MAHKUM

By gokceustundagg

35.5K 3.6K 980

Yüzmeyi bilmediği halde ondan yüzmesini isteyen, beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen ondan kendisini dövmes... More

BÖLÜM 1-HER ŞEYDEN ÖNCE
BÖLÜM 2 BARMEN
BÖLÜM 3- ATEŞ
BÖLÜM 4-GÜVEN
BÖLÜM 5- ŞEFFAF ODA
BÖLÜM 6- GEZEGEN
BÖLÜM 7- ÖLÜM
BÖLÜM 8- UYDU
BÖLÜM 9- HELMES
BÖLÜM 10- GEZİ
BÖLÜM 11- OKUL
BÖLÜM 12- İTİRAF
BÖLÜM 13- BEYAZ KUMRU
BÖLÜM 14- TOPLANTI
BÖLÜM 15-AŞK
BÖLÜM 16- GİRDAP BAYRAMI
BÖLÜM 17- DÖNÜŞ
BÖLÜM 18- HESAP
BÖLÜM 19- DOSTLUK
BÖLÜM 20- ZARF
BÖLÜM 21- DİL
BÖLÜM 22- TEPE
BÖLÜM 23- KAYIP
Bölüm 24 BENİM
Bölüm 25 YEMEK
Bölüm 26 ÖPÜŞMENİN ANLAMI
Bölüm 27 ARANAN
Bölüm 28 BULUTLAR
Bölüm 29 MÜZİK
Bölüm 30 YARGI
Bölüm 31 B PLANI
Bölüm 32 YILBAŞI
Bölüm 33 EBEDİ
Bölüm 34 BÜYÜ
Bölüm 35 KÖPRÜ
Bölüm 36 SARAY
Bölüm 37 İHANET
Bölüm 38 İDAM
Bölüm 39 "BABA"
Bölüm 40 CAM KIRIKLARI
Bölüm 41 YÜZLEŞME
Bölüm 42 YAS
Bölüm 43 KARAR
Bölüm 44 FEDA
Bölüm 45 İSYAN
Bölüm 46 EV
Bölüm 47 EFSANE
Bölüm 49 BEBEK
Bölüm 50 DAVET
Bölüm 51 FIRSAT
Bölüm 52 KISKANÇLIK
Bölüm 53 AİLE
Bölüm 54 KANIT
Bölüm 55 İHANET
Bölüm 56 TOKAT
Bölüm 57 DUA
Bölüm 58 KURBAN
Bölüm 59 İHBAR
Bölüm 60 MUCİZE
Bölüm 61 GEÇİT
Bölüm 62 HAZIRLIK
Bölüm 63 İSTASYON
Bölüm 64 SUÇLU
Bölüm 65 ORMAN
Bölüm 66 İŞKENCE
Bölüm 67 ÇİMEN
Bölüm 68 RUH CELLADI
Bölüm 69 LABİRENT
Bölüm 70 ŞİMŞEK
Bölüm 71 GEÇMİŞ
Bölüm 72 KAÇAK
Bölüm 73 VEDA
Bölüm 74 TAKİP
Bölüm 75 TANIDIK
Bölüm 76 KAĞIT
Bölüm 77 KAVUŞMA
Bölüm 78 BABİ
Bölüm 79 SİYAH DENİZ
Bölüm 80 HELMES İLE CARLOX
Bölüm 81 YALNIZ
FİNAL
MAHKUMLA İLGİLİ ÖNEMLİ !!!!!!

Bölüm 48 DÜĞÜN

397 39 18
By gokceustundagg

Helmes'e baktım şaşkınlıkla. Bu ne demekti? Fiona'nın hamile olması ne demekti? Helmes duygusuz bir tavırla, "tamam ben koyulduğu gibi çıkartırım," demez mi.

Hepsinin suratına tek tek baktım.

"Hepiniz topluca kafayı mı yediniz? Aklınıza hemen nasıl bebeği aldırmak gelir?"

