28.Bölüm

886 57 3
                                    

Multi alıntı. 

''Jonas'la ne konuşuyordunuz?'' Lucas'ın gömüldüğü kağıtlardan kafasını kaldırarak, kafası karışmış bir ifadeyle sorduğu soru saatlerdir elimde hareket ettirdiğim fırçanın durmasına sebep oldu.

Ona cevap vermeden renklenmiş tuvalime göz gezdirdim ve biraz daha mor renk eklemeye karar verdim. ''Nic?'' diye üsteledi. ''Cevap ver.'' Derin bir nefes alarak fırçayı kenara bıraktım ve çekingen bakışlarımı onun keskin gözlerine dikip ''Önemli bir şey değil,'' dedim sadece.

''Yalan söyleme,'' Öfkelenmeye başlamıştı. Bir an, acaba o kağıtlarla saatlerdir ilgilenirken acaba bunu mu düşünüyordu diye tahmin yürüttüm. ''Önemli bir şey değil gerçekten. Yaptığıma baksana Luc, uzun zamandır bu kadar mor kullanmamıştım.'' Hevesli görünmeye çalışarak ona tuvalimi gösterdim ama onu kandıramayacağımı biliyordum. ''Bana gerçek bir cevap ver.'' dedi bir saniye bile tuvalime bakmayarak.

Kaldırdığım tuvali asık suratımla yerine koyarken ''Bana çıkma teklifi etti,'' diye cevap verdim. ''İşten önce bir kahve içip içemeyeceğimizi sordu.''

Çenesini sıktığını fark edebiliyordum, bütün sırt kasları gerilmiş ve gözleri kararmıştı. ''Sen ne cevap verdin?'' Yüzümü buruşturdum. ''Bu sabah meşgul olduğumu söyledim.''

''Sadece bu sabah mı meşgulsün?'' Yutkundum ve öfkesinin beni alt etmesine izin vermemek için duruşumu dikleştirdim. ''Onu kırmamak için böyle söyledim.''

''Daha sonra yaparız, dedin mi?'' O kadar net bir tonla, gözlerini gözlerimden ayırmadan ve sadece göstermelik bir sakinlikle konuşuyordu ki bütün tüylerimin diken diken olduğunu ve bedenimin gerginlikle kasıldığını hissediyordum. ''Yine onu kırmamak için evet, söyledim.''

Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden alev alan gözleriyle bana baktı, ardından da tekrar dosyalarına geri döndü. Bir şey söylemeyecek miydi? Sessizliği beni fazlasıyla huzursuz ediyordu.

Oturduğum sandalyeden kalktım ve çıplak sırtına arkasından sarıldım. ''Sadece onu kırmamak için böyle söyledim, elbette onunla çıkmayacağım.'' Kendini benden hafifçe çekerken, ''İstiyorsan çıkabilirsin,'' dedi düz bir sesle. ''Net bir cevap olmadığına göre, bunun ihtimali her zaman var.''

Kaşlarımı çattım ve sırtını okşayan ellerim, sırtını sıkmaya evrildi. ''Ne demek istiyorsun?''

Başını bana çevirip gözlerime baktığında, yüzünde hiçbir ifadenin olmaması ve duvarlarının arkasına çekilmesi bana bir şeyleri kaybediyormuşum gibi hissettirdi. Onu hemen, şimdi geri istiyordum.

''Bana hiç güvenmiyorsun, değil mi?'' Bunu söylerken yüzüne acımasız bir alaycılık oturmuştu. ''Eğer ben gidersem yerime takılabileceğin birini arıyorsun çünkü gitme ihtimalimi kafandan bir türlü atamıyorsun.'' Söyledikleri karşısında tokat yemişim gibi ondan birkaç adım uzaklaştım ve bütün vücudumun kırgınlıkla titrediğini hissettim. Bunu söylediğine inanamıyordum.

O da ayağa kalkıp bana döndü ve kalçasını masaya yasladı. Yüzünde ki acımasızlık karşısında bir kez daha kalbim kırıldı. ''Ben, sana güveniyorum.'' Öfkeden ve boğazımda ki yumrudan dolayı sesim titriyordu. ''Eğer kendime yedekte birini tutacak olsaydım bu kişiyi çoktan bulurdum, kendini bu kadar önemseme.'' Söylediklerim tamamen yalandı, sadece kalbim o kadar kırılmıştı ki ben de çaresizce bir şeyler yapmak istiyordum.

''Ondan hiç emin değilim Nicole,'' dedi gülerek. ''Sanırım bunun için haklı sebeplerim var.'' Sertçe yutkundum ve aynı anda gözümden büyük bir damla yaş aktı. Nasıl bir anda bu kadar acımasız olabiliyordu? ''Nişanlından ayrılacağını söylemiştin ama neden hala onunlasın Lucas? Tanrı aşkına, bana onun adını bile söylemedin! Korkaklık yaptığın için benim de aynısını yaptığımı sanma.''

