43.Bölüm

747 62 12
                                    

Multi alıntı.

''Hoşgeldiniz, istediğiniz bir şey var mı?'' Önüne masaüstü bilgisayarını kuran kadın sıcak bir ifadeyle gülümsedi ve siparişini verdi. ''Her zamanki tarçınlı kekiniz ve sütlü çay lütfen,''

''Hemen geliyor,''

Stratford'da görüp adeta vurulduğum kafede çalışmaya başlamıştım. İlk başta, buranın sahibi olan Brendon, kendisi 65 yaşındaydı ve bu dünyada tanıdığım en bilge insanlardan biriydi, elaman aramadıklarını söylese de o kadar ısrarcı olmuştum ki teklifimi kabul etmişti. Buradan bir önce çalıştığım yerinde etkisi vardı tabii. ''Unnamed'' 'ın namı genç, yaşlı bütün Londralıları sarmış durumdaydı.

Gelip görelim ki, Brendon'ın gerçekten de elemana ihtiyacı vardı çünkü benim dışımda sadece Frank adında başka bir garson çalışıyordu ve iki kişiyken bile gün yoğun geçiyordu. İkisiyle de iyi anlaşıyordum ve gerçekten severek çalışıyordum. Kabus gibi geçen bir aydan sonra ilaç gibi gelmişti.

Küçük mutfağa siparişi söyledikten sonra Frank'in yanına gittim ve ona omuz attım. Benim yaşlarımdaydı ve çok komik bir çocuktu. Hemen kanım ısınmıştı. ''Kaytardığını görüyorum, sanırım seni kovmam gerekecek ahbap.''

''Sevgilimle sexting yapıyordum patron, bence bu durumu açıklar.'' Küçük bir kahkaha attım ve telefonuna şöyle bir baktım. ''Geçen gün oynanan West Ham maçı çok tahrik edici anlaşılan,'' Frank tam bir West Ham United fanatiğiydi. Elinden geldiği kadar maçları kaçırmıyor ve kaçırdıklarını da boş bulduğu her an izliyordu. Çalışmaya başladığım bir hafta içerinde üzerinde takım tişörtlerinden başka hiçbir şey görmemiştim.

''Beni tanıyorsun,'' dedi sırıtarak. Ona cevap vereceğim sırada, koluma taktığım titreyen şey siparişin hazır olduğunu haber verdi ve dudaklarımı büzerek yanından ayrıldım. Mis gibi kokan tarçınlı kek ve sütlü çay, sahibinin midesine inmek için sabırsızlanıyordu.

Birkaç sipariş daha aldıktan sonra, hepsini mutfakta ki aşçı ikizlere, Jane ve Dane, ilettim ve lavaboya giden Bren'i idare etmek için kasaya geçtim. Buranın içindeki aile havası gerçekten çok hoşuma gidiyordu. Lucas'ın restoranı o kadar büyük ve profesyoneldi ki, orada bu kadar rahat olmam imkansız bir şeydi.

Ah, Lucas.

Kalbimin acıyla yerinde debelendiğini hissettim. Bu his hala geçmiyordu. Onu her hatırladığımda, ki aklımdan çıktığı çok söylenemezdi, aynı acının artçılarını yaşıyordum. Çalıştığım ve arkadaşlarımla olduğum zamanlarda kafam dağılsa da, günün sonunda yatağıma yattığımda sefil bir roman karakteri gibi ağlamayı hala bırakamamıştım. Ve... Siktir, onu öyle özlemiştim ki.

Kendimi toparlıyor olmam keşke içimde ki boşluğu da doldurabilseydi ama Lucas'sız bunun mümkün olmadığını adım gibi iyi biliyordum. Hayatım resmen ondan önce ve sonra olarak ikiye ayrılıyordu. İkinci yarı, yedeklerden oyuna kim girerse girsin hep eksik kalacaktı.

Dalgın bir şekilde nefes aldım ve bakışlarımı Bren'in bulmacasına indirdim. Anlaşılan daha yeni başlamıştı, en kolay ve en manidar soru hemen dikkatimi çekti. ''Affetmek fiilinin eş anlamlısı,'' Kalemi elime alırken, sanki sadece kağıda değil de beynime harfleri kazıyormuş gibi hissediyordum. ''Bağışlamak.''

Uzun bir süre yazdığım kelimeye baktım ve Lucas'ın benden defalarca kere af dilediği anları düşündüm. Keşke onu bağışladığımda bütün sorun çözülebilseydi ama o, öyle bir hata yapmıştı ki bunun çözülecek hiçbir yanı kalmamıştı. Her yol çıkmaza çıkıyordu.

''Yaparken en zorlandığım şeydir,'' Bren'in sesini duyduğumda, hiç beklemediğim için yerimde sıçradım ve şaşkınlıkla gülümsedim. ''Çok sessizsin Bren,''

Nic ve LucWhere stories live. Discover now