SEVDANA GÖNÜL VERDİM

By nslhn5828

196K 16.3K 8.5K

Ne bir yıldız aydınlatır gecesini bir şairin parıltısıyla, ne de bir güneş aydınlatır olmayan gündüzünü.. Her... More

TANITIM
Kesit
Kesit II
Kesit III
Bölüm 1: ~Sevda Adamları~
Bölüm 2: ~Hasret Uzun Bir Yol~
Bölüm 3: ~Çıkmaz Sokak~
Alıntı :))
Bölüm 5: ~Tehlike Çanları~
Bölüm 6: ~Soğuk Savaş~
Bölüm 7: ~Hopali kim?~
Bölüm 8: ~Baskın / Part 1~
Bölüm 9: ~Baskın / Part 2~
Bölüm 10. ~Geçmiş Gelecek~
Bölüm 11. ~Sırlar~
Bölüm 12. ~Yara İzi~
Bölüm 13. ~Umutlar~
Bölüm 14. ~Eve Dönüş~
Yazarınızdan..
Bölüm 15: ~Yiğit'in İmtihanı :)~
Bölüm 16. ~Sebep Olduklarımız~
Alıntı :)
Bölüm 17: ~Sevdalar Hep Deli~
Bölüm 18. ~Adım Adım Gel Bana~
Bölüm 19.~Berat Ağa~
Bölüm 20. ~İmtihan~
Bölüm 21. Artvin / Part 1
Bölüm 22. Artvin / Part II
Bölüm 23. Hayaller ve Hayatlar
Duyuru
Nerede Kalmıştık;)
Bölüm 24 - Sevdanın Tadı
Bölüm 25: Öfkenin Bedeli
Bölüm 26: Emanet

Bölüm 4: ~Bela Geliyorum Demez~

5.9K 521 350
By nslhn5828

"Sana bir soru sordum Neslihan?"

Bir cevap bekleyen Soyhan, sinirden seğiren gözünü biran olsun ikizinin üzerinden ayırmıyordu. Genç kız, dudaklarını birkaç kez aralayıp kapattı. Şimdi ne cevap verecekti? Asıl mesele, aralarında ne vardı da ne diyecekti?

"Neden susuyorsun? Saçmalama Soyhan desene! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu, Soyhan desene! Aptal fikirlere kapılıp üzerime neden geliyorsun desene!"

Titreyen dudaklarını ezerek sesli bir nefes bırakan Neslihan, "Desem ne fark edecek Soyhan?" demekle yetindi. "Bütün bunları sormandaki amacı inan anlamıyorum. Mustafa Ali ve benim aramda hiçbir şey geçmedi! Ve rica ederim, bir daha bu konuyu asla açma! Birileri duyarsa ve duyulduğunda doğacak faciada tek başına savaşmak zorunda kalırsın, bilmiş ol!"

Soyhan'ın cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi. Söyledikleri yalanda sayılmazdı lakin çokta gerçekleri barındırmazdı.. Böyle bir aptallık yaptığına inanamıyordu! Bunca zaman ona duyduğu aşkı saklamayı başarırken, şimdi nasıl olurda belli etmişti? Peşinden koşarak gelen Soyhan'ın sesiyle artık sinirlerine hakim olamadı.

"Yine ne var?" diye bağırdı. Soyhan merdivenlerin son iki basamağında kaldı. Aslında sadece özür dilemek için seslenmişti lakin ikizinin hiç tanık olmadığı sinirine merhaba demişti.

"Hayırdır savaşçı gençler?" dedi kendilerinden başka bir ses.. Mutfak kapısında kendilerine sorgulayıcı bakış atan dedesini gören Neslihan, süratle surat ifadesini değiştirdi. "Ne olabilir dede? Her zamanki gibi Soyhan işte!" dedi ve kardeşine keskin bir bakış attı.

"Yok bir şey dede.." dedi Soyhan keyifsiz çıkan sesiyle. "İkizimin dediği gibi, her zamanki ben!"

Yılların kurdunu kandırmanın kolay olmadığını bilseler de, bir umut demişti iki kardeş.. Samet büzdüğü dudaklarıyla hafifçe boynunu büktü. "Peki bakalım öyle olsun.. Sen nereye?" dedi kafasıyla kızın elindeki çantayı gösterirken. "Bir yerden haber bekliyorum demiştim ya dede. Oraya gidiyorum. Görüşmeden sonra da kızlarla buluşacağız." dedi az önceki haline göre rahat tavrıyla.

"Hopali'nin teklifini kabul edersin sanıyordum!"

Neslihan ve Soyhan adamın adını duyduklarında göz göze geldi. Genç kız hızla bakışlarını kaçırdı. Samet kapının kenarına yaslandı ve suratına üzgün bir ifade bıraktı. "Boşuna mı ateşledi yani çocuk? Oysa, ne de güzel ateşlemişti! Benim bile gidip işe başlayasım gelmişti! Tüh, çok yazık oldu desene.."

"Neyse, geç kalıyorum!" Konuyu kapatma telaşıyla yanıp tutuşuyordu zavallı kız. Biraz daha burada kalırsa, sinirinden tutmak zorunda olduğu gözyaşlarını serbest bırakacaktı. Ve bunu hiç istemiyordu.

"Dikkat et yavrum.. Sağdan sağdan git belki yolun takıcı dükkanına çıkar!"

Neslihan gözlerini devirdi. Dedesinin bu çocuksu ruhunu kaybetmeyişini sevse de bazen sınırlarını ciddi anlamda zorluyordu. Cevap vermek istese de, tek kelime etmedi ve koşar adım evden çıktı. Samet'in anında ciddileşen suratı, kısılan gözleri Soyhan'ı buldu.

"Derdin ne senin?" diye sordu hiç beklenmedik sert çıkışıyla. Soyhan anlamsızca baktı. "Sesiniz bahçeye kadar geldi. Neyi sorguluyorsun? Daha önemlisi neden sorguluyorsun?"

Genç adam kuruyan dudaklarını ıslattı. Hala merdiven basamağında duruyordu. Kalan iki basamağı da inerek dedesinin önüne kadar geldi. "Bir şey olmuş, biliyorum! Hissediyorum! İkiziz biz dede! Ona karşı.." birden susan Soyhan çenesini sıvazladı. Dilinden çıkmayan o cümle resmen ağzının içini kavuruyordu. Bu durumu nasıl kabullenecekti? "Anlamıyorum!" dedi elleri iki yana açılırken. "Kardeşim o adama nasıl aşık olur?"

"Aman Allah'ım!" Samet elini kaldırdı ve kalbinin üzerine bıraktı. "Bir Yusuf klasiğini daha yüreğim kaldırmaz! Sanırım kalp spazmı, kalp sektesi, kalp şeysinin her türlüsünü geçiriyorum!"

Samet'in inlemesiyle Soyhan, hayretle gözlerini araladı. Konunun büyük dayısıyla alakası neydi? Adamın kalbini tutmasıyla korkuyla dedesine doğru atıldı. "Dede iyi misin?" dedi korku yüklü çıkan sesiyle. Samet gözlerini hızla araladı ve Soyhan'ın kafasına sertçe vurdu.

"Ah! Dede ne vuruyorsun ya?"

"Bana bak eşek sıpası beni yetmişimden sonra böyle saçma konularla yoramazsın! Buna izin vermem! Kardeşi nasıl aşık olurmuş, nasıl yaparmış? Yapar efendim, yapar! Sen nasıl Vildan'a aşık oluyorsan, o da aşık olur! İster Hopali'ye, ister Rizeliye!"

