şeytanın ağında ❧ taejin (+15)

By gizemlimars

70.2K 7K 18.9K

Bir hacker ve bir yazarın hikayesi... Taehyung'un karanlık ruhu Seokjin'in gizli ruhuna karıştı. Ortaya ise y... More

prologue
soru cevap
1- İlk Mesaj
2- Güven
3- V
4- Karanlık Evren
5- Tören
6- Saha Oyunu
7- İki Hasta
8- Tek Sığınak
9- Talihsiz Tesadüf
10- Kurtuluş Bileti
11- Başarısız Plan
12- İşbirliği
13- Anlık Sinir
14- Plana Karşılık Plan
15- Duygular ve Düşünceler
16- Aşk Üçgeni
17- Soğuk Savaş
18- Uyuyan Güzel ve Uyuyan Yakışıklı
cevap 1
19- Kışkırtıcı Tutku (+18)
20- Katil
21- Bir Günlüğüne V
22- Kötü Tesadüf
23- Anahtar ve Kilit
24- "Kim olursa olsun"
25- Geçmişten Kalan İhanet
26- Uçurum
27- Kötünün İyisi
28- İhtiyaç Duyulan Sevgi
29- Gerçekçi Rüya (+18)
30- Kıskanç Ağabey
31- Ateşle Oyun
32- Saklanamayan Sır
33- Çelişki
34- Güvensizlik
35- Davetsiz Misafir
36- İşler ve Güçlü Kadın
37- Kendini Kanıtlama
38- Tanımlanan His
39- Mesaj (+18)
40- Kanıtlar
41- Sahipsiz Günahlar
42- Son İçin Küçük Fedakarlıklar
43- Sessiz Ev
FİNAL - part 1
FİNAL - part 3
Teşekkür
bilinmeyenler#1
bilinmeyenler#2
bilinmeyenler#3
bilinmeyenler#4
bilinmeyenler#5
TAEJİN

FİNAL - part 2

605 90 346
By gizemlimars

herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.

***

Seokjin koşarak yukarı çıkarken omzundaki yarasından damlayan kanlar Chaeyoung'un solgun yüzüne düşüyordu. Seokjin, Jennie ve Jimin'in aceleci adımlarını arkasında duyuyordu. Biliyordu ki son yakındı. Uykusuzluğu huysuzca şimdi başına vurmaya başlamış ve bedenine musallat olmuştu. Karşısında gördüğü bedenle birlikte aniden durdu. Kucağındaki kızın cansız bedeni de bu hareketle sarsılmıştı.

Yutkundu ve gözlerini kırpmadan karşısındaki kişiye baktı. Beyni ona şu an hiçbir komut veremiyordu. Şu an öleceğini bilse bile ne evet diyebilirdi ne de hayır. Boşlukta süzülüyordu, enerjisi kalmamıştı.

Lalisa Manoban, bunca zaman şüphelendikleri hatta bu suçlama yüzünden günlerini zindanlarda geçirmiş kız iki elinde de silahla birlikte kaşlarını çatmış, sert bakışlarıyla karşılarında dikiliyordu. Jennie, Jimin ya da Seokjin bir şey demedi. Şu anda olacak her şeyin Lalisa'nın ağzından çıkacak kelimelerle olduğunu üçü de biliyordu.

Lalisa gözlerini kaçırdı ve silahlarını daha sıkı tuttu. "Yukarı çıkın, onları oyalayacağım. Bir plan bul, Seokjin. Yoksa bu evden cesetler halinde çıkacağız." Ardından hızlı adımlarını aşağı yöneltti, hiçbirinin bir şey demesine izin vermeden.

Lalisa bu suçlamalara maruz kalmış kişi, şimdi kendisine inanmadan onu suçlayanların hayatı için kendi hayatını ateşe atıyordu. Sayıları fazlaydı, biliyordu. Yoongi bu işe bir son vermeye geliyordu, uyarı vermeye değil. Lalisa'nın tek başına onlarla başa çıkması mümkün değildi. Öleceğini biliyordu. Yine de gururlu ve mutluydu. Taehyung'un dediği gibi kendini kanıtlayarak uzak diyarlardaki sevgilisiyle buluşacaktı. Onu çok özlemişti.

