Kolej Savaşçıları [Tamamlandı...

By Renkli_Bukalemun_

26.4K 3.3K 269

Hayatta bu kadar salak bir grup tanımışmıydınız? O halde tanışma zamanı! 🙈🙉🙊 Amac sadece salaklardan kurt... More

Tanıtım
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm.
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Korkusuzlara
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dozuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
💕Teşekkürler💕

On Beşinci Bölüm

723 99 10
By Renkli_Bukalemun_

(Derya Arslan...)

"Tombala!"

"Ben oynamıyorum ya!"

Biricik üçüncü kez tombala yapınca Burak elindeki kağıdı ve taşları fırlatım oynamıyorum diyerek çemkirdi. Burak ayağa kalkıp "ben mutfağa gidiyorum içecek isteyen var mı?" diye sordu. Hepimiz el kaldırınca Burak geri vazgeçip "banane oğlum kalkın alın ben sizin hizmetciniz miyim?"

Biricik ayağa kalkıp "dur ben sana yardım ederim" deyip ikiside mutfağa doğru gittiler. Herkesin elindeki kağıtları alıp taşlarınıda toplayıp torbaya koydum. "Son bir el daha" Mert ayağa kalkıp koltuğa boylu boyunca uzandı "baydı artık, başka bir şey yapalım. Siz kızlar pijama paryilerinde sadece tombala mı oynarsınız?" kaşlarımı çattım. Aslında biz kızlar pijama partisinde birbirimize makyaj yaparız, pasta pişiririz, film izleriz. Ama ilk defa bir kız partisine ekeklerde gelince sonuç tombala oynamak oluyor. Elimdeki kağıtları torbaya sıkıştırıp "hayır, sadece tombala oynamayız. Biz kızlar daha çok şey yaparız ama işin içine erkek girince... " parmaklarımla parantez açıp erkekler kelimesine baskı yaptım. "İşler değişiyor."

Burak ve Biricik elinde tepsiyle içeri girip elindeki tepsileri orta sehbaya indirdiler. "Ne oldu, oynamıyor muyız?" üzüntülü bir şekilde sordu Biricik. Mert koltukta "hayır " deyip tersledi. Herkes masadan içeceklerini alıp bir yere sindik.

"Üst katta jenga olacaktı." Efe bardağını tepsiye tekrar koyarken Burak öne atılıp "getir oynayalım" dedi. Herkes bardağını tepsiye koyunca tepsileri Derinle mutfağa koyduk. O sırada da Efe çoktan jengayı getşrmişti.

Kuleyi kurduktan sonra aramızda kura çekip kimin ilk taşı çekeceğini belirledik.

İlk bendim!

Ses dalgamın kuleyi devirmesinden korktuğum için herkese sessiz olmasını söyleyip kuleyi sarsmayacak bir taşı çekip üstine koydum. "Ecem nerde ya?" dedi elindeki telefona bakarak Pelin.

Mete üst katlardan bir taş daha çektikten sonra "erkek arkadaşında kalıyor. Sanırım pazartesine kadar dömiyecek." elindeki taşı üste koyup sıradaki Burak'ın taşı çekmesini bekledi.

Ne, erkek arkadaşı mı?

Bizimkilere şaşkınca birkaç saniye baktım. Şaka bu! Sırıtarak "Erkek arkadaşı mı?" daha fazla kendimi tutamayıp kahkaha attım. Bizimkilerde birkaç saniye sonra bana katılıp gülmeye başladık.

"Hadi devam edelim oyuna" dedim. Diğerleride gülmeyi bırakınca oyuna devam ettik.

İki saat sonra...

"Ya oğlum ya! Hayvan gibi çekiyorsun taşı." Burak devrilen kulenin arkasında bıraktığı enkaza elinin tersiyle geçirip tüm taşları dağıttı. Efe Burak'ın taşları dağıtmasına sinirlenmiş olacak ki ayağa kalkıp bağırmaya başladı. "Baban topluyor bu evi değil mi!?" Efe çok sinirlenince ayağa kalkıp "tamam ya bağırmayın ben toplarım!"

Bunu söylerken galiba bende bağırdım.

"Kızlar hadi bir çırpı toplayalım şunları." Ah tabi bizimkilerde "hadi toplayalım" deyip beraber toplamaya başladık (!)

Taşları "Tek başıma" toplayıp kutuya yerleştirdim.

Efe eline kumandayı alıp "Just dance yapalım mı?" Efe'nin önetisini duyar duymaz öne atılıp "yapalım!" diye bağırdım. Arkamdan Derin "Lan oğlum baştan niye söylemiyorsun." Derin ve diğerleride onaylayınca Efe oyunu açıp şarkı seçmeye başladı. Bahçe penceresine yaslanmış olan Emre mızmızlanmaya başladı. "Yine mi dans?"

Allahım ya. Lan salak sen zaten bir dans grubunun içindesin ne olmasını bekliyordun?

Efe ekranı gösterip " Rave in the Grove'ı açıyorum." Ekrana baktığımda anda bu işin sonunu çok eğlenmiş olarak bitiriceğimizi anladım. "Tamam ben şu sarılı ağaç olucam." ekrandaki ağacı gösterip. "Oynayanlar ortaya geçsin oynamayanlar ayak bağı olmasın." dedi Derin ciddi bir tavırla. "Nasıl oynuyacağız?" diye bir soru geldi sağ taraftan. "Ekranda bir karakter seçiyorsun onu hareketlerini yapmaya çalışıyorsun. Çok kolay ya hemde eğlenceli." Benim yerime Mert'in sorusunu Derin cevapladı.

Orta sehbayı kenara çekip yerlerimizi aldık. Ben, Derin ve Pelin ağaçlı olan karakteri seçmiştik. Emre, Burak ve Mert kafasız adamı, peluş ayı gibi olan karakteri Biricik, Mete seçmişti. Efe ise Mecburi olarak kısa elbiseli bayanı seçmişlerdi.

Efe oyunu başlatıp yerine geçti. "Hazır olun başlicaz." Efe karakterinin hareketine odaklanıp dikkat kesildi.

İlk başta çok sakin geçsede sonrada iş yer değiştirmeye gelince kazada kaçınılmaz oldu.

"Ahh! Gözüm. Dikkatet biraz" diye çıkıştım Emre'ye . Tekrar eski yerimize geçerken Derin'e çarpıp yere düşeyazdım. Bu fikrin ne kadar kötü olduğunu farkettim. Yine yer değiçtirecekken başka bir taraftan "Burnum!" diye biri bağırdı.

Başka taraflardan gelen çırlama seslerini umursamadan kendi hareketlerimi yapmaya çalıştım.

Biranda ekranla arama büyük bir kafa girince "oğlum yanlış taraftasın sen Mert'in önüne geçiçeksin. Çekil!" Burak önümden çekilip Mert'in önüne geçti. Mert Burak'ı elinin tersiyle kenara itti.

İlk şarkımız kazasız belasız bitince Efe hemen Bubble pop şarkısını açmıştı.

İşte şimdi hapı yuttuk. Bu şarkıyı daha önce yapmıştık ve Pelin'in kaşı yarılmıştı.