Soyhan, sertçe yutkundu. Bu yaştan sonra dedesinden bir dayak yemediği kalmıştı! Bir dakika Vildan'a aşık oluyorsan mı demişti? Soyhan telaşla geriye doğru yalpaladı.

"Ya, öyle sendeletirler adamı!" dedi Samet keyifle gülerken. "Yılların kurduyuz oğlum biz! Havada, karada, denizde, demirde her türlü alt ederim seni!"

"Fark ettim dede, fark ettim de.." dedi etrafına kısa bir bakış atarak olabildiğince sesini azalttı. "Nasıl anladın? Yani Vildan'ı?"

"Tereciye tere satamazsın!" Samet'in dudakları iki yana kıvrılırken, Soyhan bu cümleden bir şey anlamadığını belli etti. "Yani diyorum ki, çıktığın o ağaçları torunlarım bana dua etsin diye ben diktim aslanım. Her birini özenle ben suladım, ben büyüttüm! Hani bil istedim.."

Soyhan attığı sesli kahkahanın ardından dedesine sarıldı. "Aslansın be dedem!"

"Ah ah! Aslan olmak bir kişiye yakışıyor biliyorsun!" Samet sarılmasına son verip geri çekildi. "O da beni tavlaya bekliyor. Biraz daha geç kalırsam racon diye beni keser!" dedi.

Soyhan öfkeyle kalkıp, zararla oturmuş olsa da, kardeşi geldiğinde bu zararı mutlaka kapatacaktı. Sonuçta diğer yarısıydı onu en iyi kendisi anlardı ve bundan sonra ona göre hareket edecekti.  "Bana bak evlat.." dedi dedesi omzuna elini koyarak sertçe sıktı. "Kardeş olduğunuzu hiçbir zaman unutmayın. Ne olursa olsun.. Karşınıza ne zorluk çıkarsa çıksın, canınız bir sizin.. Asla Soyhan, asla bunu unutma!"

Samet verdiği öğütlerin ardından yavaşça torununun yanından ayrıldı. Zavallı genç adam, "Unutmam.." diye fısıldadı sıkıntılı nefeslerin ardından..

                               *** ***

"Kartal burada mısın?"

Meltem, ahşap evin antresinden içeriye doğru seslendi. İki katlı olan evi, kuzenleriyle birlikte dinlenme yerleri olarak tasarlamışlardı. Her akşam keyif alarak yaptıkları sohbet yeriydi. Zaman zaman sabahladıkları bile olurdu. Evin içinde öyle pek eşya yoktu. Yerlerde minderler, duvarın bir kısmında boydan boya kitaplık, bir köşesinde ağırlık aletleri ve vazgeçilmezleri olan oyun konsolları..

"Her zamanki gibi.." dedi, içeriden gür bir ses. Meltem elindeki küçük tepsiyi tek eliyle tutarak tahta kapıyı ittirdi. Merdivenlerden inen adamı gördüğünde suratına doğal bir gülümseme yerleştirdi. Elindeki kurabiye dolu kabı gösterdi.

"Yeni çıktı fırından. En sevdiğinden!" dedi. Genç adam şakaklarından süzülen terleri elindeki havluyla sildi. Havluyu boynundan geriye doğru sarkıttı. "Canımsın Melo!" diyerek eğildi ve kızın şakaklarına dudaklarını bastırdı.

Kartal, Rıza amcasının oğluydu.. Babasının kopyası olan Kartal, bir tek gözlerinin rengini annesi Balım'dan almıştı. Açık ela gözleri, kumral teninde bir bakanın bir daha bakacağı bir çekicilikteydi. Babası gibi gününün çoğunda vücut çalışarak geçirirdi. Üzerindeki siyah askılı atleti gözüyle işaret etti. "Hasta olacaksın! Üzerine bir şey al!" dedi emredici sesiyle.

"Bana bir şey olmaz anaç tavuk!"

Kartal, göz kırparak kızın sinirlerini bozarken, ağzına bir kurabiye attı. Gözlerini kapatıp, beğendiğini belli edercesine kafasını salladı. Çıkarttığı inleme sesine gülen Meltem, etrafına kısa bir bakış attı. "Çocuklar nerede? Onlarda burada diye fazla yaptım." dedi. Kartal, kurabiyeyi yutkunarak cevap vereceği esnada üst kattan kafasını aşağı doğru uzatan adamın sesi bütün alanı inletti.

"Fındıklı kurabiye mi o?" diye sordu heyecanla. Meltem, eliyle gel işareti yaptı. "Çabuk gel kalmayacak sonra!" dedi. Ozan adeta ışınlanarak Kartal'ın yanında belirdi ve elindeki kabı çekiştirdi.

"Bok ye!" diye tısladı Kartal. Ozan çekiştirdiği kabın içinden bir tane kurabiye almayı başarırken, ağzına attığı kocaman kurabiyeyle sırıttı.

"Çekemiyorsan az öteye kay aga!" dedi dolu ağzının içinden. "Yavru ceylanım bana kurabiye yapmış!" diye ekledi her zamanki gibi kendisine pay çıkartırken..

Ozan, Oğuz amcasının oğluydu.. Böylesine bir adamın varlığı ülkede kesinlikle tehlike arz ediyordu. Görüntü bakımından tıpkı annesi Azize'ye benziyordu. Koyu kahverengi saçları, çenesinin sivriliği, iki yanağında var olan gamzeleri tam bir kız güzelliğini andırıyordu. Gel gör ki, karakter bakımından babasını bile sollardı.

"Yavaş ye hayvan!" Kartal, sinirle savurduğu yumruğu Ozan'ın omzuna vurdu. Genç adamın kaşları çatılırken, kolunu ovuşturdu. "Birader o ağırlıkları babanın hayrına yapmıyorsun anladık da, üzerimde bari deneme! Vallahi gece gelir üzerine işerim!"

Meltem, attığı kahkahayla yerdeki minderlerden birine yerleşirken, Kartal gözlerini devirdi. Genç kızın yanındaki yerini alırken, "Sesin çıkmadı hiç? Gelmeseydin, ben gelecektim!" dedi sorgularcasına. Meltem, bıkkın şekilde omzunu çekti. "Aman ne olsun işte hep aynı şeyler! Gece geç geldik o yüzden uğrayamadım!" dedi.

"Çok şey kaçırdın o zaman!" dedi ardından pürüzsüz bir ses. Suratında oluşan kocaman bir gülümsemeyle arkasını döndü. Kapıdan giren Sedat, elindeki kitabı masanın üzerine koydu ve genç kızın yanına bedenini bıraktı. Yanağından bir makas aldı. "Naber güzellik?" dedi.

Meltem ansızın ifadesini değiştirdi. Suratına kırgın ve öfkeli bir ifade bırakarak uzun saçlarını savurdu. "Senin kadar iyi olmadığım kesin!" dedi. Genç adam, babasından aldığı göz yapısı sayesinde kısık olan gözleri iyice kısıldı. "Prenses bana neden kızgın?" diye sordu. Genç kız, bir süre Sedat'ı süzdü kırgın bakışlarıyla. "Hani kitabın devamı? Kaç ay oldu Sedat, meraktan çıldırıyorum!"

"Bugün teslim edeceğim!" dedi yüzü gibi ifadesiz bir sesle. "İlk imzalı olan senin! Her zaman ki gibi.."

Kırgın bakışların yerini, mutlu bir ışıldama alırken, "Canımsın Sedat!" diye inledi genç kız. Gününün çoğunu annesi gibi yemeklere adarken, çoğunu ise kitap okuyarak geçirirdi. En güzel hobisiydi okumak.. Ruhunu anca böyle dinlendirebiliyordu. Neyse ki, aile bireyleri arasında Sedat'ta tıpkı kendisi gibi kitap düşkünüydü.