Kendi kendine mırıldandı. "Umarım kendimi kanıtladığımı öğrenmeden ölmezsin, Kim Taehyung."

Tanrı'dan Taehyung ve diğerleri için sonlarının bu evde olmamasını diledi ve derin bir nefes alarak adımlarını evden dışarı attı.

Seokjin o sırada Chaeyoung'u odasındaki yatağına yatırmıştı. Biliyordu ölü bir bedendi karşısındaki. Ama biricik kardeşi Park Jimin, Chaeyoung'un ölüsüyle dirisini ayırt etmeyi düşünmeyecek kadar bağlıydı ona. Dolan gözlerine lanet ederek odanın kapısını kapattı ve dışarı çıktı. Jennie koridorda onu bekliyordu.

"Hemşireleri almaya vaktimiz yok, Seokjin. Ameliyatı şimdi yapacağız ve doktora da ben yardım edeceğim. Jimin'le konuştum ama beni dinleyip odada bekler mi bilemiyorum." Jennie o kadar gergindi ki nefes almadan konuşmuştu. Seokjin Jennie'nin dediklerini reddetmek gibi bir şey bile yapamazdı. Aksi takdirde yeni bir şey düşünmeleri, yani zaman kazanmaları gerekirdi. Fakat bu da mümkün değildi. Geçen her bir saniye canlarını kaybetme olasılıklarını arttırıyordu.

"Umarım adamlarımız onları uzun süre idare edebilirler," diye mırıldandı Jennie ve aşağı asansörle inmek için Taehyung'un odasına ilerlediler. Aşağı kat şu anda oldukça tehlikeliydi.

Seokjin ve Jennie Taehyung'un odasına girdiklerinde çatışma sesleri başlamıştı. Seokjin tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Bu acele etmeleri gerektiğini belirten bir çağrıydı. Ameliyatı bir an önce bitirip buradan kaçmaları gerekiyordu. Bu evde daha fazla kalmak bir seçenek değildi. Yerleri açığa çıkmıştı.

Birlikte aşağı indiler ve doğrudan odaya girdiler. Jennie demir kapıyı kapatıp dijital yollarla kilitledi. Arka masadaki önlükleri çıkartırken doktora baktı. "Korkarım hemşireler gelemiyor, doktor. Sadece ben varım."

"Ne?!" Doktor kaşlarını çatarak karşısındaki iki kişiye baktı. "Delirdiniz mi siz? Bu ameliyatı tek kişiyle nasıl yapabilirim?"

Seokjin saçlarını dağıttı ve iç çekti. "Çok daha zor ameliyatlar yaptığınızı duydum. Ve maalesef ki bu ameliyatı Jennie ile yapmaktan başka şansınız yok, zamanımız daralıyor. Lütfen artık karşı çıkmadan şu ameliyatı yapın."

Doktor, bu durum her ne kadar içine sinmese de işin açığı karşı çıkmaya korkuyordu. Bu yerde kendi aleyhine yapacağı bir hareket hiç de onun yararına olmazdı. Ameliyatı yapacaktı ve sapasağlam evine gidecekti. Hasta masada kalırsa da onları suçlayacaktı. Acele etmesini isteyen onlardı, değil mi? Evet, buradan sağ çıkacaktı.

Jennie önlüğünü giydi ve doktorun önlüğünü de uzattı. Kısa süre sonra ameliyata başladıklarında Seokjin koltuğa oturdu ve başını elleri arasına aldı. Buraya çatışma sesi çok daha boğuk geliyordu. Hatta dikkat edilmedikçe fark edilmiyordu ki bu konuda doktor bir şey sormamıştı.