Herkes istediği şişkoluktaki adamı seçtikten sonra Efe şarkıyı başlattı. Ben mavi renk olduğum için çok bir hareketim yoktu aslında. Uykum varmış gibi yapıp duruyordum. Birkaç dakika sonra yer değiştirme olayı tekrar başlayınca kim nereye gideceğini şaşırmıştı. Tekrar yerimize geçtikten sonra birde çak beşlik olayı çıktı. Sol tarafıma dömüp Emreye6 bir çak beşlik yaptım. Sonra dönüp Pelin'e yaptım. Birkaç kere bunu tekrarladıktan sonra arkadan Efe Burak'ı, Burak'da Emre'yi itip üzerime gelmeye başladı. Bende şarkıdaki karaktere uyup Emre'yi ittim. İkinci itişmede Emre'yi çok hızlı itmiş olacam ki Emre yere yapıştı.

Emre yere amele sümüğü gibi yapışınca hepimiz gülmeye başladık. "pardon" dedim gülmemi tutamadan. Elimi uzatıp onu yerden kaldırmak için yardım etmek istedim ama elimi geri çevirip kendisi kalktı yerden.

"Başlatmayın dansınıza, ben çok terledim duş alıcam." Emre üstünü düzeltip üst kattaki odalardan birine gitti. "Bende çok yoruldum. Film izleyelim." dedi Mert. Bunlar ikinçi şarkıda pes ettiler. Nasıl danscı olacak bunlar? "İzleyelim" Pelin Mert'e onay verdi.

Birkaç kişi daha onay verince film izlemeye karar verdik. "Yalnız evde hiçbir şey yok alışverişe çıkalım. Film izlerken atıştırmalık alırız." Efe daha biz karar vermeden çoktan üstünü giymişti.

Derin kollarını göğsünde bağlayıp "Ben, Mert, Pelin ve Efe Markete gidelim. Sizde filmi seçin" Derin ayakkabılarını giyerken arkamdan Mete "bende duşa giriyorum filmi aranızda seçersiniz. Güzel bir şey olsun ha ona göre." Mete de merdivenlerde çıkıp gözden kayboldu.

(Biricik Yıldız...)

Diğerleri alışverişe giderken bende mutfak dolaplarını karıştırmaya başladım. Dolabın kulpunu sıkıca tutup açtım. İçinde -şansımıza- popcorn buldum. Paket dolabın en üst katındaydı. Bir insan neden en üst rafa koyar ki? Alamayalım diye mi? Pakete ne kadar uzansam da bir türlü alamadım. Sinirle kollarımı belime yaslayıp etrafıma bakındım. Üstüne çıkabilecek bir şey arıyordu gözlerim. Mütfak masasının sandalyeleri "biz ne güne duruyoruz" diyorlardı. Gözlerim sandalyelerin konuşmalarına kulak asıp onları ordan almamı beklediler.

Sandalyenin birini alıp tezgahın hemen önüne koydum. "Bekleyin beni, ben geliyorum." mısırların gözlerini korkutup sandalyenin üzerine çiktim. Paketi hemen o raftan kapıp elimde oynamaya başladım. Paketin çıkardığı ses zaferin sesiydi. Dolabın kapağını kapatıp elimdeki popcorn paketini havaya atıp yakaladım. " İşte şimdi benimsiniz. " paketi tekrar havaya attığım sırada paket benden uzağa düşmeye başlayınca sandalyede geri geri gidip paketi almaya çalışırken sandalye ayaklarımın altında bir halı misali kaydı.

Sandalyeden düşerken sanki bir şey beni sarmıştı. Gözlerim karmaşık görüntülerden sonra kadrajıma sarı saçlar girmişti.

Ben saçım sarı değil ki? Bu renk ne o zaman?

Birkaç saniye sonra her şeyi anladım. Burak beni tutmuştu.

"Dikkat et biraz." Ona çok yakındım. "Ben... Teşekkür ederim. Mısırı almaya çalışıyordum." Ağzımdan kelimelerin nasıl çıktığını anlamadım bile. Burak beni yere indirince yere düşen mısır paketini aldım. Nefes alış vetişim hızlanmıştı.

Popcornu açıp patlatma makinesine döktüm. "Sen buna bak ben meyve suyu hazırlıyayım." O mutfaktan acilen çıkmam için patlatma işini Burak'a devrettim. Gerçi meyve sularında mutfakta hazırlayacaktım ya neyse. "Biricik gelsene bi!" İçerden Derya'nın sesini duyduğumda ne kadar şanslı olduğumu anladım. Mutfaktan apar topar çıkıp salona gittim. "Ne oldu?" diye sordum. "Sehbayı itemiyorum yardım et biraz. " Derya'ya yardım etmek için onun yanına gittim. O bir köşesine bende diğer köşeye geçip itmeye başladık.

Sanki bir ton. Ne bu ya? İkimizde ittik. Kımıldar mı? No. "Burak!... Bir dakika baksana. Yardım lazım." Burak'a seslenirken Derya bana baktı. "Ne" dercesine bende ona baktım. "Ne oldu?" dedi Burak. " Sehbayı itemiyoruz. Bir el atsan? " omuz silkip yanımıza geldi. "Şuncacık şeyi itemediniz mi?" İtemedik canım. "Biz en fazla kırk beş kiloyuz. Ne olmuş itemediysek?" diye çıkıştım Burak'a. Masanın kenarından tutup "tamam ya bağırma ittim." Burak sehbayı tek başına itip eski yerine koydu. Köşede duran meyve tabağını alıp sehbanın üzerine koydum. "O ne ya?" Derya mutfağın kapısını gösterince Burak ve ben oraya baktık. Mutfağın kapısından mısır fırlıyordu.

Burak'a döndüğümde çoktan mutfağın yolunu tutmuştu. Onun peşinden bende mutfağa gittim. Kapıdan girdiğim anda içeride bir kaos çıkmıştı. "Niye kapağını kapatmadın!"

Salak!

Etrafa bir sürü mısır fırlıyordu. Bir tanesi makineden çıkıp koluma geldi. Bir iyne batmış gibi sızlamaya başlayınca yere çöktüm. "Kapağı nerde? !" Buraka soran gözlerle baktım. "Şurda" masanın üzerine baktığımda kaybolan annemi bulmuş kadar sevindim. Kapağı masanın üzerinden kaptığım gibi mısırları makineye hapsettim.

Belki bir proplemi halletmiş olabilirdik ama mısırları kim topluyacaktı? İşte bu yılın sorusu oluyor.

(Derin Aksoy...)

"Hadi bin." Çantamı alışveriş sepetine atıp içine girdim. Efe alışveriş sepetini markette dolaştırmaya başladı. Atıştırmalıklara geldiğinde rafkarda ne varsa sepete atmaya başladım. Elime gelen cipslerin hepsini sepete attım. "Burası tamam başka reona git" Efe'ye elimle işaret verip sürmesini istedim. Reonu dönerken arabayla Mert ve Peline çarptık. Çarpmanın etkisiyle öne gidip geldim.

"Birinin bedeni büyümüş ama aklı büyümemiş sanırım." Mert'in beni gösteren parmağını tutup kıvırdım. "Sanane ya!" diye çırladım. "Efe, gidelim!" Efe arabayı Mert ve Pelini sol tarafta bırakıp sürdü. Arkamda kalan Mert'e dönüp dil çıkardım.

