06' rüyadan oluşan sanrılar

931 103 111
                                    

Bir savaş alanı nasıl olurdu bilir miydiniz? Kanlı kılıçlar havada gezinir kendi canını ülkesi için feda eden insanların ölü bedenleri oradan oraya savrulur, kan, ter ve gözyaşı ayrılmaz bir üçlüye dönüşür ve o meydanda duyulan çığlıklar son çığlıklar olurdu. Savaş alanı tam olarak böyle bir alandı fakat bu anlattıklarım, sadece anlattıklarımla kalırdı.

Kimse yaşayıp görmeden anlayamazdı bu koca beş harften oluşan, herkesin normal bir şeymiş gibi dile getirdiği fakat yadsınamaz bir gerçekle ne kadar zor olduğunu, kimse yaşayamadan anlayamaz, bilemezdi.

Tabikide şuan bu kelimeyi tabiri caizesi olarak kullanıyordum çünkü içimde şuan kargaşadan oluşan o şey bana bir savaş meydanını hatırlatmıştı. Kaybeden yoktu fakat kazananda ortada gözükmüyordu. İçimde bu tarifi olmayan yangını nasıl izah edeceğimi bilememiştim, fırtına kopuyordu, bir savaş uzak değil çok yakınımda sanki beni gözetleyerek an kolluyordu.

Saldırmayı bekliyordu ve bilin bakalım karşı tarafın ele başında kim vardı; Min Yoongi.

Evet, ismi bile ayak parmaklarımın karıncalanmasına sebebiyet veren bu şahıs beni içimdeki savaşla birlikte yerle yeksan etmek ister gibi an kollarken ben sadece orada bir yerlerde izlemekle yetiniyordum. Kıpırdamak istesemde bu eylem benim için oldukça zor gözüküyordu. Fakat her türlü, onun yüzündendi bu bedenimi terk etmeyen titreyişler.

Derin bir nefes aldım ve kütüphanede bilgisayar başında son bir kaç işlemi hallettikten sonra bilgisayarı özenle kapatıp oturduğum sandalyeden ayağa kalktım. Bu sırada da sabahtan beri benimle birlikte olan arkadaşım Jungkook çalışma masalarının orda kendini dersine vermiş bir şekilde kafasını kitaba gömmüştü. Bu gülümsememe sebep oldu çünkü hiç gocunmadan her gün buraya geliyor ve beni yalnız bırakmıyordu.

Aslında kütüphanede çalışmam sırf para ihtiyacım karşılamak için değildi. Biraz zaman öldürmek ve kafamı sürekli meşgul etmek içindi, tabi bu düşüncelerim Yoongi'den önceydi çünkü şimdi nereye dönersem, nereye gidersem gideyim aklımın bir ucunda o olmadan ilerleyemiyordum.

Jungkook'u izlemeyi son anda bıraktım ve arkamda kalan askılıktan montumu alıp giyindim. Eş zamanlı olarak çantamıda almış ve koluma takarak çalışanların olduğu bölmeden ayrılmıştım. Benimle birlikte bir kız daha çalışıyordu ve Han Yuri Noona benden iki yaş büyüktü. Ben ondan önce çalışmaya başlıyor ve ondan önce işten ayrılıyordum ki onun dersleri yüzünden -ve bir de son dönemi yüzünden- fazla yoğun geçiyordu. Yuri Noona fazla iyi ve anlayışlı olduğu için onu seviyordum, bence tatlı biriydi ki aslında hiç büyük durmuyor aksine benden bile kısa olduğu için ilk zamanlar onu lise öğrencisi sanmıştım fakat gerçekleri çok geçmeden öğrendiğim zaman baya bir dumura uğramıştım.

"Görüşürüz Noona," diyerek ona küçük bir el sallamasıyla veda etmiş ve halen daha beni fark etmemiş olan arkadaşıma doğru ilerleyerek önündeki sandalyeye oturmuştum. "Daha ne kadar burada böyle ders çalışıp beyin hücrelerini yenilemeyi düşünüyorsun canım arkadaşım?"

Sesimi duyan Jungkook hızla doğruldu ve bunu yapmasıyla birlikte sırtında oluşan sızlanmalardan ötürü ağzından iki üç kahkum sesleri çıktı. Sanırım beli uyuşmuştu ve ani doğrulma sonucu ağrı çekiyordu. Bu sebepsiz yere komiğime giderken kıkırdadım. "Ne gülüyorsun be?" Jungkook'un sessiz feryadı beni daha çok güldürürken sandalyede arkama yaslandım ve ellerimi montumun cebine koydum.

"Burada biraz daha böyle kalırsan heykele dönüşeceksin." Sözlerim sanki bir kulağından girip öbür kulağından çıkmış gibi bana bir bakış atmış fakat bu uzun sürmeden boynunu ve belini esnetip kitaplarını çantasına yerleştirmişti. Benim gibi işi biter bitmez ayağa kalkmış, montunu giyinmiş çantasını sırtlanmış ve bana doğru dönmüştü. "Hadi gidelim."

lavinia : yoonmin ✓Where stories live. Discover now