Seokjin fark etmeden gözyaşları ellerine dolarken derin bir nefes aldı. Dayanamıyordu. Çok ağır geliyordu her şey. Beynini delip geçen silah sesleri... Chaeyoung'un cansız bedeni, Taehyung'un solgun hastalıklı bedeni, Namjoon'un gözleri önünde beyni dağılmış bir şekilde yere yığılışı, Lalisa'nın tereddüt etmeden kendini dışarı atması, Jimin'in delirmiş gibi gözlerinde oluşan o tehlikeli parıltılar, Jennie gibi rahat bir kızın endişeden yerinde duramaması, Jungkook'un gözlerindeki o keskin bakışlar...

Sahiden bitiyordu her şey. Sahiden ya kendisinin ya da tüm bu karmaşanın bir sonu geliyordu. Adı gibi emindi oysa bu evden şu anda yaşayanlar olarak sağ çıkamayacaklarına. İçini yiyip bitiren de buydu.

Kimleri daha kaybedecekti? Taehyung ameliyatta mı ölecekti? Belli bir şekilde hemşire eksikliği vardı ki Jennie tıp bile okumamıştı bir yere kadar biliyordu. Yaptıkları ameliyat basit bir ameliyat değildi. Ameliyat başarılı geçse bile nasıl çıkacaklardı buradan? Şimdiye çoktan etrafları sarılmış olmalıydı.

Ciğerindeki doluluk hissiyle birlikte hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Her şeyi düşünmeye çalışarak bir çıkış yolu yaratmak çok zordu.

"Siktir!" Jennie'nin gürültülü bağırışıyla birlikte Seokjin yere eğdiği başını hızla kaldırdı ve o tarafa döndü. "Sikeyim böyle işi!"

Doktorun ve Jennie'nin üzerine kan sıçramıştı.

Doktor ve Jennie hızlı hareketlerle Seokjin'in anlamadığı şeyler yaparken Seokjin titremeye başlamıştı. "J-jennie..."

Uykusuzluğu tekrar bedenini bulmuştu. Morarmış gözaltları ve kızarık gözleriyle bir hayalete benziyordu. Son günlerde vermiş olduğu kilolarla bedeni gücünü kaybetmişti. "N-ne..."

Sözünü bitiremeden yere yığıldı.

Son gördüğü ise kulak tırmalayıcı makine sesleri eşliğinde Jennie'nin ve doktorun uğraşlarıydı.

***

flashback (iki yıl önce)

Taehyung titreyen bedenini durduramıyordu. Yaklaşık olarak bir saat önce ağabeyini öldürmüştü. Öz ağabeyini kendi elleriyle öldürmüştü. Oturduğu beton zeminde büzüştükçe büzüştü ve başını dizleri arasına gömdü.

Jennie yüzüne dahi bakmamıştı. Tüm o kan lekelerini ortadan kaldırırken, ağabeyini kendi elleriyle evin uzağındaki sessiz bir araziye gömerken... Kalbi yokmuş gibi hissetmişti. Bu ıssız sokakta donarak ölmek istiyordu. Kış soğuğu kesiyordu bedeninin her bir yanını zaten.

Üzerinde ince bir gömlek vardı. Dudaklarının mosmor olduğuna emindi. Soğuktan mı yoksa korkudan mı titriyordu bilmiyordu. Bunu düşünecek hali bile yoktu.

Ne diyecekti şimdi onlara? Ağabeyim gitti mi diyecekti, onu öldürdüm mü diyecekti? Eve dönmek istemiyordu. Bir açıklama yapmak istemiyordu, kimseyi görmek istemiyordu.

Daha doğrusu kimsenin kendisini görmesini istemiyordu. Yaşadığını hissettikçe kalbinin atmadığını, buna değmediğini hissediyordu. "Keşke," diye mırıldandı. "Keşke beni bu durumdan kurtaracak bir şey olsa." Bu durumun ne olacağını umursamıyordu. Ölüm olmasına da razıydı. Sadece bu durumdan kurtulmak istiyordu.

Tanrı dahi ölmesini istiyormuş gibi şiddetli bir sağanak başladı. Taehyung bunun olmasına sevinmişti de bir yandan. En azından aklında bir fikir ve kolaylık oluşmuştu. Fikir şuydu ki, yaşamaya hakkı yoktu. Kolaylık ise gözyaşlarını gizlemek zorunda kalmayacaktı.

