Franz yaklaşık on beş dakikadır, söylediğim gibi bir sütunun gölgesinde oturmuş, yanında zayıf bir alevi izleyen gölgelere benzeyen iki meşale taşıyıcısı ile Colosseum'un öbür ucuna yerleştirilmiş bir vomitorium'dan çıkan ve onlarla Vesta rahibelerine ayrılmış yerlere doğru basamak basamak inen Albert'e bakmakla meşgul iken oturduğu yere gelmek için çıktığı merdivenin karşısında bulunan öbür merdivenden kopmuş bir taşın anıtın derinliklerinde yuvarlandığını duyar gibi oldu. Zamanın ayakları altında kopup uçuruma yuvarlanan bir taş pek de az rastlanan bir şey değil kuşkusuz; ama bu kez taş ona bir insanın ayakları altında kopmuş gibi geldi ve buna neden olan kişi ne kadar engel olmaya çalışsa da ayak sesleri ona kadar geliyordu.

Gerçekten de kısa bir süre sonra, merdiveni çıktıkça gölgeden de yavaş yavaş sıyrılan bir adam göründü, Franzin karşısında bulunan bu merdiven ağzı ay ışığı ile aydınlanmıştı ve aşağı indikçe basamaklar karanlığa gömülüyordu.

Bu da onun gibi yalnız düşüncelere dalmayı rehberlerinin anlamsız gevezeliklerine yeğleyen biri olabilirdi ve bu nedenle de Franzin şaşırmasına hiç gerek yoktu; ama son basamakları çıkarkenki duraksamasından, düzlüğe gelince durup kulak kabartmasından buraya özel bir amaç için geldiğini ve birisini beklediğini apaçık belli ediyordu.

Franz içgüdüsel bir hareketle elinden geldiğince kendini sütunun arkasına gizledi, ikisinin de durduğu yerden on ayak yükseklikte kemer kırılmıştı ve bir kuyunun ağzına benzeyen yuvarlak bir delikten yıldızlarla süslenmiş gökyüzü görülebiliyordu.

Ay ışıklarının belki de yüzyıllardır geçmesini sağlayan bu açıklığın çevresinde biten yeşil ve cılız çalı demetleri gökkubbenin donuk maviliğine doğru uzanıyordu, öte yandan büyük sarmaşanlar ve güçlü duvar sarmaşıkları bu üst terastan sarkıyor ve kemerin altında uçan halatlar gibi sallanıyorlardı.

Gizemli gelişi Franz'ın dikkatim çeken kişi onun, yüz çizgilerini seçmesini zorlaştıran ama yine de giysilerinin ayrıntılarım fark etmesine engel olmayacak kadar karanlık, boş bir yerde durmuştu: büyük kahverengi bir paltoya sannmıştı, eteklerinden birini sol omzuna atmıştı ve bu onun yüzünün alt bölümünü gizliyor, geniş kenarlı şapkası da üst bölümünü örtüyordu. Sadece giysilerinin uç kısımları açıklıktan geçen eğik ışıkla aydınlanıyor ve cilalı çizmelerini şık bir biçimde saran siyah bir pantolonu görme olanağı veriyordu.

Bu adam kuşkusuz soylu sınıfa, ya da en azından yüksek tabakaya ait biriydi.

Birkaç dakikadır oradaydı ve görünür biçimde sabırsızlık belirtileri göstermeye başlamıştı, o sırada üst terasta hafif bir gürültü duyuldu.

Aynı anda bir gölge ışığı engelledi, bir adam açıklığın ağzında göründü, delici bakışlarını karanlıklara dikti ve paltolu adamı fark etti; hemen sarkan sarmaşanlardan ve uçuşan sarmaşıklardan bir tutam yakaladı ve aşağı kaydı, yere üç dört ayak yaklaşınca hafifçe toprağa atladı. Üzerinde bir Transtevere takımı vardı.

"Beni bağışlayın Ekselans," dedi Roma lehçesiyle, "sizi beklettim. Yine de sadece birkaç dakika geciktim. Saint-Jean-de-Latran'da saat şimdi onu vurdu."

"Erken gelen benim, yoksa siz geç kalmadınız," diye yanıt verdi yabancı çok temiz bir Toscana lehçesiyle; "resmiyete gerek yok: zaten geç kalmış olsaydınız bunun sizin isteğiniz dışı bir nedenden olduğunu tahmin ederdim."

"Ve haklı olurdunuz Ekselans; Saint-Ange Şatosu'ndan geliyorum ve Beppo ile konuşmak için dünyanın zorluğuna katlandım."

"Beppo da kim?"

"Beppo Papa hazretlerinin şatosunda olup bitenleri öğrenmek için kendisine küçük bir para ödediğim hapishane memurudur."

"Ah! ah! tedbirli bir adam olduğunuzu görüyorum sevgili dostum!"

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now