"Kız haklı. Önce düğün yapmak icap eder."

Hepimizin başı açık kapıdan içeri giren Silvayta'ya kaydı. Oero'ya baktım. Almatch sırtına vuruyordu sırıtarak.

"Gardını al, damat."

                                                                                         ***

Yatakta ifadesiz bir şekilde yatıyordum. Gözlerim tavana dikilmişken aslında düşüncelerim daha da uzaktaydı. Sessizce yutkundum. Uzun süredir aklımı kurcalayan zehir gibi düşünceler beni ele geçiriyordu.

Kafam hayatımın hiçbir döneminde bu kadar karışmamıştı. Ne yapmak lazımdı ya da daha da önemlisi nasıl yapmak lazımdı?

Bir hışımla yatağımda doğruldum. Kalbim neredeyse kulaklarımda atıyordu. Hayır ! Hayır, bunu kabul edemezdim!

Bana ne kadar ömür biçildiğini bilmiyordum ki, nasıl olur da tüm bu süreyi Helmes'den ayrı geçirmeyi göze alarak yaşardım?

Ah, kahretsin. Onu seviyordum! İşin belki de en acı kısmı onunda beni sevmesiydi ve buna rağmen ayrı kalacak olmamızdı.

Helmes'in benim için özenle dizdiği odada aynanın karşısına geçtim ve elimi yavaşça kaldırıp aynaya dokundum. Kendi elimin altında yansıyan ele baktım hüzünle başımı sağa yatırarak.

Burada olmalıydın, benimle olmalıydın.

Biz bile bize engel değilken nasıl olur da uzaklara gidersin?

Bir an elim ateşe değmiş gibi hemen elimi çektim ve birkaç adım geriye giderek aynada ki yansımama korkunç bir şekilde baktım.

Kabul etmiyordum. Son ve kesin kararım buydu. Bir insanın, bir insanı canını verircesine istemesi kaç kare başına gelebilecek bir durumdu ki? Koskoca bir ömürde belki bir defa bile değildi.

Bir hışımla odadan çıktım. Almatch'in odasına koştum. Kapıyı bir anda açmamla hem Almatch hem de Urgaka yerlerinde zıpladı. İkisininde beni görmeleriyle telaşla hareket ettiklerini fark ettim. Dart tahtasını kapatıyorlardı ki birkaç adım atarak yanlarına geldim.

Elimi kaldırdım ve telaşla, "durun," dedim.

                      Bir gün önce...

Fiona'nın incecik ve kırılgan olan sarı saçları ellerimin arasında şekillenmeyi bekliyorlardı ama Fiona'nın aynaya attığı durgun bakışları fark etmemek imkansızdı. Sabahtan beri ağzını bıçak açmıyordu.

Kafasını karıştıran bebek miydi ya da evlilik miydi bilemiyordum. Aslında evlilik hakkında defalarca konuşmuştuk ama bebeği olması söz konusu değilmiş gibi aramızda bahsi açılmamıştı. Fiona bahsetmeyince açıkçası ben de onu konuşturmaktan çekiniyordum.

Düz, sarı saçlarını avuçlarımın arasına aldım. "Nasıl olsun istersin?" diye soruverdim. Bu sadece saç provası olacaktı. Yarın olacak düğün için hangi saçı istediğimize karar verecektik.

Fiona uzun süre tepki vermedi ve en sonunda bir omzunu kaldırdı.

"Sen nasıl istersen."

Dudaklarımı büzdüm. Bu böyle olmamalıydı.

Bir anda döner sandalyesini çevirdim bana doğru. "Ay," dedi bağırarak. Dizlerimin üzerine çötüm ve aynı hizaya geldik.

"Kendine gel," dedim sesimin kabalaşmasını engelleyemeyerek.

Fiona'nın bal rengi gözlerinin göz bebekleri büyümüştü. Neşeden yoksun bir şekilde güldü.

"Kendimdeyim."

"Değilsin," dedim keskin bir sesle.

