SEVDANA GÖNÜL VERDİM

By nslhn5828

196K 16.3K 8.5K

Ne bir yıldız aydınlatır gecesini bir şairin parıltısıyla, ne de bir güneş aydınlatır olmayan gündüzünü.. Her... More

TANITIM
Kesit
Kesit II
Kesit III
Bölüm 1: ~Sevda Adamları~
Bölüm 2: ~Hasret Uzun Bir Yol~
Bölüm 3: ~Çıkmaz Sokak~
Bölüm 4: ~Bela Geliyorum Demez~
Alıntı :))
Bölüm 5: ~Tehlike Çanları~
Bölüm 6: ~Soğuk Savaş~
Bölüm 7: ~Hopali kim?~
Bölüm 8: ~Baskın / Part 1~
Bölüm 9: ~Baskın / Part 2~
Bölüm 11. ~Sırlar~
Bölüm 12. ~Yara İzi~
Bölüm 13. ~Umutlar~
Bölüm 14. ~Eve Dönüş~
Yazarınızdan..
Bölüm 15: ~Yiğit'in İmtihanı :)~
Bölüm 16. ~Sebep Olduklarımız~
Alıntı :)
Bölüm 17: ~Sevdalar Hep Deli~
Bölüm 18. ~Adım Adım Gel Bana~
Bölüm 19.~Berat Ağa~
Bölüm 20. ~İmtihan~
Bölüm 21. Artvin / Part 1
Bölüm 22. Artvin / Part II
Bölüm 23. Hayaller ve Hayatlar
Duyuru
Nerede Kalmıştık;)
Bölüm 24 - Sevdanın Tadı
Bölüm 25: Öfkenin Bedeli
Bölüm 26: Emanet

Bölüm 10. ~Geçmiş Gelecek~

4.7K 473 234
By nslhn5828

Önündeki kahvaltılık dolu tabağı suratını asarak masanın ortasına doğru ittiren genç kız, "Hiç yiyesim yok!" diye mırıldandı. Emel, ağzındaki lokmayı hızla yutarak, tabağı Leyla'nın önüne doğru tekrar ittirdi.

"Onları yiyeceksin!" dedi sertçe.

"İstemiyorum! Hem sen eşyalarını toparladın mı?" diye sordu, konuyu değiştirme telaşıyla. Emel, elindeki ekmeği ağzına sokuştururken, evet anlamında kafasını salladı. Dudaklarında sinsi bir gülüş meydana geldi. "O değil de, Sinan Aslan'ı gördüğümde bayıldım ya, umarım bu detayı çabuk unuturlar!" dedi kıkırdayarak.

Leyla, keyfi olmamasına rağmen bir gülüş belirdi suratında. O akşam Emel, eve geldiğinde salonda Sinan Aslan'ı gördüğünde yere yığılmıştı. Uyandığında ise adama olan hayranlığını dile getirmekten hiç çekinmemişti.

"Adam iyi dayandı senin çenene.." dedi gülmeye devam ederken. Emel gözlerini devirdi. "Tek hayranı ben olmadığıma eminim. O yüzden alışıktır.." dedi omzunu çekerek. Çayından bir yudum daha aldı. "Adamın ikna kabiliyetine ne demeli?" diye sordu. Leyla hafifçe iç çekti. İkna etmesine gerek mi vardı? Sonuçta el mahkum kabul edecekti.. Verdiği kararın pişmanlığını yaşamak istemeyen Leyla, o geceye hızla dönüş yaptı..

"Oğlunuzdan ne istiyorlar Sinan bey?" diye sordu Leyla, merakla.. Sinan oturduğu yerde kıpırdandı. Suratına fazlalık durmayan ufak bir tebessüm bıraktı.

"Herkes bir şey ister.." dedi alçak sesiyle. "Güç, hırs, para, belki intikam.."

Emel, kısık tuttuğu gözleriyle Sinan'a baktı. "Oğlunuz takılarıyla adını duyurmuş birisiyse neyin intikamı?" diye sordu. Sinan, ciddi tavrından hiç ödün vermedi. "Oğlumun tek işi takı değil küçük hanım.." dedi. Oğlundan her daim gurur duyan adamın omuzları belirgin şekilde kabardı. "Kendisi devletin bir numaralı adamıdır.."

İki kız hayretle gözlerini aralarken, aynı anda "Ajan mı yani?" diye bağırdı. Çıkan yüksek seslerinden ikisi de utanarak bakışlarını kaçırırken, Yağız gülmesini eliyle gizledi. Sinan, tek kaşını alayla kaldırdı.

"Çok şey bilmek bazen iyi olmayabilir. Bu durumu bilen kesim oğlumun ortadan yok olmasını istiyor. Lakin oğlumu istiyorlarsa, önce beni ezmeleri gerekiyor. Bu da biraz imkansız.."