İçecek reonuna gelip soğutucunun kapağını açtım. İçinde ne bulduysam sepete attım. Efe son dakika aldıklarıma kızınca arabayla beraber benide kasaya sürüklemeye başladı. Reonların arasından giderken Efe'ye çaktırmadan sepete birkaç sakız ve şekerleme attım.

Ödemeyi yaptıktan sonra alışveriş sepetiyle arabanın yanına gittik. Ben hala bir çocuk gibi içinde oturmaya devam ettim. Ne olmuş yani? Oturmak istedim, oturdum.

Efe sepeti boşaltıp bütün aldıklarımızı arabaya koyunca boş sepetle beni marketin önünde sürmeye başladı. Yüzüme çarpan akşam esintisi bir harikaydı. Telefonumu Efe'ye verip fotoğrafımı çekmesini istedim. Efe telefonumu elimden alıp benden biraz uzaklaştı.

Parmaklarımı iki yapıp gözümün önüne getirdim. Pozuma hazırdım ki flaşın patladığı anla Mert beni hızla sürüp kadrajdan çıkmamı sağladı. Fotoğraf ise bir kargaşanın habercisi oldu.

( Derya Arslan...)

Elimdeki kumandayla filmleri teker teker geçmeye başladım. "Hala bulamadın mı?" Salonun girişine baktığımda gözlerinin önüne düşmüş olan ıslak saçlarıyla Emre baktım. "Hep aşk veya korku filmi var ben macera istiyorum, aksiyon istiyorum... Ama yok. İnsan gibi hiç yok." Filmlerle aram hiç iyi değildir. Hele ki romantik filmlerle. Emre elini saçının arasına daldırıp biraz gezdirdi. Yanıma gelip elimden kumandayı aldı. "Sana kalırsa hiç film izleyemeyeceğiz. Harika bir film biliyorum."

Kumandayı elimden alınca sinirlenip mutfağın yolunu tuttum. "Sono kolorsa hoç folm izlamayacağız. Salak şey." Evet, onun taklidini yapmak iyi geldi. Mutfağa girip Burak ve Biricik'in hazırlamış olduğu limonatadan bir bardak kaptım. "Hey! Biraz sabret." Biricik söylene dururken ikinci bardağımıda kafama diktim.

"Başka ne hazır..." lafımı kapının iğrenç sesi bölünce "ben açarım" dedim. Bizimkiler olmalıydı. Mutfaktan çıkıp kapıya gittim. Kapının deliğinden baktığımda dört koca kafa gördüm. Kapının koluna bastırıp açtım. "Vay! Vay! Vay! Neler aldınız. Lan yoksa marketi mi soydunuz?" Ellerindeki poşetlerin yarısını alıp mutfağa taşıdım. "Ne var lan bunların içinde?" Gerçekten bu kadar ağır olacaklarını tahmin etmemiştim. "Her şey hazırsa içeri gidip filmi izleyelim" dedi Mert.

Derin, Pelin ve ben tüm yiyecek ve içecekleri salona götürüp yerimizi aldık. Bir tane üç kişilik iki tanede iki kişilik koltuk vardı salonda. Biricik ve ben iki kişilik koltukları kapıp pikeyi üzerimize çektik. Burak, Emre ve Mete üç kişilik koltuğu kapınca Pelin ve Efede iki kişilik koltuğu kaptılar. Tüm koltuklar dolmuş ve Derin ile Mert ise ayakta kaldı.

Derin etrafına bakıp gözünü bize kestirdi "biraz ileri gidin kız" dedi. Valla hiç rahatımı bozup tüm film boyunca sıkış tıkış izleyemem. "Kusura bakma canım" dedim. Bizden umudu kesip Efeve Pelin baktı. Ama onlarında yüzünde istenmediği okunuyordu.

Mert Derin'in kolundan çekip "gel ya şuraya oturalım" deyip orta sehbanın kenarına çoktüler. Sehbaya eğilip bir bir cips kasesi birde mısır kasesi kaptım. Elimdekileri Biriciğe verip iki tane meyve suyuda kaptım. Işıklarında kapanınca tam sinamadaymışım gibi bir habaya girdim. "Aklıma gelmişken ne izliyoruz?" diye sordu Biricik. Hakikatten ne izliyoruz? "Korku" dedi Emre.

Yatağa başımı soktuğumda ayaklarım açık kalmasın diye uğraşamam. Kucağımdaki tabağı indirip "ben izlemem" dedim. Bu erkekler ne kadar meraklı böyle şeylere. Hem bide dağ başındayız! "Saçma sapan konuşmada otur!" diye çıkıştı Emre. "Ben izlemiyorum!" meyve suyumuda indirip pikemi sinirle koltuğa fırlattım. Sehbanın yanından geçerken Biricik kolumdan tutup "ya gel! Lütfen. Zaten aynı odada kalıcaz sorun olmaz." hah oldu birde sarılarak uyusaydık!

Kolumu çekiştirdiğim zaman beni sertce çekip koltuğa oturttu. "Ne ara kas yaptın kızım?" sormadan edemedim. Beni nasıl çekti?

" Derya lütfen. Sen izlemezsen bende izlemem. Beni bu filmden mahrum mu bırakacaksın? " bana masum bir çocuğun şekerini elinden almışım gibi hissettirdi. "iyi be izlim bari"

Derin'in keyfi yetine gelmiş olacak ki el çırptı. Koltuğuma geri oturup kasemi kucağıma aldım.

Hadi başlayalım.

Emre filmi başlattığında biraz olsun tırsmamıştım.

Filmin ortalarına geldiğimizde ortam çok sesizdi. Pelin korkudan Efeye sarılmıştı. İşin garibi ise izlemem için çok ısrar eden Derin pikesinin arkasına saklanmıştı. Üzerimdeki gerginliği atmak için mısır kasemden bir mısır alıp Derin'e fırlattım. Benim attığımı çakmaması için ise hızla kollarımı pikenin altına koydum. "Ya! Dursana!" deyip Mert'i eliyle itti. Mert neye uğradığını şaşırıp "ne vuruyon ya!" deyip Mert'de Derin'i itti. "Mısır atma o zaman sende!" diye kendini savundu Derin.

***

(Pelin Akkaya...)

"Al şunu, hadi" elimdeki diğer bardağı Biricik'e verip odamızdan sessizce çıktık. Dün gece filmden sonra hepimiz odalarımıza çekilmiştil. Adımlarıma çok dikkat edip Derin ve Derya'yı uyandırmamaya çalıştık. Korudorda seesizce yürüyüşümüzün ardından nihayet odanın önündeydik. Kulağımı kapıya yaslayıp uyanık olup olmadıklarını kontrol ettim.

Çıt yok!