Sıkıntıyla iç çekip başını başka yöne çevirdi. "Kuruntulusun Rose."

"Değilim," dedim kendimden emin bir şekilde. Hala başı başka yöndeydi.

"Bana bak, "dedim.

Başını yavaş yavaş bana çevirdi. Bakışları ürkekti. Nasıl olur da benden bir şey saklayacağını düşünürdü? Biz ki, kendimizin farkında olmadığı şeylerin varlığını birbirimizin gözlerinde defalarca kanıtlardık.

"Sorun ne?" dedim yumuşacık bir sesle saçlarını okşayarak. Dudaklarını öfkeyle birbirine bastırırken aynı zamanda gözleri de dolmuştu.

"Evlenmek mi istemiyorsun?" diye soruverdim sonunda.

Başını eğip burnunu çektiğini duyunca kalbim sıkışır gibi oldu. O, benim kardeşimdi. Sevdiği adama kavuştuğunda onu hiç böyle hayal etmemiştim. Zaten Rafael ve Helmes'le yaşadıklarımdan dolayı duygusal bir dönemimdeydim. Benim de gözlerim doluverdi.

"Eğer vazgeçersen biliyorsun, ne olursa olsun arkandayım..."

Fiona sözümü kesti. "Oero'dan daha iyi bir insan olamaz benim için."

"Sorun ne o zaman? Evlilik düşüncesi mi seni korkutuyor ya da bebek mi..."

"Anlamıyor musun," diye başını kaldırdığında çoktan göz yaşları çenesinden damlıyordu. Küçücük burnu kıpkırmızı olmuştu.

"Benim dışımda hiçbir sorun yok."

"O ne demek?" diye sordum azarlarcasına.

Başını yine eğdi. Sarı saçları önüne dökülmüştü. Hiddetle başını iki yana salladı. "Benim tek tanıdığım anne sensin Rose."

Yüzüm değişti. "Ben mi?" dedim sesim bana ait değilmiş gibi.

"Bana tek annelik yapan hep sen oldun," dedi boğuk bir sesle. "Benim annem değil." Başını tekrar kaldırdığında gözlerini benim arkamda ki bir boşluğa dikti. Dalgınca bakıyordu. "Ben hiçbir zaman anne olmak istemedim ki," dedi ve bir omzunu kaldırdı. "Yani nasıl olunur, bilemedim."

"Oero sana öğretir," dedim gülümseyerek. "O mükemmel biri Fiona."

Bu sefer gerçekten de gözlerinin içi gülmüştü. Onun ismini duymak bile yetiyordu. Bana baktı buruk bir gülümsemeyle. "Onun harika bir baba olacağından şüphem yok zaten," sonra da çaresiz bir kabullenişe dönüştü sesi. "En azından kızım baba konusunda benden daha şanslı olacak."

Ve aynı anda şaşkınlıkla birbirimize bakakaldık. Fiona göz yaşları içinde gülerek elini karnına koydu.

"Kızım," dedi şaşkınlıkla. Ardından karnında ki elini yumruk yaptı. "Hissettim. Bu çok garip." Ben ise duygusal bir halde, göz yaşları içinde ona bakıyordum. Fiona tekrar bana baktığında hala şaşkındı. Minik elleriyle karnını sardı. "Her anne bunu hissediyor mudur sence? Yoksa bir tek bana mı böyle oldu?"

"Bilmem," dedim gülerek. Fiona nasıl olur da şanslı olduğunun farkında olmazdı ki? Karnında sevdiği adamın bebeğini taşıyordu. Ki ben anne olmayı hiçbir zaman düşünmemiş bir insandım ama ben bile Helmes'den sonra düşünmeye başlamıştım. Eğer o can, Helmes'den bir parça olacaksa seve seve taşırdım. Ve ona hiç tatmadığım hatta örneğini bile görmediğim anneliği en güzel şekilde yapardım. Fakat bunlar gerçek olmayacak düşüncelerdi. Helmes'le bizim için öyle bir hayat imkansızdı.