Başını dizleri arasından kaldırdı ve gökyüzüne kaldırdı başını. Hıçkıra hıçkıra ağladı o gece. Sırılsıklam olana dek. Dakikalarca ağladı, gözlerindeki yaşları bitirene dek.

Geçen uzun süre sonunda titremeye bile hali kalmamıştı. Belki de gerçekten soğuktan ölecekti. Bilincinin gittikçe bulanıklaştığını hissediyordu. Kolları iki yanına düştü. Başı yanına düşmemek için direnirken bir ses yankılandı dar sokakta.

"Tanrım ölmüş mü o?!" Ardından hızlı adım sesleri... Taehyung duyabiliyordu ama gözleri kapalıydı ve hiçbir tepki veremiyordu. Başı da önüne düşmüştü sonunda.

Yüzünü sıcak bir elin yokladığını hissetti. "Buz gibi olmuş," diye mırıldandı karşısındaki kişi. Ardından bir sessizlik oluştu ve tekrar adamın sesini duydu. Ama kendi kendine ya da Taehyung'la konuşmuyordu.

"Jimin nerede kaldın?! Burada hastaneye götürmem gereken biri var lütfen acele et." Telefondaki kişinin sesi duyulmuyordu. Bir süre sonra sinirli bir şekilde mırıldanarak telefonu kapattı yanındaki.

Taehyung kaldırıldığını hissetti. Yanındaki kişi onu yürütmeye çalışsa da bu mümkün olmuyordu. Taehyung neredeyse bir jöle misali kollarından kayıp gidiyordu. Taehyung bilinci açık olsa da gerçekten hiçbir şey yapamıyordu. Gözlerini bile açamıyordu. Tanrı'nın bir cezası mıydı bu?

Adamın onu kucağına alıp da kaldırmasını beklemiyordu ama. Sahi bu adam ıssız bir sokakta yatan birini kaldırıp hastaneye götürmek isteyecek kadar iyi kalpli miydi? Kendisinin aksine yaşamayı hak eden biri işte, diye düşündü.

Adam mırıldandı. "Neden bu kadar zayıf ki?" Taehyung son zamanlarda ağabeyinin tavırları üzerine yeme içmeden kesilmiş oldukça kilo vermişti. Hatta aynaya baktığında karşısında yirmi iki yaşında bir genç adam değil, on sekiz yaşında bir genç görür gibi oluyordu.

Adam yürümeye başladığında yağmur devam ediyordu. Şansına biraz ileride bir hastane vardı. Aslında bu da Tanrı'nın Taehyung'a bahşettiği bir şanstı. Genç adam hastaneyi görmenin umuduyla adımlarını hızlandırdı. Acil bölümüne girdiğinde bağırış çağırışlar eşliğinde kucağındaki adamı sedyeye yatırdı.

Durumunu soran hemşireye onu bir sokakta bulduğunu ve ne halde olduğunu anlattı. İsmi sorulduğunda cevapladı genç adam. "Kim Seokjin."

Taehyung ismini duymuştu. Onu tanıyordu. Ağabeyinin en sevdiği yazardı. Tüm kitapları imzalıydı. Bu gerçekten kaderin bir oyunuydu.

Bu gece ağabeyini öldürmüştü ve ağabeyinin en sevdiği yazar da onu ölümün pençesinden kurtarmıştı.

Hayatının hatası ve ikinci şansını düşündü, Taehyung.

Bu gece hayatının dönüm noktasıydı.

flashback sonu

***

Jimin odadan kararlı adımlarıyla çıktı ve silah sesleri her bir yeri kaplamışken tereddüt etmedi. Kardeşini öldüren o katili kendi elleriyle öldürecekti. Kendisinin ölüp ölmemesi umurunda değildi ama bunu Jungkook'un yanına bırakmayacaktı.

