2. Bölüm~ Tavşan ve Dağ

161K 4.5K 549
                                    

2. bölüm

Ufak tavşan, koca dağa âşıktı ama dağın haberi yoktu. Tavşan attığı her minik adımla bunu belli etmek istedi. Hopladı, zıpladı, yuvarlandı, yalpalandı. Fakat dağ yine anlamadı. Bir gün ikisinin de üzerini örten gökyüzü sinirlendi. Eteklerinde ne taşıyorsa bırakıverdi yeryüzüne. Tavşan hemen âşık olduğu dağa sığındı. Gökyüzünün hiddetinin dinmesini beklerken çok düşündü minik tavşan. Küçük yüreğine sığdıramayacağı kadar büyük aşkını sığındığı yere bırakıp gitmenin en iyisi olacağına karar verdi. Davul bile dengi dengineyken küçüğün büyüğü sevmesi suçtu. Dağı işlediği suça ortak etmek istemedi. Kalbini orada bıraktı ve suçunu omuzlayıp dağı terk etti.

Benim de terk etme zamanım gelmişti. Doğrusu buydu. Söylediklerim karşısında şaşırıp kalmış Enes Hoca'yı işlediğim bu suça ortak etmemeliydim. Yüzü gibi tertemiz hayatına suçumun lekesini sürmeye hakkım yoktu. Şimdiye kadar nasıl taşıdıysam kalbimdekileri, şimdi de suçumu yüklenebilirdim... Artık omuzlarıma ağır gelmediği zaman ise onu da bırakıp yoluma ilerleyebilirdim.

Kalbimin huzura böyle kavuşacağını umuyordum. Oysa eskisinden de hareketliydi. Atışlarının sesi yüzüme alev alev yayılıyordu. Ellerimi sıktım ve ayağa kalktım. Enes Hoca ben ayağa kalkana kadar bir şey söylemezken, ayağa kalktığım an konuşmaya başladı.

"Zeynep bana duyduğun sevgi, algıladığın türden değil."

Hayır yanılıyordu. Bu konuda kendimden emindim. Ellerimi biraz daha sıktım ve onun gözlerine baktım. Kararsızlık duygusu gözlerini ele geçirmişti. Söylediklerim karşında ne yapacağını kestiremeyen bir hali vardı. "Bunu söyledim diye sizden herhangi bir şey beklemiyorum. Okuldan gitmemi isterseniz okuldan bile gidebilirim. Fakat duygularımdan eminim."

"İstersen bunu sonra konuşalım, olur mu?"

Kafamı olumlu anlamda salladım. "İyi dersler Hocam," diyerek odadan çıktım. Sesim sanki az önce duygularını itiraf etmiş biri gibi çıkmamıştı. Her şey yolundaymış gibi çıkmıştı. Olanları düşünmemeye çalışarak tuvalete doğru ilerledim.

Kabinlerden birine girdim. Elimi kalbime götürdüm ve hızını kontrol ettim. Cidden huzura kavuşmuş muydum şimdi? Huzura kavuştuysam avuçlarımın içi niye terden sırılsıklamdı? Yüzüm niye al al yanıyordu? Boğazıma takılıp kalan bir hıçkırığın dışarıya gürültülü çıkacağından emindim. Bu yüzden ağzımı terli ellerimle kapatıp sesinin duyulmasını engelleyerek dışarıya saldım onu. Gözyaşlarım ellerime pıtır pıtır akıyordu. Suçluluğu ve korkuyu artık tamamen hissedebiliyordum. Ellerimi ağzımdan çektim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip cesaret toplamaya çalıştım. Tek başıma kalkıştığım bu işi tek başıma sonlandırırken bu kadar acınası olmamalıydım. Ruhuma güvenle fısıldadım. Geçecek. Hepsi bir anda geçmese de yavaş yavaş geçip gidecek.

Bundan böyle bu okul ikimizi taşıyamazdı. Biri gidecekse o kişi ben olmalıydım.

Öğretmenler zili çaldığında ben hale tuvalette duygularımı dizginlemeye çalışıyordum. Bir nöbetçi öğretmen "Tuvaletlerde kimse kaldı mı? Hadi herkes derse," diyerek bağırıyordu. Kilidi çevirip çıktım. Elimi yıkayıp yüzüme su çırptım, çeşmeyi kapattım. Cebimdeki peçeteyle yüzümü silip sınıfa doğru ilerlerken ruhuma hala aynı sözleri fısıldıyordum.

Sadece ilk ders Enes Hoca'nın dersiydi. Böylece öğle ziline kadar yüzümü sıraya koyup görünüşte rahatça dersleri geçirebilmiştim. Fakat bundan sonra dört ders daha dayanabilecek durumda değildim. Kalbimin yükünü bırakmıştım artık. Burayı bir an önce terk etmeliydim. Kafamı sıradan kaldırdım. Arkadaşım Mısra, Beyza'nın saçlarını örüyordu.

BELAGATWhere stories live. Discover now