Fiona'ya baktım gülümseyerek. "Kıymetini bil Fiona. Hem kendinin, hem bebeğinin, hem eşinin hem de sana bahşedilen bu hayatın."

Fiona çocuksu bir saflıkla gülümsedi hemen ama iki saniye içinde o gülümsemesi yüzünde dondu.

"Ah, hayır Rose," dedi birden.

Ona baktım ne olduğunu anlamayarak. İki elini de yanağıma koydu ve inanamayarak yüzüme baktı. "Ben ne kadar düşüncesiz bir arkadaşım," dedi şaşkın gözlerle gözlerini yüzüme dikerek. "Senin zaten derdin başından aşkın. Helmes için," dedi ama devam edemeden sustu. Güçlü olmak adına ellerimi onun ellerinin üzerine koydum ve gülümsedim gerçek görünmesini umarak.

"Tamam, sakin ol. Sorun yok. Ben gayet iyiyim."

Tam bir şey diyecekti ki derin bir nefes çektim içime ve kalktım. Fırçayı elime alıp Fiona'nın saçlarını taramaya başladım. "Tamam bakalım, bu kadar gevezelik yeter. İlk olarak tepeden topuza ne dersin?"

Odadan çıktığım esnada çarpışmanın etkisiyle olduğum yerde sıçradım. Helmes dibimdeydi ve çarpık bir şekilde gülümsüyordu.

"Korkuttum mu?"

Saçlarımı düzelttim sakin görünmeye çalışarak. "Bir anda karşıma çıkınca öyle..."

"Uyumaya mı gidiyordun?"

Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. Dağ evinden dönmemiz üzerinden dört gün geçmişti ve pek konuşmamıştık. Aslında Helmes benimle pek konuşmaya yanaşmıyordu.

"Evet, yarın düğün var. Yorucu bir gün olacak," dedim bir iş toplantısı saatini haber verircesine ciddi bir tonda. Kahretsin, neden bu kadar heyecanlanıyordum ki?

"Eğer bu gece planlarının arasında uyumak yoksa bizimkileri zapt etmemiz lazım."

Anlayamayarak onun yüzüne bakakaldım.

Helmes kaşlarını çattı ve sağ tarafa düşmüş saçlarımı geriye atarak eğildi. Gözlerim büyüdü. Boynumu öpmeyi planlamıyordu değil mi? Aptal, tabii ki planlamıyordu. Adam seninle uyumaktan bile kaçıyor. Açık konuşmak gerekirse ben bu kadar fingirdemesem bu kadar bile yanaşamazdı.

Kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladığı esnada elimde olmadan gülerek yana kaydım. Suratıma anlayamayarak baktı. Sıcak nefesi tenime değince huylanmıştım. Bundan dolayı kendime sinirlendim ve ona çattım. "Bir daha bunu deneme," dedim kabaca.

"Neyi? Kulağına bir şey söylemeyi mi?" dedi saf saf.

"Evet," dedim hızlıca iki kaşımı da kaldırarak.

Helmes bir elini duvara koyunca sanki beni bedeniyle duvar arasına hapsetmiş gibi gerildim. "Tamam o zaman bu şekilde söyleyeyim Rozzzz."

"İyi olur," dedim yüzüne bile bakmadan. Umarım yeteri kadar umursamaz görünüyorumdur.

Ve sessizce konuştu başını iyice bana eğerek ama nefesi saçlarıma değer değmez baştan ayağa yaprak gibi titredim.

"Ne yapıyorsun?" dedim kendi huylanmama sinirlenmiş bir şekilde.

"Ne? Bu da mı huylandırıyor?" dedi şaşkınlıkla.

"Ne huylanması be! Yakın teması sevmiyorum ben," dedi çenemi kaldırarak.

Gülerek başını çevirdi.

"Ne var? Yani yalan mı söylüyorum ben?"