Sedat, Selim amcasının oğluydu.. Görünürde, aralarındaki en sakin, en pozitif düşünceli adam olarak bilinse de, kimse sinirlendirmeye cesaret edemezdi, Sedat'ı.. İçinde barındırdığı diğer yanı, tam bir alev topuydu. Babasının hayali olan Edebiyat bölümünü bitirmiş, hatta bu genç yaşında aksiyon ve polisiye dalında, adını bütün kitlelere duyuran yazar olmayı başarmıştı. Meltem ise bu konuda en büyük destekçilerinden biriydi. Okuyup bitirdikleri kitapları bütün gün aralarında tartışıyor, değerlendirmelerini yapıyordu. İkisi arasındaki vazgeçilmez bir bağ kurmalarına sebep oluyordu.

"Ulan kurabiye partisi var madem, niye çağırmıyorsunuz?"

Kapıdan homurdanarak giren genç adam boğazındaki kravatı güçlükle bağlamaya çalışıyordu. Ayağı takılarak tökezledi ve sinirle bir küfür savurdu. Meltem adamın bu haline gülerek , "Gel Eren'im gel.. Sana da yeter.." dedi.

"Bu hayvanlardan mı?" Diğer adamları başıyla işaret ederek, "Hiç sanmıyorum!" dedi. Bir türlü bağlayamadığı kravatı kopartırcasına boynunda çekiştirdi ve Meltem'e doğru fırlattı. "Kısa olmasın yavrum!" dedi. Meltem, bu ritüelleri çok iyi bildiğinden dolayı sessiz kalmayı tercih etti. Çünkü bu adama kimse hayır diyemiyordu.. Şahsına münhasır bir etkileme yeteneğine sahipti, Eren. Ne zaman yapmam desen, kendini o işi yaparken bulurdun..

Eren, Erdem amcasının has oğluydu. Annesinden aldığı turuncu saçları yaşı ilerledikçe sarıya kaçsa da, Meltem ona hep yavruağzı diye seslenir, öfke nöbetleri geçirmesine neden olurdu. Amcası, Derin teyzesini nasıl sevmişse, bütün fiziki özellikleri tıpkı onun gibiydi. Bal deryası gözlerine erimeyen yoktu. Tabi yanında o varken, kimsenin erimesine izin vermezdi! Herkesin 'Dört tane sapla takılıyorsun!' diye tabir ettiği aslanlarıyla gayet keyifli bir hayat yaşıyordu..

"Anlat bakalım!" dedi Kartal, elindeki sıcak suları bardaklara pay ederken. Tek kaşı her zamanki gibi sorgulayıcı şekilde kalkık duruyordu. Meltem tepside duran kahve fincanını iki eliyle kavradı. Ne anlatayım dercesine bir bakış attı. "Akşamı soruyorum. Nasıl geçti? Var mı, değişiklik?"

"Değişiklikten kastını sormaya korkuyorum!"

"Soydan veliahtını diyor bacım!" dedi dolu ağzının arasından. Ozan kahvesinden bir yudum aldı ve gamzelerini gün yüzüne çıkartan bir şekilde güldü. "Yiğit paşa nasıldı?"

Meltem yanaklarında ansızın oluşan sıcaklıkla telaşa kapıldı. "Saçma saçma konuşmayın! Biri duyacak sonra al başına bela!" dedi sıkılı dişlerinin arasından. Ardında kapalı duran kapıya bir bakış atarak içini rahatlattı. Böyle bir olayın duyulması sadece felakete yol açardı. Gençler kıkırtıyla genç kızın fevri hareketini izlerken Ozan, hemen ciddileşti.

"O belaya sela okurum ben yavrum! Ayık ol yani.." dedi.

"Ulan sen önce tuvaletin yerini öğren! Dün gece duvar dibine çömdürüyordun yine.."

Eren'in sert eli ensesine indiğinde mahcup şekilde başını eğdi. "Maçta çok dolmuştum aga, yetiştiremedim!" dedi. Elini geçiştirircesine salladı ve güldü. "Gübre oldu sonuçta.."

"Ay Ozan tamam sus!"

Meltem son anda ağzına atmakta olduğu kurabiyeyi astığı suratıyla tepsinin içine bıraktı. Bütün keyfi kaçmıştı. Ne vardı yani Yiğit meselesi açılmasaydı? Çok mu lazımdı? Ayrıca, aralarında ne vardı da, bu kadar dillendiriliyordu? Herkesin gördüğü şeyi, kendisi nasıl göremiyordu? Ona göre, Yiğit hiçbir şekilde duygularını belli eden bir adam değildi. 'Sanki kendin çok farklısın!' dedi, iç sesi..

"Adamın bu kadar sessiz kalması inanılır gibi değil! Aslında iki satır şiir yazsa, olacakta.." dedi, Sedat hayret dolu surat ifadesiyle. Ona göre anlamlı iki cümle, iki satır şiir bütün kapıları aralardı.. Gel gör ki, düşündükleri ona göreydi. Meltem'in içini kimse bilmezdi. Onun sağlam örülü duvarlarının yıkılması o kadar da kolay değildi. Hele de iki satır şiirle, olacak şey değildi! Kaldı ki, Yiğit Soydan gibi bir adamın şiir okuması hiç işten değildi!

"Aman yerin dibine batsın onun şiiri!" Derin bir iç çekti. Suratında sinirden ziyade, üzgün bir ifade belirirken, genç adamlar kızın üzerine çok gittiğini anladı. Konuyu kapatma telaşına giren Ozan, elinde yemeğe doyamadığı kurabiyeyi hafifçe salladı.

"Şiirle Melo'nun kalbine girecek adam varsa beni burada asın babalar! Onun kalbine girmek için karbonhidrat olmak lazım!"

"Adiler!" Gençlerin kıkırtılarını bastıran Meltem'in yükselen sesi, birazdan kopacak kıyametin fragmanıydı. Yeşilin en koyu tonunu alan gözleri seğirmekten irileşti. "Size dert anlatanda kabahat! Ama durun siz bende Meltemsem daha zıkkım bulursa pekini yersiniz!" dedi.

"Dur be yavrum, takılıyoruz şurada!" dedi Kartal, kızı kollarıyla sarmaya çalışırken. Meltem adamın kollarından çıkmaya çalışsa da, Kartal'ın kas yığını kollarının arasından kurtulamadı. Bir çocuğun küsmesini aratmayan tavrıyla omzunu çekti. "Haklısın, dört tane sap adamın yanında olduğumu her defasında unutuyorum! Affedin!" dedi.

"Benim yavuklum var sap değilim!" diyen Ozan'a tepki, gecikmeden Sedat'tan geldi. "Yavuklu ne ya? Cahil seviyesiz seni.. Sevgilidir, yardır, yarendir.. Ama yavuklu asla değildir!"

"Yemin ederim bir gün bu engin bilgiler sebebine öleceğim!"

Meltem, bedenini dikleştirdi. Kolundaki saatine bir bakış attı. "Hayırdır?" dedi Kartal. Genç kızın gözleri anında yanındaki adamı buldu. "Aslında, bir şey isteyecektim.." dedi büzdüğü dudaklarıyla.

"Belliydi zaten kurabiyelerden!"

Kartal, gözlerini devirip oturduğu yerden kalkmaya çalıştı. Meltem hızla kolundan tutup engelledi. "İki saat sonra kızlarla buluşmam lazım!" dedi. "Yani?" diye üsteledi genç adam.

