şeytanın ağında ❧ taejin (+15)

By gizemlimars

70.4K 7K 18.9K

Bir hacker ve bir yazarın hikayesi... Taehyung'un karanlık ruhu Seokjin'in gizli ruhuna karıştı. Ortaya ise y... More

prologue
soru cevap
1- İlk Mesaj
2- Güven
3- V
4- Karanlık Evren
5- Tören
6- Saha Oyunu
7- İki Hasta
8- Tek Sığınak
9- Talihsiz Tesadüf
10- Kurtuluş Bileti
11- Başarısız Plan
12- İşbirliği
13- Anlık Sinir
14- Plana Karşılık Plan
15- Duygular ve Düşünceler
16- Aşk Üçgeni
17- Soğuk Savaş
18- Uyuyan Güzel ve Uyuyan Yakışıklı
cevap 1
19- Kışkırtıcı Tutku (+18)
20- Katil
21- Bir Günlüğüne V
22- Kötü Tesadüf
23- Anahtar ve Kilit
24- "Kim olursa olsun"
25- Geçmişten Kalan İhanet
27- Kötünün İyisi
28- İhtiyaç Duyulan Sevgi
29- Gerçekçi Rüya (+18)
30- Kıskanç Ağabey
31- Ateşle Oyun
32- Saklanamayan Sır
33- Çelişki
34- Güvensizlik
35- Davetsiz Misafir
36- İşler ve Güçlü Kadın
37- Kendini Kanıtlama
38- Tanımlanan His
39- Mesaj (+18)
40- Kanıtlar
41- Sahipsiz Günahlar
42- Son İçin Küçük Fedakarlıklar
43- Sessiz Ev
FİNAL - part 1
FİNAL - part 2
FİNAL - part 3
Teşekkür
bilinmeyenler#1
bilinmeyenler#2
bilinmeyenler#3
bilinmeyenler#4
bilinmeyenler#5
TAEJİN

26- Uçurum

924 105 524
By gizemlimars

herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.

normalde şarkı koymam ama bunu gerçekten bölümle birlikte dinlemenizi istiyorum<3

***

Bölüm 25 Özeti

Taehyung Lisa'yı öldürmek için karşısına çıkar. Taehyung ve Lisa yüzleşir. Lisa'nın dediklerinin doğruluğu hakkında şüpheye düşen ekip üyeleri darmadağın haldedir. Taehyung Seokjin'in kalbini kırar ama bunun farkında bile değildir.

***

Tik tak, tik tak.

Evde sanki kimse yoktu. Sanki herkesin ruhu bedenini terk etmişti de evde sadece birkaç tane ceset vardı.

Tik tak, tik tak.

Kalbi kırık cesetler... Hayatımda hiç bu kadar gergin olduğumu hatırlamıyordum. Aynı zamanda bu kadar yorgun... Nefes almaya bile halim yoktu, saatten çıkan ufak ritimlerin zorla beynime girişi bile rahatsız ediyordu.

Tik tak, tik tak.

Üşüyordum. Hatta ellerimi hissetmiyordum. Titreyip titremediğimi bile bilmiyordum. Bedenimden ayrılmış gibi hissediyorum. Saatin ritimlerinin beynimi deler gibi zorla bedenime girmesi dışında bedenimi bile hissetmiyordum. Sanırım birisi gelip ruhlar aleminde ruhumun yolculuk ettiğini söylese buna inanırdım.

Tik tak, tik tak.

Çıplak ayaklarımın ucunda benden habersiz, bir virüs gibi hızlıca yayılmış kendi kanım. Cenin pozisyonu almış, gözlerimi kapatıp dizlerime yaslamıştım. Sağlam olan elim dizlerimin üzerinde dururken yaralı olan elim dışarıdaydı ve kan damlaları ayağımın biraz ucuna damlamaya devam ediyordu.

Sanırım sandığımdan daha derin bir yaraydı.

Ama umurumda değildi. Yayıldığını bile parmak uçlarımdaki soğuk ıslaklıktan anlamıştım. Uzun süredir yayılıyor olmalıydı, öyle olmasa sıcak olurdu.