"Tamam," dedi benim aksime kibar bir tavırla. Ben onu bu kadar terslerken o nasıl böylesine sabırlı olabiliyordu? Ah, muayyen günümün tüm stresini çekecek adam konuşmaya devam etti. "Oero ile bu akşam defalarca konuştum ama ona güvenemiyorum nedense," sonra da imalı bir bakış attı. "En nihayetinde bizim de uyumamız lazım değil mi?"

Omzumu kaldırdım. "İsteyen uyur, sorun ne ki?"

Helmes diğer elini altlı üstlü çevirerek, "anlasana işte," deyince gözlerim büyüdü ve ona dehşetle baktım.

"Sence yaparlar mı?"

Halime bakıp güldü. "Yüksek ihtimal."

"E, ne yapacağız?" dedim telaşla.

"Ben, Oero'nun kapısında nöbet tutmayı planlıyorum."

"E, uyumayacak mısın?"

Bir omzunu silkti. "Oero'nun dış kapısına yaslanarak uyumayı planlıyorum. Böylece kapıyı açarsa da anında fark ederim."

"Ben de," dedim hiç düşünmeden.

"Sen de ne?"

"Ben de Fiona'nın kapısında nöbet tutacağım."

Helmes kaşlarını çatarak bana baktı. "Ben sadece onlar uyanmadan sabah beni uyandır diye bunları sana anlatmıştım."

"Onlar kalkmadan uyanırım ben," dedim odama yönelerek.

"Nereye?" diye seslendi arkamdan.

"Örtü almaya, sende ister misin?"

Arkamdan söylendiğini duyduğumda çoktan yolu yarılamıştım bile.

Sırtımı soğuk duvara dayadım. Buz gibi hava tenimi delip geçerken titreyerek battaniyeye daha da sıkı sarıldım.

Helmes'in bana bakarak sırttığını hissediyordum ama umursamaz bir şekilde battaniyenin içinde gömüldüm iyice.

"Üşüyorsan, benim battaniyemi de al."

Hemen bunu gurur meselesi haline getirip toparlandım. "Hayır, üşümüyorum."

Ve ondan beklemediğim bir şekilde hemen vazgeçti. "Sen bilirsin." Alnımın kırıştığını hissettim. Neden buna bu kadar bozulmuştum ki?

"Sen istersen uyu," dedim yüzüne bakmadan, "ben uyumayacağım, burada her ikisini de gözleyeceğim."

"Çocukluk yapma," deyince ona döndüm bir hışımla.

"Pardon?"

Gözlerini devirdi hemen. "Yaşına laf etmedim hemen dikleşme," dedi bıkkın bir halde. "Ama yarın koşuşturmamız var, senin de uykunu alman lazım."

Ona değilde karşımda ki boş duvara bakarak çenemi isyankar bir şekilde kaldırdım. "Uykum yok, benim."

Helmes'in birden yerinde kıpırdadığını hissettim. "Sen benimle mi inatlaşıyorsun?" diye sordu şaşkınlık kokan sesiyle.

Omzumu silktim kabaca, "ne inatlaşacağım be."

O da omuz silkti. "İyi, sen bilirsin," dedi umursamazca gözlerini kapayarak. Çok ciddiyim, o an aynı yatakta olsak elime geçirdiğim yastığı onun kafasına fırlatırdım ama bunun yerine gözlerimi kısarak ona bakmakla yetindim. Gerçekten ne istiyordum?

"Bana bakmaya devam edecek misin daha?" diye soruverdi gözleri kapalı.

Başımı çevirdim hemen. Hala gözleri kapalıyken uykulu bir şekilde, "uyu Rozzzz," dedi.

Bir anda sözler teslim olmak istercesine dudaklarımın arasından döküldü. "Niye? Yoksa yine beni oyalamak için masal mı anlatacaksın?"

Bir gözünü açarak bana baktı sorgularcasına. "O ne demek?"

