04

3.2K 337 897
                                    

Ellerinden kurtulmak istiyordum. Hatta kaçış planı bile yapmıştım ancak nereye gidecektim ki?Bunların elinden kurtuldum diyelim. Ya sonra? Nerede olduğumu bile bilemezken ne yapabilirdim? Birinin elinden kaçsam diğerine yakalanacaktım.

Pas kokusu azalarak yerini soğuğa bırakıyordu. Her hücrem korku ile titrerken kalbim hiç olmadığı kadar gürültülü çarpıyordu. Az önce yaşananları düşündüm. Bana ne yapacaklardı? Gücümü neden kullanamıyordum? Güçlerimden haberdar oldukları belliydi ancak benim gibi işe yaramaz biri nasıl bir amaç uğruna kullanabilirlerdi ki? Sorulacak çok soru vardı ama cevap alamayacağımı biliyordum.

Neredeyse dondurucudan farksız olan geniş bir koridorda yürüyorduk. Dondurmanın ne hissettiğini artık anlıyorum diye düşündüm kendi kendime. Ayak sesleri dışında duyulan tek ses, tavandaki floresanların rahatsız edici cızırtısıydı. Karşılıklı olarak geniş aralıklarla çelik kapılar bulunuyordu ve hepsinin şifre ile açıldığı belliydi. Birkaç adım sonra beni bir odaya atarak dışarı çıktılar. Burası bir sorgu odası olmalıydı. Gri duvarlar ve ortadaki masa bunu gösteriyordu. Ortam nefesimin daralmasına neden olurken doğrulmaya çalıştım.

Sert adımlar, yanımda sonlandığında bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinin siyahı saçlarıyla uyumlu, derin ve karanlıktı. Geniş omuzları ve kıyafetlerinin gizleyemediği kaslarıyla görkemli bir görünüşü vardı. Kolumdan hızlıca kaldırarak sandalyeye oturttu ve karşıma oturdu. Sessizdim çünkü neler olduğunu anlamakta zorlanıyordum. Bir anda kendimi burada bulmuş ve bana ne olacağını bilmez şekilde kalmıştım.

"Kimin için çalışıyorsun?"

"Ne?"

"Sana kimin için çalışıyorsun dedim!"

Gözleri yanıt almayı beklercesine üzerimde dolanıyor, parmakları sabırsızca masanın üzerinde ritim tutuyordu.

"Hiç kimse için" diye yanıtladım. Kaşlarını çatarak korkmama neden olan bakışlarını üzerime yolladı.

"Soruma yanıt vermen senin lehine olur"

Bir şey bilmiyordum ve zihnim sürekli tehlike sinyalleri vererek beni uyarıyordu. Sadece tehlikedeyken bedenimi saran cesaretim yine ve yeniden beni şaşırtmamıştı. 

"Asıl sen benim soruma yanıt ver! Neredeyim ve neden burdayım?"

"Aptal numarası yapma! Sorumu tekrardan açıkça soracağım. S1 veya S2 hangisi için çalışıyorsun! Bu sefer amacınız ne!"

"Onlar ne? Sana bir şey bilmediğimi söylüyorum ya!"

"Yalancı! Sen de bir GMB'sin. Bir şey bilmemen imkansız!  Yine bir şeyler planladığınıza eminim.
Hepinizden nefret ediyorum! Hepiniz canavarsınız! Sen ve diğerleri. Tek yaptığınız bu! Bize sorun çıkartmak! "

Kimden bahsettiğini anlayamıyordum. Kullandığı kelimeleri bile anlayamıyordum. Nereye düşmüştüm ben böyle! Daha da önemlisi, nasıl çıkacaktım?

"Çabuk çıkar beni buradan! Kimsiniz bilmiyorum ama benim hiçbir bilgim yok! Benden ne istiyorsunuz anlamıyorum!"

"Ölmeni"

Sesi soğuk ve inanılmaz derecede katıydı. Bakışları ölümcül şekilde gözlerimi bulduğunda yutkundum. Beni öldürmek için mi buraya getirmişlerdi yani? Peki hangi suçtan ötürü? Ben kimseye küçük bir zarar bile vermemiştim. 

"Senin ve diğer GMB'lerin ölmesini istiyorum. hepsi bu!"

Elini kaldırdı ve arkasındaki duvarda duran kırmızı butona kırarmışcasına vurdu. Odanın içi yanıp sönen kırmızı ışık ile aydınlandığında kısa bir alarm sesi ile birlikte İçeriye 3-4 gardiyan girmişti. Beni kollarımdan tutarak kaldırdılar. Sorguya çeken adam yaklaştı ve gömleğinin kollarını kıvırdı. Derin bir nefes aldığında çırpınmaya başladım. Korkuyordum. Tüm gücüyle karnıma bir yumruk indirdi. Nefessiz kalırken gözlerimin yaşardığını hissettim.

"Hepinizden nefret ediyorum!" ikinci bir yumruk karnımla buluşmuştu. Darbenin etkisi ile bedenim ikiye katlanırken güçlükle yutkundum. Nefes almak bile zor geliyordu. 