"Yanisi şu! Korumasız!" Meltem son kelimesini vurgulu şekilde söyleyerek gülümsedi. "Bilmem anlatabildim mi?" dedi. Olay gayet anlaşılırdı. Berdan Özçakır gibi bir adamın kızı, sokağa asla korumasız çıkamazdı. Bu değişilmez bir kuraldı. Çocukluğundan beri alışmayan ve kabullenmeyen Meltem için, bu durum tam anlamıyla eziyetti! Gençlerin hiçbiri bu riski göze alamazdı. Amcalarının ne kadar katı olduğunu hepsi bilirdi. Böylesine, tehlikeli bir durumu bile isteğe kimse göğüs germezdi.

"Benim antrenmanım var!" dedi Ozan. İlk çekilen taraf olurken, ellerini ispatlarcasına iki yana doğru kaldırdı. "Çok ciddiyim. Hafta sonu şampiyonluk maçım var biliyorsunuz!" dedi. Meltem'in bakışları Eren'i buldu. Takım elbiseleri jilet gibi üzerine çektiğine göre dışarı çıkacaktı. Umut dolu gözleri, Eren'in bakışlarını kaçırması üzerine gölgelendi.

"Babam çağırdı yavrum. Hesaplarda bir uyuşmazlık varmış. Amcamda, Berat'ta ateş topu gibiymiş. Hatta şuana kadar varmam lazımdı! O yüzden ben kaçar!" dedi ve oturduğu yerden hızla ayağa kalktı.

Meltem'i bakışları Sedat'a doğru kaydı. "Yayınevine gitmem lazım." dedi hiç bekleme yapmadan. Sedat o kadar düz bir adamdı ki, hiç yalana, lafı dolandırmaya ihtiyaç duymazdı. "Ayrıca gitmesem bile, senin korumasız gitmene izin vermezdim, bilirsin!" dedi açık açık. Meltem, biliyorum dercesine başını salladı. Kartal, sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Elindeki telefonun ekranın yalandan bakışlar atıyor, onunla ilgiliyormuş gibi tavırlar sergiliyordu.

"Kartoşum!" dedi genç kız, ikna edici sesiyle. Adamın sinirli gözleri ansızın kızı buldu. "Kartoş ne ya? Racona ters şeyler yapma Melo! Vallahi içim gıdıklanıyor!" Genç adam, ya sabır çekerek ayaklandı. Bileğine sarılan Meltem'e tepeden bir bakış attı. Masum kedi gibi bakan kızın ikna tekniklerine kanmak istemiyordu. "Olmaz Melo! Senin olduğun her yere bela musallat oluyor! Vallahi olmaz, billahi olmaz!"

"Sen bana kıyamazsın ama.."

"Oyna üzerime oyna!"

Meltem, oturduğu yerden kalktı. "Hadi ama Kartal! Sadece iki üç saat kadar takılacağız. Peşimizde o sürülerle rahat edemiyoruz!" dedi. Durumu kabullenmeyen genç adam başını iki yana salladı. "Size bir zararları yok! Uzakta duruyorlar!"

"Sen öyle san! Geçen gün yanlışlıkla bana çarpan adamı hatırlıyorsun değil mi?"

Genç adam dişlerini sıktı. "Onun sebebi sendin!" diye bağırdı. "Canlı bomba diye bağıran ebem miydi?"

İrileşen gözlerini kaçıran Meltem, salonun duvarlarında dolandırdı. "Hı.. Bendim dimi?" dedi. O günü hatırlayınca, rezilliği tekrar nüksetti. Elini geçiştirircesine salladı. "Aman neyse ne! Hem, o an canlı bomba olmayışı, canlı bomba olmayacağı anlamına gelmezdi. Ben tedbir amaçlı şey etmiştim. Ne derler, tedbiri elden bırakmamak gerekir. Ayrıca, konumuz buraya nasıl geldi, hiç anlamadım!" Kartal'ın ciddi misin dercesine attığı bakışları bertaraf eden genç kız, suratına tatlı bir ifade bıraktı. Ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Hadi ama lütfen! Hem yarında, su böreği yaparım!" dedi.

Zavallı Kartal, yelkenleri suya bırakmaya mecbur bırakılıyordu. Her zamanki gibi bütün kabak başına patlayacak ve bu sefer amcasının gazabından kurtulamayacaktı. En kötü halden sürgün edilebilirdi. Ama sonunda su böreği de vardı! Zaafını çok iyi bilen şeytan kıza, ölümcül bir bakış attı.

"Hazır olduğunda haber ver!" dedi ve hızla arkasını dönerek merdivenlere yöneldi. Büyük bir galibiyetin ardından mutluluktan havalara uçan genç kız, ellerini birbirine sürttürdü ve gözden kaybolan adama doğru bağırdı.

"Seviyorum seni Kartoş!"

Aradan geçen saatlerin ardından, bütün dikkatiyle araba süren adama yandan bir bakış attı. Kartal yola çıktıklarından beri sessizliğini koruyordu. Meltem ise hiç alışkın değildi suskun kalmaya. Doğasında yoktu bir kere!

"Hiç bakma öyle!" dedi Kartal homurdanarak. Hala girdiği tehlikenin boyutundan korkuyordu. Meltem konuşmak için dudaklarını araladığı anda, adamın çalan telefonu araya girdi. Sağa yanaştırdığı arabasını yavaşça durdurdu ve bekletmeden gelen aramayı yanıtladı. Babasının yorgun sesi kulaklarına dolduğunda dikkat kesildi.

"Evde misin aslanım?" diye soran babasına yalan söyleyecek değildi. "Meltem'le dışardayım!" dedi. Bu bir yalan sayılmazdı. Sonuçta onu bırakıp eve döneceğim dememişti. Rıza, başkalarına verdiği emirlerin ardından telefondaki oğluna verdi tüm dikkatini. "Yiğit aradı. Arabası arızalanmış!" dedi.

Genç adam tepkisiz şekilde nefes verdi. "Tamirci çırağına mı benziyorum?" dedi iğneleyerek. "Oğlum, arabayı iki gün önce teslim ettik. Demek ki sorun bizden kaynaklı. Sen bak, eğer olmazsa galeriye getirin, değişim yapalım. Çok ayıp oldu, çok!"

Kartal homurdandı. Sanki yabancıydı! Neye ayıp oluyordu? "Bu arada Meltem'i götürme! Yanınızda adam var dimi?" diye sordu Rıza. Genç adam, içinden sert bir küfür savurdu. Onun olduğu yerde başka adama ihtiyaç olmazdı. Bakışları kısa bir an için yanındaki kızı buldu. O bakışlar tehdidin bin bir tonunu gösteriyordu.

"Evet!" dedi net şekilde. "Sahilde kızlarla buluşacakmış. Onu bırakır giderim!" dedi. Tam kapatmak üzereyken, babasının katı emir veren sesi tekrar yükseldi. "Berat burada Kartal! Sorun çıksın istemiyorum. Bilmem, anlatabildim mi?"

"Anladım baba, anladım!" dedi ve yanıt beklemeden telefonu kapattı. Genç kız merakla oturduğu yerde kıpırdandı. "Ne olmuş? diye sordu. Kartal tekrar çalıştırdığı arabaya verdi tüm dikkatini. "Senin paşazade Yiğit'in arabası bozulmuş. Çekiciliğimi hep yanlış anlıyorlar.." dedi, memnun olmadığı her türlü belli olan sesiyle. Adamın adını duymasıyla değişen ifadesini hızla toparladı. Saatine kısa bir bakış attı. Daha kızlarla buluşmasına vakit vardı. Kartal ile giderse, onu görebilirdi. Belki, bu sefer..