Kızlar ikna olmuşçasına kafalarını sallayıp sustular. Bir süre salona sessizlik olurken, Emel günlerdir merak ettiği soruyu sormaktan çekinmedi. "Peki neden Hopali diyorlar? Lakabı mı? Yoksa Hopa'da falan mı doğmuş?" Leyla, bu kadar meraklı kuzenine sert bir bakış atmaktan çekinmezken, dirseğiyle kızın susması için uyarıda bulundu. Emel, ne var dercesine baktı. Leyla hızla Sinan'a döndü. "Kusura bakmayın lütfen. Kendisi biraz meraklıdır da!" dedi mahcupça. Emel utanarak bakışlarını kaçırdı. Meraklı olmak ne zamandan beri suçtu? Sinan durumu gayet normal karşılayarak hafifçe gülümsedi. Suratındaki gülümseme hızla yok olurken, üzgün bir adamın ifadesi yerini aldı..

"Mustafa Ali, yetimhanede büyüdü. Torunum sayesinde tanıştım.." dedi sessizce. Kızlar anında dikkat kesilirken, Sinan bakışlarını boşluğa dikerek, yıllar öncesini gözlerinin önüne getirmiş gibiydi.. "Daha dört beş yaşındaydı onu tanıdığımda. Oğlumun babası şehit düşmüş askerde. Annesi de nikahları olmadığı için kaçmış ailesinden. Nerede kalmış, nasıl geçinmiş orasını pek bilmiyorum. Doğumdan bir süre sonrada ölmüş. Kimsenin Mustafa'dan haberi olmayınca, sahip çıkanı olmamış. O zamanlar kadının erkek kardeşi aileye rest çekmiş, tabi daha toy delikanlı. Gelmiş İstanbul'a bacısını aramaya. Derken öğrenmiş tüm olanları. Yaşı tutmayınca alamamış Mustafa'yı.. Zaman içinde evlenmiş, maddi imkanı da el verince gelip almak istemiş. Ben o sıralar almak istedim Mustafa'yı.. Öyle öğrendim dayısının almak istediğini.. Tanıştıkta..Çok iyi bir adamdı. Bir çocuğun aile ortamında büyümesi düşüncesindeyim. Dayısının almasına mani olmadım ama habersizde kalmadım durumundan.. Hatta tatillerde ziyaretime bile getirdiği oluyordu. Torunum Özgür'le çok yakınlardı. Beş yıl kadar onlarla yaşadı. Dayısı, o sene kanserden vefat etti. O zaman aldım nüfusuma.. Ama koparamadım Hopa'dan.. Sürekli oradaydı. Okulu devam ediyordu. Liseyi de yatılı okudu orada. Annesinin mezarını buldum. Hopa'ya defnettik. Belki de ondandır Hopa sevdası.."

Soluksuz devam ettirdiği konuşmanın sonunda derin bir nefes alıp verdi adam.. Oğlunun yaşadıkları ne kadar acı olsa da, o hiçbir zaman vazgeçmemişti oğlundan..

"Çok üzüldüm.." diye mırıldandı Emel. "Siz onun için büyük bir şanssınız.." dediğinde Sinan oğluna olan sevgisiyle gülümsedi. "Aslında o benim şansım.. Evlatlarım benim bu bilinmez hayatımdaki en büyük şanslarım oldu.. Karım, kızlarım, oğlum, torunlarım ve damatlarım.. Hepsi benim şansım.. Demem o ki, benim ailemin kılına zarar gelirse, hepsinin kökünü kazırım."

Adamın karizmatikliği su götürmez bir gerçek olsa da, bilinenin diğer yarısında oldukça tehlikeli bir adam oluşu iki kızı fazlasıyla germişti. Sessizce yutkunan Leyla, "Anlıyorum.." diye mırıldandı. "Peki, şimdi ne yapacağız? Bu adamlar sizi aradığımızı öğrendi. Her gün beni sorguya çekiyorlar." dedi sıkıntıyla. Korkudan yaş dolan gözlerini kırpıştırdı. Yağız, bu sahnede yüreğinde oluşan sızıyla kaşlarını çattı. Saçma sapan bir duygu selinin ortasında kaybolmanın sırası değildi. Eğer dedelerindeki ve babasındaki şans kendisinde bir nebze varsa, zaten bu kız onun kaderi olacaktı.. O yüzden şimdi bütün dikkatini kızları bu işe dahil etmeden çözüme kavuşturma işine vermeliydi.

"Size bir şey olmasına izin vermeyeceğiz!" dedi suskunluğunu bozarak. Dedesi adına karar verip, açıklama yapmasını birkaç saniye içinde utanç olarak genç adama dönse de, belli etmedi. Sinan'a çevirdi mahcup bakışlarını. "Dimi dede?" diye sordu sessizce.