Biricik'i dürtüp hazır olmasını istedim. Kapı kolunu çöktürüp içeri göz attım. İkiside uyuyordu. Kapıdan içeri girip Biricik'e girmesi için işaret ettim. Odada sessiz adımlarla ilerleyip Derin'in yatağının önüne gelip Biriciğinde Derya'nın yatağının önüne gelmesini bekledim. İkimizde yatakların önünde durduk. Parmaklarımı üç yaptım. Sessizce iki ve biride dediğim anda Biricik bardaktaki tüm suyu Derya'nın yüzüne boşalttı. Bende durmadım ve bardağımdaki tüm suyu Derin'in üzerine boşalttım.

Derin yüzüne dökülen sudan dolayı yataktan fırladı. Daha çok gıçık olsun diye "cidden suyun kaldırma kuvveti varmış. Test etmem iyi oldu" dedim Derin'e . Üzerindeki yorganı atınca elimdeki bardağı komedinin üzerinen bırakıp odadan dışarı doğru koşmaya başladım. Arkamdan Derin'in geldiğini görünce merdivenlerden aşağı koşmaya başladım.

Hala peşimi bırakmadı! Merdivenler bitince salonun ortasında koşmaya başladım. Önüme birden Efe çıkınca ona çarpıp yavaşladım. "Yakaladım seni!" Derin koşar adım orta sehbanın üzerine çıkıp üstüme elindeki yastıkla atlayacaktaki Efen'nin arkasına geçince Efe kim vurduya gitti. Efe ve Derin yere yığılınca bunu fırsat bilip bahçeye kaçtım.

Bahçenin yarısına kadar gidip bekledim. Birkaç dakika sonra Derinde peşimden bahçeye çıkıp bana baktı. İşaret parmağını boynuna sürtüp dudaklarını kımıldattı. Bunun anlamı "öldün sen!" demekti. Derin içeri girince onun gittiğinden tamamen emin olduktan sonra bende içeri gidip mutfağa girdim. Derin sanırım duş almak için odaya tekrar çıkmıştı.

Mutfakta Burak, Biricik ve Mert kahvaltı hazırlıyordu. Biraz şaşırdım açıkcası. Ben erkeklerle kavga ederiz sanmıştım ama uslu uslu kahvaltı hazırlıyorlardı. "Yardım lazım mı?" diye sordum. "Diğerlerini çağır gelsinler" dedi Mert.

(Derin Aksoy...)

Saçımdaki havluyu çekip yatağımın üzerine attım. Siyah bir kot üzerine uzun salaş sarı rengi kazak giydim. Ocak atının nerdeyse başındaydık ve havalar çoktan soğumuştu. Saçıma son fırca darbesinide vurduktan sonra yatağın üzerine attığım havluyu tekrar banyoya koydum.

O Pelin beklesin! Korksun benden. Sabah sabah yaptığı şeyi unutmayacağım. Odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başladım. Aşağıdan mükkemel kokular geliyordu. Merdivenleri daha hızlı inip bir an önce mutfağa ulaşmaya baktım.

Mutfağın kapısından başımı uzatıp "günaydın!" dedim neşeli bir tavırla. Güne güzel başlamak iyi olur diye düşündüm. Yüzümdeki gülümseme Mert'i görünce arttı. Üzerinde mutfak önlüğü elinde tava, krep pişiriyor. "Ne bakıyosun?!" diye çıkışınca Mert ona bakmayı kesip masaya oturdum. "Hiç sadece şaşırdım." Masadaki meyve suyundan kendime bir bardak koyup tabağıma birkaç bir şey aldım. "Ooo Mert daha neler pişirir!" Mete'nin söylediklerini duyunca ağzım açıkta kaldı. Şahsen ben bile bir yumurtayı kıramazken... Onun bunları yapması... "Hadi! Daha neler pişirir ki?"

Sorduğum soru havada kalınca çok üstelemeyip Mert'in pişirdiği krepten bir parça aldım. Gerçekten ne pişirdiğini merak ettim. Gözüm birden masanın üzerindeki titreyen telefonuma gitti. Bir bildirim vardı sanırım. Elimdeki çatalı indirip telefonu avuçladım. Kilit ekranı açıp gelen bildirimin üzerine tıkladım.

" hadi canım!"

"Ne oldu Derin?" diye sordu Biricik. Ekranı masaya çevirdim. "Ecem mi o?" diye sorfu Efe. Evet bu Ecemdi ama yanındaki kimdi? "Yanındaki kim?" diye sorunca Pelin "lafı ağzımdan aldın resmen. Bilmiyorum kim olduğunu. Gelince sorarız." Telefonumu masaya indirip yemeğe odaklanmaya çalışsam da aklım o fotoğraftaydı. İkisi yanyana ayna pozu vermişlerdi. Hayret! Gerçekten. Ecem'in yanında bir erkek görmek imkansız bir şeydir. Sebebini bilmesemde Efe hariç pek erkeklerlede konuşmaz. Sanırım erkeklerden nefret ediyor.

"Bu günde dans edersek şuracıkta bayılırım valla." Mert mızmızlanırken Efe aklında sinsi bir şey varmış gibi baktı. "Ben halletim o işi. Merak etme dans etmicez." Efe'nin gözleri hiç öyle hayri alamat bakmıyordu.

👑👑👑

"Bu ne ya? Hayatta binmem ben bu şeye!" Atlardan uzak kalmaya çalıştım. "Ölmek için çok gencim." Gerçekten gencim. "Hadi ama ya mızmızlanma,korktun mu yoksa?" Al bakalım Derin, Mert'in ağzına laf verdin. Şimdi bu salak benle dalga geçer. "Hayır canım... Ne korkucam sadece... Düşüp bir yerimizi kırmayalım istiyorum. Zaten iki günlük tatile gelmişiz, onuda bakıcılık yaparak geçirmek istemiyorum ve banada bakıcılık yapmanızıda istemiyorum. Sadece bu. Korktuğumuda nerden çıkardın?" Ay vallah iyi sıktım. Yalan bedava sonuçta. Çok fevri davransamda umarım yemiştir." Madem korkmuyorsun benimle bir tura çık o zaman."

Ya sabır...!

Sakin ol Derin... Sadece bir tur, sıkıntı olmayacak. İyi tutunduğun sürece.

" Tamam ben varım. " bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete Derin. "Hop hop! Yarışma yapıcaz. Alın şunları." Efe, ben, Derya, Biricik ve Peline kağıttan bir rulo uzattı. "Bunlar haritalarınız. Çiftliğin arkasındaki ormana birkaç eşya yerleştirdim hepsini bulup buraya getiren ilk kişi kazanır. Son gelen ceza alır. Nasıl ama?" Hayır, başka bir oyun bulamadın mı? Gerçekten? "Saçmalık!" diye öne atıldım.

Hani arkadaşlarınızla alışverişe gidersinizde bir elbise beyenirsiniz ama arkadaşlarınız yakışmadığını söyleyip sizi negatif yüklerle yükler ve o elbiseyi almaktan vazgeçersinizya, hah buda onun gibi bir şey.

Ben hayır dediysem onlar evet demek zorunda!

"ee... Tamam ama dört tane harita verdin, biz ne olacağız?" diyerek elinde harita olmayanları gösterdi Burak. Efe parmağını şıklatıp "ikişerli olarak takım olucaz. Ben Pelinleyim." Efe Pelini kapınca yüzümü astım. Geriye mal çetesi kalmıştı. "Bende seninle olayım, zaten seninle tur atmayacak mıydık?" Mert elimdeki haritayı kapıp atın yanına gitti. Aslında en büyük hatayı nerde yaptım biliyor musunuz? Bu gruba katılmakta.