"Yok bir şey, uyu Helmes," dedim sırtımı ona dönerek.

Tamamen sırtımı ona döndüm.

"Gerçekten ne kast ettin?"

O görmediği için rahatça gülümsedim. Onu çıldırtmak harikaydı. "Yok bir şey. Yarın yoğun bir gün olacak Helmes uyu," diyerek onu taklit ettim fakat arkamda hareketlilik fark edince sesli bir şekilde gülmemek için dilimi ısırdım.

"Cidden açık konuşur musun Rozzz?"

Ve verdiğim cevapla ben bile kendime inanamadım. "Benimle sevişmeyi reddedip uyumandan bahsediyorum."

Ah, sessizlik.

Yer yarılsın lütfen.

İçine girip kaybolmak istiyorum ben...

Şu an öleyim, lütfen, lütfen, lütfen !

....

Hala cevap yok.

Uyudu mu acaba?

Kesin uyudu. Yani umalım ki, uyumuş olsun. Öbür türlüsü daha da feci.

"Rozzz..."

Cevap vermeye bile cesaretim yoktu. Gözlerimi yumdum. Ses vermesem hemen uykuya girdiğime inanır mıydı acaba?

"Ben... bu kadar kırıldığını bilmiyordum."

Göğsüm sıkışıyordu. Nefes almak istercesine dudaklarımı araladım ama içime çektiğim nefes sadece ciğerlerimi daha da fazla yakmaya neden oldu.

"İstersen bu konuyu konuşalım," dedi ardından.

Hala benden cevap gelmeyince Helmes tekrardan konuştu.

"Rozzz?"

Artık konuşmam gerektiğini fark ettim. "Yok. Gerek yok. Anlıyorum," dedim çatallaşmış bir sesle.

"Gerçekten anlıyor musun?"

Cevap vermedim.

"Sırf sana zarar vermemek için bunu yapmadığımı biliyorsun değil mi? Yoksa gerçekten seni arzulamadığımı mı düşünüyorsun?"

Ne? Göğsüm sıkışmaya başladı. Helmes ne diyor? Bana işkence edercesine devam etti.

"Yoksa geceleri, rüyalarımı süslemediğimi mi sanıyorsun?"

Konuşma cesareti bulmak umuduyla boğazımı temizledim. Tekrar, eski cesur halimin geri gelmesini bekledim.

"Yani şimdi sen," dedim çekingen bir halde. Bu konuşmayı yüz yüze bile yapamıyorduk, gerçekten benim neyim vardı böyle.

Helmes beni rahatlatmaya çalışırcasına konuştu. "İçinden ne geçiyorsa söyle. Emin ol Rozzz, bunları konuşmak benim içinde zor," dedi ve devam edecekken sustu. "Yani... hiçbir kızla bunları konuşmadım ben." Gerçekten bu bile onun için ne kadar değerli olduğumu göstermiyor muydu?

Ardından Helmes'in iç çektiğini duydum. Sesli bir şekilde ofladı sıkıntıyla. "Bunları söylemek gerçekten de utanç verici."

Kaşlarımı hayretle kaldırdım. Bunları konuşmak Helmes'i de mi utandırıyordu yani?

"O zaman," dedim cesaretimi toplamak istercesine. Ve ardından cesaret bulmak adına hemen doğrulup ona döndüm tamamen. Arkamı döndüğümde Helmes'in gri gözlerini dikkatle bana diktiğini fark ettim. Sanki o an bir boşluktaydık ve bizden başka hiçbir şey yoktu. Eşyalar yoktu, renkler yoktu, hava bile yoktu. O an bizden başka hiçbir şey yokmuşçasına bana bakıyordu. Gözlerinde ki açlığı görüyordum. Bu çok farklıydı. Beni istediğini zaten bana odaklanan gözleri, yutkunduğunda boğazının kasılması belli ediyordu.

Kalbim kulaklarımda atarken, "yani şimdi sen beni gerçekten o şekilde mi hayal ettin?"