Sinan sert çehresine gülüş bırakmamak için tuttu kendini. Gençliğin ateşi ne de güzel yakıyordu etrafını. Kafasını aheste tavrıyla salladı. "Torunum haklı! Tabi ki size zarar gelmesini önleyeceğim!" dedi.

İki kız yine aynı anda merakla, "Nasıl?" diye sordu. Sinan sanki çok normal bir durumdan bahseder gibi omzunu çekti. "İstanbul'a gelerek!" dedi.

Kızları ani bir şok dalgası vururken, ilk kendine gelen Leyla oldu. "Ama olmaz ki! Burada bir hayatımız var!" dedi.

Sinan dudak büzdü. "Oğlumun hayatta kalmasından sonra, senin yaşayacak bir hayatın olmayacak!" dedi. Gerçekler hiç bu kadar acı olmamıştı!

"Teşekkürler.." diye tısladı genç kız. Bu kadar açık sözlü olmak suç sayılmalıydı!

"Ben konuşmaları pek dolandırmayı sevmem hoş görün.." dedi yılların aslanı. Emel, adama hak verircesine kafasını salladı ve yanında oturan kuzenine döndü. Elini tuttu. "Sinan bey haklı. Senin gitmen lazım." Dedi. Leyla hızla bu duruma karşı çıktı. Emel dinlemedi.

"İstediğin iş imkanıysa onu olmuş bil. Otele ortaklığımız var çok şükür." dedi. Leyla gözlerini büyüttü. Bu adamın ortak olmadığı ne vardı acaba?

"Eniştem Soydan grubunun sahibidir." dedi Yağız gülerek. Leyla'nın gözleri daha da büyüdü. Bahsettiği Soydan grubu, kendi düşündüğü Soydan grubuyla aynı kişiler miydi?

"Evet aynı kişiler.." dedi bu sefer genç adam. Leyla utançla kızarırken, Yağız keyifle gülümsedi. Bu kadın her zaman utanmalı diye aklından geçirdi.. Elmacık kemiklerindeki o kızarıklığı sabah akşam seyredebilirdi..

"Anladım." dedi sessizce. "Ama Emel'i tek bırakamam!"

Emel, itiraz etse de boşaydı. Sinan sessizliğini tekrar bozarak araya girdi.

"Hiç sorun değil. Hastanemizde var!"

Yağız artık dayanamadı ve tuttuğu kahkahasını serbest bıraktı. Elini yanındaki adama doğru kaldırdı. "Kusura bakma dede. Kızlara ilk günden bu kadar yüklenmesen diyorum!" dedi. Sinan gözlerini devirdi. Yeterince zaman kaybetmişti. Kimselere duyurmadan daha İstanbul'a geri dönecekti. Eski gücü yerinde olsa da, sonuçta yaşlı bir adamdı!

Emel ve Leyla artık pes etmişti. Adamın ikna kabiliyeti fazlasıyla yüksekti. Hiçbir itirazı kabul etmeyeceği de apaçık belliydi. İki genç kız birbirinden medet umarcasına baktı. Biri dudak büzerken, diğeri boynunu büktü. Ya burada kalıp, yaşamlarına son verecek Azrail'in kapısını çalmalarını bekleyecekti, ya da kralın hakimiyeti altına girecek yaşamlarını öyle sürdüreceklerdi.. Yapılacak şey basitti.. "Pekala!" dedi Leyla her şeyi kabul ettiğini belli edercesine bedenini dikleştirdi.

"İstanbul'a geleceğiz."

*** ***

Hopali, saatlerdir karşısında sessizliğini koruyan adama şüpheyle bakmaya devam ediyordu. Tespihini çekmeyi bırakarak bileğine geçirdi. "Anlatacak mısın artık?" diye sordu sertçe.

Mirza, dirseklerini dizlerini yaslamış, öne doğru eğilmişti. Pozisyonunu hiç bozmadan karşısındaki adama sadece bakışlarını çevirdi. Suratında tek bir mimik dahi oynatmadan, "Seni özledim!" dedi.

Mustafa sert bir küfür savurdu. "O zaman kesin öleceğim!" dedi. Mirza'nın tek kaşı havaya kalkarken, burnundan sertçe sesli bir nefes çekti. "Ölme diye geldim!"

"Ne o? Antalya'da bana kumpas mı kurmuşlar?" diye sordu gülerek. Adamın korkusuzluğu her şekilde belli olurken, Mirza oturuşunu değiştirdi. Sırtını hasır sandalyeye yasladı. "Sana o işin peşini bırakmanı söylemiştim! Ben halledecektim!" dedi.

Hopali, kaşlarını çattı. Sinir anında bütün benliğini ele geçirmişti. "O benim meselemdi!" dedi. Dilini dişleriyle ezerek, küfürlerini yutkundu. "Ayrıca, götümü toplamaktan bıkmadın mı?" diye devam etti. Mirza, dudağını tek yana kıvırdı. "Götünü seviyorumdur belki.." dedi dost bildiği adama sataşarak.