"Hiç şansın yok!" diye araya girdi Kartal. "Seni sahile bırakıp geçeceğim. Ayrıca!" dedi ve sustu. Hiç ihtimal vermese de, bir umut bekliyordu zavallı adam.. "Korumalarda yok! Ben gelene kadar başını belaya sokmadan durabilecek misin?" diye sordu.

Meltem, alayla güldü. "Komik misin? Sende beni iyice belakolik biri yaptın! Ah ah! İşte insanın adı çıkacağına başka yerleri çıksın! Neymiş bela demek benmişim, ben demek bela demekmiş.. Ama bunlar hep annemin suçu! Kızın kaderi annesine çeker derler tabi.. Vay benim kaderimin makus talihi!"

"Sus be kızım!" diye bağıran Kartal, suratına korkulu bir ifade bıraktı. "Bak, beni amcama mahcup etme yeter. Hele Berat'ı hiç söylemiyorum. Yoksa tuvalete giderken bile pesine adam takar bilmiş ol!"

"Söz!" dedi, tutamayacağını bildiği halde sözünü veren genç kız.. Hem, bela onu seviyorsa, onun suçu neydi?

***

Son yarım saattir yanında ağlayan kıza, hayretle bir bakış daha attı. "Ağlama be kızım. İçin dışına çıktı!" diye veryansın etti. Neslihan durmak nedir bilmeyen gözyaşlarını elinin tersiyle silerek, kızarık burnunu çekti.

"Nasıl ağlamayayım Meltem? Soyhan resmen anladı! Daha didiklemeden rahat etmez!"

Meltem kaç kez devirdiğini saymadığı gözlerini tekrar devirdi. "Allah aşkına Soyhan'dan bahsediyoruz! Adam akşama yine vıcık vıcık gelir, ikizim diye sarılır!" Genç kızın söylediklerine hak verip hıçkırıklarına ara verdi. Verdiği o kısacık zaman içinde aklına bu seferde akşam Mustafa Ali'nin kestiği racon aklına geldi. Tekrar sesli bir şekilde ağlamaya başladı. "Ay yine ne oldu?" diye bağırdı Meltem.

"Daha ne olsun Meltem! Mustafa Ali'nin nasıl posta koyduğunu görmedin mi?"

Meltem şimdi can verecekti. "Yuh be kızım! Cidden bu duygu geçişlerini nasıl başarıyorsun hayret ediyorum!" Neslihan yandan ezik bir bakış attı. Önüne düşen saçlarını kulağının ardına sıkıştırdı. "Hain adam! Ona muhtaç olduğumu sanıyor, ama yanılıyor!" dedi. Suskunluğunu koruyan Meltem'e bana hak ver dercesine baktı. "Yanılıyor dimi?" diye sordu. Genç kız, suratındaki alay yüklü ifadeyi hiç bozmadı. "Hepimizin sonu kara toprak bacım, alış bence!" dedi.

"Ne saçmalıyorsun Allah aşkına.."

"Diyorum ki.." diyen Meltem, elindeki ufak taşı denize doğru fırlattı. "Hopali ağabeyimizin yanında çalışmaya hazırlasan kendini iyi olur.."

Suratında mutsuzluğun bütün emaresini taşıyan zavallı kız, derin bir iç çekti. Sadece kendini kandırıyordu. Ondan başka kurtuluş yolu olmadığını herkes gibi kendisi de biliyordu. Biliyordu bilmesine de, bu durumu nasıl kabullenecekti? Her gün onu görmeyi, o masum yaralı kalbi kaldırabilir miydi? Peki ya Mustafa Ali? Ona her zamanki gibi soğuk mu davranacaktı? Belki, en ufak hatasında bütün çalışanlar içinde azarladı bile.

"Beni hiçbir zaman sevmeyecek.." diye fısıldadı esen rüzgarın uğultusu eşliğinde. Duyulması imkansız sesi Meltem'e ulaştığında, "Daha ne kadar sevebilir ki zaten.." yanıtını verdi. Neslihan bakışlarını yanındaki kıza çevirdi. Suratı ifadesizdi. Ciddiydi. Hiç dalga geçer gibi bir hali yoktu. Başını sallayıp dudakları buruk bir şekilde kıvrıldı. "Bugün saçmalama da üzerine yok Meltem!" dedi.

"Körsün kızım sen, ben ne yapayım? Ayrıca kader bu! Sen akım dersin, o bokum der! Bu işler böyle yani.."

"Şu sizin saplarla dolana dolana onlara benzedin!" Neslihan sinirle etrafına bakındı. Kaderinde ona dair bir işaret bile yoktu. Belki de o öyle koşullandırmıştı, acınası kalbini.. Meltem'in kıkırtılarına daha da sinirlendi. "Yakında, eline tespih alıp raconda kesersin.." diye tısladı. Meltem bu sefer sesli güldü.

"Hopali'nin tespihinden olursa neden olmasın zümrüt göz!"

"Meltem!"

"Ne var yahu? Adamın tespihini beğenen bir benmişim gibi davranma yemezler.."

Neslihan, hasret yüklü bir nefes daha bıraktı. Eli istemsizce boynuna doğru gitti. Kıyafetinin altındaki o ufak çıkıntıya parmağıyla dokundu. Yıllar evvel bahçede tespihini yaparken, uyuyakalmıştı genç adam. Onu izlemek o kadar güzeldi ki, o an hiç bitmesin istemişti.. Masanın üzerindeki o zümrüt taşları görünce o kadar çok beğenmişti ki, hayatında belki de ilk defa böylesine kötü bir şey yapmış, taşlardan birini çalmıştı.. Aslında pekte çalmak sayılmazdı.. O günden beri, tespihin bir taşını hep boynunda taşırdı..

"Varoş sürüsü yine bir araya gelmiş.."

Vildan'ın sesiyle iki genç kız oldukları yerde sıçradı. Meltem öfkeyle kafasını arkasına çevirip oturduğu yerden tepesindeki kıza kısık bir bakış attı. "Dedi sinsirella.."

Vildan saçlarını savurdu ve kızların oturduğu yere adeta iğrenerek baktı. O kadar oturacak mekan varken, kayaların üzerinde oturmak hangi akla hizmetti? Ayrıca, o üzerlerindeki kıyafetlerde neydi? "Kızım şu tipinize azcık çeki düzen verseniz yemin ederim iki gün alışveriş yapmayacağım!" Elini kalbinin üzerine bıraktı. "Hadi iki günde topuklu ayakkabı giymeyeceğim. Buda minnoş kalbimin hediyesi olsun.." dedi.

Neslihan, kızı tepeden tırnağa süzüp eliyle işaret etti. "Vildan sen bu enerjiyi nereden buluyorsun? Yani ben sabah gözlerimi açmadan giyiniyorum da.." Vildan gözlerini devirdi. "Bak ona inanırım!" dedi. "Yani gözlerin kapalı kıyafet seçtiğine.."

Meltem kıkırtılarını tutamazken, bu sefer hedef olarak onu seçti. "Gül sen gül! Dört beş sap sürüsüyle takıla takıla erkek oldun çıktın. Batak falanda oynuyorsunuzdur, siz şimdi!" Meltem'in bakışlarından her şeyi alenen anlayan Vildan inleyerek ayaklarını yere vurdu. "Allah resmen beni sizinle cezalandırmış. Şuraya bak ayol insan gözüne iki kalem çeker.." Meltem, atılan taşın altında hiçbir zaman kalmazdı. Umursamaz şekilde omzunu çekti.

"Ya Vildan, ben daha maskarayla rimelin aynı şeyler olduğunu geçenlerde öğrendim. Sen diyorsun kalem sür. Kızım ben bir kere o kalemle gözümü oyarım! Hem ne demişler insanın özü ne ise gözü de onu görür. Konumuzla alakası çok yok ama olsun.."

