NOTANIN ERVAHI (Kitap oldu)

By SumeyyeDemirkan

6.5M 499K 1.2M

''Şeytanın bileklerinde saklıdır belki de insanlığın rehberi zira böylesine bir insanlık yalnızca ondan öğren... More

NOTANIN ERVAHI
1.Bölüm: ''Notaya Vurulan Neşter''
2.Bölüm: ''Geceye Düşen Meşale''
3.Bölüm: ''Kilidi Kırık Kapılar''
4.Bölüm: ''İhanetin Yabancı Şahidi''
5.Bölüm: ''Yaralı Bedenlerin Sanrısı''
6.Bölüm: ''Sönmeyen Ateşin Kıvılcımı''
7.Bölüm: ''Sokağın İçindeki Adımlar''
8.Bölüm: ''Felaketin İçinde Felaket''
9.Bölüm: ''Işıklı Yollar Ardımızda''
10.Bölüm: ''Omurgası Kırılmış Çiçek''
11.Bölüm: ''Kemikleri Çalınmış İskelet''
12.Bölüm: ''Kanadı Kırık Kırlangıç''
13.Bölüm: ''Sadakatin Sessiz Senfonisi''
14.Bölüm: ''Denize Düşmüş Nota''
15.Bölüm: "İdam Edilmiş Gülüşler"
16.Bölüm: ''Toprağında Çürümüş Tohumlar''
17.Bölüm: ''Kırık Kalpler Mahzeni''
18.Bölüm: ''Bir Kutu Mor''
19.Bölüm: ''Kanatları Sarılmış Kırlangıç''
20.Bölüm: ''İki Kalbin Kıyameti''
21.Bölüm: ''Yarayı Sarmayan Bant"
22.Bölüm: ''Aynı Notanın İçinde''
23.Bölüm: ''Kuyudan Atılan Taş''
24.Bölüm: ''Sessiz Ritimler Durağı''
25.Bölüm: ''Kırılmış Hayallerin İzleri"
26.Bölüm: ''Kalbe Takılmış Kelepçe''
27.Bölüm: ''Zaafa Sıkılan Kurşun''
28.Bölüm: "Kılıçlar ve Kesikler"
30.Bölüm: ''Depremin Altında Kalanlar''
31.Bölüm: ''Derin Duygular Dökümü''
32.Bölüm: ''Bileklere Düşmüş Dudaklar''
33.Bölüm: ''Oyunlar ve Bozanları''
34.Bölüm: ''Sarhoş Kelimelerin Hisleri''
35.Bölüm: ''Evinle Yola Çıkmak''
36.Bölüm: ''Fotoğrafın Canlı Yüzü"
37.Bölüm: ''İncisi Çalınmış İstiridye''
38.Bölüm: ''Yangından Taşan Ateş''
39.Bölüm: ''Zamanın Dokunduğu Yürekler" SEZON FİNALİ!
40.Bölüm: ''Karayelin Getirdiği Soğuklar''
41.Bölüm: "Kalbi Donmuş Gözler"
42.Bölüm: ''Gözyaşları Kadar Ayrılık''
43.Bölüm: ''Sokaklar ve Yalnızlar''
44.Bölüm: ''Gecenin İçindeki Mesafeler''
45.Bölüm: ''Acıların Bıraktığı İzler''
46.Bölüm: ''Gerçeklere Dökülmüş Mürekkep''
47.Bölüm: ''Sessizliğin Ardındaki Çığlık''
48.Bölüm: ''Isıtan Kar Tanesi''
49.Bölüm: ''Enkazın Çöktüğü Karanlık''
50.Bölüm: ''Yaralar ve Yarınlar''
51.Bölüm: ''Başka Bir Evren''
52.Bölüm: ''Ellerin Tuttuğu Yürekler''
53.Bölüm: ''Kıvılcımın Ucundaki Ateş''
54.Bölüm: ''Rus Ruletine Bilet''
55.Bölüm: ''Yarına Sarılmış Eller''
56.Bölüm: ''Geçmişi Geleceğe Taşımak''
57.Bölüm: ''Rüzgarın Götürdüğü Anılar''
58.Bölüm: "Kaderin Dokunduğu Mucize"
59.Bölüm: ''Geleceğin Yaşam Taşları"
KİTAP OLUYORUZ!
60.Bölüm: ''Final''

29.Bölüm: ''Kafesin İçinde Özgürlük''

133K 8.5K 28.8K
By SumeyyeDemirkan

Cigarettes After Sex - Apocalypse

Demet Sağıroğlu - Arnavut Kaldırımları

Merhabalar. Uzun ve dolu dolu bir bölümle geldim. Oy ve yorumları ihmal etmezseniz sevinirim. Keyifli okumalar. ^^

29.Bölüm: ''Kafesin İçinde Özgürlük''

Bir şeyi kaybetmekten ne kadar korkarsanız, korktuğunuz ne varsa yaşarsınız.

Tıpkı Semih gibi. Aslında Semih hiçbir zaman ailesini kaybetmekten korkmamıştı yani bana öyle anlatmıştı ama insanız sonuçta muhakkak sevdiklerimizin bir gün gidecek olmasından endişe duyarız. Semih'in ailesi yok olmuştu. Hepsi yaşıyordu ama o, onlara mezarı olmayan ölüler diyordu.

Ve şimdi de Semih ile alışveriş yapıyorduk, onun için.

Neden bilmiyorum ama onu gerçekten seviyordum ve desteğimi, varlığımı sonuna kadar hissettirmek istiyordum. Bunu hak etmemişti, kimse terk edilmeyi hak etmezdi. Alışveriş arabasını makarna reyonuna götürdük, zaten pek bir şey almamıştık ve ihtiyacı olmadığını söylemişti. ''Mutfakla aran nasıl?'' diye sordum sakince.

Gülerek bir paket makarna aldı. ''Yumurta kırabiliyorum, patates kızartabiliyorum, makarna da yapabiliyorum, geçen gün de konserve varmıştı evde, bezelye yaptım ama salçası az olmuştu hatta sana bahsetmiştim.'' Gülmeye devam ederek makarna paketini arabaya attı. ''Bezelye yemeği ne ya? Yok kuru fasulye falan pişireyim bir de utanmadan!''

''A-a!'' dedim şaşkınlıkla. ''Sevmiyor musun yoksa?'' Güldüm ve ellerimi yumruk yaptım. ''Sofraya bir tabak koyacaksın, böyle bir tane de soğanı alıp geçireceksin yumruğu, yanına da turşu... Var ya mis mis!''

Bana tuhaf tuhaf baktı. ''Yok eşeğin si...''

''Şş,'' diye durdurdum onu. ''Kuru fasulye kültürüme laf ettirmem orada dur!''

Sağ elini göğsüne koyarak, ''Büyüksün ablam, ne haddime,'' diye saygıya durdu. Ardından ikimiz de gülmeye başladık. Gözlerimi devirerek cümlelerimi toparladım. ''Şaka yapıyorum ayrıca. Kuru fasulye, turşu falan tamam da soğan kıracak kadar şey değilim oğlum.'' Sol kaşımı kaldırarak Semih'in gözlerine baktım. ''Ama istersen sana kuru fasulye pişirebilirim?''

''Ciddi misin?''

''Ciddiyim.''

''Vay anasını be,'' dedi Semih hayretle. ''Bundan iki, üç ay önce ağzıma sıçıyordun şimdi geldiğin teklife bak.''

Kafasına bir tane geçirdim, hafifinden. ''Evlenme teklifi ettik sanki manyağa bak!''

Bu onu asla bana karşı geriye ittirmediğinde gözlerindeki ışık kararmaya başladı. Bunu fark ettiğimde gülüşlerimin beni terk etmesine hemen müsaade etmedim ama onlara gitmesi için kapımı aralamıştım. ''Leyla,'' dedi cümlesinin devamında neyin geleceğini ses tonundan anladığımda. ''Yalnız kaldım ya da ailem beni bıraktı diye bana acımıyorsun değil mi? Bunu yapmazsın ama küçücük bir ihtimal verip de acırsan hiç iyi hissetmem kendimi. Biliyorum eskisi gibi fırlama değilim, şımarık bir velet gibi de davranmıyorum ama yaşadıklarım beni olgun biri yaptı.'' Reyonlara bakıp güldü. ''Baksana kendi evim için alışveriş yapıyorum, daha düne kadar bu reyonları bilmezdim ben... Şimdi sen gelip bana yemek yapmak istiyorsun ve bana eskisinden daha iyi davranıyorsun ya kendimi zavallı bir insanmışım gibi hissediyorum.''

Derin bir nefes alıp verdim. ''Sen zavallı biri değilsin ve hiçbir zaman da olmadın ayrıca sana acımıyorum, ben kendime bile acımam ki lan! Acınacak neyin var? Elin tutuyor, ayağın tutuyor, vicdanın ve kalbin var. Bunlara sahipsin neyine acıyacağım senin? Ben seni terk edip giden boktan insanlara acıyorum. Olmayan kalplerine ve vicdanlarına acıyorum. Evet eskisi gibi değilsin ama sen değişmedin Semih, sen sadece bir anda büyümek zorunda kaldın. O fırlama çocuk hâlâ burada ve ben onu seviyorum. Ben bu Semih'e de seviyorum. Sana acımıyorum. Ayrıca hayatımda ilk defa kuru fasulye pişirecektim ve ilkin günahı olmaz deyip sana getirecektim, yani kötü olursa sen yemiş olacaktın nasılsa.'' Duraksadım ve bu sakin bakışma ve konuşmalarımızdan kurtulmak için koluna bir tane vurdum. ''Ya Semih bana uzun açıklama yaptırma birader ya! Ve sakın seni sevdiğimi söyledim diye havalara girme.''

Dudağının kenarı kıvrıldı. ''Onu zaten biliyordum.''

''Fırlama.''

''İki öğün hakaret edersen bu çocuk eski Semih'i hortlatır.''

''Eski Semih,'' dedim düşünceli düşünceli gözlerimi kısarak. ''Şimdi gelirse iyi olur, ben stres atarım ama Seyit Ali kriz geçirebilir.''

Gözlerini devirdi. ''Çok da bir yerimde. Sıyrık o herif sıyrık.''

''Değil değil,'' dedim gülerek. ''Yani hepimiz kadar işte.''

''Ya koruma şunu ya,'' diye homurdandı. Sonra kibirle güldü. ''Ama geçen nasıl pat pat geçirdim lafları. Mal gibi kaldı.''

Bir şey demeden gülüşmeye devam ettiğimizde kafamı sağıma çevirdim, bir kutu da salça aldım. Semih ile sakin sakin marketin içinde gezinmeye devam ederken karşılaşmayı asla ummayacağım biriyle karşılaştım. Damla'yla. Reyonun sağ tarafından belirip, gözlerimin önünde duruvermişti. Elindeki enerji içeceği ve bir paket çikolatayla gözlerime bakarken yüzündeki küstâh tebessümü hatırladım. Birazdan şamarı yiyip gideceğim gülüşüydü bu. Onu görünce kendi kendime homurdandım. ''Biri bitse diğeri fırlıyor bir yerden, yırtık çorap gibiler anasını satayım.''

''Korkma korkma,'' dedi Damla düz bir sesle. ''Yüzüme de söyleyebilirsin.''

Omzumu silktim. ''Ne korkacağım senden ya? Diyorum ki; bok böceği gibi her yerde karşıma çıkıyorsunuz. Biriniz bitse başka biriniz başlıyor.''

''O başka birileri kim bilmiyorum ve çok da umurumda değil,'' dedi ifadesizce ardından dudağının kenarını kıvırdı. ''Ama birilerinin canını sıkıyor olması hoşuma gitti.''

Semih, ''Niye mal mısın sen?'' diye soruverdi.

Güldüm.

Damla, Semih'e cevap bile vermezken kollarımı göğsümde kavuşturup derin bir nefes alıp verdim. ''Hazır seni bulmuşken bir şeyi merak ettim. Berrin'le nasıl aranız? Can ciğer kuzu sarmalığınız devam ediyor mu?''

Sorduğum soruyla bir anlığına duraksadığında bu bana çoktan bir cevap vermişti ama bozuntuya vermemeye çalışarak, ''Sana ne?'' diye sordu.

Sakince gözlerimi açıp kapattım. ''Ay yok, ben öylesine bir sorayım dedim.''

''Neyin peşindesin sen?''

''Hiçbir şeyin,'' diye güldüm. Bu onu iyice huylandırmaya başlamıştı. Dudaklarımı ıslatıp çekerken kollarımı bağını çözdüm. ''Neyse aman nazar değmesin size. En sevdiğim ikilisiniz sonuçta.''

''Bana bak!'' diye durdurdu beni sertçe. ''Bir boklar mı çeviriyorsun sen?''

Sahte bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım. ''Aa! Alınırım ama.''

Semih'in gülümsediğini hatta bundan delice zevk aldığını hissediyordum. Damla yüzüme garip garip bakarken Semih'e dönüp, ''Hadi gidelim,'' dedim. Arka reyona geçtiğimizde yanıma gelerek, ''Bu kızlar bu kadar aptal olmak zorunda mı?'' diye sordu. ''Berrin ve Damla mıydı adı?''

''Evet.''

''Ha, seninkinin ex manitası mı?''

''He öyle,'' dedim. ''Ama bir daha böyle söyleme.''

''Tamam seni üzmek için söylemedim zaten.''

''Üzülmedim?''

''Ha tamam o zaman,'' dedi ve birkaç paket de hazır çorba alıp arabanın içine attı. Biraz daha alışveriş yaptıktan sonra neredeyse üç, dört poşetlik ürünleri kasaya götürdük. Ürünleri, arabadan çıkarırken Semih, ''On kişilik bir evde yaşıyorum sanki,'' diye homurdandı.

''Çok bir şey almadık,'' dedim sakince. ''Hepsi ihtiyacın olan şeyler.''

Kafasını eğerek soluk alıp verdiğinde kasa görevlisi ürünleri okuttu ve ücreti söyledi. Semih, cebinden çıkardığı parayı saydığında gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Sonra da derhal kendi cüzdanıma uzanıp elindeki paradan sadece elli lira alıp kalanını ona bıraktım ve ücreti ben ödedim. Paraya ihtiyacım yoktu ama onun vardı. Semih şaşkınlıkla bunu önlemek istese de ısrarcı ve baskın tarafımla müsaade etmesine izin vermeden işimizi halledip marketten çıktık.

Ellerimizde iki poşet vardı. Semih gözlerini kısarak yüzüme baktı. ''Leyla...''

''Semih tamam,'' dedim çabucak. ''Bunun muhabbetini bile yapma.''

''Ne demek yapma?'' diye sordu. ''Kızım senin paran lan o!''

''Benim şimdilik ihtiyacım yok,'' dedim. ''Ayrıca daha yeni babamdan harçlık aldım.'' Kurumuş dudaklarımı nemlendirerek ben de sol gözümü kısıp ona baktım. ''Ya ben bu muhabbetleri hiç sevmem biliyor musun? Arkadaşımsın oğlum sen benim, sen bana bir şey demeden ben anlarım seni. Bunu da yapamayacaksam ohoo...''

Semih şaşırarak biraz da sevinerek güldü. ''Leyla şimdi boktan bir drama yazıp sana tek ailemsin falan demek istemiyorum ama harbiden öylesin.''

Gözlerimi devirdim. ''Ya ama bak ben dram sevmiyorum!'' Kafamı sallayarak güldüm. ''Huhu! Fırlama Semih azıcık kendini göster abiciğim ama ya! Kurudum ben hakaret edemiyorum bu mülayim çocuğa!''

''Ne büyük dertler var be,'' diye dalga geçti Semih. ''Tamam, sen hiç merak etme. Bana biraz hakaret et, fırlama Semih emrine amade.''

''Salak,'' dedim keyifle gülerek. Karşılıkla gülüşmelerimize devam ederken Semih, ''Ama bunu sana geri ödeyeceğim haberin olsun, hiç şey yapma,'' dediğinde geçiştirerek bakışlarımla onay verdim.

Olduğumuz yerden ayrılıp yürümeye başladık. Semih'in evine gidiyorduk. Sonra ben Emre ile buluşacak ve müziğimizi yapacaktık. O kadar özlemiştim ki, kalbim şimdiden çarpmaya başlamıştı bile. Fakat az sonra telefonum çalmaya başladı. Arayan Seyit Ali'ydi. Semih, sağ elimdeki poşeti alıp bana yardımcı olduğunda telefonu açarak kulağıma yasladım. ''Efendim?'' diye açtım telefonu sakince.

''Neredesin?'' diye sordu.

''Semih ile biraz alışveriş yaptık da, onun evine gidiyoruz.''

''Ne alaka bu şimdi?'' diye sordu hemen.

''Ne demek ne alaka?'' dedim ona soruyla cevap verirken. Seyit Ali, Semih'in durumunu bilmiyordu ve geçen günden bu yana daha da sinirlenmişti ama bu sinir ciddi değildi, uyuz olmak gibiydi. Tıpkı Semih'in de Seyit Ali'ye duyduğu hisler gibi. Sonra geçiştirdim. ''Ya neyse şu an bunu tartışma malzemesi yapmak istemiyorum. Bir şey mi oldu?''

Sesi biraz gergindi. ''Seni görmem gerek.''

''Dün olanlarla mı ilgili?''

''Evet,'' dedi direkt. ''Dünü konuşmamız gerek. Savunmasızsın çünkü.''