"Siktir ula!" Hopali, bozulan sinirlerinin etkisiyle gülümsedi. Kısa bir süre sonra gülüşleri dudaklarında donarak yok oldu. Pişmanlık, vicdan azabı bir olup yüklendi yaralı yüreğine.. "Bilemezdim.." dedi sessizce. Kafasını iki yana salladı. Bakışları karşısında kendini dikkatle izleyen adamı buldu. "Ona zarar vereceğini bilemezdim!"

Mirza'nın taşlaşmış kalbi dostunun hüznü karşısında erimeye yüz tuttu. Bunu hisseden adam irkilerek sert kimliğini korudu. "Fevri hareketlerine son vermen gerektiğini söylemiştim. Hala da söylemeye devam ediyorum. Şimdi bir kez olsun söz dinle!" Mustafa, sorgularcasına bir ifade takındı. Peşinden bir şey isteyeceği belliydi. "Ne istiyorsun?" diye sordu beklemeden. Mirza, kolundaki saate kısa bir bakış attı. Gece yarısına çok az bir vakit kalmıştı. Tekrar Mustafa'ya baktı.

"Antalya'ya gitmeyeceksin!" dedi emredici sesiyle.

"Kim karar veriyor buna?" diye sordu genç adam. Kızgın nefesi suratını yakıyordu. Seğiren gözleri az ilerisindeki evin balkonuna kaydı. Neslihan'ı gören gözleri anında ışıldarken, Mirza, bu detayı fark ederek gülümsedi.

"Bu sefer onu korumayı başarman için gitmeyeceksin.."

Mirza dostunun kaçış yollarını bir bir kapatırken, Mustafa oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Dostu haklıydı. Bu sefer onu korumayı başarmak zorundaydı. Fakat, düşmanlarından kaçmakta onun gibi adama yakışmazdı. Bu teklifi kabul etmek oldukça zordu. Adamın keskin bakışlarından her şeyi açıkça okuyan Mirza, bakışlarını kızın üzerinden çekti.

"Geçen seferki hatanın bedelini o masum kız ödedi Mustafa! Düşünmedin! Düşmanı yok ettin sandın ama arkasından göndereceği tehlikeyi akıl edemedin!"

Mustafa nefes almayı bıraktı. Kalbine saplanan hançerlerin acısından neredeyse iki büklüm olacaktı. Yutkunuşları boğazına düğümlenirken, kendi hatası bir kez daha suratına vuruldu. Eğer bilseydi öyle bir tehlikenin geleceğini, izin verir miydi, tüm bu olanlara?

"Okuldan arkadaşı sanmıştım.." dedi pişmanlıkla.. "İçimize kadar sızdıklarını düşünemedim!"

"Aşıksın çünkü!"

Mirza'nın ağzından çıkan cümleyle kurşun yemiş gibi irkildi genç adam. Gözleri kocaman aralanırken, Mirza dik dik bakmaya devam etti. "Kabul etmeni daha ne kadar bekleyeceğim bilmiyorum?" diye devam etti. Sesinde fazlasıyla alay vardı. "Ayrıca senin benim gibi adamların hayatında aşkın zayıflık olduğunu tekrar hatırlatmama ihtiyaç yok diye umuyorum!"

Hopali, biliyorum dercesine başını sallamakla yetindi. Diyeceği bütün sözler, cümleler dilinin ucundaydı. Sanki birisi zorla onları tutuyor, konuşmasına izin vermiyordu. Peki, Mirza haklı mıydı? Gerçekten, aşık mıydı?

Düşünmesi bile hataydı.. Ona karşı hissettikleri sadece üç harfe sığmazdı..

"Mustafa.." dedi Mirza dikkatini çekerek. Adamın boş bakışları kendisini bulduğunda hafifçe dudaklarını kıvırdı. "Bu sefer işi bana bırak! Diğerleriyle orada buluşacağız. Eğer bu seferde elimizden kaçırırsak, başka şansımız olmayabilir."

"Bende geleceğim! Benim meselem dedim! İntikam istiyorsa alsın bakalım!"

Ya sabır çeken Mirza, artık sabretmeyi bıraktı. "Adamın oğlunu doğradın ulan!" diye bağırdı. Yükselen sesi bahçede yankılanırken, sinirle kapattı gözlerini. Etrafından duyulduğunu düşünerek burun kemerini sıktı. Dişlerini sıkmaktan çene kasları seğirdi. "Tamam, Neslihan'ın intikamını aldın, eyvallah! Ama o adamı öldüremeyiz. Devlet istiyor ve istediğini onlara teslim edeceğiz! Ve sen, burada kalacaksın Mustafa!" Gözlerinden alevler saçan Mirza, elini geçiştirircesine salladı. "Ha, kızla çok baş başa vakit geçirmek istiyorsan, başka yere götür! Orasına karışmam!" dedi.