Belki de üşümemin sebebi aldığım yaralardı. Ruhsal ve fiziksel. Fiziksel yara bir yere kadar sürer. Bir yerden sonra beyniniz sizin için bir iyilik yapar ve artık buna dayanamayacağını bildiği için kendini devre dışı bırakır. Ama ruhsal yaraların bir sınırı yoktur. Ne kadar yakarsa yaksın canınızı, kimseye kanıtlayamazsınız bunu. Fizikselde olduğu gibi elinizde gözle görülür bir kanıt yoktur. Ruhsal yara büyüdükçe büyür, beyniniz bile farkına varmaz.

Dayanamayacak yere geldiğinizde artık kendinizden geçmiş olursunuz.

Artık hiçbir şeyin önemi yoktur çünkü bu yara olabildiğince yayılmış ve tüm enerjinizi kendisine çekmiştir. Sizden beslenmiş, sizin enerjinizle beslenmiştir.

En sonunda ise besleneceği bir enerji kalmadığında mümkünse başkasına bulaşmaya çalışır ve yoluna orada devam eder. Tabii ki başkasına bulaşırken artık en ufak bir enerjiniz kalmadığı için sizi imha ederek terk eder.

Bulaşacak başka biri olmadığında yine yapacağı tek bir şey vardır.

Sizi imha etmek...

Bu ölümcül bir hastalık gibiydi. Yayılışını tüm benliğinizle hissederdiniz. Yok edişini de... En ufak hareketini size hissettirir ama kanıtlamanıza asla izin vermezdi. Sizi delirtirdi.

Bedenim tükeniyordu. Kimseye kanıtlayamıyordum, kendime bile.

Bazı şeyleri düzeltemiyordum. Mesela geçmişi... Geçmişte yaşananlar bu eve hapsolmuştu ve buradaki herkesi yaraladığı gibi bana da etkisi oluyordu. Geçmişi düzeltemiyordum çünkü benimle ilgili değildi.

Taehyung'u değiştiremiyordum. Her zaman böyle katı ve kurallara bağlı olacaktı. Taehyung mu değişemeyecek kadar bağlıydı benliğine, yoksa bizim aramızdaki bağ bunu sağlayamayacak kadar zayıf mıydı?

Sanırım ikisi de doğruydu.

O çevresine zarar vermeye devam ediyordu. Bana da zarar veriyordu. Hırsı kendisini öyle bir çevrelemişti ki ne beni ne çevresini görüyordu.

İnsan değer vermediği varlıkların aldıkları hasarları geç fark ederdi. Geç olduğunda da geri dönüşü için bir şey yapamayacağını...

Taehyung aldığım hasarı geç fark edecekti. Çünkü onun değer verdiği tek şey V'nin kurallarıydı.

Saçma sapan bir oyunun ardından hevesle koşmuştum. Aynı beş yaşındaki bir çocuğun on yaşındaki çocuklara uygun bir oyuncağı çok isteyip alması gibi... Oynamaya çalışır, didinir, uğraşırdı. Hatta ağlar, haykırır, direnirdi. Ama sonunda fark ederdi ki bu yaptıklarının hiçbir şeye faydası yoktu.

Oyun hala oradaydı ama kendisi uygun değildi. Kendisi ağladıkça kendini yorardı sadece. Oyuna hiçbir şey olmazdı.

V'ye hiçbir şey olmazdı, olan bana olurdu.

Odamda , yatağımın yanında yerde oturuyordum. Evdeki herkes bir köşeye dağılmış, kendi yuvalarına kapanmışlardı. İlk başlarda birkaç bağırtı, çağırtı duymuştum ama sonra kesilmişti.

Ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyordum uzun süre olmalıydı.

Kapının açılma sesini duysam da pozisyonumu bozmadım.

"Seokjin!"

Yanıma hızlıca yaklaşan adım sesleri... Jimin'in şokla bağırması bile beni kendime getirememişti. Öylece durmaya devam ettim.