Kaşlarımı çattım. ''O ne demek oluyor?''

''Konuşamadık bile,'' dedi hızla. ''Baban aradı gittin hemen. Bunu konuşmalıyız.''

Sıcaktan bunalan tenim, ruh halime de yansıdığında gözlerimi kısarak ilerlemeye devam ettim. ''Ama ben bugün şarkı söyleyeceğim. Emre ile buluşacağız.''

''Ne zaman olacak bu?''

''Dört gibi. Hava çok sıcak ya, akşama doğru iyi oluyor.''

''Saat daha on iki,'' dedi Seyit Ali. ''Bak biliyorum sana zorbalık yapıyor olabilirim ama konuşmalıyız ve bu telefonda olmaz. Gelip alayım mı seni?''

''Sen neredesin?''

''Evdeyim ben,'' dedi ters bir sesle konuşurken. ''Teo gavatına bakıcılık yapıyorum.''

Gülümsedim. ''Ay ne yakışır sana da! Nasıl kibarsındır şimdi sen.''

''Ya öyleyim,'' dedi bıkkınlıkla iç çekerek. Aradan birkaç saniye geçti. Ekledi. ''Bekliyorum seni, Neva. Bu cidden önemli bir konu.''

''Peki,'' diye kabullendim uzatmadan. ''Orada görüşürüz.'' Telefonu kapatıp sakince daha doğrusu sakin kalmaya çalışarak iç çektim. Seyit Ali endişeliydi ve bir şeyin önemli olduğunu bu kadar vurguluyorsa altı boş çıkmazdı. Ona asilik yapamazdım. Bu beni de ilgilendiriyordu. Üstelik dünkü mesele tamamen havada kalmıştı. Ander bir şeyler söylemişti ama gerisi yok. Hiçbir şey duyamamış ve bilememiştim. Seyit Ali de bana sonra içi dolu bir dönüş yapmamıştı. Semih'ten poşeti tekrar almak istediğimde onu bana vermeden yüzüme baktı. Garipliği fark etmiş gibiydi. ''Ne oldu?'' diye sordu.

''Bir şey yok,'' dedim hızla. ''Yani olanı da bilmiyorum aslında.''

''Gerildin,'' dedi çabucak, yüzüme çarparken kelimesi. ''Durduk yere gerilecek biri değilsin.''

Aynı anda kaldırımın ortasında durup birbirimize boş boş baktığımızda ilk gülen Semih oldu. ''Tamam sen her şeye gerilirsin, hatta şu kafamdaki saça bile gerilirsin de...''

Sözlerini keserek saçına baktım. Sesim ruhsuzdu. ''Berberin kör galiba, keseceği saçı...''

''Bak işte,'' dedi gülerek. ''Her şeye geriliyorsun ama bu sefer ki başka sanki ha?'' Yürümeye devam ettik o da sözlerine. ''Ters bir durum var değil mi? Bunu anladım çünkü onların içinde olup da huzursuz olmamak imkânsız.''

Duraksadım, adımlarım değil zihnimdekilerle duraksadım. ''Neden bunu söylüyor herkes?''

''Herkes kim?''

''Sen, Burçin falan işte,'' dedim. Sonra genzimi temizleyerek elimdeki poşeti daha sıkı kavrayarak yürüdüm. ''Yani tamam tehlikenin içindeler ve çok da yasal işler yapıyor sayılmazlar ama ben bu her an tetikte olmalısın uyarılarından sıkılmaya başladım. Aklım var ve neyin ne olduğunu ben de görebiliyorum değil mi?''

''Aklın neyse de,'' dedi Semih sakin bir sesle. ''Peki ya kalbin?''

''Kalbim mi?'' dedim boş bulunarak. ''Mesele kalbim değil ki.''

''Mesele tam olarak kalbin,'' diye üzerime geldi tavrıyla ama sert ve saldırgan değildi. İyiliğimi düşünen bir dost gibiydi, bir dost nasıl olursa öyleydi kısaca. ''Bak Ozan denen şerefsiz de bu işlerin içindeydi ama kimse seni onun konusunda uyarmadı çünkü bir bok olsa olan Ozan'a olacaktı ama şimdi durum farklı. Seni niye aradı sence? Seni uyardı değil mi? Seni uyaracak daha doğrusu çünkü artık eskisi olamaz ve olamazsın. Teoman'ı vurdular, Leyla! Durumun ciddiyetinin farkında olman için ne yapmam gerekiyor? Evet, kalp işin içine girince her şey hükümsüz ama mantıklı kızsın, hedeflerine koşarken bunlarla uğraşmak mıydı hayalin?'' Ekledi. Ben susuyordum. ''Hiç yoktan o Berrin denilen salak kız! Tehdit etmedi mi seni? Ya da Damla işte her neyse... Bunlar senin için tehdit değil mi? Bu insanlar senin hayatına kim sayesinde girdi? Kim soktu senin hayatına bunları?'' Gözlerine durgun durgun baktığımın farkında bile değildim, o benim koluma dokunana kadar. ''Seni korkutmak istemiyorum ama zarar göreceğini biliyorum, Leyla. Beni üzen tek şey bu.''

''Ama buna izin veren benim,'' dedim sadece. ''Onlar bana ''bizimle ol, burada kal'' demediler ki...''

Gülümsedi. ''Ama onlar sana ''git'' de demediler, Leyla.''

Şaşkınca gülüverdim. ''Neden böyle oluyor anlamıyorum. Sürekli onlarla ilgili uyarılar alıyorum ama onlara güveniyorum. Teoman'ın vurulmuş olması beni neden onlara karşı duvar ördürecek duruma getirsin ki?''

Semih güldü ama keyifsizce ve sinirimi bozacak şekilde güldü. ''Teoman'ın vurulması? Ne kadar kolay geliyor değil mi kulağa? Daha önce kaç kez biri gözlerinin önünde vuruldu senin? Buna alışıyorsun farkında mısın? Sana zarar verecekler, sana ihanet edecekler falan demiyorum ama zarar göreceğini biliyorum. Alışıyorsun, Leyla... Farkında olmadan tehlikeye alışıyorsun.''

Duygularım tamamen Seyit Ali ve saz arkadaşlarından yanaydı, mantığım da öyle ama Burçin'in sözleri şimdi bir de Semih'in bu lafları beni giderek düşüncelerimle zehirlemeye çalışıyor gibilerdi. İyiliğimi istemek ama bunu bana sormamak gibi. ''Semih,'' dedim açıkça gözlerine bakarak. ''Ben hiçbir şeye alışmıyorum. Hayatıma birileri girdi ve haliyle bana bir şeyler kattılar. Hayatımdan çıkan insanların benden bir şeyler götürdüğü gibi... Bu acayip normal bir durum değil mi? Ben bunu göze alarak, bilerek girdim onların arasına. Hem artık dediğin gibi hiçbir şey eskisi gibi olamaz, olmasın da zaten. Ben memnunum ki böyle olmaktan.''

Semih hiçbir şey söylememişti. Sadece gözlerime bakarak beni anlamaya, kendini bana okutmaya çalışmıştı. Ben herkesi anlıyordum, onlar da beni anlıyordu ama alışmak işte... Ben onlara en çok da Seyit Ali'ye bu kadar alışmışken nasıl çıkardım hayatlarından? Bunu yapamazdım ki.

Ben çıkmak istesem bile Seyit Ali buna müsaade eder miydi?

Zarar görüyorum desem, ''Seni korurum'' mu derdi yoksa ''Sen öyle diyorsan, gidebilirsin,'' mi? Hangisini söylerdi Seyit Ali?

Ben gitmek istemiyordum ki. Herkes bir şey söylüyor ama ben kendimi dinliyorum. Bu hep böyle olmuştu. Başıma gelen her şeyin sorumlusu da ben olacaktım zaten. Sonunda ne olursa olsun her şeyin sorumlusu ben olacaktım. Bunu ben seçmiştim. Kendi hür irademle onların tehlikesini kendi kalabalık yalnızlığıma tercih etmiştim.

Yolumuza kaldığımız yerden devam ettiğimizde bu konunun üzerine hiç konuşmadık. Önce Semih'in evine gittik ve aldıklarını yerleştirdik sonra da Seyit Ali'ye gittik. Semih de yanımdaydı. Kapıyı çaldığımda Seyit Ali bizi karşıladı. Beni görünce gülümseyen yüz ifadesi Semih'i bulunca, ''Bunun ne işi var burada?'' diye sordu. ''Promosyon icabı mı takılıyor yanında?''

Karşılık vermeden içeri girdiğimde Semih de Seyit Ali'nin gözlerinin içine bakarak, ''Leyla benim dostum,'' dedi. ''Onu görmek istiyorsan bana katlanacaksın çünkü ben onun için sana katlanıyorum.''

Güldüm.

Seyit Ali homurdanarak kapıyı kapattığında oturma odasına girdik. Teoman yine uzanıyordu, Cihangir de az sonra burada belirdi. Teoman'a bakıp, ''Nasılsın?'' diye sordum.

Seyit Ali, ''İyi iyi,'' dedi. ''Naz yapıyor sadece. Bir kalkamadı ayağı.''

Teoman gülümseyerek Seyit Ali'ye baktı. ''Senin gibi bir bakıcım var niye ayağa kalkmaya cesaret edeyim ki? Ekmek elden, su gölden daha ne isteyeyim oğlum?''

Seyit Ali hiçbir şey söylemezken rahat bir şekilde koltuğa oturdum. Semih de yanıma oturdu. ''İyi gördüm seni,'' dedim Teoman'ın kahverengi gözlerinin içine bakarken. O güne göre çok daha iyiydi ve bu beni mutlu etmişti elbette.

Teoman eline kumandayı alıp televizyonu açtığında direkt Netflix'e girdi. Ortamdaki sessizliği ve Teoman'a hapsolmuş gibi onun yönettiği tuşları takip ederken en son izlenilenlere bakıp şaşırarak güldü. ''Neşeli Ayaklar mı?'' Gülümsedim. Teoman, Seyit Ali'ye seslenip, ''Aga senin bizden sakladığın gayri meşru bir çocuğun mu var lan?'' diye sordu.

Alay ederek mırıldandım. ''Beraber izlemiştik, ne var yani bunda?''

Direkt toplar beni çevrildi. ''Ha ben unuttum bunu... Sen de bir çocuksun nasılsa.''

Gözlerimi kısarak yüzümü ekşittim. ''Teoman yattığın yerde beynin kurumuş senin. Ayağa kalk da kan akışın sağlansın, oksijen gitsin bir yerlerine.''

''Yok ben şaşırdım ya,'' diye güldü keyifle. ''Ne bileyim ben siz beraberken başka şeyler falan yapıyor sanıyorum ama siz çikolatalı sütle falan bildiğin bebe filmi izliyorsunuz... Gitti tüm karizma.''

''Ay tüh!'' dedim saf saf. ''Senin gözünde nasıl karizmayı çizdirdik ama biz ya? Nasıl toparlarız bunu Teoman Bey? Ayıp etmişiz.''

Seyit Ali ciddiyetle, ''Ayrıca sen ne tür bir abazasın oğlum?'' diye sordu. ''Ne hayal ediyorsun gevşek?''

Teoman sırıttı. ''Küçük elektrik trafoları falan... Böyle minicik ellerine dokunsam beni çarpsa fena olmaz.''

Hepimiz aynı anda gözlerimizi devirdik. Seyit Ali ciddiyetini korudu. ''Oğlum iki dakika sus lan bir!'' Sonra da gitti Teoman'ın elindeki kumandayı alarak hızla televizyonu kapattı. Çok gergindi. Onu böyle gergin gördükçe ben kendimi ne kadar sakin tutmaya çalışsam da bir yerde patlak veriyordum. Teoman bile bu durumdan nasibini almıştı. Cihangir sakince karşı koltuğa geçip bir sigara yaktığında onu ağzına götürdü ve dumanı içine çekip dışarı verdi. O esnada Teoman ona elini uzattı. ''Bir tane de bana ver lan!''

Cihangir ters ters bakıp, ''Gebereceksin it herif,'' diye kızdı.

''Lan pezevenk gelip karşımda yaylana yaylana içme o zaman şunu!'' diye sordu. ''Kaç gündür içmiyorum kurudum lan kurudum!''

Cihangir zerre umursamadan sigarasını içmeye devam ettiğinde odada fark ettiğim tek şey Seyit Ali'nin gözlerinin benim üzerimde olmasıydı. Gözleri tamamen benim üzerimdeydi. Onun gözleriyle çakışana dek gerçek bir gök gürültüsünün ne olduğunu bilmiyormuşum meğerse. Gök gürültüsünü severdim çünkü karanlık aydınlanırdı ama karanlık daha da kararırdı. Gözlerime bakarken beni aydınlattığını sanıyordum fakat hayır, beni karanlıkta görüyor gibiydi. ''Neva'yı kullanacak,'' dedi Seyit Ali bir anda. Herkesin gözü aniden Seyit Ali'nin yüzünde toplandı, onun yüzü ise benim gözlerimde asılıydı. Baskıyla tekrarladı. ''Neva'yı kullanacak!''

''Anlamadım?'' dedim titreyen sesime mani olamadan. Semih beni koruma içgüdüsüyle yüzüme döndüğünde ona bakmadım. Seyit Ali'nin ses tonu bile içimde yatıştırdığım ne varsa harekete geçirmeyi başarmıştı bile. Sabırsızca elini çenesinin altına götürüp orada parmaklarıyla sert bir tur attığında, ''O orospu çocuğu Ander,'' dedi. ''Neva'yı isteyecek.''

''Ne oluyor lan?'' dedi bir anda Semih. ''Kim kimi istiyor?''

Cihangir sırtını yasladığı yerden ayırıp, göğsünü öne doğru çektiğinde parmakları arasında tuttuğu sigara kendi kendine yanmaya devam etti tıpkı filizlenen korkum gibi. Semih, ''Ander kim?'' diye sorduğunda kimse onu ciddiye almadı ve Teoman ayaklarını yere basarak toparlandı. ''Ne diyorsun oğlum? Ander nereden çıktı lan şimdi? Leyla ne alaka?''

Seyit Ali elini çenesinin altından çekip salonun ortasında durdu. Cihangir ve Teoman'a bakıp, ''Piç kurusu bir boklar planlıyor,'' dedi. ''Aklı sıra beni ona karşı kullanacak. Ben, buna izin verir miyim lan?''

Cihangir kafasını çevirerek, ''Bir dur lan bir sakin ol,'' dedi. ''Ander'in her zamanki piçliğidir. Sizi mi gördü beraber ne oldu?''

''Üç gün sonra büyük dövüş var,'' dedi Seyit Ali. Dişlerini sıkıyordu. ''Kazanırsan senin için iyi olur falan diye... Lan kafamı sikti attı işte. Bir boklar çeviriyor biliyorum.''

Teoman, ''Tamam da Leyla'yı neden kullansın?'' diye sordu. ''Laf atmadan duramamıştır. Bırak oğlum, bu kadar stres yapma.''

''Lan keyfimden mi bu kadar geriliyorum ben?'' diye sordu Seyit Ali gür ve otoriter bir sesle Teoman'ın gözlerinin içini hedef alarak. ''Adam gözlerimin içine baka baka tehdit etti lan beni! Hayatında çatlaklar oluştururum bilmem ne? Hayatım zaten çok düz amına koyayım! Herif belden aşağı oynuyor oğlum. Hayatımdaki her şeyi kullanmaya çalışıyor. Zaten kullandı. Hayatımdaki her şeyi kullandı, kullanmadığı kim kaldı o şerefsizin? Kim kaldı?''

Cihangir ve Teoman'ın gözleri aynı anda benim üzerimde belirdi.

Yutkundum. Sertçe yutkundum.

''Zayıf noktamı bulmaya çalışıyor, tek amacı bu,'' dedi Seyit Ali. ''En son yaptığımız dövüşte yenildi aklı sıra dövüş öncesi sinirlerimi zıplatıyor ve Neva'ya...''

''Ben senin zayıf noktan mıyım?'' diye sordum kısık sesimle. Karşısında ilk kez bu kadar savunmasız hissetmiştim kendimi. Hayatımı ve kendimi düşündüğümde küçük kız çocuğunu hatırladım. O her şeye rağmen direnen ama yere düştüğünde kimsenin kaldırmadığı küçük kız çocuğu, şimdi ben onun zayıf noktası mıydım sahiden? Seyit Ali buna cevap vermezken ortadaki sehpanın üzerinde duran sigara paketini aldı ve içinden bir dal alıp dudaklarının arasına yerleştirdi sonra da onu yaktı. Ucunu ateşe vermişti sadece ama kendini de yakmış gibiydi. Ona bakmakta ısrar ediyordum. Ona konuşmakta ısrarcı olduğum gibi. ''Bir şey söylesene? Beni kaybetmekten mi korkuyorsun? Babam ve Ömer dışında kimse beni kaybetmekten korkmaz çünkü... Ben kimsenin zayıf noktası olmam ki.''

Teoman sesini bana yöneltti. ''Bunun böyle olduğunu biliyorsun. Sen, Seyit'in zayıf noktasısın ve Ander bunu anladı. Anlamayacak mı sandın yoksa? Seyit, Ander'i tanıdığı için endişeli ya zaten. Biliyor musun? Yalnızca kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlar, karşısındaki insanın zaaflarıyla oynamayı tercih eder. Ander'in kaybedecek hiçbir şeyi yok ve...''

