıştık. Şimdilik bu kadarı yeterliydi. Birbirimizin yaralarını görmek, nedenini öğrenmek, merhem olmak için yeterince zamanımız vardı. Acele edip onu yormak gibi bir niyetim de, isteğim de yoktu.

✂️

Sarılmış halde geçirdikleri dakikalarda ikisi de ruhlarını, hatta soyutlaşıp bedenlerini sarmış hüzne kapılmışlardı.

Affet [+18]Where stories live. Discover now