"Gözün çıksın Melo!"

"Çok konuşma ayaklı butik!"

İkilinin tatlı atışması Deniz'in gelmesiyle son bulurken, genç kız olanca şirinliğiyle, "Selam kızlar.." dedi.

"Hah gıygıycı da geldi.."

Konservatuarda keman bölümünü okuyan Deniz, elindeki ufak çantasını özenle yere doğru bıraktı. "Bakıyorum da yine pek sakinsin Vildan.." diye mırıldandı. Kızın yanından geçerken, yanağına kuru bir öpücük bırakmayı da ihmal etmedi.

"Ayol sizin gibi kuzenlerim varken ne sakinliğinden bahsediyorsun? Neyse ki, sen giyinmeyi biliyorsun!" diyen Vildan, kızın üzerindeki çok güzel olmasa da, idare eden kombini işaret etti. Neslihan, kendini bu kadar beğenmiş kuzenine, "Pardon da bizim giyinişimizde ne var? Gayet doğal sade.." dediğinde Vildan kuru bir kahkaha attı. Olduğu yerde tam tur şeklinde dönerek baştan aşağı kendisini gösterdi. "Doğallık arıyorsan bana bakmanı tavsiye ederim canım.."

Meltem, püskürtme sesiyle karışık gülmeye başladı. Doğallıktan bahseden kesinlikle o olamazdı! "Bu senin doğal halin mi kız? Şu surata bak! Yemin ederim Da Vinci Mona Lisa'yı çizerken bu kadar boya kullanmamıştır! Saça baka hele! Baldız topuzu mu o?" dedi.

Herkes sesli şekilde gülmeye başladı. Vildan ensesinde topladığı dağınık saçlarının omzuna dökülen bir buklesini parmağına doladı. "Zevzek sende!" dedi kınayıcı bir bakış atarak. O da böyle mutluydu!

"Ay bu Melek nerede kaldı?" Meltem'in serzenişleri anında yanıt bulurken, ardından boynuna sarılan kollarla sıçradı. "Birileri beni mi özlemiş?" diyen Melek, kızın yanağını öperek geri çekildi. Meltem, sabırsız haliyle yerinde kıpırdandı. "Şuan tek özlemim adana urfa Melek! Ölüyorum açlıktan!" dedi.

"Al işte! Ben diyorum Paris Hilton, hatun diyor adana, urfa!"

Meltem, sabrına son noktayı koyan Vildan'ın burnunun ucuna kadar girdi. Tek parmağını kızın gözünün içine kadar sokup salladı. "Az daha konuşursan yemin olsun çenemin bağını kopartır, amel defterin kapana kadar konuşurum!"

Bundan daha iyi tehdit olamazdı. Konuşmaya başladığı zaman son nefesini vereceğini çok iyi bilen Vildan, dilinin ucuna gelen bütün hakaret içerikli çemkirmeleri yutkundu. Hala parmağına dolamakta olduğu saçlarını hırsla savurdu.

"Uf tamam be! Mardin çingenesi!"

Yanıt hiç gecikmeden, Meltem'den geldi.

"Saten boya!"

***

Elindeki kırmızı yakut taşı, büyük bir özenle ufacık yuvasına yerleştirdi. Hafifçe geri çekilerek duruşuna baktı. "Kusursuz.." diye mırıldandı gözlerinin önündeki sanat eserine.. Beğeniyle süzdüğü kolyenin diğer kısmındaki boşluğuna bir taş daha yerleştirmek için hareketlendi. Aklını tamamen işe vermesi onu rahatlatıyordu. Çünkü sabahtan beri gelmesini beklediği kadından hala ses seda çıkmamıştı. İşine konsantre olmaya çalışsa da, bir gözü sürekli kolundaki saatindeydi. Büyük ihtimal şuan diğer kızlarla birlikte vakit geçiriyordu. Bu durum adamın ellerinin titremesine sebep olurken, sıkıntılı bir nefes koy verdi. Bütün dikkati dağılmıştı. Titreyen eline kısa bir bakış atarak küfretti. O sırada bir kez çalan kapısına anında gel komutunu verdi. Sekreterini görünce gözlerinde bir umut ışığı belirdi.

"Biri mi geldi?" dedi telaşlı haliyle. "Evet efendim. Yiğit bey lobide!" diyen kadın anbean şahit olmuştu adamın düşen suratına.. Hopali, sert bir nefes çekerek kafasını eğdi. Burun kemerini sıktı. "Gelsin!" dedi. Kadın, kibar bir tebessüm eşliğinde odadan ayrılırken, içeriye Yiğit Soydan rahat tavrıyla giriş yaptı.

"Destursuz girmeyelim dedim!" diyen Yiğit, üç dört adımda adamın masasının olduğu yere geldi. Elini uzattı. Hopali var gücüyle eli sıktı. "Sana her zaman destur var koçum! Hoş geldin!" dedi. Yiğit her daim sevip saydığı adama minnetle baktı ve adamın önündeki koltuğu işaret etmesiyle oturdu.

"Hayır mı?" diye sordu Hopali, kuşkuyla. Yiğit alayla dudaklarını kıvırdı. "Sinan Aslan'ın dediği gibi, şerle işimiz olur mu?" dedi. Aldığı yanıttan oldukça memnun olurken Yiğit elini geçiştirircesine salladı. "Yakınlarda arabam arızalandı. Kartal baktı ama pek anlamadı. Alıp götürdüler. Dönmeden uğrayayım dedim.."

Sinirlerinin dağılması için Yiğit'in gelmesini fırsat bilen Hopali, "Ne içersin?" diye sordu bu sefer. "Her zamankinden.." yanıtını veren Yiğit oturduğu koltuğuna iyice yerleşti. Yan odadan, ellerinde bir yığın mücevherle çıkan Özgür, Yiğit'i görünce kısa biran için duraksadı. "En sevdiğim kayınçom gelmiş!" dedi. Yiğit genç adamın lafına karşılık gözlerini devirdi. "Neyse ki, bir tane kayınçon var yavrum!" diyerek sert bir bakış attı. Özgür'ün elindeki takıları işaret ederek, "Soygun mu var?" dedi.

"Ablana hediye seçiyorum!" yanıtını veren Özgür elindekileri Hopali'ye doğru uzattı. "Dayısı bunların hepsini aldım!" Hopali'nin sert çehresini kasıldı. "Özgür kaşınma!" dedi.

Özgür adamın dediklerini her zamanki gibi kulak ardı etti. "Oğlum bunların hepsi muhteşem! Karar veremedim. İki el atın karar verelim!" dedi ve elindeki mücevherleri ortada bulunan cam sehpanın üzerine doğru bıraktı. Yiğit, ışıl ışıl parlayan takıları beğeni dolu gözlerle süzdü ve öne doğru kaydı. Ablasının zevkini çok iyi bildiği için hangisini beğeneceğini adı gibi iyi biliyordu. Gözüne çarpan takıyı işaret edeceği sırada, Hopali'nin çığlık gibi çalan telefonu bütün dikkatini dağıttı. Genç adam hiç istifini bozmadan sakince gelen aramayı yanıtladı. Anlık şekilde hızla ayağa kalktı.

"Ne saçmalıyorsun sen Salih?"