"Tanrı aşkına, neler oluyor burada?!" Yaralı olan elime dikkat ederek yavaşça kaldırdı. Kafama hafifçe kızar gibi vurdu. "Neden bana söylemedin?!"

Başımı kaldırdım ve yorgun gözlerimi küçük gözlerine sabitledim. Gözlerimi yukarı kaldırmamla beraber gözlerimin içi yanmaya başlamış ve dolmuştu. "Neyi?" diye fısıldadım. Fısıldamak istediğim için değil, konuşmaya halim yoktu.

"Ah, Seokjin..." Titreyen alt dudağını sabit tutmaya çalışırken sözlerini devam ettirdi. "Ne oldu bize böyle?" Gözleri dolduğunda yaralı elimi avuçları arasına aldı. Ayağa kalkıp gözlerini hızlıca sildi ve koşarak kapıya yöneldi. "Burada bekle!"

Bu çocuksu hallerine bir tebessüm etmeden duramadım. Başımı kaldırmışken gözlerimi elime çevirdim. Kanama duramayacak kadar fazlaydı ve muhtemelen bu kadar üşümemin sebebi de dakikalardır -ya da saatlerdir, ne kadar zaman geçtiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu- kan kaybediyor oluşumdu.

Çok geçmeden tekrar geldiğinde önümde diz çöktü ve ellerimi hızlıca pansuman etmeye başladı. "Nasıl olduğunu sormayacağım..." diye mırıldanırken cevabını çok merak ettiği için yanıtladım.

"Taehyung'u durdurmaya çalışırken oldu."

Kaşlarını çattı ve durdu. Yüzünü bir nefret dalgası sararken çenesi kasıldı. Başını yana eğdi. "Ne dedin sen?"

Omzumu silktim. "Bir kazaydı," diye fısıldadım. Jimin'in gözlerine bakamıyordum. Gözlerindeki derin nefreti görmek istemiyordum. Çünkü biliyordum ki o nefretle yüz yüze geldikçe onun üzerindeki şüphelerim artacaktı.

Hayır, hayır Jimin'e bunu yapamazdım.O benim dostumdu, ondan şüphelenemezdim. Gözlerim elimi tutan ellerindeyken bana bakmaya devam ediyordu. Elindeki bandajı sıkıca tuttu ve fısıldadı. "Buradan gideceğiz."

Bedenime yeni bir enerji dalgası gelmiş gibi çevik bir hareketle bandajı tutan bileğini tuttum. Başımı iki yana salladım. "Hayır..."

Jimin elimi zarar vermemeye özen göstererek ama yine de hızlıca çekti ve pansumanı bitirdi. Ayağa kalktı ve çatık kaşlarıyla bana tepeden baktı. "O manyağın hepimizi öldürmesini mi bekliyorsun?!" Bağırırken tedirgin bir şekilde açık kapıya baktım.

"Ne hale geldiğine dön de bir bak, Kim Seokjin!" Herkesin duymasını istiyor gibi daha da bağırıyordu.

"Jimin..."

Bu acınası halime daha fazla bakmaya dayanamıyor gibi arkasını döndü ve hızlı adımlarını kapıya yönlendirdi.

"Bugün bu lanet evden siktir olup gidiyoruz, Seokjin."

***

Jimin gittikten sonra ev yine aynı ölüm sessizliğine gömülmüştü. Gözlerimden yaşlar istemsizce boşanırken hıçkırarak dakikalarca ağlamıştım. Yanaklarım sırılsıklam olmuş, ağlamaya saatlerce devam etmek istesem de artık iyi ya da kötü bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum.

Ayağa kalktım ve yerdeki kan gölünü umursamadan yavaş ve sarsak adımlarla odamın dışına yöneldim. Odam... Bugün son kez odamdı. Tabii Jimin'e engel olamazsam...

Bir kumar gibiydi. Sonuçlarını bilmeden kendimi risk uçurumundan aşağı atıyordum. Kim bilir belki bir dal parçası beni kurtarırdı. Belki de keskin bir kaya sonumu getirirdi.