''Ben mi korkaklık yapıyorum?'' Ses tonu gittikçe yükseliyordu, gözlerinde ki ifade korkutucu bir hal almaya başlamıştı. ''Böyle düşünüyorsan neden seni dolaba dayayıp sikmeme izin veriyorsun? İstediğim her an, her yerde sana sahip olabilirim Nicole. Bunu sen de biliyorsun, o yüzden kendini kandırma.''

Şu an, tam anlamıyla şok olmuş bir vaziyetteydim. Tam anlamıyla.

Gururumu bir kenara atarken ''Gerçekten hakkımda böyle mi düşünüyorsun?'' diye sordum bütün kırılganlığımı göz önüne sererek. İfadesizliği bir an sarsılacak gibi olsada, hemen eski ruhsuz haline geri döndü.

''Ben senin yanındayım çünkü seni seviyorum.'' dedim üzerine bastıra bastıra. ''Sen de bunu biliyorsun. Benim yedekte birini tuttuğumu nasıl düşünebilirsin? Ben senin aksine sevdiğim şeylerin ne pahasına olursa olsun arkasında dururum Lucas.''

Alay dolu bir kahkaha attı ve kaşlarını kaldırdı. ''Resminin arkasında da olduğun gibi mi?''

Bütün kanımın yüzümden çekildiğini hissederken, Lucas'ın acımasız bir beklenti içinde olan gözlerinden gözlerimi bir saniye bile ayıramayacak kadar şaşkınlık içindeydim. Dudaklarım aralanmıştı ama nefes alamıyordum, bunları benim sevdiğim adam söylüyor olamazdı. ''Sen bunu nereden biliyorsun?'' diye zorlukla sordum.

''Arabanı yaparak düzenlediğin sergiye sadece yüz kişinin geldiği ve hiçbir tablonun satılmadığını mı? Başından beri biliyordum Nicole, çalışanlarımı her zaman araştırırım.''

Utançtan ve hayal kırıklığından bütün yüzüm kıpkırmızı oldu. Uğruna her şeyi, bütün ideallerimi ve ilkelerimi bir kenara bıraktığım adam şimdi karşımda bana bunları söyleyen adam mıydı? Deli gibi aşık olduğum, yanında kendimi başka bir dünyada hissettiğim adam mıydı? Bu adam Lucas Calvin Miller'mıydı?

Hayır, ben bu adamı tanımıyordum.

Ne söylersem söyleyeyim şu an hissettiğim kalp kırıklığını hiçbir şekilde ifade etmeye yetmezdi. Bu yüzden sessizliği seçtim çünkü dudaklarımın arasından çıkacak tek bir kelime bile hiçbir şeyi düzeltmeyecekti. Bu düzelmezdi.

Gözümden akan yaşları elimin tersiyle sildim ve üzerimde ki Lucas'ın tişörtünü çıplak kalmama aldırmadan çıkarttım. Koltuğa saçılmış kıyafetlerimi seri ve sessiz bir şekilde üzerime geçirirken, az sonra midemde ki her şeyi dışarı çıkaracakmış gibi hissediyordum.

Ne yazık ki onun gibi güçlü duramadım. Göz yaşlarım sessizce ve art arda akıyordu. Burnumu çekmemin de beni hiç gururlu göstermediğinin farkındaydım ama yapacak bir şey yoktu. Hemen buraya kusmadığım için kendimi takdir etmeliydim.

Üzerimi giydikten sonra askılığa asılı kabanımı ve çantamı aldım. Lucas'ın beni izlediğini biliyordum ama ağzını açıp gitmemem için tek bir kelime bile söylemedi.

İçimde ki duygu fırtınasının, yeri göğü birbirine katma isteğinin aksine kapıyı yavaşça kapattım ve kendimi soğuk Londra'nın içine atarken nereye gittiğimi bilmeden sadece hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Bazen kalbiniz o kadar çok kırılırdı ki, bütün düşünme yetinizi ve kontrolünüzü kaybederdiniz. Ruhunuz bedeninizden kopmuş; sizi yerle bir eden anda takılı kalmışken, kaybolurdunuz. Yolunuzu bilemez, sadece kaçmak ve o andan uzaklaşmak isterdiniz. Ruhunuzu yarı yolda bırakır ve bilinmeze koşardınız.

İşte, benim kalbim bu kadar çok kırılmıştı.

Ruhumu onun yanında, yanmaya bıraktığımın farkında olarak Cambridge sokaklarında durmaksızın koşmaya başladım. 

Nic ve LucWhere stories live. Discover now