Semih bir anda ayağa kalktı. ''Ne oluyor lan burada?'' Titredim. Semih sertleşmiş çenesiyle ve gözleriyle Seyit Ali'ye baktı. ''Ander kim? Leyla'yı kullanmak ne demek?'' Sonra da onun üzerine yürüdü. Ayağa kalktığımda Cihangir çoktan Semih'in kolundan tutup onu geriye ittirmişti bile. ''Ne sanıyorsun lan sen bu kızı? Kendi pis işlerini temizleyecek bir yem mi?''

Seyit Ali, sigarasını iki parmağının arasında tutmuş elini Semih'in üzerine uzatarak, ''Laflarına dikkat et çocuk,'' dedi. ''Ona zarar vermem! Hem sen beni ne sanıyorsun lan? Aklının ermediği işlere sakın karışma!''

Semih soğuk soğuk güldü. ''Aklını sikeyim senin!''

Seyit Ali burnundan soluduğu anda Cihangir yeniden araya girerek Semih'i yatıştırdı. ''Bir sakin olsana oğlum sen! Kimsenin kimseye yem attığı falan yok. Biz buna müsaade eder miyiz lan mal herif?''

Semih alaycı tavrıyla, ''Hiç güven vermiyorsunuz ya!'' dediğinde Seyit Ali, ''Siktir git lan o zaman!'' diye sesini yükseltti. ''Sana niye güven vereyim ki ben? Senden onay mı almam lazım, it?''

Ortamın nabzı bir anda yükseldiğinde neye ve kime şaşıracağımı bilemedim daha doğrusu ben neden istediğim tepkiyi veremiyor, duygularımı rafa kaldırmış bir insan gibi burada böylece oturuyordum? Bazen konuşmadan ya da yargılamadan evvel tartmak ve düşünmek gerekirdi. Şu an herkesin tepkisini gözlemliyor ama bir tek onun gözlerinde konaklıyordum. Seyit Ali... Gözlerini benden kaçırmıştı. O benden asla gözlerini kaçırmazdı.

''Eğer ki,'' dedi Semih sert bir sesle. ''Leyla'nın kılına bir zarar gelsin yemin ederim hesabını çok pis ödetirim sana!''

Seyit Ali sinirle sigarayı iki dudağının arasına koyarak Semih'in üzerine yürüdü ve onu kuvvetle geriye itti. Ardından sigarayı dudaklarının arasından çekip hırsla, ''Bana bak lan çocuk,'' dedi. ''Kafan almıyor mu lan senin? Geri zekâlı! Ben ona zarar verir miyim lan? Ben onu üzer miyim? İmalarını da o tehditlerini sokarım bir yerine! Kapat çeneni benim sinirlerimi bozma daha fazla!''

Semih, geriye savrulmuştu ve ayağa kalkıp Seyit Ali'nin karşısında duran ben olmuştum. ''Tamam,'' dedim sakin kalmaya çalışarak zira ikisi arasındaki gerilimi dengede tutacak tek kişi bendim ve bu konuda taraf da tutmuyordum. ''Tamam lütfen biraz sakin olun! İkiniz de sakin olun!''

Seyit Ali yüzüme uzun uzun bakıp dişlerinin arasından belli belirsiz bir küfür savurduğunda arkasını dönerek sigarasına yüklendi. Hiçbir şey yapmadan onu izledim. Cihangir ona bakarak, ''Lan bir durun!'' dedi. ''Bir anda yükselmeyin oğlum bu kadar! Konuşarak halledemezsek o puşt herhalde zayıf noktalarımızı bulur mal herifler!''

Teoman güldü. ''Konuşarak halletmek ve sen ha? Uçan tekmelerin adamı mı söylüyor bunu?''

''Sen bir sus,'' dedi Cihangir çenesini çevirip, gözlerinin ucuyla Teoman'a bakıp. ''Ne yapayım ben de mi dalayım şimdi birilerine?''

''Tamam sen sakin ol Hazerfan Ahmet Çelebi!''

Teoman... Hepimiz gerginiz ama şu an!

Teoman, ''Of başlayacağım anasını satayım Ander'ine de Berrin'ine de,'' dedi ve sehpadaki sigara paketine uzandı. Bütün gözler onun üzerinde toplandığında Teoman gayet normal sakinlikte bir dal sigara alıp, ''Hiç bakmayın öyle,'' dedi. ''Bu ikisi bu kadar iştahlı içmeseydi ben de uslu uslu dururdum burada!'' Sonra sigarayı dudaklarının arasına koydu. Zippoyu ağzına yaklaştırırken dudaklarının arasındaki sigarayla konuştu ama onu düşürmedi. ''Öleceksek ölürüz amına koyayım ya! Yaşadığımızın hayata benzer bir yanı var sanki?''

Ne Seyit Ali ne de Cihangir onun için bir şey demediğinde sessizlik yine aramıza örümcek ağı gibi yerleşti. Seyit Ali konuşmuyordu. O sustukça ben sağırlaşıyordum. O konuşmalıydı, bir tek onu duymalıydım ben ama yapmıyordu. Cihangir gözlerini kısarak, ''Şimdi abi bir sakin kafayla ne olduğunu bir anlayalım. Bu Ander seni tehdit ediyor ve bu yeni bir şey değil... O zaten itlikten başka bir şey düşünmez ki. Hem Leyla'ya ne yapacak sanki? Yapamaz oğlum. Bu kadar kafayı yeme kardeşim! Biz varız her şeyden önce...''

''Lan anlamıyorsun diyorum sana!'' dedi Seyit Ali bir anda arkasını dönerek. ''Benim canımı acıtmak için onu kullanacak. Buna ölsem izin vermem ama o şerefsizi iyi tanıyorum, onu benden daha iyi kimse tanıyamaz. Hiçbir şey yapmasa bile çıkacak bir yerde karşısına...'' Devam edemedi ve sertçe saçlarını karıştırdı. ''Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ne demek lan?''

Teoman, ''Belki de sadece boş atıyordur,'' dedi. ''Kendin dedin az önce. Dövüş öncesi sinirlerini zıplatıyor işte! Olamaz mı yani? Belki içi boş laflardan biridir. Oğlum yapacağını yaptı zaten daha ne yapabilir ki? Leyla'ya mı zarar verecek? Asla izin vermeyiz. Bir denesin, önce sen sonra ben götünden kan alırım.''

''Ya bir dakika,'' dedim artık konuşmaya başladığımda. Gözlemleme ve tartma evresini sevmemiştim çünkü hiçbir şey düşünemiyor, sağlıklı hissedemiyordum. ''Bakın burada konu benim ama hiçbir şeyden haberi olmayan yine benim! Ander!'' Derin bir nefes alıp verdim. ''Bu Ander tam olarak kim bilmiyorum ve ondan korkmuyorum. Ondan yemin ederim ki korkmuyorum.'' Seyit Ali'ye baktım. ''Endişe etme. Seyit Ali benim için bu kadar endişe etme tamam mı? Ayrıca bu ülkenin polisi, hâkimi, savcısı var ya!''

Semih gülüverdi. ''Hah! Zaten tam da adamlarına söyledin bunu Leyla! Herifler illegal işlerden kafalarını kaldırmıyor sen de on yedilik yaşınla belaya bulaş sonra polis diye ağla!'' Ciddileşti. ''Buna mecbur değilsin duydun mu beni? Ben ne dinliyorum sabahtan beri? Sen neyin içinde olduğunun farkında mısın ya? Herifler açık açık sana gelecek zararları tartışıyor! Bu kadar sağır olamazsın!''

''Lan bak kredin tükeniyor çocuk,'' dedi Seyit Ali dişlerinin arasından tıslayarak. ''Bak zaten aşırı gerginim sana patlamayayım.''

''Hem suçlu hem güçlü,'' diye homurdandı Semih. ''Bu kıza bu kadar değer veriyorsan adını kendi boktan işlerinin içinde gezdirmezsin!''

Teoman oradan atıldı. ''Semih, birader beni ayağa kaldırma vazifen olmayan işlere de karışma. Leyla senin kadar en az bizim de arkadaşımız. Özellikle Seyit... Bu adam bu kız için kurşun atar, kurşun yer gelmiş boş duyar kasıyorsun birader. Bir sus, bir otur gözünü seveyim ya!''

Gözlerimi kapatıp açtım. Şu an tek isteğim Seyit Ali'nin yanına gitmek ve karşısında durarak gözlerinin içine bakıp ''ben iyiyim'' demekti ama bunu asla yapamayacağımı biliyordum. Teoman sözlerine şöyle devam etti: ''Leyla senin zayıf noktan bunda hemfikiriz ve yalnızca şerefsiz oğlu şerefsizler zayıf noktalarla oynamayı sever! Ama ya öyle değilse? Ya derdi çok başka bir şeyse? Bizim bu adamla bir geçmişimiz var lan farkında mısın sen?''

Tam o esnada Cihangir, Teoman'ı bakışlarıyla dizginledi.

Konuşmasını istememişti.

Teoman ise, ''Biliyorum aklına ilk gelen isim Leyla,'' diye toparladı. ''Ama bu adamı babasına kadar tanıyorsun sen! Hayatında oluşturacağı çatlaklar Leyla'nın uzağından yakınından geçmiyorsa ya? Hem Leyla'ya zarar verecek olsa bunu zaten yapardı yani götü yemez ama tehdit etmeye tenezzül etmezdi.'' Kafasını kararla salladı. ''Yok aga, o herifin kafasındaki tilkiler bizim ayaklarımızı bastığımız yerde gezmiyor! Kalıbımı basarım konunun Leyla'yla uzaktan yakından alakası yok!''

Daha önce hiç bu kadar içi boş hissetmemiştim kendimi.

Teoman sigarasını vakumlarken kısılan gözleriyle ve ağzından çıkan dumanla Seyit Ali'ye baktı. ''Ayrıca ne oluyor lan? O kim ki senin hayatını ters düz ediyor? Gavata bak lan, gören de Rambo sanır!''

''Ya ben kendimi düşünüyorsam zerre adam değilim,'' dedim Seyit Ali hissizce. ''Ben artık kendimi düşünmüyorum Teoman. Bunu en iyi sen biliyorsun.''

Teoman sustu ve ağır ağır kafasını sallayarak gözlerini benimle birleştirdi. Onunla artık konuşmadan birçok şeyi paylaşıyorduk. Beni düşündüğünü biliyordum ama bu endişesi sakin kalmamı sağlamıyordu. Teoman sigarasını dudaklarından çekip kuru öksürükle konuşmasına devam ederek, ''Endişeni anlıyorum ama bizim de elimiz armut toplamıyor oğlum,'' dedi. ''Şu an bu kadar yükselmen Leyla'ya sadece zarar veriyor.''

Bedenim baştan aşağı buz kesmişti. Teoman dışında kimse konuşmazken Seyit Ali dudaklarını sertçe birbirine bastırıp bir hışımla odadan çıktı. Hiçbir şey yapamadım, gözlerimi dahi hareket ettiremedim. Dişlerim birbirine temas ettiğinde Teoman derin bir nefes alıp bana güven verici bir ses tonuyla yaklaştı. ''Korkma sakın. Bu kadar endişeliyse kılına bile gelecek zararı önlemek için, Leyla. Bir başkası ya da kendi olsa bir yerine takmaz ama kafasına girmişsin bir kere adamın kızım, her şeyi düşünüyor.''

''Ander bana korku vermiyor,'' dedim bakışlarımı Teoman'a çevirerek. ''Kimseden korkum yok benim. Geçmişinizi ya da Ander'i sizin kadar iyi tanımıyorum ama ondan korkmuyorum.''

''Dediğin gibi,'' diye gülümsedi. ''O herifi hiç tanımıyorsun ve tanıma da zaten. Tüm çabası bunun için.''

Semih araya girdi. ''O yüzden mi tüm pis işlerinde bu kız var?''

''Semih,'' diye uyardım onu dik bir sesle. ''Kimse bana zorla bir şey yaptırmıyor. Yaptıramaz da. Ortada bir hata, kusur varsa tüm sorumluluk benim. Anladın mı?''

Semih yüzüme baktı ve gözlerini devirerek kafasını memnuniyetten uzak bir tavırla sağa sola salladı. Uzun zamandır hiç bu kadar huzursuz hissettiğim bir an olmamıştı. Bundan kurtulmalı ve kurtarmalıydım. Endişesini kendimle söndürmeliydim. Odadan çıkıp mutfağa girdim ve orada olabileceğini umdum. Mutfakta onu görememiştim ama balkonun kapısı aralıktı. Derin bir nefes alıp vererek yanına ilerledim. Balkona çıktığımda Seyit Ali'nin sırtı dönük bir halde bir kolunu balkonun demirlerine yasladığını ve sigarasını da gergince içmeye devam ettiğini gördüm. Zaten o da bitmek üzereydi. Geldiğimi hissetmişti. Kafasını eğerek sigarayı içine çekti ve zehri dışarı verdi. ''Bu kadar endişe etme,'' diye başladım konuşmaya. Sesim kısıktı ama kendimden emindim.

''Konu sen olduğunda endişelerim bitmiyor,'' diye karşılık verdi.

Yanına yürüdüm ve yanında durdum. Ellerimle demirlere dokundum ve parmaklarımla onu sardım. Yüzüne bakmıyordum. O da bana bakmıyordu. ''Senin için,'' diye konuştum. ''Tehlike mi arz ediyorum?''

Sorumu duyduğu anda duruşunu bozmadan yalnızca kafasını sağa doğru, bana çevirdi ve elalarını gözlerimle birleştirdi. ''Benim için çok anlam ifade ediyorsun ama tehlike değil. Böyle mi düşündürüyorum sana?''

''Düşündürmüyorsun, hissettiriyorsun.''

''Hissetme öyle.''

''Hissettirme o zaman.''

Gözlerinin içinde gördüğüm sol anahtarı ruhuma bıraktığı bir şarkının en güzel notasıydı. Tam şu an bakışlarından çıkardığım anlam buydu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp vererek sağ kolunu açtı ve beni kendine çekti. Başımı omzuna yasladı. Eli saçlarımı okşarken tüm güveni koşulsuz şartsız hissettirmeyi başarmıştı. Gözlerimi anlık kapattım ve birkaç saniye bekleyip açtım. ''Seni korkutmak istemedim,'' diye mırıldandı. ''Ama rahat olamam. Dünya'da o kadar boktan insan var ki biri gelip kalbini kırar, biri seni incitir diye rahat olamıyorum... Üstelik bu sefer ki çok başka.''

''Ander'den korkmuyorum, Seyit Ali. Beni sana karşı mı kullanacak? Beni mi kaçıracak? Benim aklıma mı girecek? Hangisini yapacak?'' Dudaklarımı nemlendirdim. ''Ben tanıdığın ve tanıdığı hiçbir kıza benzemem. Kolayca beni alt edemez.'' Birazcık keyiflenmek maksadıyla kalçamla hafifçe ona vurdum. ''Hem sen bana dövüşmeyi öğreteceksin daha! Bu kadar kolay pes etmem ben.''

Gülümsedi ama bu kısa sürdü. Nihayetinde sigarasını bitirip onu hemen kenardaki kül tabağına bastırarak söndürdüğünde tekrar yanıma gelerek kolunu boynumdan aşağı attı. Elimi beline sardığımda Seyit Ali, ''Bir insanı asıl güçsüz yapan şey nedir biliyor musun?'' diye sordu. Konuşmadım çünkü bunu kendine sormuştu, cevabı da kendi verecekti. ''Zaafları ve zayıf noktaları... İkisi de aynı şey aslında. Cengiz puştuna niye daldım ben? Belden aşağı vurdu, beni ailemle vurdu çünkü annem ve babam benim zayıf noktam. Bu onu güçlü mü yapar? Hayır. Bu onu şerefsiz yapar. Aynı şeyi şimdi Ander de yapacak. Manipüle etmeyi ve kurnazca belden aşağı vurmayı bilir. Onu o kadar iyi tanıyorum ki, bir olay olsa taşı kaldırdığında altında onu göremezsin ancak kaldırdığın toprağı kazarsan görebilirsin. Kullanmayı sever. Zekidir ama bu onu adi yapmaktan alıkoymaz.'' Eli saçlarımın uçlarına uzandığında parmaklarıyla hafifçe oynadı, belki de farkında değildi. ''Daha ilk bakışta anladığına o kadar eminim ki, senin benim zayıf noktam olduğuna.''

''O gece oraya gelmeseydim belki bu kadar sorun olmazdı,'' diye kızmadan edemedim kendime. ''Zaten o geceyi hatırlamak bile istemiyorum.''

Bunu geçiştirdi. ''Bu senin suçun değil. Evet, içerideki salaklar seni oraya getirdi ama bir şekilde olacaktı bu.''

''Peki ya Teoman'ın dediği gibiyse?'' diye sordum. ''Ya konunun benimle uzaktan yakında alakası yoksa?''

''Sanmıyorum,'' dedim. ''Babaannem, Gökçe ve dedem... Bunlara ulaşamaz. Bir sen varsın aklıma gelen daha doğrusu oradan çıkmayan.''

Noktasının bitişi kendimi biraz daha ona saklarken buldurdu kendimi. Gözlerimi kapattım ve derin bir solukla iç çektim. ''Ben iyiyim. Hiçbir şey olmayacak. Beni korumak istiyorsan bunları kafandan atarsın. Sana ne demiştim hatırlıyor musun? Bana senden başka kimse acı veremez, kimse incitemez.''