Bir kumar gibiydi ve sonuçlarını bilmiyordum. Jimin'e engel olursam ya düşündüğüm gibi gidebilir ve buradaki herkesi iyileştirebilirdim ya da Jimin haklı çıkardı ve bu evden canlı canlı gitmek yerine cesetlerimiz gidebilirdi ancak.

Ya da tüm bu riske girişmezdim ve buradan def olup giderdim. Uçurumdan atlamazdım. Ama benim onu kurtarmamı bekleyen, kırılmak üzere olan bir dal parçasına tutunmuş olan bu evdeki herkesi arkamı dönerek terk ederdim. Dal çok dayanmadan kırılır ve kendisiyle birlikte bu evdeki herkesi sona götürürdü.

Odadan çıktım ve bomboş koridora baktım. En ufak bir kıpırtı yoktu. En ufak bir canlı belirtisi bile... Yorgun adımlarıma devam ettim ve aşağı kata yöneldim. Tam köşeyi dönecekken omzuma aldığım sert darbeyle yere yıkılmamak için sırtımı tırabzanlara yasladım. Göğsümdeki darbeyle birlikte kısa süreliğine nefesim kesilmişti ve sonra derin nefesler almak zorunda kalmıştım.

Vücudumda ikinci darbeyi oluşturan Taehyung'tu kuşkusuz. Gözü hiçbir şeyi, hiç kimseyi görmüyordu. Duygusuz ifadesi yüzüne hakimken ardından ufak bir rüzgar dalgası bırakarak hızlıca merdivenleri çıkıyordu. Ardından Taehyung'u sakinleştirmek için peşinde ise Jennie koşturuyordu. Çaresizdi, ne yapacağını bilmiyordu. Öylece kendini tüketiyordu.

Kalbim kaçıncı kez kırılmıştı bilmiyordum. Kalbimin bu kez kırılmasına yol açan ise nefesimin kesildiğini Taehyung'un fark etmiyor oluşuydu. Hoş, varlığımı fark ettiğini bile sanmıyordum.

İnsanlar değer vermediği varlıkların aldıkları hasarları geç fark ederlerdi.

Yaralı elimle tırabzanları sıkıca tuttuğum için pansuman kanlanmıştı. Olduğum yere çöktüm ve nefesimin düzene girmesini bekledim. Elimi kalbime götürdüm ve eskiden Taehyung'un karşısında kafesinden çıkacak gibi hevesle atan kalbimin şimdi zayıf inlemelerini duyuyordum.

Nefesim düzene girdiğinde ayağa kalktım ve beynimi kurcalayan düşüncelere engel olamadım. Jimin haklı olabilir miydi? Ardından aklıma Jennie'nin çaresiz yüzü geliyordu ve bir korkak gibi uçurumdan dönmek istemiyordum.

Koridorda yürümeye devam ederken kapısı açık olan revire baktım. Lisa'nın solgun bedeni bir ceset gibi görünüyordu. Dikkatli bakılmadığı sürece anlaşılamayacak hafif nefesleri... Canlı beyaz teninin daha da soluk görünmesi...

Eğer Lisa gerçekten suçsuzsa ve ben buradan çekip gidersem ömrümün sonuna kadar kendimi affedemezdim. Ne Jennie için ne Lisa için...

İki yaralı ruh vardı burada. Taehyung'un ruhu hakkında ne düşündüğümü bile bilmiyordum artık.

Belki bir canavara belki de bir yaralıya aitti.

Buraya hiç gelmemiş olmayı diledim bir an. Eğer buraya hiç gelmeseydim önümde karar vermek zorunda olduğum bir uçurum olmayacaktı. Karakterlerimle yarattığım dünyamda yaşamaya devam edecektim.

Nereden bilebilirdim ki eski hayatımın aslında huzur dolu olduğunu, aslında ruhumun capcanlı olduğunu...? Bunu anlamak için ruhumu yaralamam gerekiyordu demek.

