57

48 5 0
                                    

AĞIR CEZA MAHKEMESİ

Benedetto davası, adalet sarayında ve Paris sosyetesinde söylendiği gibi, büyük bir heyecan yarattı. Cafe de Paris'de Gand bulvarının ve Boulogne ormanının gediklisi olan sahte Cavalcanti, Paris'te kaldığı süre içinde, pırıltısının sürdüğü iki üç ay boyunca birçok kişiyle tanışmıştı. Gazeteler suçlunun kibar yaşamı ve hapishane yaşamı sırasındaki çeşitli aşamaları anlatmışlardı; bunun sonucu olarak, özellikle Prens Andrea Cavalcanti'yi kişisel olarak tanımış olanlarda büyük bir merak uyanmıştı; özellikle bu nedenle kürek mahkumu arkadaşının katili Mösyö Benedetto'yu sanık sandalyesinde görmeye gitmek için her tehlikeyi göze almaya karar vermişlerdi.

Birçok kişi için Benedetto bir kurban değilse en azından adli bir yanlışlıktı: baba Cavalcanti'yi Paris'te görmüşlerdi ve ünlü oğlunun yardımına koşmak için onun yeniden ortaya çıkmasını bekliyorlardı. Onun benzersiz Polonya giysileriyle Monte Kristo'nun evine geldiğini hiç duymamış olan birçok kişi yaşlı Romalı soylunun saygınlığından, kibarlığından ve bilgisinden çok etkilenmişlerdi, doğruyu söylemek gerekirse, ihtiyar konuşmadığı ve aritmetikten söz etmediği zamanlar kusursuz bir sinyora benziyordu.

Sanığın kendisine gelince, onu son derece sevimli, yakışıklı ve savurgan görmüş olduklarını anımsayan birçok kişi, büyük servetlerin iyilik ve kötülük etmek için şaşılacak yollar ve duyulmamış güçler buldukları bu çevrede hep rastlandığı gibi, bir düşman tarafından hazırlanmış bir düzene inanmayı yeğliyorlardı.

Herkes ağır ceza mahkemesinin oturumuna koştu, bazıları gösterinin keyfi için, bazıları da yorumlamak için. Sabah sekizden başlayarak parmaklığın önünde kuyruk olmuşlardı, oturumun açılışından bir saat önce salon ayrıcalıklı insanlarla dolmuştu bile.

Mahkemeye girmeden önce, hattâ çoğu zaman girdikten sonra mahkeme salonu, önemli davaların olduğu günler, birçok kişinin birbirini tanıdığı, birbirlerine çok yakın olduklarında yerlerini yitirmemek için birbirlerine yanaştıkları, aralarına çok sayıda izleyici, avukat ye jandarma girip ayrı düştüklerinde, birbirlerine işaret ettikleri bir salona çok benzer.

Kimi zaman yaz iyi geçmediğinde ya da kısa sürdüğünde bize teselli gibi gelen harika günlerden biriydi; Mösyö de Villefort'un sabah güneşinin üstüne çizgiler çizdiğini gördüğü bulutlar bir büyü ile dağılmış gibiydi, eylülün en tatlı günlerinden biri, son günlerinden biri tüm duruluğuyla ışıldıyordu.

Yayın dünyasının krallarından biri olan ve bu nedenle her yerde tahtı olan Beauchamp, sağa sola bakıyordu. Sanki hakkıymış gibi önde oturup onları engelleyecek bir polis memurunun iyi niyetinden yararlanıp onu arkalarında oturmaya razı etmiş olan Châ-teau-Renaud ile Debray'yi fark etti. Saygın polis memuru bakanlık sekreterinin ve milyonerin kim olduklarını tahmin etmişti; yanında oturan soylu kişilere büyük saygı gösterdi ve onlar Beauchamp'ı görmeye gittiklerinde yerlerini koruyacağına söz vererek gitmelerini sağladı.

"Pekala!" dedi Beauchamp, "Dostumuzu görmeye mi geldik?"

"Eh! Tanrım, evet," diye yanıt verdi Debray: "şu soylu prensi! Şu Italyan prensleri de neymiş yani!"

"Soybilimcisi Dante olan ve İlahi Komedi'ye kadar uzanan bir adam!"

"ipe çekilecek soyluluk," dedi ağır ağır Château-Renaud.

"Mahkum olacak değil mi?" diye sordu Debray Beauchamp'a.

"Eh! Sevgili dostum," diye yanıt verdi gazeteci, "bence bunu size sormalı: bürodaki havayı bizlerden çok daha iyi biliyorsunuz; bakanın son gecesinde başkanı gördünüz mü?" "Evet."

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now