''Öyle bir şey olursa iki yumruk da bana sallarsın zaten,'' dedi.

Gülümseyerek yüzüne baktım. Gözlerimle kesişen gözlerini gördüm. ''Onu da o gün geldiğinde görürüz.''

Kaşlarını havalandırdı. ''Ha seni acıtacağımdan eminsin yani?''

''Zayıf noktanım senin Seyit Ali... Gücünü senden alıyorsam, onu benden almak için canımı acıtacaksın.''

Gülümsedi. ''Bunu bile bile yanımda duruyorsun bir de?''

Gülümsedim. ''Çünkü ben de senin canını acıtacağım. Bunu bile bile hâlâ yan yanayız.''

''Ve biz canımızı yakarken bile birbirimizi düşünmeye devam edeceğiz. İşte bu yüzden böyleyim ya! Çok açık veriyorum, her şekilde çok açık veriyorum! İlk bakışta anlaşılıyor sana olan bağım. Saklayamıyorum, yapamıyorum. Konu sen olunca her şeyi unutuyor, eli kolu bağlı bir adama dönüşüyorum.''

''Biraz daha devam etsene,'' diye kıkırdadım. ''Minik jeneratörün böyle itiraflar duymayı çok seviyor.''

Bir şey söylemedi sadece dudaklarında bir deniz kenarı sakinliği gördüm. Gözlerine vuran dalgalar ve gözkapaklarında birikmiş kumlar. ''Kazanacaksın,'' dedim tüm inancımla. ''Onu mahvedeceğine eminim.''

''Elbette ki kazanacağım,'' dedi tok bir sesle. ''Bunun aksini bile düşünmüyorum ama ben kazansam bile adam gibi durmayacağını da biliyorum.''

''Durmasın,'' diye salladım omzumu. ''Gelsin dursun karşımızda ve derdi neyse açık açık söylesin.''

''Bak şuna ya!'' dedi gülerek. ''Dişi aslan.''

Kaşlarımı çattım. ''Şş! Aslan olan sensin.''

Gözlerini devirdi. ''İbreyi düşürüyorsun.''

Ondan biraz uzaklaşıp koluna hafifçe vurdum ve saçlarımı savurarak gözlerine dik dik baktım. ''Anlamadım canım? Ben mi ibreyi düşürüyorum?''

Kirpikleri bile titremezken dudağının kenarını kıvırdı. ''Yok,'' dedi sarhoş bir tavır, uykulu bir sesle. ''Aslında en iyi yaptığın şey düşürmek. Beni kendine düşüre düşüre bir hal oldun.''

Dudaklarımı büzerek bakışlarımı kaçırdım. ''Bir yerden... Bir aslan yavrusu bir şey mi diyor?'' Beni sersem bir gülüşle izleyen gözlerine takıldı gözlerim. Ah! Gözleri üzerimdeyken bir hoş oluyordum. ''Sen duyuyor musun?''

''Hıhım,'' diye mırıldandı ağzının içinde dönen harflerle. Sonra beni belimden kavrayarak sıkıcı tuttu. Ellerim adres sormadan yine boynundaki yerini aldığında ensesinde birleştirdiğim parmaklarımla gözlerine derin derin baktım. Kalbim öylesine hızlı ve sert atıyordu ki, onu saklayabildiğim için mutluydum. ''Aslan diyor ki,'' dedi Seyit Ali gözleriyle yüzümün her zerresine bir imza bırakıp, dokunmadan öperken. ''Kırlangıç kendine çok güveniyor ama güzel işte, tutulmuş bir kere... Tüm ormana kafa tutar ama bir tanecik kuşa zayıf kalır.''

Onu sevdiğimi kendime açık ettiğimden beri her zerresi daha güzel geliyordu. Ses tonu, sözleri, gözleri ve her şeyi işte. ''Ne zamandır böyle hissediyormuş o aslan?'' diye zorladım onu.

Bunu yemedi.

Gülümsedi. ''Kırlangıcın edeceği bir itiraf vardı ya hani, onu söyledikten sonra söyleyecekmiş.''

''Kırlangıç bu numaraları yemez, yalnız.''

''Aslan hiç yemez.''

''Ağzımın içine düşüyorsun be!''

''İnkâr etmedik ki kızım.''

''Hım?'' diye mırıldandım kedi gibi. O da belimdeki ellerini iyice sıkılaştırarak, ''Hım,'' diye karşılık verdi. Dudaklarımdaki titremeler gözlerimin bebeğinde kendini gören Seyit Ali'de saklıydı. Saçlarımın uçları bir ağaç yaprağı gibi esmeye başladığında yüzüme yönelen yüzü kapının çalınmasıyla son buldu. İkimiz de duraksadık. Seyit Ali homurdandı. ''Kim geldiyse umarım sevdiğim biridir yoksa kırarım o elini.''

Gülümseyerek ellerimi boynundan indirdim ve birlikte balkondan çıktık. Koridora vardığımızda çalan kapıyı açan kişi Cihangir olmuştu. İçeri giren kişi ise Gökçe'ydi. Gözlerim Seyit Ali'nin gözlerini bulduğunda bir şey söylemeden ilerledi. Cihangir kapıyı kapatırken Gökçe ayakkabılarını kenara koydu ve elindeki kutularla buraya geldi. ''Babaannem gönderdi bunları.''

''Ne bunlar?'' diye sordu Seyit Ali.

''Yemek.''

''Niye gönderdi?''

''Teoman abi hasta, senin evinde kalıyor deyince telaşlandı yemek yaptırıp gönderdi ama tarhana çorbası var onu kendi yaptı, abi.''

Seyit Ali çıkışarak, ''Gökçe sen salak mısın abisi?'' diye sordu. ''Teoman'ı niye söylüyorsun?''

Gökçe durduğu yerde çatık kaşlarıyla, ''Ay abi tutmasam buraya geleceklerdi, sen gelmiyorsun ya malum,'' diye imalı imalı laf söylerken. ''Ben de senin evinin müsait olmadığını söyleyiverdim. Hayır ne yapsaydım yani, gelip kendileri görseydi daha mı iyi olurdu?'' Gökçe oradan bana baktı. ''Yaranılmıyor buna da Leyla ya!''

Kaşlarımı yukarı kaldırdım. ''Asla yaranamazsın, Gökçe.''

Seyit Ali bıkkınlıkla nefes alıp verirken Gökçe'nin elindeki kutuları aldı. ''Ver şunları başımın belası, ver.''

''Al.''

Seyit Ali elindekilerle birlikte arkasını dönerek mutfağa ilerlediğinde gözlerime bakıp beni gözleriyle tehdit etti. Zerre umurumda olmadan omzumu silktim ve oturma odasına girdik. Teoman, Gökçe'yi görünce, ''Aha geldi sümüklü,'' dedi. ''Ne yaptın kız?''

''Sana da merhaba,'' diye düzeltti Gökçe sakin bir sesle. ''Babaannem senin için daha doğrusu sizin için yemek yaptı. Geçmiş olsun dileklerini de iletti ayrıca.''

Teoman, ''Yoksa vurulduğumu mu söyledin?'' diye sordu. ''Yazık Zehra Teyze'nin kalp krizine sebep olmak istemem.''

Seyit Ali arkadan gelerek, ''O kadar yüreğe indirmezsin kardeşim rahat ol,'' diye dalga geçti.

Teoman bir tepki vermezken Gökçe devam etti. ''Yemek getirdim size. Babaannem senin için tarhana çorbası yaptı. Bir de çok geçmiş olsun diyor.''

''Sağ olsun Zehra Teyzem be,'' dedi Teoman haklı bir gururla. Cihangir yerine geçip oturduğunda ben de saatime baktım. Yavaştan kalksam iyi olurdu, Emre'yi bekletmek istemiyordum. Ellerimi pantolonumun arka cebine atıp, ''Biz gidelim o zaman,'' dedim.

Teoman, ''Nereye?'' diye sordu.

''Emre ile şarkı işine devam ediyoruz.''

''Cidden mi? Mekân neresi?''

Gülümsedim. ''Sokaklarda devam.''

Gökçe'nin heyecanlı ve hevesli sesi beni ona yöneltti. ''Ya! Sokaklarda şarkı mı söylüyorsun? Sesini merak ettim.''

''Gel istersen sen de,'' dedim gülümseyerek.

Gökçe, ''Çok isterim,'' diye karşılık verdiği vakit pencere önünde ayakta dikilerek bize bakan Seyit Ali'ye döndü. ''Abi, gidebilir miyim?''

''Hayır.''

''Ne demek hayır ya?''

''Gökçe...'' diye itiraz ettiğinde Semih kısık sesiyle araya girme fırsatını elde etti. ''Kimse için endişelenme. Ben de orada olacağım ayrıca Leyla, sokakları iyi bilir.''

Seyit Ali'nin dik bakışları Semih'in gözlerinde toplandı. ''Sana kalmadı korumacılık oynamak.''

Semih, ''İyilik haram lan sana,'' diye konuştu.

Teoman keyifli bir sesle, ''Şipim tutmak üzere,'' diye güldü. ''Semih böyle böyle ilerle koçum aferin.''

''Lan sen ne diyorsun ya?'' dedi Seyit Ali sert bir ses tonuyla. ''Uğraşma oğlum benim kardeşimle. Yakıştırma kimseyi, bir yanlışlık olur tutar falan vallahi bir de ben vururum seni ama ben vurursam ölürsün, haberin olsun.''

''Herife bak öldürmeden haber veriyor,'' dedi Teoman gülerek. ''Hasret kaldık böyle naif insanlara.''

Ufacık bir sessizlik olduğunda konuşma sırasının bana geldiğini anladım ve sağ elimi kotumun cebinden çıkarıp hareket ettirerek Seyit Ali'ye baktım. ''Sadece biraz eğleneceğiz hepsi bu. Gelmemesi için hiçbir sebep yok.''

Seyit Ali'nin ela gözleri Semih'in gözlerine bir sefer daha kaydığında kafamı eğerek güldüm. Bunu bastıramadım çünkü hakikaten Semih'e uyuz oluyordu ve bu beni güldürüyordu. Aklı sıra Gökçe'yi ondan sakınmak istiyordu.

Teoman kuru bir öksürüğün ardından dağınık saçlarını iyice dağıtarak, ''Abi, Seyit harbiden Semih'ten sakınıyor Gökçe'yi,'' diye gülmeye başladı. ''Kardeşim bırak gençleri, akacak kan damarda durmaz. Bırak tanışsınlar, gülüşsünler, öpüş...''

''Teoman keserim gırtlağını,'' dedi Seyit Ali sinirle. ''Bir daha bu konu üzerinde konuşursan bak terimi seninle soğuturum, kum torbam yaparım seni. Sus lan!''

Gökçe yerin dibine girerken Semih'in de ondan bir farkı olduğunu sanmıyordum. Teoman bu sefer ipin ucunu biraz fazla bol bırakmıştı. ''Tamam lan tamam,'' dedi geriye yaslanarak. ''Sanki kötü bir şey söyledik. Ben bir şey görüyorum da konuşuyorum.''

''O mal gözlerin neler görüyor Teoman?''

Sırıttı. ''Mürvet.''

''Eben Mürvet eben,'' dedi Seyit Ali.

Cihangir kendini tutamayıp bir anda gülmeye başladığında Teoman'ın suratı düştü. Ne olduğunu anlayamadım. Cihangir daha çok güldüğünde Teoman düz surat ifadesiyle Seyit Ali'ye bakıp, ''Yalnız ebemin adı sahiden Mürvet,'' dedi. ''Allah uzun ömürler versin beni de hiç sevmez zaten.''

Bunu duyunca ben de kendimi tutamadan güldüm. Gökçe de ve Semih de. Hep bir ağızdan, ''Amin,'' demekle yetindik.

Seyit Ali, ''Yok ya,'' dedi. ''Akıllısı beni bulmaz, delisi götümüzden ayrılmaz.''

Semih sola doğru dönük olan kafasını iyice çevirdiğinde gözlerimiz buluştu. Bu cümleyi bir hafta öncesine kadar ben kurmuştum şimdi aynısını Seyit Ali'den işitmek hiç şaşırtmamıştı. Gülüşmelerimiz dindiğinde Seyit Ali, Gökçe'ye, ''Tamam git,'' dedi. ''Ama gelip alırım seni sonra da bir babaannemi görür geri dönerim. Malum evde bir tane ruh hastası var.''

Gökçe büyük bir heyecanla ellerini birbirine vurdurdu ve gidip Seyit Ali'nin boynuna atlayarak sarıldı. Seyit Ali onun bu sevincine sakince karşılık verdikten sonra Gökçe direkt Teoman'a döndü. ''Ayrıca bir daha böyle şeyler söylemezsen iyi edersin. Yani beni utandırıyorsun farkında mısın, abi?''

Teoman boş boş Semih'i gösterdi. ''Semih kardeşim hiç utanmıyor ama.''

Semih, ''Laflarını bir yerime takmadığım içindir,'' dediğinde kıkırdadım.

Teoman, ''Vakti gelince Gökçe'yi koluna taktığın zaman göreceğim ben seni,'' diye karşılık verdi anında.

Seyit Ali derin ve huysuz bir şekilde soluk alıp verdiğinde Semih oralı bile olmadı. Biz de artık gitmeliydik zaten. Cihangir işine gitmişti, Seyit Ali bizi bıraktığında Teoman evde yalnız kalmıştı. Çok ara sokaklara girmeden cadde üzerinde aracı durdurduğunda çantamı sağ omzuma doğru taşıdım. Seyit Ali aynadan Gökçe'ye baktı. ''Birkaç işim var sonra alacağım seni.''

''Tamam, abi,'' dedi Gökçe saçlarını düzeltirken. Omuzlarına dahi değmeyen saçları çok tatlı duruyordu ve ben de bazen saçlarımı o şekilde, kısa kestirmek istiyordum ama yüzüme yakışmayacağını bildiğim için çok da sıcak baktığım söylenemezdi. Semih, arabanın kapısını açıp dışarı çıktığında Gökçe de onu takip etti ve arka tarafın kapıları kapandı. Seyit Ali göz ucuyla onlara bakarken kafamı öne eğerek güldüm. ''Ay sen iyice delirdin! Korkma, Semih ona yanlış bir şey yapmaz.''

''Sıkıyorsa yapsın.''

''Hem bence de yakışıyorlar ya,'' diye konuşuverdim. Gözlerine bakmıyordum ta ki bana dik dik baktığını anlayana dek. Dudaklarımdaki kıvrılma yanaklarıma doğru tırmandığında kendimi tutamadan kahkaha attım ve ellerimle ağzımın üzerini kapatıp yüzüne baktım. Bana bilenmiş bir halde bakıyordu ama asla ciddiye alamıyordum. ''Tamam tamam,'' dedim kendimi susturarak. ''Ayrıca ne var sanki arkadaş olmaları kötü mü?''

''Neva!'' dedi tok bir sesle.

Genzimi temizleyerek doğruldum ve ona kur yapar gibi saçlarımı savurdum. ''Sustum, zaten bana ne ki?'' Yeniden soluk alıp verdiğimde gözlerine baktım. ''Ben eve geçerim buradan ve haberleşiriz, olur mu?''

''Olur,'' dedi gözlerini kapatıp açarken.

Gülümsedim. ''Görüşürüz.''

Gülümsedi. ''Görüşürüz. O arkadaşına dikkat et ama.''

Gözlerimi devirerek kapıyı açtım. ''He aslanım he.''

Dışarı çıktığımda kafasını bana doğru uzattı ve güleç bir suratla gözlerimin içine içine, ''Bundan daha iyi bir iltifat alır mıyım?'' diye sordu ve cevapladı. ''Sanmam.''

Direkt eğildim ve gözlerine bakıp, ''Beni bu kadar hafife alma,'' deyip göz kırptım ve kendimi çekerek kapıyı kapattım.

Şu an var ya bana düştü, öldü, sürünüyor... Biliyorum çünkü onu. Sırıtıyordur salak gibi.

Seyit Ali az sonra yanımızdan uzaklaşırken biz de üçümüz birlikte Emre'nin yanına gittik. Bu süreç konuşarak geçmediğinde nihayet şarkı söyleyeceğimiz yere geldik. Emre oradaydı. Ah Emre! Onu çok özlemiştim. Birbirimizi görür görmez gözlerimizde oluşan ışıltının tarifini vermem imkânsızdı. Birbirimize açılan kollarımıza girdiğimizde, ''Nasılsın?'' diye sordum direkt. ''Çok özledim be seni. Çok özledim burayı.''

''Ben de,'' dedi Emre büyük bir keyifle. Ayrıldık ve yüzlerimize baktık. O enerji, samimiyet o kadar güçlüydü ki, az sonra tüm kalbimi bu sokaklara verecektim. ''Bir daha hiç olmayacak falan diye düşünmeye başladım.''

''Saçmalama,'' diye gözlerimi kıstım. ''Biraz benden ötürü sebeplerden dolayı arayı açtık ama sen ve ben bu işleri bırakmayız.''