Burak Biricikle Emrede zorla olsa Deryayı ikna edince güvenlik için birkaç önlem aldıktan sonra atlarımıza bindik. Mete'ye ne oldu diyorsanız oynamayacakmış. Aman oynamazsa oynamasın. Zaten buraya gelmekte pek istekli gibi durmuyordu. Ata binmek için ayağımı üzengiye bastığımda dengemi iyi sağlayamayıp yere düşeyazdım. Mert ise çoktan binmişti bile. "Tut elimi" deyip atın üzerindeki Mert elini uzattı. İlk başta terettüt etsemde elini tuttum. Elini sıkıca tutup bütün gücümü ayağıma yukleyip atın diğer tarafına attım.

Üstündeyim!

Atın üstüne biner binmez kollarımı Merte doladım. Düşüpte ölmek istemiyorum. Boynumu Mert'in omzuna koyup ölüm yoluna ilerleyişimizi bekledim. Gözümün önüne bir tutam saç düşünce Mert'in beline doladığım kolumu çekip gözümün önündeki tutamı arkaya ittim. Kolumu tekrar Merte doladığım sırada Mert bana döndü.

Gözlerim Mert'in gözlerine kenetlendi. "Korkmadığın halin buysa..." burnum nerdeyse burnuna değiyordu. Gözlerinin içine daha dikkatli baktım. Gözleri benimkilerden daha derin sulara sahipti. "Sana diyorum!" Mert'in uyarısı beni birden gerçek dünyaya dönmemi sağladı. Gözlerinin içine bakıp daldığım için kendime lanet okusamda bu durum yüzümde yanmalar hissetmeme neden oldu. "Önüne bak!" diye onu uyardım.

Zar zor yutkunduktan sonra "hadi başlayalım artık!" diye Efe'ye seslendim. Hepimiz atlarımızla yan yana geçip Mete'nin düdük çalmasını bekledik. Madem oynamayacaktı bari hakemlik yapsın diyerek Efe onu hakemliğe atamıştı.

"Hazır... Başla!" Mert atı harekete geçirip çiflik evinden uzaklaşmaya başladık. Herkes başka yönden hitmişdi. At başta çok hızlı değildi ama sonradan...

Birkaç dakika sonra Mert atı yavaşlatıp haritayı bana uzattı. "Bana yolu tarif et."

Allah aşkına bu haritayı kim hazırkadı? Muhteşem resim yeteneği olan Efe mi yoksa?

Haritayı açtığımda sadece karalanmış bir kağıt çıksada karşıma biraz anlamıştım. İlk durak bu ormandaki büyük meşe ağacıydı. "Düz git, bir otoyol çıkınca sağa dön. Gerisini sonra anlatırım." çok açıklayıcı olduğunu düşünüp haritayı tekrar kıvırıp elimde sıkuca tuttum. Tekrar kollarımı Mert'e dolayınca atla tekrar harekete geçtik.

Ağaçlar yanımdan hızla geçince başım dönmeye başladı. Gözlerimi sıkıca kapatıp Mert'e daha sıkı sarıldım. Yüzüme çarpan rüzgarla ne kadar hızlı olduğumuzu aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Atın çıkardığı yaprak hışırtıları birden kesilince sağ göz kapağımı hafifce araladım. Otoyola çıkmıştık. "ee... Ne taraftan?" Mert soruyu sorunca gözlerimi açıp etrafa baktım. "Git git sen... Ben sana söyleyeceğim." çok hızlı, çok hızlı!

Gözlerimi sürekli açıp açıp kapatmaya başladım. "Dur! Burdan düz git ağaç hemen çıkıcak karşımıza." yolu gösterip bir daha açmamak üzere gözlerimi kapattım. Atlarfan nefret ediyorum!

Küçükken babam beni at binmeye zorlamıştı. Bende binmemek için attan kendimi yere atmıştım. Evet biraz çılgın gibi dursada bunu yaptım ve bacağımı kırdım. Sorasında dört ay yatalak kalsamda ata binmeyecektim.

Rüzgardan dolayı uçuşan saçlarım uçmayı kesince gözlerimi hafif araladığimda bir çift siyah gözle karşılaştım. "aç gözlerini geldik korkak sincap." Afferin sana Derin! Yakalandın.

"Ne korkucam be! Gözüme toz gaçtı... Bende bir daha girmesin diye açmadım gözlerimi."

(oskar ödül töreni... Derin Aksoy)

"Bu yılın en iyi yalan oskar ödülü... Derin Aksoy!" Koltuğumdan kalkıp sahneye parlak elbisemle çıktım. Mikrofonun önüne gelip ödülümü aldım. "Öncelikle beni bu ödüle layık gördüğünüz için teşekkürler. Beni destekleyen tüm yalancı arkadaşlarıma teşşekürler. Ödülünüze layık olmaya çalışaçağım."

" Tamam bari kollarını çöz, midem böbreğimle yer değiştirmeye başladı " dedi. Kollarımı yavaşca kendime doğru çözüp kafamda rahat durmadığından kaskımı kafamda arkaya doğru ittim. Mert bana doğru dönüp göz kırptı. " Söyle bakalım nerde şu eşya?" Mert attan inince elimde tuttuğum ama tutmaktan daha çok hışladığım kağıdı açıp haritaya baktım. Ağaçın üstü işaretlenmişti ama eşyanın olduğu yer işaretlenmemişti. "Ağacın etrafında sanırım" haritayı tekrar katlayıp avucumun içine aldım. "Ağacın dallarına bak ya da dibine bak, bak işte oralara."

Ben bu oyunu icat edenin, bu çifliğe getirenin, bununla oyuna girenin... "Buldum. Al şunu" al işte içimden küfür bile edemiyorum. Mert ağacın dallarında asılı olan kırmızı kuşağı alıp bana uzattı. Kuşağı elinden alıp bileğime bağladım. Önlem almak için başıma taktığım kasket sürekli gözümün önüne düşmeye başladı. Kasgeti başımda düzeltip "hadi gidelim!" dedim. Daha fazla bu ormanda kalmak istemiyorum. Keşke Mete'nin yerinde olsaydım. Şimdi yan gel osman bir tarla bostan halindedir. "Mızmızlanma geldim." Mert son model arabanın gazına basıp ormandan çıkardı bizi.

"Şimdi nereye?" Mert bana dönüp sorunca elimdeki haritaya baktım. Ya oğlum hangi çağda yaşıyoruz ya? Haritayamı kaldık gerçekten. Haritada haritaya benzese, sadece karalama var. Haritaya daha dikkatli bakıp "Bu ne ya? Dinozor mu bu? Yoksa bir köpek mi?" Bence dinozor. Bir hayvana benziyor ama... Efe ben senin... "Ne dinozoru ya çiftliğin birkaç metre arkasındaki göl değil mi o? Bide harita okuyacaksın" Mert elimdeki haritayı alıp incelemeye başladı. Göl öyle mi çizilir Allah aşkına? İddaya girerim o dinozor.