"Şimdi konuşacak mısın? Devam mı edelim?" Bilmediğim bir konu hakkında ne söyleyebilirdim ki? Karnıma bir yumruk daha indirdiğinde kafamı geriye atarak bağırdım. 

"Lanet olsun!"

Son darbeden sonra durdu ve bana baktı. Ezici ve kesinlikle küçümser bir şekilde. Ağzıma dolan metalik tat ile birlikte öksürmeye başlamıştım. 

"Anlaşılan konuşmayacaksın. Bunu hücreye götürün! birkaç gün aç kal da aklın başına gelsin"

Bacaklarım bile beni zorla taşırlarken iki koluma giren gardiyanlar yürümeme yardımcı oluyordu. Karnımın ağrısını artık çok net hissedebiliyordum. Nefes almak bile zor geldiğinden yürümek benim için tam bir işkenceye dönmüştü.

Korkuyordum, hiç olmadığı kadar. Tamamen saçma bir bilinmezliğin ortasına düşmüştüm. Yalnız hissediyordum. Yolda İki gardiyana daha rastladık. Hiçbirinin yüzü görünmüyordu. Hepsi maskeli ve çelik kıyafetlilerdi. Her neredeysem güvenliğe fazlasıyla önem verdiklerini anlayabiliyordum. Karşılaştığımız bu gardiyanlardan biri konuşmaya başladı. Maskesi yüzünden mi sesi metalik geliyordu yoksa yediğim darbeler bilincimi mi zorluyorlardı çözememiştim.

"Mahkumu almaya geldik. Başkan onu bizzat istiyor."

Kollarımdan tutan adamlardan biri başıyla onayladı ve beni teslim etti. Hala deli gibi ağrıyan karnım yüzünden yere düşecekken yeni gardiyanlar beni tutmuşlardı. Benim için ne planlıyorlardı? Yoksa ölecek miydim? Böyle doğmam benim suçum değildi ki! Hem ne zararım vardı insanlara? Akıl okuyabiliyor olmam ölmemi mi gerektiriyordu? Yoksa başka sebepler mi vardı? Diğerlerinin yanından ayrıldıktan sonra iki gardiyandan biri kafasını hafifçe bana doğru eğdi ve

"İyi misin?" diye sordu kaskın içinden metalik gelen sesi ile. Derin bir nefes çektim içime. Şaşkındım. Neden bana iyi olup olmadığımı soruyordu ki?

"Nicolas, benim Bill!" diye tekrarladı. Gözlerim heyecanla ona döndüğünde beynimin çalışmayı bıraktığını fark ettim. Her şey benim çözemeyeceğim kadar karışmıştı.

"Bill! Senin burda ne işin var?" dedim şaşkınlık ve biraz da tedirginlikle. Burayı nereden biliyordu? Onun da bu işlerin içinde olma ihtimali var mıydı?

"Soru sorma çok dikkat çekiyoruz. Sen söyle koşabilecek durumda mısın?"

"Sanmıyorum"

"Tamam o zaman! Ben üç dediğimde son sürat peşimizden koşacaksın anlaşıldı mı!"

"Ne? Ben hayır ded-"

"Üç!"

Ben daha ne olduğunu bile anlamadan kendimi peşlerinden koşarken bulmuştum. Canım hiç olmadığı kadar yansa da ona güvenerek koştum. Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Her şey gittikçe karmaşıklaşıyordu. Birkaç saniye sürmeden bağırışmalar duydum. Telsiz sesleri ve gürültüler. Arkamızdan gelen ve bize ateş eden askerler vardı. Kesinlikle kabus olmalıydı. Uyanmam gerekiyordu sadece!

Kurşunlardan hiçbiri bize çarpmıyordu. İmkansız değil miydi bu? Sonunda oda gibi küçük bir yere gelmiştik. Hızla içeri girdik ve ardımızdan kapıyı sertçe kapattık. Titreyen bacaklarım yüzünden yere düşerken sırtımı duvara yaslayarak öksürmeye başladım. Bu yaşadığım da neydi böyle!?

Kapıya saplanan kurşunların sesi azalıyordu, içine girdiğimiz oda hareket etmeye başlamıştı. O an bulunduğumuz yerin devasa bir asansör olduğunu fark ettim. Boğuklaşan bağırışmalar yerini sessizliğe bırakırken Bill yanıma doğru eğilerek kaskını çıkartmıştı. Kolumla ağzımdaki kanları silerken dehşetimi yansıttığım bakışlarımı gözlerine doğrulttum.

"Tamam, sakin ol. Bitti"

"Nasıl bitti! Ne bitti!" dedim güçlükle. Ağzımda hala o berbat metalik tat vardı. Karın kaslarım isyan edermişcesine acıyordu. 

"Gidiyoruz sana her şeyi açıklayacağız" dediğinde kaskını çıkartan diğer gardiyana baktım. Kızıl saçları yavaşça savrulurken öylece bakakalmıştım.

İşte bu an muhtemelen hayatımdaki en imkansız andı. Bill'in yanındaki... Katherina!

GMBWhere stories live. Discover now