''Bırakmayalım da zaten ya,'' dedi gülerek. Gülerek kolunu sıvazladım ve o sırada hemen yanımda duran Gökçe'ye dönerek onları tanıştırdım. Semih'i zaten bildiğinden ikinci bir tanışmaya gerek duymadık. Sağ omzumdan çıkardığım çantayı arka taraftaki yere bıraktığımda bir yudum alıp saçlarımı savurarak sıcağı azıcık soğuk ettim. Üzerimdeki gömleği belime bağladıktan sonra Gökçe parmağıyla beni onaylayarak güldü. Gülümsedim ve birkaç adım öne çıktım. Emre çoktan gitar kutusunu yere koymuş, kapağını halka açmıştı.

Mikrofonun başına geçtiğimde sağımızdan, solumuzdan geçen insanların dikkatini çekmeye çoktan başlamıştık. Bunu cidden özlemiştim. Tuhaf ama kendimi evimdeymiş gibi hissediyordum. Gökçe ve Semih biraz geriye çekildiklerinde Emre gitarın ipini boynuna asarak onu iyice kavradı ve bana döndü. Hangi şarkıları çalacağımızı biliyorduk. Biraz eğlenmeliydik ve şu an melankoli havamda değildim, üstelik hava da buna müsait değildi. Mikrofonu iyice kavrarken ayaklarımla ritim tutmaya başladığımda Emre'yi işittim.  Gitarın ustası, gitarın sahibi adam... Dudaklarımdaki tebessümden süzüldü kelimeler ve ben şarkımı söylemeye başladım.

Biten sevgilerin ardından
Ağlayamam ben böyle yas tutamam
Her sözde her gözde şefkat aramam
Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa

Giden aşklarımın ardından
Ağlayamam ben böyle yas tutamam
Her sözde her gözde şefkat aramam
Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa

Gökçe olduğu yerde hareket ederek elleri ve ayaklarıyla ritim tutuyor, epey de keyif alıyordu. Semih onun kadar değildi ama o da bir şekilde bu anlara kayıtsız kalmıyordu. İnsanlar etrafımızı sarmıştı. Kiminin elinde telefon bu anları kaydediyor kiminin yanında sevgilisi, kimi ise yalnız başına anın tadını çıkarıyordu. Bazıları da gelip geçiyor ama burada neler olup bittiğine göz atmadan gitmiyordu. Bilirsiniz bu sokakta şarkı söyleyen herkesin başına gelmiştir ve insanlar sokakta şarkı söyleyen kim olursa olsun gözlerinin ucunu bir sefer de olsa değdirmişlerdir.

Dün seni gördüm rüyamda
Arnavut kaldırımlı taş sokakta
Ah bir dili olsa da bir konuşsa
Anlatırdı masumca seni bana
Öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar
Sarsam seni kollarımdan bir gün alırlar
Sevsem seni doyasıya yıpratırlar
Bir sürü kuru gürültü parçalar sevgimizi ey kader
Böyle mi olmalı solmalı sevgililer

Nakarat kısmı denk geldiğinde Gökçe de ağzını aralayarak bana eşlik etti ama onun sesini çok duyduğum söylenemezdi. Çok eğleniyordu ve onun eğlendiğini gördükçe içimdeki duygular katlanıyordu. İnsanları ve sevdiğim insanları benim sebep olduğum bir sebepten ötürü mutlu görmek iyi hissettiriyordu, kim iyi hissetmezdi ki zaten? Gökçe ellerini oynatarak şarkı söylemeye devam ettiğinde Semih'e kaş göz işareti yapıp ona eşlik etmesini söyledim. Kızcağız yalnız başına oynuyordu ne yapayım yani?

Semih çatık kaşlarıyla durumu tuhaf, biraz da çekimser karşılasa da kendini Gökçe'nin ellerinden tutarken buldu ve onu kendi etrafında döndürdü. İşte tam bu sırada ağzım daha çok aralandı ve şarkımı daha yüksek bir enerjiyle söylemeye başladım. Hiç bitsin istemiyordum. Gökçe şaşkınlıkla kendi etrafında tam tur yaptığında Semih'in gözlerine baktı ama asla sorgulamadı ve an onlar için akıp gitti. Dans ettiler. Gökçe'nin saçlarının uçları havalandı, üzerindeki çiçekli elbise ve ayağındaki kırmızı converslerle o kadar tatlı duruyordu ki, Semih ile cidden çok ama çok yakıştırmaya başlamıştım. Semih'i ise farklı bir ruhla görmüştüm. Kasmıyordu ve bu anı sevdiğinden emindim. Belki birbirlerine isimleriyle hitap etmemişlerdi hiç ama ben bir şarkı söylemiştim onlar isimlerini bile unutmuşlardı.

Bu ne kadar sürdü bilmiyorum ama şarkılar bugün için yeniden yazılmış gibiydi. Güneş kızarıyor, hava ağarıyor ve gök kapanıyordu.

Bir süre sonra büyük alkışlar eşliğinde ağzımı mikrofondan çekerek hafifçe kafamı öne eğerek heyecandan ve hafif de yorgunluktan inip kalkan göğsüme ellerimi bastırarak en güzel gülüşlerimi sundum. Etrafımızı saran kalabalık ve gitar kutusundaki paralar haftalar sonra müthiş bir geri dönüşüm kazandırmıştı. Emre'ye dönerek içten bir tebessüm sundum. ''Harikaydı,'' diye konuştu. ''Harikaydın,'' dedim.

Gökçe yanıma geldiğinde sesiyle ona döndüm. ''Leyla,'' dedi büyülenmiş bir şekilde. ''Sen... Yani bu çok güzel bir şey. Sesin, enerjin, insanların seni hayranlıkla izlemesi ve onlara iyi gelebilmen... Müthiş birisin, müthişsin cidden.''

''Çok teşekkür ederim,'' dedim gözlerimdeki çiçekleri hissederken. Karşımdaki insanın gözlerinde de çiçekler vardı ve bana ferahlık veren herkes iyi geliyordu. Günlerdir usanmıştım imalardan, tehditlerden ve karamsar olan her şeyden... İlacımı almıştım. Artık daha iyiydim. Sözlerimin ardından Gökçe ve Semih'i süzüp, ''Hem siz de müthiştiniz,'' dedim. ''Dansınıza var ya bittim bittim.''

Gökçe'nin gözleri direkt başka tarafa kaydığında Semih sessiz kalmayı tercih etti. Neyse ben uzatmayayım daha fazla. Bu sadece bir yakıştırmaydı, zorla bir şey olacağını ya da oldurulmasını istemezdik.

Semih sakince, ''Devam edecek misiniz?'' diye sordu.

''Biraz daha buradayız,'' dedim. ''Gidecek misin?''

''Ufaktan kaçsam iyi olur,'' diye cevapladı. ''Bir şey unuttum da, onu bugün halletmem gerek.''

''Yardımcı olabileceğim bir şey mi peki?''

''Yok,'' dedi emanet bir tebessümle. Emre'ye selam verdikten sonra bana tekrar baktı. ''Harikasın. Diyecek bir şey bulamıyorum.'' Gülümseyerek kafamı öne eğdim. Semih zor bir durumun içindeymişçesine soluklanarak Gökçe'ye döndü bu sefer zira gidiyordu ve ona da birkaç söz söylemesi gerekti ama e söyleyeceğini pek bilemiyor gibiydi. Onunla doğru düzgün tanışmamıştı bile. Ellerini saçlarına götürdü ve çaresizce onları karıştırıp yüzünde mahcup bir ifadeyle, ''Bu arada tuhaf ama ben Semih,'' dedi. ''Yani biliyorsun aslında...''

''Biliyorum,'' dedi Gökçe gülümsemek ve gülümseyememek arasında bir yerlerde kendi başına beklerken. ''Ben de Gökçe, sen de biliyorsun.''

''Biliyorum,'' diye kafasını salladı Semih.

Sonra ikisi de sustu. Bu anlar; konuşacak çok şey var ama nereden başlasam elimde kalacak işte, demekti.

Cidden böyle.

Ben uydurdum az evvel.

Karmaşık gibi görünen ama hiç de öyle olmayan birkaç saniyenin ardından Semih derin bir nefes sonrası, ''O zaman ben gideyim,'' dedi.

Gökçe ne yapacağını bilemedi. Sessizce konuştu. ''O zaman sen git.''

Teoman... Bu anı görmüş olsaydın topuklayarak çeyrek almaya giderdin ama avucunu yalarsın artık.

Semih arkasına bile bakmadan uzaklaştığında Gökçe'nin gözleriyle karşılaştım. Ona sadece gülümsedim. Bu her şeye yeterdi.

Gün bittiğinde vakit kaybetmeden eve geldim çünkü annemlerle de yeni bir tartışma yaşamak istemiyordum. Hava kararmaya yakın evde olduğumda üzerimdeki yorgunlukla içeri girerek ayakkabılarımı çıkardım. Annem mutfaktaydı. Serhan içeride televizyon izliyordu zaten başka bir vasfı da yoktu. Ömer de sanırım odadaydı. Kimseyle konuşmadan kendimi sıcak suyun altına atmak ve rahatlamak istiyordum. Yerdeki çantamı elime alıp ilerlemeye başladığımda Serhan beni odaya girerken gördü ve durdurdu. ''Bak bak... Evimizin hanımağası daha yeni teşrif ediyor! Saat kaç haberin var mı senin?''

Ona bakmadan konuştum. ''Babamın haberi var ve saatten de haberim var.''

''Babanın evinde değilsin,'' dedi tok bir sesle. Hiçbir şey söylemeden beklemeye devam ettiğimde ısrarla beni kendine çevirmek için uğraştı. ''Sen buraya bir gel bakayım! Gel gel!''

''Yorgunum,'' diye konuştum halsizce.

''Bir şey yapmayacağım buraya gel!''

Derin bir nefes alarak bundan kurtulmanın tek yolunun ona dönmek olduğunu anladım ve istemsiz adımlarla oturma odasından içeri girip karşısında durdum. Yüzüne bakmak bile istemiyordum, ondan nefret ediyordum. Bana ifadesizce bakıyordu. Yüzündeki yaralar kurumuştu ama hâlâ izleri vardı. Elindeki sargı bezleri de giderek daha küçük kumaş parçalarına dönüyordu. Ayaklarını uzattığı koltuktan indirmezken elindeki kumandayı kucağına bırakıp, ''O herifin yanındaydın değil mi?'' diye sordu. Sesi otoriterdi.

''Hayır.''

''Yalan söyleme.''

''Yalan söylemiyorum,'' dedim. ''İster inan ister inanma ama onun yanından gelmiyorum.''

''Ama onunla görüşüyorsun.''

''Evet, görüşüyorum.''

Gerildi ama bu onu ayağa kaldırmadı. ''Saklamıyorsun da artık.''

''Ne fark eder ki?'' diye silktim omzumu. ''Her türlü zorbalığı yapıyorsun zaten. Bırak en azından dürüstlükten gelsin başıma ne gelirse.''

Gözlerini kıstı. ''O herifi öldüreceğim biliyorsun bunu değil mi?''

Kendimi tutamadan güldüm. ''Bir yerin yerse tabii.''

Sinirleniyordu ama bu şaşıracağım bir evrede gerçekleşmemişti. Hâlâ ayaklarını çekmemişti. ''Bu kadar sakinsem, bu kadar kendimi tutuyorsam emin ol ortalığı ayağa kaldıracağım içindir, Leyla! Ben bir toparlayayım, bir ayağa kalkayım önce.''

''Bu ortalığı ayağa kaldırmamış halin yani?'' diye sordum kollarımı göğsümde kavuştururken. ''Vay canına, çok etkilendim.''

Gülümsedi.

Gülümsedim.

İkimiz de biliyorduk ki bunun içten bir tebessüm değil, içimizdeki hırsın, öfkenin verdiği sebebiyetten meydana geldiğini... Ama ben içten olmasını isterdim. Öyle çok isterdim ki; herkesin imrenerek baktığı abi ve kız kardeş ilişkisi yaşamamızı... Ben kız kardeş olabildim elimden geldiğince ama o bir abi değil, düzgün bir insan bile olamadı. Ben de hiçbir zaman bu evde içimden geldiğince tebessüm edemedim. Bir salondan bir salona geçerken şen kahkahalar atamadım. Onunla şakalaşamadım. Beni kızdırmak için eğlenceli şeyler yapmadı... Biz Serhan'la hiçbir şey olamadık.

''Sahi,'' dedim yutkunarak. ''Senin hırsızlık işi ne oldu? Hani Fikret'in babasından para araklamıştınız ya. Bir on bin lira kadar.''

Tadı kaçtı. ''Bu konuyu açma bir daha ve çeneni kapalı tut.''

''Ama sen benim her konuma ahıra girer gibi dalıyorsun, haksızlık değil mi?''

''Sana bu konuyu kapalı tut dedim!''

''Üf,'' dedim kollarımı göğsümden indirirken. ''Çok lazımdın zaten. İşin yok, gücün yok git bir yerde çalış da eve ekmek getir. O nefret ettiğin babanın verdiği nafakalarla ödenen elektrik faturası sayesinde izliyorsun bu televizyonu ama lafa gelince ''sus, kapat çeneni'' Tabii canım tabii.''

Bir şey diyemedi çünkü bunların doğru olduğunu biliyordu. Yüzüme dik dik bakmaya devam ederken gülümsedim fakat bir şey sormak istedim. Bir cevap vermeyeceğini biliyordum ama yine de denedim işte. ''Babamı neden sevmiyorsun?''

Cevap vermedi.

''Babamı seviyorum, o da beni seviyor diye mi?''

''Baban kimi severse sevsin, umurumda değil.''

Kaşlarımı yukarı kaldırdım. ''Peki. Zaten düzgün bir cevap çıkmayacağını biliyordum.'' Arkamı dönüp gitmek istedim. Kurumuş dudaklarımı ıslatırken bir adım gerileyerek yüzüne bakmaya devam ettim. ''Ama yine de şunu bil, o kötü biri değil. Nefretini hak etmiyor.''

Televizyona bakıyordu ama izlediği şeyi anladığından daha doğrusu aklının orada olmadığından emindim. Neyi düşündüğü de umurumda değildi. Sadece içimdekileri yanlış denize döktüğümü fark ettim ve bu yeni bir şey değildi. Sessizlik ikimizin arasındaki en uzak kelimeyken şu an ikimize sarılmıştı fakat ben gitmiştim.

Odaya girdiğimde Ömer'i babamın ona aldığı yeni boya kalemleri ile resim yaparken buldum. Çalışma masasının başında, sandalyeye oturmuş ayakları yere değmeden onları sallayarak resim yapıyordu. Kafasını çevirip kocaman gülümsedi. ''Hoş geldin abla.''

''Kolay gelsin efendim,'' dedim omzundaki çantayı yere bırakırken. Yanına gidip ellerimle saçlarını karıştırdım. ''Neler yaptın bakalım?''

''Biraz top oynadım ve tam beş gol attım. Şimdi de resim çiziyorum.''

''Bravo sana be,'' diye kutladım onu, ardından yaptığı resme baktım. Kaşlarımı çatarak çizdiği şeyleri anlamaya çalıştım. Ben resme bakarken Ömer minik parmaklarıyla çizdiği şeyleri bana anlatmaya başladı. ''Bu Seyit Ali Abi, uzun boylu çizdim onu.'' Kıkırdadı. Sonra ekledi. ''Bu da sen... Ellerinizi tutuşturamadım çünkü beceremedim. Ama ikiniz de en çok da sen acayip mutlusun, gülücük çizmeyi biliyorum çünkü... Bir de güneşimiz var. Arkaya da arabasını çizdim ama çok kötü biliyorum... O arabayla da seni alacak ve hep mutlu olacağınız, seni hep güldüreceği bir yere götürecek.'' Kafasını kaldırıp bana baktı. ''Ve mutlu son. Beğendin mi?''

Bir resme ne kadar bakabilirsem, bir resimde ne kadar uzun süre kalabilirsem kaldım... Gülümsemelerim ve dudak titremelerim fazlalaşmaya başladığında yutkunarak kafamı aşağı yukarı salladım. Sonra da dudaklarımı kafasına götürüp saçlarından öpüp, yüzünü sevdim. ''Çok beğendim.''

''Ya,'' dedi hevesle. ''Seyit Ali Abi de beğenir mi?''

''Bayılacak.''

''Bayılmasın,'' diye korktu. ''Ben bayılsın diye çizmedim ki bunu.''

Güldüm. ''O anlamda demedim ablacığım, çok sevecek yani.''

''Ha,'' dedi omuzlarını düşürürken. ''Korktum.''

''Allah'ım ya,'' diyerek karıştırdım saçlarını bu sefer de. ''Korkma hem ona bir şey olmaz.''

''Niye ki?''

''Imm,'' deyip eğildim yanına ve onunla daha iyi göz teması kurabildim. Gözlerime merakla bakıyordu. ''Onu bir süper kahramanmış gibi düşün.''

''Batman olur mu? En çok onu seviyorum da.''

''Evet, ben de en çok onu severim.''

''Yani Seyit Ali Abi'yi seviyorsun.''

Alık alık baktım. ''Ne alakası var Ömer?''

Gözlerini kısarak kafasını iki yana salladı. ''Tamam ya kimseye söylemem söz.'' Elleriyle yüzümü sevdi. Minik parmaklarının yüzümde gezinmesi... Ne bileyim çok hoşuma gidiyor işte. ''Mutlusun sen abla, sen mutluysan ben de mutluyum.'' Beklemediğim bir anda kaşlarını çattı. ''Ama seni üzerse ben de Joker olur, onu üzerim. Batman falan sökmez bana ha!''