"İyi sen biliyorsan sen oku!" diye çırladım. Mal insan gibi harita var ya sanki elimizde. Ayrıca göl olsa Efe içini maviye boyardı. Allahım birde akıllıyım diye geçinmez mi!?

"Tut şunu" elindeki haritayı kapıp sıkıca kavradım. Kollarımı Mert'e tekrar dolayıp başımı omzuna yasladım. Etraftaki ağaçların hızlı geçmesinden ötürü başım dönmemesi için de gözlerimi kapattım. Sonra başımın dönüp midemin bulanmasını ve attan uçmak istemem.

"Bismillah ile yola çıksaydıkda öyle sarılsaydın." ha ben sana çok meraklıyım dağ ayısı. "Benimle uğraşmayı kes pişman olursun."

Mert atı harekeye geçirince kalbim gırtlağıma karad çıkıp geri yerine geçti. Bilerek hızlı sürüyor. Gaza yükleniyor ki daha çok korkayım. Ne günahım vardı Allahım? Keşke bir kerede istediğim bir şey olsa ya, dişimi kıracağım.

Sağ gözümü hafif araladığımda çiftlik evi gözüme çarpti. Oyunu bıraksam Mert devam etse olmaz mı ya? Efe gerçekten bu oyunu çok mu düşündün?

Sorularla aklım karman çorman olunca yanımızdaki geçen ağaçlardan ne kadar hızlı olduğumuzu faretim. Kollarımı daha sıkı sarıp eğer ben düşersem peşimden Mertide düşürmeyi umdum. Sonuçta anca beraber kanca beraber. Değil mi?

Çiftlik evini -gözlerimi arada bir yarım yamalak açtığımdan - çoktan geçtiğimizi farkketim. Allah vere benim başıma bir şey gelsin Mert... Sen o zaman görürsün anyayı konyayı.

Bir kere o resmin göl olduğunu nerden çıkardı? Hep böyle salak şeyler tabiki salak bir insandan ve beyninde "sağlam tahtası var mı?" diye soracağımız insanın başının altından çıkabilirdi.

Mavi gölü görünce bir an duracağımız için çok heyecanlandım. En azından bir kaç dakika "ne zaman düşüp bir yetimi kıracağım?" diğe düşünmeyecektim. At giderer yavaşlayıp durdu. "Efe nereye saklamış olabilir sence?" diye sordu Mert. Attan inip benimde inmem için elini uzattı.

En azından dağ ayısının birazcık centilmenlik varmış.

Uzattığı elini tutunca hiç bırakasım gelmedi. Havadan dolayı soğuyan ellerim sıcak bir el tuttunca hep tutmak istedi. İsemeyerek Mert'in elini bırakıp peşinden gölün iskelesine doğru yürüdüm. Her ne kadar kalında giysem üşümeye başladım. Gözlerim Mert'in yanında sallanan elinden bir dakika olsun ayıramadım.

Nasıl bu kadar sıcak olabilir?

İskelenin sonuna gelip durduk. Şimdi çiftlik evinde olup şöminenin karşısında oturup ayaklarımı uzatmak... "Hey! burdamısın?" gözlerim Mert'in elinden yüzüne doğru kaydı. "Efendim?" diye sordum. "Efe diyorum gölün içine saklamış olabilir mi?" diye sordu. Tabikide o kadar salak değil. "Hayır, saklamamıştır." Ama keşke saklasaydı. Bu havada gölün içine girip aramasını çok isterdim.

"Tüh yazık oldu şimdi" dedi

"Pardon, neye yazık olacakmış?"

Yüzünde gıçık bir sırıtış vardı. "Bende sen ararsın diye düşünmüştüm. Neyse şansına küs."

Yapmacık bir gülüş yapıp "çok komik. Gülmekten karnım yırtıldı."

Gölün çevresini karış karış aramaya başladık. Tabikide koca gölün hepsini arayamadık ama giderek zaman kaybediyorduk. Artık hava olduğundan daha karanlık bir hal almıştı. Oyuna nerdeyse iki gibi başlamıştık. İlk durağa gitmemiz bir saat ve şuan aramada nerdeyse iki saat harcamıştık. "Ya burda değil işte boşa arıyoruz!" Merte ne kadar bağırsamda birbirimizden çok uzaktık ve Mert beni duymuyordu. Kafama büyük gelen kask sürekli gözümün önüne düşünce elimle kavradığım gibi göle fırlattım.

En azında Mert göle düşen kasktan çıkan su sesini duyup bana dönmüştü. Neyse kask en azından bir işe yaradı.

Elimle Mert'e gel işareti yapıp birbirimize yürüdük. Başladığımız nokta olan iskellenin tekrar başındaydık. "Ya Efe buraya saklamaz. Biz yanlış yerde arıyoruz." çemkirdim.

"Şu haritadan nasıl göl olduğunu anladın!?" kağıdı sertçe ona uzattım. Haklı değil miyim?

Yüzüme umursamazca bakıp kağıdı elimden aldı. Yüzünden ordaki resmi anlamaya çalışıyormuş gibi gözüküyordu. Yanına gidip bende resme bakmaya başladım. Resimdeki şeyin çok garip çıkıntıları vardı. "Taş mı acaba ?" dedi. Sorusuna düzgün bir cevap bulamadım. Çünkü çok yakınındaydım. Kokusu baş döndürüçüydü. Sonunda o güzel kokudan kendimi alıp salak gibi davranmadan ondan uzaklaştım. "Taş bu kadar büyük olur mu olsa olsa bu kayadır... Hay ben aklıma tüküreyim ya!" Mert bana bakıp "Ne oldu? Buldun mu yoksa?"

Tabikide buldum. "Çabuk bin şu lanet ata." Mert benim uyarıma dikkate alıp ata doğru yöneldi. Ormanın derinliklerinde büyükçe bir kaya vardı. Nasıl daha önce aklıma gelmez ki!?

Mert ata bindikten sonra bana elini uzattı. Bu elin böyle bana uzanacağı aklıma gelseydi daha önce bulurdum kayayı.

Sıcak elini tutup ata bindim.

🐰🐰🐰

"Nerde şu lanet kaya!?"

Mert giderek sinirlenince telaşlandım. Bu kayanın burda olması lazımdı. "Adım gibi eminim bu kaya burdaydı. Hatta bak..." ağacı gösterip "kayanın parçasıyla buraya K harfi çizmiştik." Korkusuzların her yerde işareti olmalı bence.

Ne diyorum ben? Konumuz bu değil.

"ya başlıyacağım oyununuza! " Benden sinirlenmiştim. Atın yanına gidip Mert'i bekledim. "Gel yeter artık. Hava karardı. Kaybedersek bir şey olmaz. Hem zaten çoktan sonuncu olmuşuzdur bile. Hadi gidelim artık." Bu lanet ormandan gitmek istiyorum artık. Giderek karga seside artmaya başladı zaten.

Mert ata binip bana elini uzatinca hemen tutup ata bindim. "Sakın hızlı sürme midem boğazımda artık. " kollarımı Mert'in beline dolayıp başımı omzuna yasladım. Hava daha çok soğumaya başlayınca dişlerim titremeye başladı. "Hem üşüyorsun hemde yavaş gitmemi istiyorsun. Ayrıca karnında gurulduyor."