Hopali'nin kötü bir haber aldığı her halinden belliydi. Gençler bunu çok iyi bildiklerinden dolayı hemen ayaklandılar. Özgür, Salih'in kızları takip ettiğini biliyordu. Nefesi ansızın kesilen genç adam, "Kızlar iyi mi?" diye sordu. Yiğit soru karşısında afalladı. "Hangi kızlar?" diye sordu. Özgür elini dur anlamında kaldırdığı sırada, Yiğit hızla adamın elini tuttu. "Hangi kızlar diyorum Özgür?!"

Genç adam kısa bir özet geçerken, bir kulağı da adamın yaptığı konuşmadaydı. O sırada Hopali'nin yumruğu masayla buluştu. Kulaklara dolan o çatırtı sesi iki adamı da korkutmaya yetti. Sesin, elinden mi yoksa masadan mı geldiği belli bile değildi. Masanın ardından çıkan adam girdiği öfke nöbetiyle bir adım atıp durdu.

"Ulan o kızlar Köfte Hayri'nin mekanına girene kadar siz ne bok yediniz?"

Telefonun ucundaki adam korkulu bir nefes aldı. "Affet abi her şey biranda oldu anlamadık! Biz yanındaki mekana gireceklerini sandık!" dedi. Hopali aldığı yanıttan hiç memnun değildi. Olanlardan hele hiç memnun değildi. Şimdi ne olacaktı? Bu siniriyle o mekanı mı yakacaktı? Yoksa içindekileri mi parçalayacaktı?

"Ben gelene kadar eğer onlara bir hal olursa, işini bana hiç bırakma Salih!" dedi sesindeki ölüm soğukluğuyla.. Kapattığı telefonu hızla ceketinin iç cebine attı. Yiğit seğiren gözlerini adamın üzerinden hiç çekmeden bir adım attı. Çenesindeki kasları titredi. "Sakın bana kızların o sıçtığımın mekanında olduğunu söyleme!" dedi. Hopali, sadece başını sallamakla yetinirken, belindeki silahını çıkartıp emniyetini açtı. Mermiyi yuvasına sürdü. "Bir gün sakin geçsin istiyorum ama yok! İlla sahalarda beni görmek istiyorlar!" dedi ve kimseyi beklemeden çıkışa yöneldi..

Bu sırada kızlar önündeki yemeklerin hiçbirine dokunmuyordu. Meltem hariç.. Elindeki dürümü büyük iştahla yerken yemeklerine hiç dokunmayan kuzenlerine baktı. "Siz niye yemiyorsunuz?" diye sordu meraklı bakışlarıyla.. Neslihan, etrafına attığı korku yüklü bakışlarını kıza doğru çevirdi. "Meltem buranın güvenilir olduğundan emin misin?" dedi. Genç kız, ağzındaki lokmayı yutkundu.

"Niye ki? Valla dürümü gayet lezzetli!"

Melek'te aynı şüpheyle boş masalara, ve onları yiyecek gibi izleyen çalışanlara baktı. Hafif araladığı dudaklarının arasından, fısıltıyla "Burada bizden başka kimse yok!" dedi. Tezgah ardından bile onlara bakan iki adamı daha görünce iyice panikledi. "Ayrıca çalışan herkes bize çok pis bakıyor!"

Meltem, hala korkusuzdu. Ona göre normaldi. Olayın ciddiyetin hala farkına varmıyordu. "Vildan'ın kıyafetlerindendir!" dedi alayla. Vildan, ellerini hızla açıkta olan bacaklarına indirdi. Büyük çantasını çekiştirdi.

"Komik misin kızım sen? Şu pala bıyıklı adama bak!" dedi ve gözleriyle adamın bulunduğu yeri işaret etti. Biraz daha burada oturursa, kötü bir son onları bekliyordu. Oturduğu yerden sandalyesini kaydırdı. "Ay yok yok! Hadi kalkın gidelim!" dedi. Vildan'a ilk destek Neslihan'dan geldi.

"Bu sefer Vildan'a katılıyorum Meltem. Ben buradan hiç hoşlanmadım!"

Genç kız olanca keyfinin bozulmasıyla surat astı. "Sakin olun yahu! Yemeğinizi yiyin siz.." dedi.

"Hala yemek diyor ya! Vallahi parçalayacağım.."

Vildan'ın masa üzerinden Meltem'in üzerine doğru hareketlenmesi Deniz'in kızı tutmasıyla son buldu. "Tutmasana Deniz!" diye çemkiren Vildan, kolunu kızın elinin arasından sertçe çekiştirip kurtardı. O sırada Meltem'in çalan telefonu az da olsa kebap yemesine engel oldu. Karşısındaki adamın konuşmasına fırsat vermeden, dolu ağzıyla, "Ay Kartal şuan kebap yemekle meşgulüm sonra ararım ben seni.." dedi.

"Bok ye Melo, bok ye! Kızım sen geri zekalı mısın?"

Kartal'ın esip gürleyen sesi kulaklarını tırmaladı. Astığı suratından telefonu uzaklaştırdı. Neden bu kadar sinirlendiğini anlayamamıştı. "Neler oluyor?" diye sordu aynı sinirle. Kartal'ın ses tonu azalmak yerine daha da çoğaldı.

"Ulan senin o mekanda ne işi var?" diye kükredi. Bakışları tabağında yarısı yenmiş dürümüne kaydı. "Kebap yemeye.." dediği anda Kartal hışımla yükseldi.

"Hala kebap diyor! Allah'ım sen aklıma mukayyet ol!"

Sabır kotası dolan genç kız, "Kartal sabır dilenmeyi kes neler olduğunu söyle!" diye bağırdı. Kızlar pür dikkat Meltem'e izliyor, kötü bir şey olduğunu hissediyordu. Kartal diline doluşan bir sürü küfür yüklü cümleleri yutkundu. "Ulan orası bildiğiniz mekanlardan değil!" dedi. Meltem bu sefer de etrafına bakındı. Onun bildiği mekanların çoğu böyleydi. "Anlamadım?" dedi, masumca.

"Gecesine alt katındaki masalarda meze olunca anlarsın, mal beyinli!"

Genç kız nefesini tuttu. Gözleri korkuyla aralandı. Bacaklarından başlayan titreme bütün bedenin ele geçirirken, sesli şekilde yutkundu. "Anladığımı yanlış anladın de lütfen Kartal?" diye fısıldadı.

"Neler oluyor Meltem?" Neslihan, kızın koluna dokundu. Bir yanıt bekleyen gözleri dolu dolu bakıyordu. Meltem masadaki diğer kızlara baktı. Sona yaklaştık der gibiydi o gözleri..

"Korkma sakın!" dedi telefonun diğer ucunda unuttuğu adam.. "Meltem sakin olun ve çıkın oradan! Yoldayız biz, geliyoruz! Duydun mu beni?" Adamın emreden sesi kulaklarında çınladı. Dudaklarını araladı. Nefesi bile zor süzüldü. Sanki adam görecekmiş gibi, başını salladı.

"Meltem?" Bu sefer şansını Melek denedi. "Kartal ne dedi?"

"Sizinle vakit geçirmek çok güzeldi kızlar! Ciddiyim, şu kısa ömrümde sizinle beraber olmaktan büyük keyif aldım. Yani nasıl almayayım? Çocukluk yıllarından beri beraberiz! Gönül isterdi ki, Feray'da burada olsun ama kızın dersleri bitmemiş. Belki de kadir gecesi falan doğmuştur.. Bilemiyorum.."

Meltem veda konuşmasına erken başlamıştı.. Bütün kızlar, anlamsızca bakıyor, dediklerine bir anlam bulmaya çalışıyordu. Neslihan, son bir gayretle kızın koluna sarılarak sarstı. "Kendine gel Meltem!" diye bağırdı. O an yanlarında birden bitiveren göbekli adam uzun bıyıklarını eliyle sıvazladı.