''Bak sen şuna ya,'' dedim keyifle. ''Büyümüş de ablasını koruyor.''

Gülümsedi. ''Bu büyümemiş halim daha.''

Sahte bir endişeyle dudaklarımı ısırarak parmaklarımı ağzıma götürdüm. ''Abo, Seyit Ali kaçacak delik arasın bence. Ben ona söyleyeyim de beni hiç üzmesin.''

Gülüşmeye başladık. Çok güldük ve çok eğlendik. Ayağa kalktığımda belimdeki gömleği çıkarıp temiz kıyafetlerimle beraber banyoya girdim ve kendimi sıcak suyun altına attım. Günün tüm yorgunluğu ve enerjisinden arınmıştım fakat her şeye rağmen mutluydum. Hem de çok mutluydum.

TEO BOŞ YAPIYOR!

Teoman: Cihangir patlatmadığın mısırları üç gün sonra çuvalla patlatıp getirmezsen adam değilsin.

Cihangir: Ne alaka?

Teoman: Mal herif.

Teoman: Seyit biraderim, Ander şerrosunu böcek gibi ezerken boş boş mu bakacağım?

Timur: Abi saat kaçtaydı o ya?

Teoman: Sen gelme lan! Git sevgilinle çiçekli mesajlaşmalara devam et.

Timur: Nasıl da sinirli benim yaralı kekim.

Teoman: İyileşiyorum lan o değil de.

Cihangir: Vay anasını insan cidden hayret ediyor lan. Tıp nelere kadir.

Teoman: Tabii Seyit'in de payı büyük şimdi. Yemedi yedirdi, içmedi içirdi, sütle besledi beni.

Timur: Kıymetini bil.

Teoman: Bu arada ben mekânı ayarladım. Dövüşten sonra eğlencenin dibine vuracağız. Biraz ava çıkayım ben de, özledim lan.

Cihangir: He koş tüm bacılar senin koş.

Grup mesajlarından çıktıktan sonra Seyit Ali'ye mesaj attım.

Leyla Neva: Bugün sormayı unuttum, dövüş saat kaçtaydı?

Birkaç dakika sonra mesajıma döndü.

Seyit Ali: Akşam on gibi ama sen gelmiyorsun tabii.

Leyla Neva: Tabii ki geleceğim.

Seyit Ali: Müsait misin şu an?

Direkt onu aradım lâkin beni reddetti ve o aradı. Gülerek gözlerimi devirdim ve konuştum. ''Aman ne mütevazısın maşallah.''

''Giden benden gitsin.''

''İyi.''

''Neva o gece orada olmanı istemiyorum,'' dedi ısrarcı bir şekilde. ''Hem yalan söylemeni hem de orada olmanı istemiyorum. Bu iyi bir fikir değil.''

''Peki ya babama yalan söylemezsem?''

''Siktir!'' deyiverdi ansızın.

''Merak etme babama gidip ''baba ben tanımadığım tuhaf insanların arasına girip hoşlandığım beyin hoşlanmadığı herifin ağzını burnunu dağıtmasını izlemeye gideceğim,'' demeyeceğim. Ama seninle olacağımı söyleyeceğim. Bunu saklarsam daha çok kızar.''

''Bir dakika! Hoşlandığım bey mi dedin?''

''Sağır değilsen öyle dedim evet.''

''Ananı avradını karizmaya bak,'' diye güldü. ''Bir daha desene manyağın olurum.''

Seviyorum seni desem, kalp krizinden ölür herhalde.

''Dedim bir kere, iyice duymuşsun zaten,'' dedim omzumu silkerek. ''Ee? Şimdi gelebilir miyim peki? Zaten Teoman, Cihangir, Timur, Semih falan da orada olacak. Yalnız değilim ki.''

''O Semih veledi her yerden çıkmak zorunda mı?''

''Velet değil o.''

''Bebek o zaman. Kundakta olanından.''

Ellerimi nemli saçlarıma götürerek karıştırdım ve gülmeye devam ettim. ''Biz o gece oradayız Seyit Ali. Yanında olmak istiyorum, bu sefer ki çok başka olacak işte anlasana. Söz veriyorum başıma bir şey de gelmeyecek.''

Bir süre bekledi ve çok da istekli olmadan bunu kabullendi. Gülümseyerek gözlerimi kapattım ve gecemi onunla kapatmak istedim. ''O gece ne olursa olsun yanında olacağım. İyi geceler.''

🎻

İçimizi yanlış denizlere döküyorsak, bunca dalga kimlerin kıyısına vuruyordu?

Bu gece büyük bir geceydi. Uzun zamandır bu kadar heyecanlandığım bir gece olmamıştı. Belki her şeyin sonu, belki her başıydı. Neyin neresinde olacaktık bilmiyorum ama bu gece hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissediyordum. Bunu bana kanıtlayan bir şey yoktu belki ama dedim ya; bu gece büyük bir geceydi.

Babamdan izin almayı başarmıştım. Günlerden cumartesiydi ve babam çok geceye kalmamak şartıyla buna müsaade etmişti. Dövüş saat on gibi olacaktı ve ben daha ne kadar geceye kalabilirdim bilmiyordum. Yine de babama güven verebildiğim için iyi hissediyordum. Seyit Ali çok evvelden mekâna gitmişti ve Cihangirler, Semih ile beni alacaktı. Cadde başında bir yerde Semih ile buluştuk. Bu arada üzerime siyah deri ceket ve siyah kot pantolonumu çekmiştim. Abartıya kaçmayan bir gece makyajıyla, saçlarımı da açmıştım. Semih elleri cebinde Cihangirleri beklerken cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına koydu ve onu yakıp yola baktı. ''Nerede kaldı bu herifler?''

''Beş dakikaya gelirler,'' dedim. ''Zaten erkenden gideceğiz.''

''Ya var ya,'' diye baktı yüzüme gözlerini kısmış bir halde, ağzında sigarası durmaya devam ederken. ''Girmediğimiz ortam kalmadı resmen. Helal lan!''

Güldüm. ''Ne büyük meziyet değil mi?''

Dalga geçti. ''Ya, hiç sorma.''

Gülümsemem yavaşça söndüğünde saçlarımı sırtımdan arkaya aşırdım. ''Baban bir şey demedi değil mi?'' diye sordu Semih, sigarasının dumanını dışarı verirken. Kafamı iki yana salladım fakat bu kısa sürdü. ''Ya elbette sorguladı çünkü Seyit Ali'yi çok iyi tanımıyor ve saat de geç ama bana güvendiğinden izin verdi.'' Sesim biraz kısıldı. ''Ona yine bir yerde yalan söyledim fakat en azından kiminle olduğumu biliyor.''

Dudağının kenarı kıvrıldı. ''Gerçeği bilse ne yapar acaba?''

''Bana bir daha asla güvenmez.''

''Ona bunu yaşatmak istemediğini biliyorum ama bu böyle sürerse sonuç belli değil mi?''

''Haklısın ve bunun doğru olduğunu savunmuyorum ama,'' derken gülümsediğimi fark edemedim bile. ''İçimde durdurulmaz bir şey var ve ben buna mani olamıyorum, Semih. Her an onunla olmak istiyorum, onun yüzünden başım belaya girse bile ondan kaçamıyorum yani bana çok başka şeyler hissettiriyor.''

''O çok başka şey dediğin, âşk mı?''

Duraksadım ve Semih'in gözlerine baktım. O da kahverengi harelerini benden hiç uzağa çekmedi. Sigarasını parmaklarının arasına aldığında kafasını eğerek güldü. ''Âşıksın sen, Leyla.''

''Belki,'' diye itiraf ettim. ''Bu hissettiğim ve onun için yapmak istediklerimin adı buysa belki.''

''Umarım o senin ona karşı hissettiğinin on mislini hissediyordur,'' dedi açıkça. ''Sen onca yalanı onun için söylüyorsan o senin için her şeyi göze almalı.''

''Orada olmamı istemedi, benim iyiliğim için, beni kendi hayatının biraz uzağında tutmaya çalışıyor. Yarışlar, dövüşler vesaire.''

Güldü. ''Geriye hangi hayatı kaldı?''

''Onu tanımıyorsun,'' dedim. ''Benim için zaman oluşturur ama ben onu bu hayatın içinde buldum ve böyle kabullendim. Buna karşı çıkmaya hakkım yok.''

''Peki ya ileride bu işleri bırakmasını istersen?''

''Sanmıyorum.''

Bakışlarını arabaların yavaş yavaş geçtiği caddeye çevirdi. ''İsteyeceksin. Bu elinde olmayacak ama isteyeceksin.''

Gözlerimi kısarak koluna bir tane vurdum. ''Sen hayırdır ya? Böyle bir ilişki uzmanı falan kesildin başıma! Üç gün önce Gökçe'yle nasıl dans ettiğini unuttun sanırım.''

Anında yüzüme döndü. ''Sen zorladın beni.''

''Tabii canım tabii.''

''Ya bırak Leyla ya,'' dedi kafasını diğer tarafa çevirirken. ''Sen de başlama şimdi Teoman manyağı gibi... Yalnız harbiden hepsi manyak kızım onların. Özellikle seninki var ya... Üf kafayı sıyırmış.''

Sırıttım. ''Sıyrık mıyrık benimki işte.''

Semih bana hayretler içerisinde baktı. ''Al işte sen de iyice gitmişsin.''

''Şş,'' dedim kızarak. ''Bunlar aramızda kalacak.''

Güldü. ''Bak eğer ki işler kötüye gider, bu adam kaybedecek raddeye gelirse bir bağırırım ''seninki sana benimki diyor'' diye yemin ediyorum enerji içeceği içmiş gibi canlanmazsa bana da Semih demesinler.''

''Salaksın,'' dedim gülmelere doyamazken. Aman ne çok güldüm, kesin ağlayacağım.

Az sonra Cihangirler bizi almaya geldi. Teoman ön koltukta otururken biz de Timur ile arka koltuğa geçtik. Ben kapı kenarındaydım. Cihangir, Seyit Ali ile konuştuktan sonra telefonu kenara bıraktı. ''Saat ondan erken başlayacakmış,'' dedi. ''Neyse ki yetişiyoruz.''

Teoman, ''Yetişiriz,'' dedi. Oradan bana laf attı, hiç de duramaz. ''Leyla Reis, çikolatalı sütünü getirdin mi?''

''Aman ne komik ne komik.''

''Semih,'' dedi oradan rota değiştirirken. ''Kardeşim seni de yoruyoruz ama.''

''Ne demek,'' diye homurdandı Semih. ''Benim için şeref.''

''Herhalde oğlum, bugüne bugün eniştenin dövüşünü izlemeye gidiyorsun.''

''Doğru,'' dedi Semih. ''Leyla sağ olsun.''

Buna gülmüştüm. Teoman hiçbir şey söylemedi. ''Sen nasılsın bu arada Teoman?'' diye sordum sakince. ''Bayağı toparlanmış gördüm.''

''Çok ağrım yok, yarın dikişlerimi aldırmaya gideceğim,'' dedi. ''Artık sonrasına bakacağız.''

''Aydın'a gidecektin değil mi?''

''Evet,'' dedi düz bir sesle.

''Anladım,'' dedim onu cevapsız bırakmamak adına. Sonrasında ise konuşan kimse olmadı zira artık işin başka bir boyutuna geçiyorduk. Hesaplaşmalar bu geceye ait kalacaktı, bu geceyi unutulmaz kılacaktı. Neredeyse yirmi dakika kadar sonra nihayet kafese gelmiştik. Kalbim delicesine çarpıyordu. Hava kapkaranlıktı ve araçlar arka taraftaydı yine de içerinin gürültüsü, dışarıya taşmadan duramıyordu. Hissediyordum. Duyuyordum. Yaşıyordum. Rüzgâr saçlarıma bir şarkı bırakmıştı ama dans etmem için değil o şarkıya eşlik etmem içindi. Ben de o rüzgâra sahip çıktım, onu sahiplenerek saçlarıma doladım. Bu gece Seyit Ali için söyleyecektim, en güzel şarkılarımı. Bazen en güzel notalar dudaklardan değil, gözlerden okunurdu. Gözlerime bakınca kaybettiği gücünü benden duysun, okusun ve alsın istiyordum.

Teomanlar önde biz bir adım onların gerisinde mekânın giriş kapısına ilerledik. Buraya birden fazla kez geldiğim için tuhaflık hissetmemiştim ama ilk kez bu kadar sesi ta dışarıdan işitmeye başlamıştım, üstelik dövüş henüz başlamamıştı bile. Cihangir kapıdaki adamlarla birkaç saniye ya konuştu ya da konuşmadı kendimizi içeride bulduk. O meşhur koyu renk koridoru geride bıraktık ve saniyeler içinde kendimi bir cehennemin içinde buldum. Neredeyse her yer doluydu. Kafesin etrafı örülmüştü. Üst katlar da keza öyleydi. İnsanlar bu iş için para ödemişti, insanlar bu iş için yumruklarını masaya vurmuştu. Semih ile yan yana ilerlemeye devam ederken Teoman direkt beni koltuğunun altına çekti. Bunu zerre kadar yadırgamadım. Alışmıştım. Vay canına. Sahiden öyle mi olmuştu?

Cihangir ve Timur kalabalığı yararken kendimi kafesin önünde buldum. Bir yanımda Semih duruyordu diğer yanımda Teoman. Üstelik Teoman'ın kolunun altındaki hapsim devam ediyordu. ''Yaran acımıyor değil mi?'' diye sordum onun kulağına doğru yükselerek.

''Merak etme iyiyim,'' dedi gülümserken.

''İyi bari.''

''Aman dikkat edelim sana,'' diye dalga geçti. ''Reşit değilsin zaten.''

Gözlerimi devirdim. ''Hay senin reşitliğine. Doğum günüme gelme Teoman.''

''Ne zaman ki?'

''17 Ağustos.''

''Hadi be,'' dedi şaşırarak. ''Çok az kalmış reis.''

''Sonunda kurtuluyorum senin bu reşit muhabbetinden.''

Eğlenerek kafasını çevirdi. ''Bende malzeme bitmez, sen o tatlı canını hiç sıkma.''

''Nasıl mesudum nasıl.''

Gülmeye devam etti. Kafamı Semih'e çevirdim. Pek bir heyecanı yok gibiydi, etrafı izliyordu. ''Ne oldu?'' diye sordum. Keyiften uzak bir şekilde gözlerime baktı. ''Cidden mi Leyla? Burası ne kızım böyle? Kaç tane kız var burada?''

''Saymadım.''

''Yüzden doksan beşi erkek hem de yarıdan fazlası abaza.''

''Yani?''

''Bilmiyorum,'' dedi dudaklarını büzerek. ''Benlik zerre kadar problem yok ama...''

''Semih biliyorum fazla gelmiş olabilir ama bu ilk değil,'' dediğimde cümlemin devamını getirdi. ''Son da olmayacak.''

Hafifçe tebessüm ettim. Kusurlu bir insan için kusursuz bir hayat ne kadar imkânsızsa, hatalarıyla var olmuş biri için her şeyi doğru yapmak da öyleydi. Buradaydım çünkü bunu göze almıştım. Buradaydım çünkü onunla olmak için vardım. Buradaydım çünkü artık duygularımın iplerine tutunmuştum lâkin kontrol hâlâ bendeydi. İyiydim.

Dakikalar sonra bu sağır eden gürültü bir anlığına kesintiye uğradı zira artık sahne sırası gelmişti. Kalabalık ortadan ikiye yarıldığında önce Ander çıktı, ardından Seyit Ali. Kalbimin nasıl attığını ölçmek ya da anlamak için elimi göğsümün üzerine koymama bile gerek yoktu çünkü kalbim şu an ağzımda atıyordu. Ander görüş alanıma girerken o kendinden bir hayli emin duruşu ve yüzündeki itici gülüşle kafese doğru ilerledi. Gözlerini kimseye değdirmedi ta ki kafesten içeri girene kadar bana bir saniyeden daha uzun bir süre bakana kadar. Bundan hiç ama hiç hoşlanmadığımda bakışlarımı kaçırdım aslında ona bakmıyordum ama gözlerini üzerimde iğne batarcasına hissettiğim için anlık bir refleksin kurbanı olmuştum.

Ander, kafesin içine girdiğinde onun destekçileri deli gibi bağırmaya başladı. O ise hiç oralı değildi. Sonra görüş alanıma Seyit Ali girdi. Kalbim... Yüzümdeki bu yerli yersiz tebessümlerimin hepsinde onun imzası vardı. Başı dik, sert çehresi ve bakışlarıyla kimseyle muhatap bile olmadan, bize bile bakmadan kafese ilerledi. Buna asla alınmadım çünkü onun tarzı buydu. Profesyonellik buydu. Eh, dikkatini dağıtırdım zaten.

En sonunda artık ikisi de kafesin içindeydi.

Delirecektim heyecandan ve kazanacağını biliyordum. İnancı tamdı, hiçbir zaman mağlup olacağına olanak vermedi.

Bacağında siyah şortu, ellerinde ise yalnızca sargı bezleri vardı. Bedeninde başka hiçbir şey yoktu. Kafasını öne eğmiş parmaklarını hareket ettiriyordu.

Ander'e baktığımdaysa ondaki duruş sinir bozucuydu. Sanki çoktan kazanmıştı da istediğini elde etmiş gibiydi. Asla! Bu asla olmayacaktı.