Mert söyleyince dikkat ettimde, amma acıkmışım ya. "Olsun sen yinede yavaş git." acıktım diye ölmek istemiyom. "Kusura bakma güzelim ama ben acıktım ve şuraya bayılabilirim." hah güzelim miş. "İyi sen git ben yürürüm." elimi Mert'den çözdüm.

Mal acıktı diye beni öldürecek.

Burnumdan soluyordum resmen. Attan inmek için ayağımı öbür taraftan çekip aşağı sallandırdım. Tüm güçümle kendimi yere attım.

Ya bir kerede işim doğru gitsin ya. Bir kere!!!

Aşağı atlamamla dudaklarımdan "ah!" demem bir oldu. Ayağımın üzerine daha fazla basamadan yere yığıldım.

Lanet olsun! Lanet olsun!Lanet olsun!

"İyi misin?"

Mert attan inip yanıma geldi. Ayak bileğimde oluşan acıyı biraz olsun hafifletmek için ovuşturmaya başladım. Mert bileğimi kavrayınca serçe onu ittim. Gözlerim dolmuştu. "Hepsi senin yüzünden. Hepsi senin yüzünden! Beni bu lanet oyuna sen soktun. Ata binmeye sen zorladın. Korkuyorum oldu mu? İlla atı uçurmak zorundasın değil mi?..." öfkem gözlerimden akıp gitmeye başladı. Bileğim ise inatla daha fazla sızlamaya başladı. Ondan nefret ediyorum. Hepsinden nefret ediyorum. Onlar gelmeden harika bir gruptuk. İlla hayatım mahfolacaksa başka bir şekilde olsaydı.

İçimden sayadururken Mert yanıma gelip ayak bileğimi kavradı. Bileğime dokunan ellerden rahatsız olunca ve ona olan öfkem artınca omzuna sert darbelerle vurmaya başladım. "Dokunma bana! Adi bislik, öküz, hayvan! Lanet olsun senin gibi adama. Senin o böbreklerini söküp mumbar dolması yapıp sana yedirecem! Seni parçalara ayırıp buzluğa atacam. Canım çektiğinde de çıkartıp yiyecem! " omzuna vuran ellerim ağrıyınca vurmayı kestim. Allah kahretsin ki edecek küfrüm kalmadı. Aslında vardıda ben o küfürleri eden bir kız değildim.

Mert bileğimi bırakıp bana baktı. Yanağımdan süzülen öfkelerimi bileğime dokunan elleriyle silmeye başladı. Ellerini itip kendim gözyaşlarımı sildim. "Dans edemezsem seni öldürürüm. Sana söz veriyorum seni keni ellerimle öldürücem..."

"Hey! Ne yapıyorsun?"

(Efe Bacaksız...)

"Bakın ben ne aldım!" dedim elimdeki kestane poşetlerini havaya kaldırarak. Çiftliğin birkaç kilometre uzağındaki marketin önünde bir yerden almıştım. "Hadi açın film izleyelim" dedim. Elimdeki paketleri herkese dağıtmıştım ki iki poşet fazla aldığımı farkettim. "Sanırım fazla almışım. Şuraya koyuyorum..." iki paketi sehpanın üzerine koyum "isteyen gelsin alsın."

"Derin nerde!?" diye bağırdı Pelin. Bende ortamda bir şey eksik diyordum ki Derinmiş eksik olan. "Hala dönmediler mi?" şaşkınca sordum. Masanın üzerine konulan haritalara baktığumda en zor haritayı onların aldığını anladım. O haritayı bir türlü çizememiştim zaten.

"Telefonlarına cevap vermiyorlar." Mete telefonunu bana doğru uzatıp "bide sen kendin arasana" dedi. Telaşla telefonumu cebimden çıkartıp rehberden Derin'in numarasını çevirdim.

"Aradığınız kişiye..." telefonu kapattım. "Yok..." dedim. Benim yok dememle herkes telefonlarına sarılıp arama yapmaya başladı. "Oğlum salak mısınız ? Hepiniz aynı anda aramayın. Sırayla arıyalım." bide bana salaksın derler.

Gözlerimin önünün kararmasıyla kız çığlıklarının duyulması bir oldu. Harika bir elektirik kesintimiz eksikti. "Bağırmayın ya!" dedi Emre. "Bana birdaha bağırırsan seni öldürürüm." Derya çığlık atmayı kesip Emre'ye karşılık verdi.

"Ya sakin olun sadece elektirik kesildi. Oturup sakince düşünelim. Biraz daha geç kalırlarsa çıkar ararız." ya gerçekten burdaki tek akıllı insan benim. Hep en mantıklı düşünceler benden çıkıyor. Ortamı biraz neşelendirelim.

"Tem otoyoluna muz düşerse ne olur?"

Espri söylediğim an herkes kulaklarını çoktan kapatmıştı.

"Temmuz! Hahah!"

(Derin Aksoy...)

"Beni çiftliğe kadar böyle
taşıyamazsın!"

Her ne kadar çıtpınsamda Mert bir türlü beni yere indirmiyordu. "Sakin olup yolun tadını çıkarsan diyorum. Her kız bunu yaşamak için ölüyor, sen..." biraz daha çırpındım.

"Dur yoksa başka yerlerinide inçiticeksin!"

"Bana bağırma!"

Ya bileğime dokunurken ona ne kadar vursamda sanki o bir aslan ben sinekmişim gibiydik. Şimdide bir farkı yok. Keşke kaslarım olsaydı. Ağzını burnunu kırmıştım.

"Kollarını boynuma dola, yoksa düşersin." Daha ne var? Hayat daha ne çıkıcak karşıma?

İstemeyerekte olsa kollarımı boynuna doladım. Beni kucağında daha rahat bir pozisyona alıp sıkıca tuttu. "Yolda gelirken bir pansiyon görmüştüm bu gece orda kalıcaz. Sana beş yıldızlı otel tutamadığım için üzgünüm güzelim ama bu gece idare edicez. " yüzünde ne kadar alçak bir sırıtış var. "Bana güzelim deme" sertçe söyledim.

Yine sırıtışını görünce cinlerim tepeme çıkmasın diye başımı omzuna yasladım. Başım Mert'in boynuna değiyordu.

Arkamızdan gelen ata gözlerim takıldı. İçimden "Ne bakıyorsun?" dedim. "Bu duruma gelmemiz hep senin suçun. Aptal at. Bak üşüyorum, ama sen ne güzel sıcacık tüylerin var."

Mert'inkokusu başımı döndürsede hava soğudukça başımı daha çok gömüyor daha çok sarılıyordum.

Göz kapaklarım giderek ağırşaşmaya başlayınca onları açık tutmak giderek zorlaştı. "Sakin dur tamam mı? " Mert'in uyarısının ardından sersemlemiş halde yerle buluştum. "Ne oldu?" dik durmaya çalışsam da sırtüstü yatıp uyumak için her şeyi yapardım.

