Geniş bir salonu andıran, beyaz üzerine kırmızı desenlerle döşenmiş bir alandı yemekhane. Dört kişilik kare masalar ardı sıra dizilmiş, odanın çevresini kaplıyorlardı. Ferah ve genişti ancak kalabalıktı işte. 

-Gitmek istemiyorum-

-yine mi salata-

-kırmızı olanı almalıydım-

Sesler. Şikayet eden sesler, mutlu olanlar, heyecanlı ses tonları, korkuyla çıkanlar... Kaşlarımı çatarak bakışlarımı yere indirdim. Kalabalık yerlerden nefret etmemin bir sebebi de gözlerine baktığım herkesin düşündüklerinin zihnimde yankılanmasıydı. En başlarda ne kadar eğlenceli gelse de şu an bundan kurtulmak için her şeyi yapardım. Bill bunun çok avantajlı bir şey olduğunu söyleyip duruyordu. Hayır! bazen insanların söylediklerini değil de düşündüklerini duymak gerçekten çok iğrenç bir şeydi. Hele ki birbirini tutmuyorsa!

Tabi güzel yönleri de yok değildi. Sınavlarda soruyu öğretmene soruyor, sözlü olarak söylemese de cevabı mutlaka aklından alıyordum. Okul başarımı kesinlikle buna borçluydum. Yemeğimizi iştahla bitirdikten sonra Bill ile birlikte binadan çıktık. Kol saatime bakarak nefesimi tuttum. Birazdan buradan geçecek yurt binasının bitişiğindeki pastaneye uğrayacaktı ve okula gidecekti.

Katherina, işte!

Her sabah aynı saatte buradan geçiyordu. Düz ve uzun koyu kızıl saçları, kimsede olamayacak kadar parlak yeşil gözleri vardı. Hayallerimi süsleyen kızdı o. Bir ailem olmadığından bütün sevgimi ona ayırmıştım. Ona her bakışımda bedenim koşup yanına gitmek, sarılıp bir daha hiç bırakmamak için yanıp tutuşuyordu. Gülümserken onu hayal ettiğimde kalbimin yerinden çıkacakmış gibi hızlı attığını hissediyordum. 

Yeşil gözleri bir defa mutlulukla parlasa, güneş bile yanında sönük kalacak, yıldızlar parlamayı bırakacaklardı. Hak veriyordum onlara. Her zaman ki gibi ona dalıp gitmişken Bill'in koluma yumruğu geçirdiğini hissettim.

"Şşt! Aşık! Yürüyecek misin?"

"Hı? Ne?"

Gülümsememe engel olamıyordum. Katherina çok güzel yürüyordu.

"Ooo kafa gitmiş resmen. Hem bu sırıtma da neyin nesi böyle"

"Katherina bu sabah da çok güzel "

Ani bir hamle ile Bill kolumdan çekerek önümden hızla geçen şoförün katil olmasını engellemişti.

"Biraz daha yolun ortasında bekleyip etrafını izlersen çok güzel bir beyaz ışık göreceksin. Ayaklarını yerden keseceğine eminim "

"Hep hevesimi kursağımda bırak zaten" diyerek kaldırıma yaklaştım.

Az kalmıştı. Bir iki yıl kadar sonra Katherina ile evlenecektim. Sonra ona benzeyen kızlarımız olacaktı. Güne onlarla başlayıp yine onlarla bitirecektim günümü. Kızımızın adını bile düşünmüştüm. 'Felicia' Fransızca'da büyük mutluluk anlamına geliyordu. Kızımız bizim en büyük mutluluğumuz olacaktı. 

Düşüncelerim yine haddini aştığında duraksadım. Daha ona yirmi metreden fazla yaklaşabilmişliğim yoktu ki. Tam bir ümitsiz vakaydım. Gözlerine bakmaktan çekiniyordum. En çok da benim hakkındaki düşüncelerini okumaktan. Gerçeklerle yüzleşmek beni en çok korkutan şeylerden biriydi. Okul kapısına vardığımızda her zamanki kalabalık vardı. İlk dersin matematik olmasından da kaynaklanan can sıkıntım gittikçe artıyordu.

Sınıfa girdiğimde üçüncü sıra pencere kenarına geçtim. Bill de yanıma oturdu. Öğretmenler zilinin çalmasıyla derin bir iç çektim. Öğretmenin otur komutuyla bir grup asker misali aynı anda hareket ederek oturduk. Gelir gelmez derse başlayan hocalardan nefret ettiğimi daha önce söylemiş miydim? Hani son sınıftık zaten ne gerek vardı bu kadar sıkmaya? Bir de sonrası vardı, son sınıftık ama ileride ne yapmak istediğime daha arar verememiş tembelin tekiydim.

Dersi dinlemek istemiyordum. Güneş parlayarak sınıfı aydınlatıyor ve beni ısıtarak uyuşturuyordu sanki. Bill tamamen derse odaklanmış, arada defterine birkaç not karalıyordu. Her zaman başarılı bir öğrenci olmuştu zaten. Benim aksime öğretmenlerin gözünde geleceği parlak öğrenci olarak çoktan yer edinmişti.

Ne yapsam diye düşünürken ellerimi koyu kumral saçlarımın içinde dolaştırdım. Öğretmenimizin sesi yabancı bir dilde anlatılan hikaye misali kulaklarımı doldurduğunda yeniden iç çekmiştim. Baygın gözlerim 'uyu artık' diye beni zorluyordu. Haklılardı tabi. Dün gece çok geç yatmıştım. Kafamı sıraya koyup gözlerimi kapattım. En mantıklı karar uyumaktı. Ders dinlemek için saat çok erkendi zaten.

...

Bill'in beni dürtmesi ile ani bir şekilde  sıradan kafamı kaldırdım.

"Ne? Ne oldu!" dedim uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken.

"Zil çaldı"

zaman sadece uyuduğum zaman bu kadar çabuk geçiyordu. Bir de Katherina'yı izlediğim zamanlarda... Rahatsız olmuş biçimde kaşlarımı çatmış gördüğüm harika rüyayı tekmelediği için gözlerimi Bill'e dikmiştim.

"Dersler çok kısa!"

Defterlerini çantasına atarak konuştu.

"Evet uyumak için çok kısa"

ardından bana bakarak gülümsedi. "Bu arada grup ödevi verildi. Listedeki herkes 5'li gruplara ayrıldı. "

"Çok heyecanlı" dedim yapmacık bir şekilde kaşlarımı havaya kaldırıp ellerimi çırparak. Yaptığıma karşılık yüzünde hakiki bir sırıtma belirmişti.

"Katherina ile aynı gruptasın."

Şok olmuş biçimde ona bakarken bütün hücrelerim heyecanla tango yapmaya başlamıştı bile. Kendimi tutamayıp bağırdım.

"Oley be!"

Verdiğim aşırı tepki sonucu sınıftaki bazı yüzler bana dönmüştü. Ayağa fırladığımı da o anda fark etmiştim. Dudaklarımı birbirine bastırarak yeniden sırama oturduğumda Bill hunharca gülüyordu. Haklıydı. Bu kadar basit bir şey bile beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Ne yapıp etmeli, onunla konuşmalıydım. Bir konuşsam kesin gerisi gelirdi herhalde. Yoksa... Gelmez miydi?

"Ne düşünüyorsun yine" dedi Bill, suratındaki bıkkınlıkla.

"Hiiiç" dedim.

"Ruh başı boş kalınca türlü hayaller kuruyor* sadece"

(yıldızlı cümle montaıgne denemelerinden alıntıdır)

GMBWhere stories live. Discover now