Bağrışlar, deli gibi haykırışlar başlamıştı bile, zaten hiç dinmemişti. Kendimi yavaştan ısıtıyordum, bu sefer buna ben de dahil olacaktım. Biraz sonra kafesin diğer tarafında Camila belirdi. Bu geçen ki kızdı ve adını unutmamıştım. Aşırı soğukkanlı ve dik duruyordu. Sıfır kol tişörtü, bir kolunun tamamen dövmelerle kaplı olması ve sert yapısıyla çok kolay dikkat çekiyordu. Kollarını göğsünde birleştirerek, tepeden sımsıkıya bağladığı atkuyruğu saçlarını savurdu ve Ander'e karizmatik bir bakış attı.

Teoman, ''Şu kız kim?'' diye sordu Cihangir'e. Cihangir ise, ''Ne bileyim oğlum,'' dedi. ''Her gün birileri çıkıyor.''

''Fenaymış,'' dedi Teoman. ''Ama döver bu beni.''

Timur yüzünü ekşiterek Teoman'a baktı. ''Abi birine de yavşama ya!''

''Lan ne dedik sanki?'' diye sitem etti Teoman. ''Tipim değil bir kere. Yer bu beni çiğ çiğ.''

Güldüm. ''Bunu inkâr edemeyeceğim.''

Konuşmalarımız kendi aramızda devam ederken kafesin kapısı açıldı ve içeri orta yaşlarda bir hakem girdi. O an bir sessizlik oldu ama sadece diller sustu. Nefesler, kalp atışları, önlenemeyen bu hırs beni dehşete sokuyordu ama korkmuyordum. Sanki var olduğum dünya buydu. Bir yanım nota bir yanım onu susturan seslerdi, bir yanım kaba gürültü bir yanım onu bastıran müziğimdi.

Hakem bağırarak konuşmaya başladı. ''Bu gece son zamanların en çok beklenen müsabakasına tanıklık edeceğiz.'' Ander'i gösterdi. ''Bir yanımda neredeyse kimseye geçit vermeyen Ander Petrov, bir yanımda ise,'' dedi Seyit Ali'ye bakarken. ''Uzun zamandır tek bir mağlubiyet almamış Seyit Ali Karayazı.''

Teoman ıslık çalmaya başladı. ''Göm onu oraya göm!''

Ardından diğerleri ve herkes. Tüm ağızlar açıktı ve birileri ''Seyit Ali'' birileri ''Ander'' diye haykırıyordu.

Derin bir nefes aldım. Dudaklarımı ısırdım. Tüm gücümü onun gözlerine verdim. Gözlerimde olmayan gözlerine baktım ve kendimi hissedebildim. Hakem kollarını iki yana açtı. Ander ve Seyit Ali birbirine uzaktı ama bu az sonra hakemin işaretiyle son bulacaktı. Ve son buldu. Hakem işareti verdiğinde hızla geriye çekildi.

Dövüş başladı.

Seyit Ali ellerini yumruk yaparak göğüs hizasından yükseğe taşıdığında sabırsız adımlarla Ander'in üzerine yürüdü. Ander de zaten onun üzerine yürümüştü. İlk darbe Ander'den geldi fakat Seyit Ali bunu elleriyle savunma yaparak karşıladı. Yerimde duramıyordum. Dişlerimi sıkmaya başladım. Cihangir, Teoman, Timur hepsi bağırıyordu hatta az sonra Semih de bağırmaya başladı.

Seyit Ali kendini bu darbeden sakındığında fırsatını yakaladı ve Ander'in sağ yanağına sertçe vurdu. İnsanlar daha kuvvetli bağırmaya devam etti. Kafesin içinde bir savaş vardı, yalnızca birinin kazanacağı ama sonucunda nelerin getireceğini bilmediğimiz savaş. Yine de Seyit Ali kazanacaktı. Aksine hiçbirimiz ihtimal bile vermiyorduk. Ander yediği darbeden etkilenmemiş bilakis daha da hırslanmış bir şekilde burnundan soluduğunda Seyit Ali'yi köşeye doğru sıkıştırarak üzerine yürüdü ve yüzüne vurmaya başladı. Seyit Ali anlık bir savunmasızlık içine düştüğünde yutkunamadım. Teoman delirmiş gibi kulağımın dibinde bağırıyordu. ''Pes etmek yok! Kurtul oradan! Seyit kurtul oradan kardeşim!''

Semih'i duydum. ''Yaparsın, yaparsın lan sen!''

Sonra Timur'u ve Cihangir'i de...

Seyit Ali yüzüne birçok kez darbe yediğinde nihayet sıkıştığı yerden kurtuldu. Yüzüne baktım. İçim ekşidi çünkü o güzelim suratında görmeyi hiç sevmediğim ama çokça alışkın olduğum kanlar akmaya başlamıştı bile. Kaşının kenarından süzülen kan ağır bir yolculuğa çıktığında Ander'in keyiflendiğini gördüm. Hayır, o gülsün istemiyordum. Seyit Ali derin bir nefes alıp vererek savunmayı bırakıp atağa geçti. Ander'in üzerine yürüdü. Birkaç yumruk da o savurdu fakat istediği vuruşu elde etmiş sayılmazdı. Henüz adapte olamamıştı. Ters giden bir şeylerin olduğunu anlayabiliyordum. Bu içimi kemirmeye başladığında ellerimi çenemin altına koyarak titreyen gözbebeklerimle onu süzdüm. Ander kendini çok iyi savunuyordu. Seyit Ali ise bir tık gerisine düşmüştü. Bir türlü istediği vuruşları ellerinde toplayamıyordu. Birkaç yumruk Ander'in karnına isabet ettiğinde Ander karnını geriye çekti lâkin çok atik bir şekilde kollarıyla Seyit Ali'nin belini sarıp onu hızla sırt üstü yere düşürdü. Yere düşürdüğü gibi üzerine çıkarak yumruklarını sallamaya başladı.

''Siktir!'' diye bağırdı Teoman. ''Seyit! Kardeşim sakın! O gün bugün değil Seyit!''

Ne diyeceğimi bilemiyordum ve çaresizliği damarlarıma kadar hissediyordum ama bir yanım bunun aksini savunuyordu. Hayır, o seni asla bu duyguyla bir başına bırakmaz. Hayır! Seyit Ali yine ellerini yüzüne götürerek savunmasını yaparken ayaklarını kullanarak Ander'in belini sımsıkı sardı. Onu kendine doladı. Ander bir anlık sekteye uğradığında bu sandığımız kadar kolay olmadı. Seyit Ali'nin bacaklarının arasından kurtulmayı başardı ama Seyit Ali de yerden kalkmıştı. Hakem oradan oraya kafesin içinde dönüyordu. En ufak bir ciddiyette müdahale ediyordu. Ander'in yüzünde şu ana dek hiçbir kan lekesine ya da fark edilir bir yaraya rastlamamıştım ama Seyit Ali... Kan lekeleri, sevilesi çehresini benden daha çok benimsemişti.

Bir şeyler istediği gibi gitmezken kulaklarımın yavaş yavaş alıştığı haykırışlara kendini kapatmıştı. Ve yine... Yine köşeye sıkıştı. Ander iki kez Seyit Ali'nin kafasına yumruğunu geçirdiğinde gözlerim iri iri açıldı ve kendimi tutamadan ona bağırdım. ''Oraya vurulur mu ulan, ayı?!''

Camila'nın dikkatini çekmiştim. Buz gibi bakışları yüzümde toplandı ama ona bakmadım bile.

Hakem direkt araya girip Ander'i uzaklaştırdığında müsabakaya beş dakika ara verdi.

Seyit Ali hızla ve öfkeyle kafesini kapısını açıp direkt soyunma odasına ilerlediğinde Cihangir başta olmak üzere peşinden gittik. Nefes nefeseydik. Seyit Ali kapıyı sertçe açıp içeri girdiğinde elini duvara vurdu ve okkalı bir küfür savurdu. Cihangir onu sakinleştirmek maksadıyla, ''Sakin ol,'' dedi. ''Daha hiçbir şey bitmedi.''

Burnundan soluyordu. Saçlarının dipleri terlemiş, sert bedeninde depremi andıran hareketler mevcuttu. Odanın içinde sinirle dönmeye devam ederken ellerini birbirine vurdurdu. Bizi duymuyordu gibiydi. Teoman öne çıkarak, ''Kardeşim sakin ya,'' dedi. ''Bitmiş sayılmaz. Oğlum alacaksın biliyorum.''

''Delireceğim,'' dedi Seyit Ali keskin diliyle. ''Bir bokluk var üzerimde, bir şey var!''

''Kafanı ana değil, sonuca verdiğin için olabilir mi?'' diye sordu Timur. ''Herifin amacı da buydu zaten, abi. Kafanı doldurdu. O sana odaklanmış sen onun boş tehditlerine.''

Teoman, Timur'a seslendi. ''Boşuna adam olacak çocuk demiyoruz buna.''

Seyit Ali şu an çevrimdışıydı. Cihangir kontrollü bir şekilde onu dengede tutmaya çalıştı. ''Bunu kazanacaksın, sakın unutma. Pes etmek yok!''

''Pes etmek yok,'' diye tekrarladı Teoman sonra da diğerlerine bakıp kafasıyla işaret etti. Dışarı çıktılar. Odada yalnızca ikimiz kaldık. Süremiz kısıtlıydı. Seyit Ali kafasını iki yana sallayarak sırtını lavabonun fayansına verdiğinde ellerini de iki yana koydu. Ellerine baktım. Bandajları parçalanmıştı. Karşısında dikildim ve vaktimi en iyi şekilde kullanarak elimle yüzünü kaldırdım. Gözlerime baktı. Gözlerine öyle derin, öyle anlamlı baktım ki, bir şeyler hissettiğimi anlamaması imkânsızdı. ''Sen en iyisisin,'' diye konuştum kendimden emin bir şekilde. Ondan emin bir şekilde. ''Sen hep en iyisi oldun. Şimdi çık ve bunu bitir. Ana odaklan, Seyit Ali.'' Ellerimi ensesine götürdüğümde alnımı alnına yaslayarak gözlerimi kapattım. Anı hissettim. O derin nefesler alıyordu ben ise daha sakindim. Bu dengeyi korumaya yetmezdi belki ama onu dengeli bir hale sokabilirdi. Parmaklarımla ensesini severken sessizce mırıldandım. ''Beni düşünme, sonuç ne olursa olsun yanında olacağım. Her zaman böyle olacak. Şayet ki beni düşünürsen iyi olduğumu düşün. Endişeler değil, galibiyetler için varsın.''

Kalp atışlarımın bir adı olsaydı onunkini söylerdi.

Ama bunu bir tek ben duyar, bir tek ben bilirdim.

Alnımı alnından çektiğimde hafifçe tebessüm ettim, o ise hiç konuşmadı. Elimle yüzünü bir sefer okşadım ve dudaklarımı yanağına bastırıp geri çekildim. Öptüm. Sonra da odadan çıktım.

Teomanların yanında olmam uzun sürmemişti ve az sonra ikisi tekrar kafesin içindeydi. Olacaktı. İnancının olduğunu biliyordum ama kafasına girmiş tilkilerden şimdilik uzak durması gerekiyordu. Hakem az sonra müsabakayı tekrar başlattı. Seyit Ali derin bir nefes aldığında bu sefer ilk adım ondan gelmedi. Ander sabırsızca davrandığında onun üzerine yürüdü bir direkt bir darbe salladı ama Seyit Ali kafasını sağa çektiğinde o yumruk boşa gitmiş oldu. Bu süreci iyi değerlendiren Seyit Ali, kollarıyla Ander'in gövdesi sımsıkı sarıp onu yere düşürdü. Ander yere öyle bir düştü ki deyim yerindeyse kafes zonkladı. Seyit Ali gözünü hırs bürümüş bir vaziyette doğrularak Ander'e vurmaya başladı. Delicesine vuruyordu, çığrından çıkmış gibi Ander ise elleriyle yüzünü kapatmıştı. ''Aslanım benim be,'' diye bağırdım kendimi tutamadan. ''Bunu yapacaksın, Seyit Ali. Bunu başaracaksın. Pes etmek yok!''

Teoman bana tepeden baktı. Gülüyordu. ''Hele bizim atom karıncaya da bak hele, nasıl destek veriyor.''

''Ne sandın oğlum sen beni?'

''Eyvallah reis, büyüğümüzsün.''

''Ha şöyle,'' diye güldüm ve yeniden oyuna döndük. Hakem müdahale etme gereği duyduğunda Seyit Ali nefes nefese arkaya geriledi. Ander de az sonra ayağa kalktı ve nihayet onun da artık yüzünde kan lekeleri vardı. Az da sen acı!

Derin nefesler, inip kalkan göğüsler ve etraftaki sayısız sesler.

Bir gecenin içinde
Tek bir kazanan
Bir kafesin içinde
Özgür olan

Seyit Ali olacaktı.

Müsabaka anlık bir aranın ardından kaldığı yerden devam etmeye başladığında ikisi de seviyeyi en üste çıkardı. Darbeler, yumruklar üst üste geliyordu. Bir biri öne geçiyor, hemen peşinde sırayı diğerine veriyordu. Bizler ise bağırmaya devam ediyorduk. Seyit Ali bir darbede dudağının kenarına yediğinde dişlerini sıktığını gördüm. Bir adım geriye çekildi ve derin bir nefes alıp verdi. İşte o an nefesimi tuttum. Sakın... Sakın Seyit Ali. Ander onun boşluğundan yararlanarak üzerine geldiğinde Seyit Ali taktik yapıp hafifçe eğildi ve yumruk yaptığı elini Ander'e okkalı bir şekilde savurdu. Ander geriledi. Seyit Ali bunun üzerine gidip son vuruşu yapmak maksadıyla kendi etrafında tam tur yapıp, ayağıyla Ander'in karnına bir kez daha vurup onu kafesin tellerine itti sonra da yere düşürdü. Durmadı. Asla durmuyordu. Bitirecekti. Gitti ve yumruklarını konuşturmaya kaldığı yerden devam etti. Ander tükeniyordu. Hakem başında belirdi ve herkes nefesini tutmuş gibi sonucu bekliyordu. Hakem her an müdahale edecekmiş gibi pusuda beklerken bir şey oldu; Ander ellerini yere vurdu. Seyit Ali'nin durmasını istedi.

Hakem, Seyit Ali'yi ondan uzaklaştırdığında Seyit Ali'nin soluk soluğa kalmış haliyle karşılaştım. Ander'e bakıyordu.

Ander ise yerdeydi.

Hayır, bu kadar değildi.

Ander Petrov, az önce gözlerimizin önünde pes etmişti.

Hakem, Ander'e bakarken kalkması için yardım etti ama Ander bunu kendi başına yaptı. Yine de çok geçti. Birkaç adım öne çıktık. Cihangir ve Teoman ellerini havaya kaldırmışlardı bile. İçimdeki duyguyu tarif bile edemiyordum. Bu acayipti, bu şimdiye kadar yaşadıklarımın en uç noktalarında olanlardan bir tanesiydi. Gözlerimin içinde neden orada olduğuna anlam veremediğim, verdiğimde de kendime layık bulamadığım bir gururu hissettim. Ellerimi birleştirerek dudaklarımı ısırdım.

Seyit Ali kazanmıştı.

O buna inanmıştı. Sonuca değil ana kilitlenmişti zira her şeyin bir sonu vardı ama anları kaçırırsak gideceğimiz son da iyi olmazdı.

🎻

Bazen her şeyin iyi gitmesine isteriz ama bunun için zerre kadar çaba sarf etmeyiz. Bazen her şey yoluna girmiş gibi hareket ederiz, aslında kendimizi kandırmayı çok iyi biliriz.

Oradan ayrılmıştık.

Seyit Ali kazanmıştı. Bunu defalarca kez bağırabilir durmadan konuşabilirdim.

Dövüş sonrası Teoman'ın bizi getirdiği mekâna gidiyorduk. Biraz daha vaktim vardı. Babam henüz aramamıştı. Bu geceyi zirvede bırakmak istiyordum. Hepimiz istiyorduk aslında. Arabadan indik ve birlikte mekânın girişine doğru yürüdük. Seyit Ali beni kendine çekmiş, boynuma sarılmıştı. Ben de kolumu onun beline sarmıştım. Az sonra mekânın kapısında duran iki tane takım elbiseli adamın karşısında durduk. Sanırım bizimkiler onları tanıyordu. Teomanlar selamlaşırken adamlarının birinin gözü üzerimde belirdi. ''Arkadaş reşit mi?'' diye sordu.

Teoman gülmeye başladı.

Seyit Ali beni kolunun altından bir an olsun çekmezken konuşan adama hafifçe yaklaşıp, ''Abi senden hiç böyle bir şey istemedim ama o benimle,'' dedi. ''Bir sorun çıkmayacak emin ol.''

Adam pek memnun kalmasa da, ''Peki,'' dedi Seyit Ali'ye bakarak. ''Bu seferlik senin hatrın için bir şey demeyelim, biliyorsun oğlum patron arıza çıkarıyor sonra.''

''Merak etme,'' dedi Seyit Ali tok bir sesle. ''Bir şey olmayacak.''

Diğerleri de selamlaştıktan sonra içeri girmeye hazırlandık ama Semih bizi şaşırtarak durdurdu. ''Bir saniye,'' dedi kolundaki saate bakarak. ''Daha doğrusu iki dakika!''