Gözlerimi Lisa'nın solgun bedeninden çekip koridorda ilerlemeye devam ettim. Bomboş salona baktım, terk edilmiş gibi duran bu eve baktım. Gözüm pencereye takıldığında bahçede gizli gizli konuşan Jimin ve Namjoon'a bakışlarımı yönlendirdim. Gözlerimi kısarak ne dediklerini anlamaya çalıştım ama dudak okumada o kadar da yetenekli değildim.

Bahçe kapısına yöneldim ve sağımda kalan Namjoon ve Jimin'e baktım. Sesleri şimdi az da olsa duyulabiliyordu. Sadece Namjoon'un sesini duyabilmiştim. "Biletleri ayarladım."

Ne?

Buradan gidebilmek için Namjoon ile işbirliği mi yapıyordu. Hızlı adımlarıma onlara yönelttim ve kaşlarımı çattım. "Ne oluyor burada?"

Jimin önce şaşırsa da sonra kendini toparladı. Bu sırada Namjoon'da en ufak bir mimik oynaması olmamıştı. Jimin göz ucuyla Namjoon'a baktıktan sonra açıklamaya koyuldu.

Dudaklarını yaladı ve bakışlarını kaçırdı. "Amerika'ya gitmemiz için Namjoon biletleri ayarladı. Rosé, sen ve ben."

Sinirle kahkaha attım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun, Jimin?"

Kaşlarını çattı ve başını dikleştirdi. "Dalga geçer gibi bir halim mi var? Uçak bu akşam, Seokjin. Bir saçmalık çıkarmaya kalkma."

Kaşlarımı çatarak bir adım ileri gittim. "Ben hiçbir yere gitmiyorum." Her kelimeyi bastırarak söylediğimde devam ettim. "Çok istiyorsan Rosé ile birlikte git. Benim için sorun değil."

Bu sefer araya Namjoon girdi. Alaycı bir şekilde güldü ve gözlerini devirdi. "Sen de gideceksin, Seokjin."

Bakışlarımı ona yönlendirdim. Gülen bakışları hızlıca sert bir hal aldı. "Anlamadığımı mı sanıyorsun?"

Sinirli ifadem bir anda boşluğa düştü. Neyden bahsediyordu? Yoksa Taehyung'la olan ilişkimizden mi? Vücudumu bir soğukluk dalgası sararken kaşlarımı kaldırdım.

"V'nin koltuğunu istediğini biliyorum, Seokjin. Başından beri Taehyung'a zarar veriyorsun. Ve biliyor musun, buna izin vermeyeceğim."

Sinirlerime hakim olamayıp olağanca gücümle bağırarak Namjoon'u ittirdim. "Sen ne saçmalıyorsun?!"

Kahkaha atmaya başladı. "Taehyung bunu fark etmeden buradan gitsen iyi olur. Sana bir şans tanıyorum. Hadi ama..."

"Tam bir şerefsiz olduğunu biliyor muydun, Namjoon?" Gözlerimin sinirle parladığına emindim. "Bu kadar aşağılıkça bir şey düşünecek kadar şerefsizsin."

Namjoon yüzüme sert bir yumruk geçirdiğinde ağzıma dolan sıcak sıvıyla birlikte kahkaha attım. Jimin araya girip bağırmaya başladı. "Kesin şunu! Namjoon sen de saçma sapan şeyler düşünmeyi bırak. Sadece buradan gitmek istiyoruz, aynı senin istediğin gibi. Bu işi zorlaştırmak yerine kavga etmeyi bırakın da iki tarafın da istediği bir an önce gerçekleşsin."

"Ben hiçbir yere gitmiyorum dedim!" Dudağımın kenarından çeneme süzülen kanı umursamadan bağırdım. Jimin karşıma geçti ve omuzlarımdan tuttu. "Sana yalvarırım Seokjin, ne olursun bir kez olsun beni dinle. Yalvarırım... Gözlerimin önünde yok olmana dayanamıyorum. O adamın seni parçalara ayırmasına dayanamıyorum. Bizi mahvetmesine dayanamıyorum."