Mert karşımda üzerindeki kalın olmasada siyah kazağını çıkardı. "Al giy şunu" bana uzattı. Yüzüme soğuk rüzgarın çarpmasıyla artık o kadar da mayışmamıştım. "Sen ne olucaksın?" dedim. Kazağı çıkardığında altında, bana uzattığı kazaktan daha ince soğuk mavisi renginde bir tişört vardı.

"al şunu hadi" dedi. Her ne kadar ondan nefret etsemde soğuktan donup ölmesini ve bu yüzden beni kurtların yemesine göz yumamam. "Hayır, hem ben üşümüyorum."

Sanki kar soğuğu vardı hava.

Üşümüyor musun?

"Zangır zangır titriyorsun. Havada bozdu zaten, sanırım yağmur yağacak. Çabuk giy şunu!" Mert'in çıkışının karşısında gökyüzüne baktım. Normalde bu saatte havanın siyah olması lazımdı ama daha çok gri gibiydi.

Yağmur yağacak.

Bana uzattığı kazağı alıp üzerime geçirdim. "Tamam ama artık yürü..." daha lafımı bitirmeden yine aynı yerdeydim.

(Biricik Yıldız...)

"Tamam düşündük ben çıkıp arayacağım." Vestiyerin üzerindeki montumu alıp üstüme geçirdim. Elektirik kesildi. Yetmedi birde yağmur yağacak şimdi. Arkadaşım dışarıdayken ben burda sıcak yerde oturup bekleyemem

Siyah botlarımı ayağıma geçireceğim sırada dışarıda gelen yüksek gökgürültüsünden elimdeki botu korkudan elimden düşürdüm.

Doğa ana resmen onları bulmamazı istemiyordu.

"Sanırım yeni sorunumuz için biraz daha düşünmeliymişiz Biricik Hanım" Burak bahçe kapısını gösterdi.

Yağmur çoktan başlamıştı.

" Yakınlarda bir yerde pansiyon var. At binen insanlar dinlenmek için oraya giderler. Belkide oraya gitmişlerdir."

Efe burayı bizden daha iyi bildiğinden ona inandım.

(Derin Aksoy...)

"Benim yüzümden yağmura yakalandık. İndir beni daha gızlı yürürüz." ama yok dinlemiyor ki beni. Bana baktı . Islak saçlarından yüzüme damlalar düşüyordu. Ip ıslak olmuştu. "Hasta olacaksın" konuşsana be adam.

"Amma mızmızlandın. Geldik işte." Mert olduğu yerde durunca karşıya baktım. Büyük bir yer olmasada fena değildi. "Böyle mi giricez içeri." dedim. Yadırganırız sonra.

Beni süzüp "Ne olmuş? Böyle giricez tabi". Ne bekliyordum ki? İnatçı keçi. Adım adım pansiyona yaklaşınca uyumuş numarası yapmaya başladım. En azından "insan uyuyorken ne yaptığının farkında değil " teorisiyle kurtulacaktım.

Mert pansiyona girer girmez sıcak bir hava dalgası sardı vücudumu. Zaten halsizdim sıcak hava daha çok mayışmama neden olmuştu. Göz kapaklarım "amma inatçı çıkın bırak kapanalım" dercesine benimle savaşa girmişlerdi.

Mert birileriyle konuşuyordu ama gözlerim kör olmuştu resmen. Mert'in sesi kesilip ayak sesleri geldi. Sanırım yukarı çıkıyoruz. Bu sefer bir kadın sesi geldi. Sanırım oda anahtarını Mert'e verdi. Mert'in "teşekkütler" edişini duyunca rahat bir uyku çekeceğim için heycanlanmaya başladım.

(Mert Karaduman...)

Çamın kenarına koyduğum merhemi alıp Derin'in yanına oturdum. Annemin bu özel merhemi - ölüm- hariç tüm dertlere devadır herzaman. Merhemi koyduğum küçük plastik kutunun kapağını açıp işaret parmağımla merhemi aldım. Yatakta usul usul uyuyordu. İncittiği ayak bileğine merhemi yavaşça yaydım. "Ne kadar inatçısın. Korkularınla yüzleşemezsen nasıl hayatta kalıcaksın?"

Nasıl olsa uyuyordu. Beni duyamazdı. Uyurken küçük bir çocuk gibi duruyordu. Yüzüme birden bir gülümseme yayıldı. Merhemi güzelce sürüp inçittiği yere masaj uygulamaya başladım. Nazik davranıp daha fazla canını yakmak istemedim. Bileğini ovuşturup acıyı yok etmeye çalıştım.

Neden bu kadar inatçı ? Halbuki başka biri onu bu uykuda görse masum bir kız sanır.

"Ne yapıyorsun sen?" bitkin bir ses duyunca ovuşturduğum bilekten başımı kaldırıp yatak başlığına baktım. Elimi bileğinden çektim.

Uyandı!

Şimdi üstüme iftira atmaya falan başlar.

"Şey... Merhem sürüyordum. Kötü bir şey yapmıyordum." o kadar yorgun görünüyordu ki söylediklerimi duyduğunu bile sanmıyorum. Merhemin kapağını kapatıp camın kenarına koydum. Dışarıda oldukça gürültülü bir yağmur vardı. Derin'e dönüp üstünü örttüm. Çok üşümüştü. Yanındaki küçük ışığı kapatıp odadan çıkmak için kapıya yönelmiştim ki vazgeçtim. Yapmam gereken bir şey vardı.

Yatakta yatan Derin'e dönüp kulağına eğildim. Usulca ve onu uyandırmayacak şekilde yavaş soluklar aldım.

"Özür dilerim"

Dudaklarımdan dökülen kelimeden sonra ondan uzaklaştım. Şimdi gitmeye hazırım.

Yataktan uzaklaştığım sırada avuçumun içinde sıcak bir şey hisettim.

"Teşşekür ederim"

Bu Derin'in eliydi. Bitkin sesiyle bana teşekkür etmişti. Yüzüme hafif bir gülümseme yayılmıştı. Avucumun içindeki eli usulca kayıp yatağın kenarına düştü.

Odadan sessizce çıkıp kapıyı arkamdan sessizce kapattım. Hemen karşıdaki odama gidip kapıyı kapattım. Yatağın üzerine atlayıp gecenin gürültüsünü seyrederek uyumaya çalıştım.

Selam! 👋 Uzun zamandır yazmadığımı biliyorum . Elimden geldiği kadarıyla bölüm eklemeye çalışacağım. Müzikli bölümü lütfen şarkıyı açıp öyle okumanızı istiyorum. Bu bölümde Korkusuzların hafta sonundan bahsetmek istedim. Bir sonraki bölüm ü en kısa zamanda yayınlayacağım. Görüşmek üzere. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum. 💕

Continue Reading

You'll Also Like

745K 45.3K 41
- KÜFÜR İÇERİR - - Tamamlandı - - Yazım hataları var. Rahatsız olanlar okumasın! - (Bir ara düzenlenecek ama üşeniliyor.) ♤ Hikaye de 'Bad Boy' yada...
184K 11K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
32.2K 3.5K 37
•texting, tamamlandı. 0535*******: Yarın müsaitsen en yakın evlendirme dairesinin önünde buluşabilir miyiz? Beren: Sebep? 0535*******: Bilmem. Sah...
927K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...