''Ne oluyor lan?'' diye sordu Cihangir buna anlam veremezken. Dudaklarımı sarkıttım. Semih pür dikkat bir halde gözlerini kolundaki saatten ayırmazken onu beklemeye başladık ama asla ne olduğuna anlam veremiyorduk. Seyit Ali bıkkınlıkla homurdandı. ''Bak çocuk zaten fenayım, bir de oyalama insanı. Derdin ne senin?''

''Az kaldı!'' dedi Semih.

Kapıdaki adamlardan biri Semih'e seslendi. ''Şş, senin yaşın tutuyor mu peki?''

Semih diğer elini kaldırdı ve beşten geriye saydı. Sonra şöyle dedi: ''An itibariyle tutuyor.''

''Siktir lan!'' dedi Teoman şaşkınlıkla. Gözlerim kocaman olduğunda Semih'e bakakaldım. Ne? ''On sekiz mi oldun? Bugün doğum günün mü yani?''

Semih, ''Evet,'' demekle yetindi. ''Reşitim.''

Seyit Ali kafasını hafifçe kafama vurarak isyan etti. ''Üstün başarı, işte bu.''

Şaşkınlığım ve kendime olan kızgınlığım baş gösterdi... Ben bunu unutmuş muydum sahiden? Ama an itibariyle demişti, sabah hatırlardım. Üzüldüm. Ama yanımızdaydı ve bu sayede bunu kutlayabilirdik. Cihangir kendini tutamayıp Semih'i kendine çekti ve ona sarılıp saçlarını karıştırdı. ''Doğum günün kutlu olsun, koçum.''

Semih içten bir samimiyetle, ''Eyvallah,'' dediğinde Teoman, ''O zaman çifte kutlama başlasın,'' diyerek yarasının müsaade ettiği kadar elleriyle ritim tutarak içeri girdi.

Teoman'ı takip ettik. İçeri girdik. Burası evet bir gece kulübüydü. Dizilerde izlediğimden pek de farkı yoktu sadece aşırı rahatsız eden müziği sevmiş sayılmazdım. Teoman en önde bizim için ayırttığı locaya ilerlediğinde biz de oraya doğru yürümeye devam ettik. İnsanlar deli gibi dans ediyordu. Tuhaf bakışlarımla gülümserken nihayetinde locaya geçtik. Derhal bir garson gelip sipariş aldı. Seyit Ali, ''Bir meyve suyu ya da soda getir, gerisi her zamankinden,'' deyip Semih'e baktı. ''Sen ne içiyorsun?''

''Fark etmez,'' dedi Semih.

Seyit Ali, ''Tüh çilekli süt de yok ki burada,'' diye buz gibi bir espri yaptığında gözlerimi devirdim. Semih kusacak gibi oldu. ''Ne komik adamsın ya! Tip ve mizahın aynı anda olmayacağının kanıtısın resmen.''

''Sende ikisi de yok,'' dedi Seyit Ali sonra da uzatmadan garsona bir şeyler söyleyip konuyu saldı.

Arkama yaslandım ve telefonuma baktım. Henüz kimse aramamıştı. Seyit Ali kulağıma yaklaşıp, ''Beş dakika sonra kalkarız,'' dedi. ''Merak etme.''

''Sorun değil,'' dedim sakince telefonumu kapatırken. ''Biraz daha vaktim var.''

Belli belirsiz gülümsediğinde gülümsedim. Gözlerim yanımda duran Semih'i bulduğunda, ''Bunu bilmiyordum,'' dedim. ''Keşke hatırlamış olsaydım, üzgünüm.''

''Ya bunun için de üzülme,'' diye güldü. ''Ben bile bir yerime takmıyorum doğum günümü. Salla yani!''

''Olsun yine de,'' deyip mahcubiyetle dudaklarımı birbirine bastırıp koluna dokundum. ''İyi ki doğdun, Semih. İyi ki.''

''Teşekkür ederim,'' dedi Semih içten bir sesle.

Tepedeki spot ışıkları, ortadaki iki büyük avize ve çılgınca dans eden insanlar... Her şey çok abartı ama her şey çok yerindeymiş gibi duruyordu. Sırtımı koltuğa yasladığımda Seyit Ali kolunu boynumdan aşağı sarkıtıp parmaklarıyla saçlarımın uçlarıyla usul usul oynamaya başladı. Az sonra içeceklerimiz masaya geldiğinde Teoman bardakların birine uzandı ve direkt kafasına dikip gözlerini sertçe kapatıp bardağı sıkarak güldü. ''İşte bu!'' Gözlerini açıp çevreye baktı. ''Özlemişim.''

''Hadi biraz kafa bul, bacı avına başla,'' diye dalga geçti Cihangir. ''Ama dikkat et bu seferkinin altı tane abisi çıkmasın, sonra aşirete damat verdi demesinler.''

Teoman elindeki bardağı bırakıp diğerine uzandığında dudaklarını kıvırarak güldü. ''Ben mi damat olacağım? Oğlum sen bile evlenirsin de ben sittin sene bekar gezerim. Âşık olma sorunum var benim. Olamıyorum.''

''Neden Cihangir için öyle dedin?'' diye sordum bir anda. ''Evlenilmeyecek bir tip mi sanki?''

''Hayır da yüreği azıcık yaralı biraderimin,'' dedi. ''Ciğeri peş para etmeyen bir kız terk edip gidince insanın ne âşka inancın kalıyor ne de başka bir şeye.''

Kaşlarım çatıldı ve Cihangir'e baktım. Cihangir bunun ulu orta konuşulmasından pek haz etmese de Teoman'a bir şey dememişti. Cihangir konuyu kendi yakasından silkmek istercesine birasına uzanıp onu sertçe içti. O esnada Seyit Ali öne çıkarak masadaki limonlu sodayı bana uzatırken, viski bardağını da kendisi aldı. Teoman yönünü Seyit Ali'ye çevirdiğinde Seyit Ali sert ve acı bir sesle bardağından bir yudum aldı. ''Ama bu yiğidimiz öyle değil! Şu herif bile aldatıldı anasını satayım.'' Kaşlarını çattı. ''Lan yalan yok bazen iyi ki aldatmış diyorum, yanlış anlama kardeşim ama o Damla'nın beş dakika çekilir çilesi yoktu. Bizi ne büyük beladan kurtardı.''

''Açmayın şu gereksiz muhabbetleri ya,'' diye uyardı Seyit Ali. ''Geçmişim geçmiştir. Bu kadar net, ben önüme bakıyorum.'' Gözlerini gözlerimin kenarında hissettim ama ona bakmadım. ''Önüm de öyle güzel ki, geçmişi aklıma bile getirmiyorum.''

''Ananı avradını karizmaya fokus,'' diye yükseldi Teoman ayağa kalkıp bardağını göstererek. ''Bu adam bitmiş gençler. Bu adam ölmüş artık. Neyse hadi gelin hem Semih'in doğum gününü hem de kardeşimizin galibiyetine bir beşlik çakalım.''

Bardaklar tokuşturulduğunda limonlu sodamdan bir yudum aldım. Timur her zamanki gibi sakindi, muhabbetlere çok dahil olmuyordu. Fakat Teoman ona da sarmadan yapamadı. ''Esra'yı da getirseydin kardeşim,'' dedi. ''O bizi sevmiyor ama biz onu seviyoruz.''

''Gelmesin boş ver,'' diye geçiştirdi Timur. ''Alışkın değil ve ben de istemiyorum.''

''İyi izin veriyor ama sana ha?'' dedi Teoman gülerek. ''Bu kadar kıskanç olup bu kadar sorun etmemesi hayra alamet değil.''

Timur derin bir nefes alıp Teoman'ın ensesini ovdu. ''Biz ona güven ve sadakat diyoruz, abisi. Dışarıdayız diye gözümüz dışarıda değil. Kalbimizi birine verdik çoktan.''

Seyit Ali keyifle Timur'a göz kırptığında Timur da gülerek geriye yaslandı.

''Gözümüzü gözümüze sokun ilişkilerinizi,'' dedi Teoman ve bardağını bitirip ayaklandı. ''Ben bir bakayım kimler var kimler yok.''

Locadan ayrılırken Cihangir alışılmış çaresizlikle kafasını sallayarak içeceğinden bir yudum daha aldı. Ortam biraz daha sakinleşmişti çünkü ortama enerjiyi daha doğrusu boş muhabbeti sunan kişi Teoman'dı yine de seviyorduk onu. Usul usul içeceklerimizi bitirmeye devam ederken romantik dans müzikleri çalmaya başladı. Pek sevdiğimi söyleyemezdim bunları ama biraz daha sakin sesler duymak iyi gelmişti. Seyit Ali bardağını masanın üzerine bırakıp geri çekildiğinde gözlerime istekle bakarak, ''Dans etmek ister misin?'' diye sordu.

Buna kayıtsız kalamadım. ''Olur.''

Elimdeki sodayı aldı ve önce o ayaklandı. Üzerimdeki deri ceketi çıkardıktan sonra da elimden tutup beni locadan indirdi. Her yer insan ve gürültü olduğundan kendimize bu ortamda nezih bir yer aradık. Bulduk gibi olduk. Birbirimize döndüğümüzde Seyit Ali yaralı parmaklarıyla belimi kavradı ve beni sıkıca sardı. Ben de kollarımı direkt boynuna dolayarak yüzüne baktım. Sakin ve telaşsız adımlarla olduğumuz yerin haritasını çıkarıyordu ayaklarımız, gözlerimiz ise birbirine yeni haritalar sunuyordu. ''Kaşın ve dudağın kötü görünüyor,'' dedim yaralarına bakarak. ''Eve gidince iyice pansuman yap tamam mı?''

''Yaparım,'' dedi gözlerini kapatıp açarken. ''Merak etme.''

''Ederim,'' diye mırıldandım.

Dudağı kıvrıldı, canının acıdığını hissediyordum fakat buna alışmıştı. ''Teşekkür ederim, Neva,'' dedi bir anda gözlerime sözleriyle dokunduğunda. Yüzüm belli belirsiz ekşidiğinde belimin çukuruna yerleşmiş parmakları orada hareket etmeye başladı. ''Bana tahmin edemeyeceğin kadar güç verdin. Bu çok başkaydı.''

''Gücün değil, zayıflığın olduğunu sanıyordum.''

''Aklım ve kalbim için öylesin,'' dedi açıkça. ''Ama iş bileklerime geldiğinde attığım her yumruk başkalaşıyor. Bu gece ikinci devre de  bunu hissettim.''

Gülümseyerek soluklandım ve alnımı alnına yaslayarak ellerimle ensesini tırmanarak saçlarını sevdim. ''Ben bir şey yapmadım. Sen büyük bir manipüleden sıyrıldın o kadar. Bu dövüşü alacağını ikimiz de biliyorduk.''

Gözlerimizi kapattık. Birbirimizi dinledik fakat söyleyeceği bir şey vardı. ''Bu gece de çok güzelsin. Akıl, mantık bırakmamaya yemin etmiş gibi bir halin var.''

''Hoşuna gitmiyorsa...''

''Şş,'' dedi beni susturarak. ''Al aklımı, mantığımı hepsi senin olsun. Sen benimle ol da gerisi önemli değil.''

''Seninleyim,'' dedim kalbim göğüs kafesimin içinde çırpınan bir kuş gibiyken.

''Benimlesin,'' dedi Seyit Ali, göğüs kafesimin içindeki kuşu hissetmiş gibiyken.

Sonra tekrar sustuk ve yüzlerce insanın arasından kendimizi soyutlamış gibi sanki bizden başkası yokmuş gibi dansa devam ettik ta ki o işittiğimiz sesi duyana dek. Ritmi duyduğumuz anda alnımı alnından çekip gözlerine baktım. Gülümsedi. Gülümsedim ama öyle böyle değil. Belimdeki elinin birini dudağımın kenarına taşıdı ve kıvrılan yere dokunup daha çok gülümsetti sonra elini yeniden belime yerleştirdiğinde iç çekerek yüzümü hayranlık uyandıran bir resme bakıyormuşçasına izlemeye başladı. Hayatım belki eskimiş, kimsenin kullanmadığı bir deftere benziyordu ama Seyit Ali bana öyle bir gelmiş, bana öyle bir bakmıştı ki; o eskimiş deftere dünyanın en güzel cümlesini, adını yazarak defteri en değerli şeyim yapmıştı. Bana hissettirdiği buydu.

Ben yokuş aşağı düşüyorum, emniyet kemeri de takmadım sonum hayrolsun.

Alınlarımız yeniden birbirini bulduğunda o geceye ait olan ve o geceden sonra bizden asla çıkmayan, ruhumuza, dudaklarımıza sinen parçayı beraber söyledik. Sessizce ve derinden. Nefeslerimiz ve sözcükler dudaklarımıza çarpıyor, kelimeler birbirini öpüyordu.

Got the music in you baby,
Tell me why
Got the music in you baby,
Tell me why

Kisses on the foreheads of the lovers wrapped in your arms
You've been hiding them in hollowed out pianos left in the dark...

Your lips,
My lips,
Apocalypse

İçinde müzik var bebeğim,
Söyle nedenini
İçinde müzik var bebeğim,
Söyle nedenini
Sonsuza kadar burada kilitlisin ve sadece elveda diyemezsin

Kollarına sarılmış sevgililerin anlında öpücükler
Karanlıkta yalnız bırakılmış bir oyuklu piyanonun içinde onları saklıyorsun...

Dudakların,
Dudaklarım,
Kıyamet

Dudaklarım delicesine kıvrıldığında gülümsedim. Alnımı alnından çektiğimde cüretkâr bir biçimde yüzüne baktım. Sarhoş gibi bakıyordu bana, aklını başından almıştım sanırım bundandı. ''Dudakların,'' dedim bu sefer ben konuştuğumda. ''Dudaklarımın kıyameti.''

Gözleri dudaklarıma kaydığında gülümsedi sonra dikkatini oradan ayırıp gözlerime tırmandı ve artık gördüğü şey gözlerim değil, arkamdaki kişiydi. Sarhoşluğu son bulduğunda belimdeki ellerini çekip beni gerisine getirdi. Ne olduğunu anlayamadığım, şaşkın bir şekilde arkamı döndüğümde Ander'i karşımızda gördüm. Buradaydı. Kaşındaki ve yüzünün belli yerlerindeki dikiş izleriyle karşımızda duruyordu. Az sonra Cihangirler de etrafımızı doldurduğunda Seyit Ali, ''Tebrik etmeye mi geldin?'' diye sordu. Ses tonunda hiç de eğlenir bir hava yoktu.

Ander sinir bozucu gülüşüyle hepimizi ince ince süzdükten sonra Seyit Ali'de sabit kalıp, ''İyi iş çıkardın,'' dedi. ''Ama bu galibiyetteki payım oldukça yüksek.''

Cihangir dalga geçer gibi güldüğünde Seyit Ali de ona ucundan destek verdi. ''Hadi ya?'' '' diye bir adım öne çıktı. ''Kuyruk acını git başka yerde yaşa! Pes eden sen oldun. Siktir git!''

''Bir düşünsene neden pes ettim?''

Seyit Ali hiçbir şey söylemedi. Kasıldığını görüyordum. ''O galibiyet benim sayemde oldu,'' diye tekrarladı Ander. Teoman'ın sinirleri anında zıplarken Ander'in omzuna dokunarak onu geriye itmek istedi. ''Hadi abi hadi! Boş yapma yeter!''

Ander bundan etkilenmezken Teoman'ı yok sayarak Seyit Ali'nin gözlerinin dikine dikine bakmayı sürdürdü. Kaşlarımı çatarak aralarındaki mevzuyu çözümlemeye çalıştım ama bunu sadece bakışlarından çıkaracak değildim. ''Yoksa,'' dedi Ander yapay bir şaşkınlıkla gözlerini bana çevirdiğinde. ''Tatlı ve asabi kız arkadaşına bundan bahsetmedin mi?''

''Neyden?'' diye sordum kuru bir sesle.

Seyit Ali kafasını öne eğdiğinde gözlerimin kaskatı kesilmiş çenesine takıldı. Saniyeleri sayıyor gibiydi fakat Ander o saniyeleri kendi lehine çevirerek buradakiler susturmuş, cümleleri kendi dilince okumuştu. ''Bir zamanlar sevgilinin en yakınındaki adamdım. Her sırrını paylaştığı, canını bile verebileceği bir insandım hatta nasıl diyorsunuz...'' deyip gözlerini kısarak doğru cümleyi aradı ve buldu. ''Kardeşiydim. Sonsuz güven verdiği, sonsuz destek olduğu en başlıca adam bendim. Sana bunlardan bahsetmedi mi yoksa?''

🎻

Bölüm sonu. Umarım severek okumuşsunuzdur.

Gel gelelim Ander meselesine... Bunun altından öyle şeyler çıkacak ki, eskiden nasıl böyleydiler de şimdi nefret saçıyorlar her yere hepsini okuyacağız. Eh biraz da flashback sahneler yazdım mı, tadından yenmez.

Şey de yazayım mı? Damla ve Seyit Ali sahneleri sadrthyjukjhgrfedefgrth

Şaka.

Belki yazarım belli olmaz ama.d

En sevdiğiniz kısım ve replik?

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın. ^^

Instagram. Sumeyyedmrkan
Twitter. Sumeyyedmrkan

Kalplerle. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

5.9M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.2M 43.8K 50
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
1M 13.8K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
530K 23.6K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...