Nefesim kesilmiş bir şekilde onu izlerken Namjoon bir şey demeden derin derin soluyarak bize bakıyordu. Jimin devam etti. "Sen benim ağabeyimsin. Sadece birkaç haftada nasıl değiştiğine bak. Benim tanıdığım Seokjin kolay kolay ağlamaz ama o lanet odada uyuduğum gecelerde senin ağlamanı duyuyorum. Her şeyi arkamızda bırakıp gidebiliriz, Seokjin."

Yüzüne buruk bir gülümseme yayıldı. "Rosé Amerika'da ünlü bir şarkıcı olmak için hayallerinin peşinden koşar. Bir iletişim şirketine girip orada çalışırım ve sen de o her zaman çizmek istediğin resimlerini çizersin. Kitaplarını yazarsın. Resimlerini bir galeride yayımlarız. Düşünsene Seokjin, huzur dolu bir hayatın olacak. Öncekinden daha da güzel. Her şey istediğin gibi olacak. Sana yalvarırım bizi dinle, Seokjin."

Başımı hafifçe yana salladım. "Yapamam," diye fısıldadım. Taehyung'u bırakamam, Jimin Onu bu korkutucu şatoda tek bırakamam, onu terk edemem.

Jimin sertçe yutkundu ve gözlerini kaçırdı. "Cevabın ne olursa olsun, buradan gideceğiz."

Gözlerini gözlerimle buluşturdu. Yüzünde sert bir ifade oluştu. "Gerekirse isteğinle, gerekirse zorla. Ama her halükarda gideceğiz."

Yüzümü şaşkın bir ifade sarmaladı. Zorla götürmekten mi bahsediyordu?

"Bunu yapamazsın, Jimin."

Jimin başını dikleştirdi. "Ah, hem de öyle bir yaparım ki..."

Jimin hızlı adımlarını bahçe kapısına yöneltirken arkasından şaşkınca baktım. Bunu yapamazdı. "Jimin!" Bağırışlarıma aldırmadan yoluna devam etti. Peşinden gitmek için yöneldiğimde kapıda Jennie belirdi.

Ayakta zar zor duruyordu. Bacakları titriyordu. Gözleri kıpkırmızıydı ve yorgundu. Bileğinden akan kanı görünce kaşlarımı çattım. Jennie Jimin'i görünce dizleri üzerine düştü. "Jimin..."

Jimin koşarak Jennie yere boylu boyunca düşmeden onu kolları arasına aldı. Hemen yanlarına gittiğimde Jimin titreyen elini Jennie'nin ıslak yanağında dolaştırdı. Gözlerinden akan bir damla Jennie'nin ıslak yanağını daha da ıslattı.

Jennie bana ve ardından Jimin'e baktı. Gözleri her an kapanabilir gibi duruyordu. Jimin Jennie'nin bileğine bakarken haykırdı. "Kim yaptı bunu, Jennie?!"

Bileğine cam parçaları saplanmıştı. Yüzümü buruşturarak yarasına baktım. Jennie sanki özellikle bunu benim duymam gerekiyormuş gibi yarı kapalı gözlerini bana çevirdi.

"O da ağabeyim gibi oldu, Seokjin."

Ardından gözleri kapandı.

***

arkadaşlar bundan sonra bölüm günleri çarşamba ve pazar, yetiştiremezsem yine sadece pazara döneceğiz.

taehyung hakkında ne düşünüyorsunuz? vee jimin hakkında? 

sizce jimin haklı mı?

jennie'ye ne oldu? 

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım bölümü beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.


Continue Reading

You'll Also Like

62.7K 6K 22
hataydı, unutmak gerekiyordu, peki neden hayatına devam edemezmiş gibi hissediyordu
8.5K 426 15
Eğer UnderTale karakterleri, Facebook kullansaydı? Bu sorunun cevabı bu kitapta =)
69.8K 5.8K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
Haunted By pelin

Fanfiction

2.2K 239 10
Sessizlik, Tepedeki Ev'in tahtalarıyla taşlarının üstünde muntazaman uzanıyordu ve orada gezinen her ne ise artık tek başınaydı. Chanbaek & Sekai