"Evet hanımlar! İsterseniz tatlı ikramında bulunsun bizim çocuklar.." dedi. Kızlar önce birbirlerine baktı. Sonra adama çevirdi şaşkın ama bir o kadar korkulu bakışlarını..

"Pardon?" dedi Vildan nereden geldiğini bilmediği cesaretiyle.. "Tatlınızda, dürümünüz de sizin olsun! Biz gidiyoruz! İğrenç bir mekanınız var onu da söylemeden edemeyeceğim! Hatta ilk fırsatta sizi dava edeceğim!" Vildan çantasını sinirle koluna taktı ve kızlara döndü. "Kalkın gidiyoruz!" dedi. Vildan'ın vermiş olduğu gazla ayaklanan kızlar, adamın koluna yapışmasıyla son bulurken, çığlık çığlığa başlayan kavganın startı verildi.

"Sen benim babamı biliyor musun? Adi bıyık! Seni babamın öfkesiyle parçalarım! Bırak beni! Topuğumla gözlerini oyacağım! Bırak dedim!"

Vildan adamın yaba elleri arasında çıldırıyor, kızlar adamın eline koluna yapışmış rast gele yumruklar savuruyordu. Arka taraftan gelen diğer siyah takım elbiseli adamları gördüklerinde durup birden geri çekildiler. Neslihan, Vildan'ı gerisine doğru savurarak ön tarafına geçti.

"Derdiniz nedir beyefendi?" dedi, ortama komik giden kibarlığıyla.. Adam iğrenç bir gülüş sergiledi. Güldükçe göbeği hizasına gelen gömleğinin düğmeleri kopacak gibi geriliyordu.

"Buraya gelenlerin derdi bellidir yavrum.. Ama derseniz ki, bizim derdimiz çözülecek gibi değil.." Adam arkasındaki heriflere sinsi bir bakış atıp geri döndü. "Bizde elimizden geldiği kadar çözeriz!"

Soğukkanlılığını ciddi anlamda koruyan genç kız, gözlerini kısabildiği kadar kıstı. Bu adam onları ne zannetmişti böyle? Kendilerine yaptığı yakıştırmayı asla kabul edemezdi. Peki böyle durumlarda korkup geri mi çekilecekti? Yoksa, paşa paşa adamlara istediklerini mi verecekti? Kızın bu cesareti adamın merakını uyandırmıştı. Hele suratındaki ani değişiklik yanan ateşini iyice harlamıştı. Suratında var olan o izi bile nedensizce çekici bulmuştu..

"Neslim ne yapıyorsun?" dedi Meltem, kızı kolundan çekiştirerek. Neslihan kolunu kızın ellerinden kurtardı. Hala ciddi ifadesini bozmadan adama dik dik bakıyordu.. İşte o esnada, kulaklarına aşina bir sesin dolduğunu duydu.. Saniyelik kapanan gözleri o zamana geçiş yaptı..

'Unutma zümrüt göz, sol yumruğun fazlasıyla kuvvetli.. Tam burnuna isabet ettireceksin ki, bütün dirayetini kaybetsin! Hadi, tekrar dene bakalım!'

Daha on beş yaşlarındaydı Mustafa Ali'nin ona ve diğer kızlara kendilerini savunma dersleri verdiğinde.. Sol yumruğun güçlü demişti.. Umarım hala gücü yerindedir, dedi yumruğunu sıkarken..

"Dene bakalım nasıl çözeceksin?"

Neslihan, cümlesini bitirdiği anda adamın boşluğunu fırsat bildi ve bütün gücünü verdiği sol yumruğunu adamın iri burnuna doğru savurdu. Adam beklenmedik bu darbeyle sendelerken, acı içinde burnunu tuttu. Diğer iri kıyım adamlar, öne doğru atılıp patronlarıyla ilgilenirken, adam küfürler savuruyordu. Adamlarından kendini kurtardı ve Neslihan'ın üzerine doğru atıldı. Havaya kalkan eli, tek bir sesle havada kaldı. Bir merminin yuvasından çıkan o uğultulu sesti buna sebep olan..

"İkinci kurşun beynini delmeden, o elini indir!"

Adamın tam alnının çatısını hedef almış eli bir an olsun titremiyordu. Bir tek seğiren o keskin mavi gözleriydi. "Mustafa Ali.." diye inledi genç kız.. Az önceki cesaretli kız buhar olup gitmiş, yerine korkudan bayılmak için geri sayım yapan kız gelmişti.. Meltem'in kendisini geriye çekmesiyle sendeleyerek kıza tutundu. Fakat gözlerini Mustafa Ali'den saniye ayırmıyordu. 'Korkma!' diyordu o bakışları..

Hopali, öfkesinden çıldırmak üzereydi. Hayatında görmek istemeyeceği şeyle karşı karşıya kalmış sırf adamın patlayan beyni sevdasını pisletmesin diye havaya nişan almıştı. Ve bunu yaptığı için pişmanlık bütün bedenini esir almış ona eziyetlerin en büyüğünü çektiriyordu!

"Sende kimsin?" dedi adam hırıltılı çıkan sesiyle.. Hopali ardındaki adamların gülüşlerine aldırmadı. Bundan sonra kim olduğu zerre ilgilendirmeyecekti lakin kendisini tanıtmakta fayda vardı.

"Ecelin!" dedi alaylı dudakları kıvrıldı. Köfte Hayri dedikleri adamında arkası sağlamdı. Sırf adamlarına güveni olduğundan pişkin pişkin sırıtmaya başladı. Arka kısımdan bir ton adam daha yığıldı. Hopali durum analizini çoktan yapmıştı.

"On tane alırım!" dedi Özgür, gömleğinin kollarını kıvırırken..

"Arka tarafta benimdir!" dedi Yiğit boynunu sağa sola doğru hareket ettirdi.

"Hani bize yok mu?"

Kartal'ın sesi mekanda inlerken, peşinden gelen aslan parçalarıyla hazır kıta savaşmak için saf aldı. Hopali, zafer kazanmış bir tavırla köfte Hayri'ye çevirdi ölümü andıran gözlerini. İşte o sırada, ortalığı inleten fren sesi bütün dikkatleri dağıttı. Meltem merakla açık duran camekandan sesin geldiği yöne doğru baktı.. Ve işte o an akıbetini anladı.. Bu siyah arabayı nerede görse tanırdı.. Nasıl tanımazdı? İnsan ecelini az da olsa tanırdı! Lanet olası siyah arabanın içinden çıkmasını istemediği adam, birazdan hayatının son noktasını koyacaktı.

Berat Özçakır arabasının içinden ok gibi fırladı. Genç kız abisinin gelişine sevinse mi, üzülse mi bilemiyordu. Yalnız hesaba katmadığı bir şey oldu ve arabanın diğer kapısı açıldı..

"Olamaz!" dedi bayılmadan hemen önce..

Abisi tek başına belki idare edilebilirdi lakin, babasıyla gücünü birleştirirse, adeta yenilmezler olurdu! Başına ördüğü kaçıncı belaydı, bilmiyordu ama bu beladan asla sağ olarak kurtulamayacaktı. Artık bunu biliyordu!

-Bölüm Sonu-

^-^ Tüm bela çekenlere gelsin 🤭🤭🤭

Diğer bölümde yazacağım bir olayı bağlamak adına yazdığım bir bölümdü..🙏 Sıkıcı geldiyse affola.. ❤

Lütfen oy vermeden geçmeyin.. 🙏

Seviliyorsunuz..❤

Continue Reading

You'll Also Like

499K 14.3K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1M 13.8K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
1.3M 51.5K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
25.3M 901K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...