Mustafa gözlerini devirdi. Bu adamın alaylarını da ateşleyecekti!

"Zaten kafamın içinden gaipten keman sesleri yükseliyor. Bir de seninle uğraştırma beni!" diye devam etti genç adam. Suratını bir şeyden iğrenir gibi büzdü. Gaipten sesler duymayalı ne kadar zaman olmuştu böyle?

Mustafa şu durumda bile neredeyse kahkaha atacaktı. Suratına alaylı bir ifade bıraktı. "Ula her boku öğrendin geri zekalı olduğunu gizlemeyi bir türlü öğrenemedin!"

Mirza, ne saçmalıyorsun dercesine sertçe adama baktı. Avuç içiyle kulağına bastırdı. Ses daha uğultulu geliyordu. Kaşlarını çattı. Aynı işlemi bu sefer diğer kulağına yaptı. Aynıydı! Saatlerdir uykusuzluğun acısı böyle mi çıkıyordu?

"Sanatsever malikanesine hoş geldin kardeşim!" dedi Hopali, gülümseyerek. "O duyduğun ses uykusuzluktan değil, benim yeğen çalıyor.."

"Ulan baştan söylesene! Delirdim sandım!"

Hopali, gülüşünü büyütürken, Mirza suratını astıkça astı. "Sinan amca nasıl dayanıyor bu gıy gıy sese?" diye sordu. Tamam, bu tarz müzikleri pek bilmezdi ama kötüde sayılmazdı. Aslında baya baya iyiydi.. Uzaktan gelen sese daha da dikkat kesildi. Az önce kulaklarını tırmalayan ses, biranda huzurlu bir ses dönüvermişti sanki..

"Babam özel çaldırıyor zaten!" diye açıkladı Hopali.

"Şaka yapıyorsun?" diye inledi Mirza. Sinan Aslan'a keman senfonisi dinlettiren hayat ona neler yapmazdı, neler?

"Aşk bu.." diye iğneledi genç adam. Bakışlarındaki derinlik boyut kazanırken, kendisini hala uzaktan izleyen kadına çevirdi.

"Adama keman bile dinlettirir işte!"

Mirza, umursamaz bir şekilde omzunu çekti. Aşkın kapısını çaldığına hiçbir zaman tanık olmamıştı. Hoş, onun bahtındaki aşktan ne hayır gelirdi ki? Kadınların isteklerini karşılamak pek onluk bir durumda değildi. Zaten selam verdiği en fazla iki saat yaşardı. Selam vererek girdiği mekanlardan, sela okutarak çıkmak onun bu hayattaki tek aktivitesiydi.

Oturduğu yerden hızla kalkarak omuzlarında asılı duran ceketi düzeltti. "Bu gece deposuna baskın yapılacak. Büyük ihtimal yarın daha ateş sever biri olacak. Ama söz veriyorum.." dedi Mirza. Adama elini uzatarak tokalaştı. Var gücüyle sıktığı eli bırakmadan sinsi bir şekilde gülümsedi.

"Yarın gece senin için havai fişek gösterisi yapacağım.."

****

Dudaklarında keyifli bir ıslıkla sarı saçlarına ellerini daldıran genç adam, diğer kısımlarına nazaran saçlarının uzun kalan perçemleri gelişigüzel yana doğru savurdu ve bir iki adım geri çekilerek üzerindeki kıyafetini düzeltti. Tepeden tırnağa incelediği yansımasına keyifli uzun bir ıslık daha çalarken, ellerini büyük bir havayla iki yana açtı.

"Fiyakan yansın, Soyhan Durmaz!"

Etrafından yükselen ego bulutunda havalanan Soyhan, genetik ve karakteristik bütün özelliğini dedesi Samet ve babası Demirhan'dan aldığı gerçeğini ispatlama gayretine hiç düşmemişti. Bu üç adam yan yana geldiklerinde hem fiziksel olarak, hem karakter olarak birbirlerinin kopyası gibiydi. Bu duruma sevinen ne yazık ki sadece kendileriydi! İnşaat mühendisi olan Soyhan, dayısının oğlu Yiğit ile aynı okulda aynı bölümü okumuş, kan bağları gibi can bağları da oldukça sağlamdı. Yiğit'in yegane dost limanı olurken, diğer kuzenlerinin ise tam anlamıyla neşe kaynağıydı. Çünkü Soyhan varken, onun bulunduğu yerde mutsuzluk kelimesi bile bulunmazdı!

Sessiz olmaya özen göstererek odasından çıkan Soyhan, kapısını yavaşça kapattığı anda yanında bulunan odadan ikizi Neslihan'ın çıkmasıyla gözlerini devirdi. Uyku mahmurluğunun bütün emaresini taşıyan genç kız ikizini biranda karşısında görünce korkuyla inleyerek geri kaçtı.