Jennie'nin silahlarından birini eline almıştı. Çatışma sesleri daha çok evin girişinde yoğunlaşıyordu. Bahçeye henüz girebildikleri söylenemezdi. Jimin sanki hiçbir şey yokmuş gibi arka kapıdan bahçeye çıktı. Jimin bahçeye çıktığı sırada evin siyah büyük kapısı kırılmış ve boylu boyunca yere serilmişti. Adamlar Lisa'nın komutası altında daha çok kayıp vermemek için biraz gerileyince Yoongi'nin adamları girişe gelmiş olmuştu.

Jimin bahçeye çıktığında gülümsedi. Kendi şansıydı bu da. Jungkook bahçedeydi ve arkada olduğu için evin önündeki adamlar onu göremiyordu. Bir işler karıştırıyordu. Jimin bunu umursamadan silahı kaldırdı ve adımlarını Jungkook'a yöneltti.

"Yanına kalacağını mı sandın orospu çocuğu?!"

Jungkook duyduğu sesle birlikte atik bir şekilde arkasını dönerken kenara çekildi. Jimin'in elindeki silahı ateşleyeceğini tahmin etmişti çünkü. Tahmin ettiği gibi mermi omzunun yanından geçip giderken gülümsedi.

"Hepinizin sonu öyle olacak, Park Jimin. Bu cehenneme hiçbir zaman gelmemeliydiniz!" Başını iki yana salladı ve gülümsedi. Jimin zaten kontrolden çıkmıştı. Jungkook'un bu hareketiyle birlikte kaşlarını çattı. Silahı tekrar kaldırdığı sırada Jungkook aralarındaki kısa mesafeyi kapatıp üzerine atladı.

"Bu kadar az kalmışken bunu bozabileceğini mi düşünüyorsun, Park?"Aralarındaki silahı bir kenara fırlatırken Jimin'in yüzüne yumruğunu geçirdi. "Beni alt edemezsin!"

Jimin Jungkook'u üzerinden attı ve karnına bir tekme geçirdi. "Öyle bir alt edeceğim ki..." Jungkook karnına yediği sert tekmenin ardından öksürmesine aldırmadan Jimin'in ayak bileğinden tutup yere fırlattı. "Seni bırakacaktım ama. Madem bu kadar kararlısın..."

Jungkook kenara fırlattığı silaha doğru yürürken Jimin ayağa kalktı ve koşarak üzerine atladı. Jungkook bir küfür savurup yerdeki taşa sürtünerek kesilmiş bileğine baktı.

Kenara dönerek seri bir hareketle Jimin'in üzerine çıktı ve yumruklarını yüzüne geçirmeye başladı. Jimin ağzına dolan kanı yere tükürdü ve güldü. "Bir hiçsin, Jeon Jungkook."

Jungkook sinirle ayağa kalktı ve ayağını Jimin'in göğsüne bastırdı. "Tekrar söylesene," dedi dişlerinin arasından. Patlamış kaşından süzülen kan gözünün yanından akıp giderken buna aldırmadı.

Jimin güldü ve başıyla onayladı. "Diyorum ki..."

Öksürdü ve kırmızıya boyanan dudakları arasından bağırdı. "Sen amına koyduğumun bir hiçisin, Jeon Jungkook!"

Jungkook küfür ederek Jimin'in yüzüne sert bir tekme geçirdi ve silaha doğru ilerledi. "Fazla uzadı," diye mırıldandı ve kaşından akan kanı elinin tersiyle sildi. Bileği feci derecede kanıyordu ama Jimin'in işini bitirdiğine emin olmadan bileğiyle uğraşamazdı.

Eğildi ve silahı eline aldı. Jimin başına yediği sert darbeyle birlikte henüz yerden kalkamamıştı. Zihni çok bulanıktı ve her bir yanı ağrıyordu. Ölmek umurunda değildi ama en azından ölmeden önce Jungkook'un öldüğünü görmek istiyordu. En azından bunu yapmak istiyordu. Son gücüyle yerden kalkmaya çalıştı ama başı dönüyordu.