"Hadi ama! O kadar korkunç olamam.." Soyhan, sabah enerjisini her türlü ikizine nakşederken, Neslihan sağ elini dağınık saçlarının içine sokuşturarak karıştırdı. Suratına alaylı bir ima bırakıp, "Hep kendi gözünle gördüğün içindir. Bir ara hatırlat, müsait olduğumda sana gördüklerimi anlatayım!" dedi.

"Abisinin güzelliği ne kadar da lanet bu sabah!"

Soyhan iki elini kızın saçlarına uzattığı anda Neslihan hızla ikizinin ellerinden kurtuldu. Tek elini adamla arasına sokuşturdu. "Şuan seninle ikiz olduğumuzu ve abim olmadığını inan anlatmayı çok isterim ama koca bir ama var Soyhan! Antalya işi iptal oldu. Keyfim yok, başım çatlıyor, acıktım ve bugün Pazar!"

"Seni çok özledim diye bitirmeyeceksin dimi?"

Soyhan dudaklarına sinsi bir gülümseme bırakırken, Neslihan gözlerini devirdi. "Komik misin? Ayrıca sen şiir biliyor muydun?" diye sordu. Kızın yanağını parmaklarıyla sıkıştırıp dudaklarına götüren Soyhan ikizinin kulağına sır verir gibi eğildi.

"İkizin daha neler biliyor neler! Bakma böyle saf ayağına yaşadığımıza.."

Neslihan kıkırdayarak geri çekilirken, yeni dikkat ettiği detayla kaşlarını istemsizce çattı. "Sen nereye böyle sabah sabah?" dediğinde Soyhan gözbebeklerinin büyümesine izin verdi. Hiç düşünmeden, "Koşuya!" dedi. Genç kız parmağıyla adamın üzerindeki kıyafetleri işaret ederek, suratına şüpheli bir ifade bıraktı. Neyse ki, bu sefer giyinmeyi akıl edebilmişti.

"Kot pantolon ve gömlekle mi?"

Soyhan üzerindeki gömleğin yakalarını artist bir şekilde düzelterek kafasını salladı. "Bugün de farklı olayım dedim.." Kaçış yollarının tamamını sadece bakışlarıyla kapatan sevgili ikiziyle girdiği bu amansız savaşı hiç başlamadan bitiren Soyhan teslim olurcasına ellerini kaldırdı.

"Peki peki! Yiğit'e uğramam gerekiyor. Derin mevzular falan filan. Kahvaltıya yetişirim."

Ardına dahi bakmadan kaçar gibi ortadan kaybolan Soyhan, merdivenlerden inerken tuttuğu nefesi bıraktı. Gözden kaybolan ikizine inanmayan Neslihan, tek elini beline yaslayıp kafasını iki yana doğru salladı.

"Acaba yine ne işler çeviriyorsunuz?"

****

"Günaydın dayım oğlu!"

Soyhan keyifle sırıtarak kapıyı kapatırken, Yiğit yattığı yerden hiç doğrulmadan kaşlarını çattı. "Gece rüyanda beni mi gördün gibi saçma bir soru soracağım ama, lanet olası rüyalarına beni almadığını umut ediyorum!" Kuzeninin sapık gülüşüne karşılık suratına şüpheli bir ifade düşen Yiğit, "Alıyor musun yoksa?" diye tısladı.

"Tabi ki almıyorum, rahat ol!"

Soyhan teslim olurcasına ellerini kaldırdı ve tatlı bir gülüş eşliğinde, adamın yatağının kenarına gelerek duruşunu dikleştirdi. "Nasıl oldun? Ağrın sızın var mı?" diye sorduğunda Yiğit'in dudaklarında belli belirsiz buruk bir tebessüm meydana geldi.

"Sızım hep var.."

Adamın bezgin bir halde çıkan ses tonu kulağına dolduğunda dudaklarını büzdü. "Mesaj alındı!" dedi. Kimselerin bilmediğini bilirdi Soyhan. Kuzeni belki saatlerce anlatmazdı, derdini dile getirmezdi ama o bilirdi yürek sızısının sebebini..

"Dayıma söylemedin mi?" Genç adamın bakışlarıyla işaret ettiği noktaya bakan Yiğit, olumsuz bir şekilde kafasını salladı. "Söylemedim, söylemeyeceğimde! Nokta!" dedi. Soyhan aslında bildiği şeye neden bu kadar şaşırdığını anlamıyordu. Suratına düşen hayret dolu ifade büyürken, "Aptallık ediyorsun! Ölebilirdin!" diye bağırdı. Gelen bağırma şiddetinden kılı bile kıpırdamayan Yiğit rahatlığından ödün vermeden tek kaşını sertçe kaldırdı. "Ama ölmedim!" yanıtını verdi.

"Evet, sayemde!" Soyhan'ın alay dolu cevabıyla gözlerini deviren Yiğit üzerindeki pikeyi hızla yana doğru savurdu. Çıplakta kalan bedeninde gün yüzüne çıkan bandaja kısa bir bakış attı. Bacaklarını dışarıya yavaşça sarkıtarak oturma pozisyonunu aldı. Gerisinde kalan kuzenine kafasını çevirip, alayla baktı. "Buraya da bunu söylemek için mi geldin?" diye sordu. Zaten oldukça kötü bir gün geçirmişti. Uyuduğu iki üç saatlik uykunun kendisine verdiği enerji zerresiyle hayatta kalıyordu. Dün geçirdiği ufak bir kazanın aslında çokta ufak olmadığını yeni yeni idrak ediyordu. Lakin bunu kimselere belli edecek değildi. Malzemeden çalan o adi sorumluyu öldürmediğine oldukça pişmandı! Şüphelerinde bu zamana kadar hiç yanılmamıştı Yiğit.. Ve bu olayda da yanılma payı hiç yoktu. Adamın açığını yakaladığı anda hesap sormaya gitmiş ve karşılığında adam artistlikle üzerine yürümüştü. Bilmiyordu ki, karşısındaki adam Yiğit Soydan'dı! Ateşleyen adamın oğlu olduğu kısmını unutan adam, hayatının yanlışını yapmış ve er meydanında paçaları erken sıvamıştı. Er ya da geç karşısındaki adamın nedenli güçlü olduğunu anlayınca da Yiğit'in boş bir anından yararlanıp kaçmaya çalışmıştı. Tabi bu boş bir anda ciddi anlamda savunmasız kalan Yiğit inşaat malzemelerinin dolu olduğu alana düşmüş yaralanmıştı. Neyse ki, kendisi bunu çok abartılı bir vaka olarak adlandırmıyordu. Tabi pimpirikli kuzeni Soyhan dışında!

Soyhan adamın alaylı cümlesiyle oturduğu yerden kalkıp üzerini düzeltti. "Hayır, dayımın can oğlu! Şimdi bildiğin üzere dün benim randevum vardı ta ki lanet olası su borusu senin dalağını parçalayana kadar!" dediği anda Yiğit tek elini havaya kaldırıp araya girdi.

"Sıyırdı!" dedi.

"Parçalamasına milim kalmıştı!"

Yiğit dudaklarını belki anlamında büzdü ve hafifçe kafasını yana eğdi. "Yani sıyırdı!"

"Kahretsin!" Soyhan inadı inat olan bu herifle laf dalaşına girmek istemeyince durumu kabullenmek zorunda kaldı. "Tamam sıyırdı! Her neyse ne diyordum? Evet, senin o sıyrılan yaran, benim kapatamadığım yaralara sebep oldu!"

"Unut bunu!" Yiğit, adamın daha fazla konuşmasına izin vermedi. Çünkü, konunun bağlanacağı noktayı çok iyi biliyordu. Soyhan, mavi gözlerini yerinden fırlatırcasına araladı. "Ne demek unut?" diye tısladı. Adamın beyaz teni sinirden kızarmış, alnında adeta ecel terleri birikmişti. Yiğit, kuzeninin fevri davranışını kale bile almadı. Tek eliyle oturduğu yataktan destek alarak ayağa kalktı ve hafiften hissettiği sızıyla kaşlarını çattı. Acının emaresini taşıyan surat ifadesi kasıldı. Usulca bir nefes alırken, tek elini yarasının üzerine bıraktı.

"Bak, Vildan'a asla olanları anlatmam, tamam mı? Ona anlatmak demek, bütün sülaleme naklen yayın yapmak demek! O yüzden, unut diyorum!"

Soyhan, içten içe adamın dediklerine hak vermeden edemedi. Sevdiceği ciddi anlamda çenesi düşük biriydi. Aslında sadece onlara özeldi. Kendi aralarındaki sırları binlerce takla atsa alamazdı. Hatta ölse o inatçı yârini konuşturamazdı. Lakin mevzu bahis olan erkek tayfası ise anında haber naklen bütün sülaleye tarafından yayılırdı. Omuzları büyük bir yenilgiyle çöken genç adam alttan bir bakış attığı kuzenine, "Kıracak mısın beni? Bana bir can borcun var! Hem ben bir tanecik halanın, bir tanecik oğluşuyum!" diyerek acındırma işlemine merhaba dedi. Tabi bu merhaba Yiğit tarafından reddedildi!

"Geri zekalı olduğunu her yerde belli etmek zorunda mısın? Zaten bir tane halam, bir tanede oğlu var ve üzülerek söylüyorum o oğlu da sensin!"

Yiğit'in alaylı sesinden çok cinayete meyilli sesine kulak veren Soyhan, sessizce yutkundu. Bu son şansıydı. Yoksa Vildan onu asla affetmeyecek ve bu sefer kesinlikle onu öldürecekti. "Son sözün bu mu?"