Jungkook silahı eline aldı ve arkasına döndü. Kalkmaya çalışan Jimin'in başına silahını doğrulttu. "Buraya kadarmış, Park."

Jimin ağzındaki kanı yere tükürdü ve gözlerini Jungkook'a çevirdi. Yutkundu ve bakışlarını bir an olsun kaçırmadı. Ondan korkmuyordu. Jungkook buna sinirlenmişti. Siniriyle birlikte çenesi kasıldı ve silahı daha sıkı tuttu.

Tetikteki elini sıkılaştırdı ve kısa bir süre sonra tetiğe bastı.

Ancak bahçeyi tek silah sesi değil, iki silah sesi kaplamıştı. Jimin kapattığı gözlerini bir süre öyle tuttu. Bedeninde yakıcı bir ağrı hissetmiyordu ama iki ayrı silah sesi duyduğuna yemin edebilirdi.

Gözlerini yavaşça açtığında yerdeki Jungkook'u ve onun arkasındaki elleri titreyen Jennie'yi gördü. "Jennie?" diye mırıldandı belli belirsiz.

Jennie titreyen ellerindeki silahın kayıp gitmesine izin verdi ve Jimin'in yanına koştu. Gözyaşları birer birer akarken ellerini Jimin'in yüzünde buluşturdu. "Sana bir yere gitme demiştim aptal!"

Jimin Jennie'nin gözlerinden akan yaşların kendi yanağına düşmesiyle dudaklarını birbirine bastırdı. Onun gözünden akan her bir damla için kendisine sinirlenmişti. Doğrulmaya çalıştı ama başarısız olarak tekrar yere düştü. Ağlamamak için gözlerini gökyüzüne çevirdi. "Ağlama," diye fısıldadı.

Jennie Jimin'in yüzündeki ellerini çekmeden başını eğdi ve bedenini küçülttü. "Elimde değil, özür dilerim," diye mırıldanırken sesi kesilmişti.

Jimin Jennie'ye bakmak için dolu gözlerini ona çevirdiği sırada gördüğü görüntüyle kaşlarını kaldırdı.

Jungkook ayakta durmuş ve silahını kendisine doğrultmuştu. Silah Jennie'ye değil, kendisine doğrultulduğu için bir şey söylemek istemedi. Böylece kendisi vurulduktan sonra Jennie Jungkook'u fark eder ve onu alt edebilirdi. Ama Jimin vurulmadan Jennie Jungkook'u fark ederse kendisini Jimin'in önüne atabilirdi.

Jimin Jungkook'un gözlerine bakarken ağzını açmadı bu yüzden.

Ama kaçırdığı bir nokta vardı. Jennie dikkatli biriydi ve bakışlarının arkaya neden kaydığını anlamıştı.

Gözlerini sımsıkı kapattı ve kollarını iki yana açarak silahın Jimin'e uzanan yolunu kesti. Son anda yetişmişti.

Kollarını iki yana açmasıyla silahın ateşlenmesi bir olmuştu. Jimin'in bağırışı duyuldu bahçede. Lisa bağırıştaki adı duymasıyla birlikte dolan gözlerine hakim olamayarak evin kapısını sertçe kapattı. Adamlar kapıya dayanmıştı ve Lalisa yetişemiyordu.

"Jennie!"

***

kayıplara hazır mısınız? değilseniz bir an önce kendinizi hazırlayın

bu arada part 1'in başındaki resimlerin siyah beyaz olmasının da bir nedeni var, nedenini part 3'te anlayacaksınız

son part 00.00'da, birbirimize veda edelim:')

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.

Continue Reading

You'll Also Like

670 54 8
Prim için şeçilen çift birbirine aşık olursa
95.3K 3.8K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
462K 3.3K 58
Yaoi severler diğer bir isimle fujoshi ve fudanshi gardaşlarım için Manga önerisi kitabı yapmak istedim. Baktım benim aradığım şekilde öneriler yok...
22.8K 2.5K 25
bazen sadece normal olmamızı dilerdim. wattpad'deki ilk cherik hikayesi © 9biwan