Yiğit, anasınıfına giden çocuk edasındaki kuzenine yandan bir bakış attı. Vildan'a laf anlatmaktansa beylik tabancasıyla kafasına sıkardı daha iyi! Adamın acındırma işlemine daha fazla dayanamayan Yiğit, hiçbir şey demeden odanın diğer köşesinde bulunan banyo kısmına doğru döndü.

"Sevgi neydi kardeş? Dostluk neydi? Kardeşlik neydi?"

"Kes şu fakir edebiyatını!" Yiğit, Soyhan'ın son hamlesini de bertaraf edince, zavallı adam özüne geri döndü. Az önceki kedi bakışlarının yerini bütün yırtıcı hayvanların bakışlarına bıraktı.

"Seni adi nankör! Bir daha orana burana su boruları saplanırsa, çıkartması için tesisatçı bulursun!"

Yiğit, Soyhan'ın özüne dönmesiyle dedikleri üzerine belli belirsiz gülümsedi. Banyo kapısını açtı. İçeri tek adımını attığı sırada durdu ve gerisinde kalan adama bir bakış attı.

"Bir daha orama burama saplanan bir şey olursa, beni kurtarmak için uğraşma! Belki ölüm, kurtuluşum olur!" dedi ve kapıyı sertçe kapattı. Lafın ağırlığıyla bir başına kalan Soyhan ellerini hayretle iki yana açtı.

"Hah! Birde bana der fakir edebiyatı yapma diye! Seni boru edebiyatçısı! Gidiyorum ben! Ama sen dur elbet elime düşersin! O zaman sana vereceğim cevabı çok iyi biliyorum! Bekle de gör! Artist boru.."

Soyhan gazını alamayıp saymaya devam ederken, açılan banyo kapısından Yiğit kafasını dışarıya doğru uzattı.

"Bir şey mi dedin? Su sesinden duyamadım!"

Soyhan yapılı bedenini boş yatağa fırlattı ve ellerini ensesinde birleştirerek sırıttı. "Hiç! Yarana su değdirme dedim, kardeşim benim!"

Soyhan saatlerdir yardım çağrılarına yanıt bulamıyordu. Bütün dahiyane planları Vildan'ın inadı karşısında elinde patlıyor, umutsuzca geri dönüyordu. Gerçekleri anlatmayı istese de, bu seferde Yiğit'in gazabından korkuyordu. Aşk mabedini değiştirdiği yeni ağacın tepesinde oturmuş, kara kara düşünüyordu. Vildan'a attığı mesajların belki birine geri dönüş yapar ya da yanına gelir diye ağacın dallarıyla bütünleşmişti zavallı genç adam. Sıkıntıyla bir nefes koyverdiği sırada, uzaktan gelen sese dikkat kesildi. Uzaktaki ses kısa bir süre içinde yakınlarda netlik kazanırken, genç adam önündeki yaprakları geri çekerek gelen adama baktı. Elindeki telefona küfürler eden bir adet Hopali merakını cezbederken, adamı dinlemekten kendini alıkoyamadı. Sonuçta her zamanki ateşsaçar Hopali'ydi!

"Ne söylersen söyle Mirza!" dedi sinirle tuttuğu telefona. "Neslihan beni hiçbir zaman affetmeyecek!"

Soyhan, ikizinin adını duymasıyla nefesini tuttu. O adam kardeşine ne yapmıştı da affetmeyecekti? Yoksa o yüzden mi, Antalya işi iptal olmuştu? Genç adamın kafasında biriken bir sürü soru yığını oluşurken, kalbi neredeyse ağzından çıkacaktı. Aldığı nefesler hızlanırken, adamın ağzından çıkan son cümle belki de bütün felaketin habercisiydi..

"Anlamıyorsun Mirza! Hangi kadın, suratında kalıcı bir yara bırakan adamı hayatında ister?"

-Bölüm Sonu-

Merhaba canlarım.. 🧡

Haftaya büyük ihtimal bölüm yayınlayamayacağım. 🙄Nasipse mevlüdüm var ve temizlik, hazırlık bu hafta içi full doluyum.  🙈🤭Yetiştirmem zor gibi ama bakalım.. Yine haberdar ederim 😘

Bu arada, bazı sırlar açığa çıkıyor. Diğer karakterlere dönüş yapacağım. Bu aralar çok fazla bu ikiliden gittim, biliyorum. Bu sebepten dolayı özür dilerim🙈 Yazmamı istediğiniz kişiler varsa ona yoğunlaşabilirim😍😘

Kendinize iyi bakın.. 🧡

Seviliyorsunuz..🙏❣

Continue Reading

You'll Also Like

676K 45K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
966K 60.3K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
1.3M 51.2K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
5.8M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...