Şaşkınlıkla gülünce sorduğuma pişman oldum. Bunu sormama hayret etmişçesine gülerek başını iki yana salladı. İnanılmaz, yanakları gerçekten al al olmuştu. Onu çok mu zorlamıştım acaba? Bana baktı.

"Şu an nasıl olduğumu bilmiyorsun."

Kaşlarımı çattım. "Helmes, hiçbir şey anlamıyorum."

Helmes daha çok güldü. Sıkıntıyla ofladı tavana bakarak. "Bak," dedi sanki ben tavandaymışım gibi. "Şu an bile üzerimde ki battaniyenin çekilmemesi lazım anladın mı?"

"Ne?" dedim suratına bön bön bakarak. Konu ne ara battaniyeye gelmişti? Bana bayık gözlerle döndü. "O zaman bu her şeyin kanıtı olurdu." Ona boş boş bakmaya devam edince, "anlasana," dercesine kafasını salladı hafifçe.

"Battaniyenin çekilmesi neyin kanıtı olur?"

Tuhaf tuhaf yüzüme baktı. "Söyleyeyim mi yani açık açık?"

Başımı salladım.

Helmes battaniyenin altında toparlandı ama tam o esnada bir sesle sanki yanlış bir şekilde yakalanmışız gibi sıçradık. Fiona kapısını açmıştı. Önce Helmes'e baktı şaşkınlıkla ardından da bana.

"Siz ne yapıyorsunuz burada?"

Hemen toparlandım ve orada neden bulunduğumuza odaklandım.

"Gelin ve damadın bir ihtiyacı olabilir, diye bekliyoruz," dedim

Fiona yıllardır benim dostum olmasa onun Oero'nun kapısına çaktırmadan attığı bakışları göremezdim. Kısacası niyet belliydi. Bana memnuniyetsiz bir şekilde baktı. "Aslında su almak için çıkmıştım."

"Ben getiririm," dedim aşırı yardımsever bir halde.

Zoraki gülümsedi. "Olur ama daha fazla burada kalmanıza gerek yok. Odanıza gidin, uykunuzu alın."

Helmes, "benim uykum yok," dedi insanı sinir eden bir tavırla. Fiona sakin olmak istercesine burnundan bir nefes çekti.

"Benimde yok," dedim sevimli olmaya çalışarak. Ardından mutfağa koştum su almak için. Elimde ki bardakla yukarı çıktığımda Fiona'nın kapısı kapalıydı. Helmes'e baktım soru sorarcasına. "Ne bekliyordun," dercesine başını eğdi. "Susuzluğu geçmiş."

Asıl niyet ancak bu kadar belli edilirdi. Gülerek nöbet yerine geçtim ve elimde ki suyu ben içtim. Döndüğümde Helmes'in gözlerinin kapanmaya başladığını fark ettim.

"İyi uykular," dedim gülümseyerek. Tam bana bakıyordu ki dengesini kaybetti. Tabii, bunun nedeni Oero'nun kapıyı açmasıydı. Helmes hemen doğruldu arkasından da ayağa kalktı.

Oero şiş gözlerle boş boş Helmes'e baktı. Sonra da bana.

"Kamp mı, eylem mi?" diye soruverdi.

Otuz iki diş gülümsedim. "Sevişmeme nöbet timi."

"Olamaz," diyerek sert bir şekilde kapıyı çarptı.. Helmes bana dönüp çekici bir şekilde göz kırptı. Güldüm.

Tekrar yerimize yerleştiğimizde iyice uykum gelmeye başlamıştı ve ayrıca tek bir battaniyeyle bile üşüyordum. Gözlerimi açmak için resmen büyük bir çaba harcıyordum.

"Pişt."

Bulanık gözlerle Helmes'e baktım.

"Çabalama artık, uyu uyu," dedi gülümseyerek.

İyice büzüldüm. "Soğuk," dedim titreyerek.

Gözlerim kapanmadan en son gördüğüm şey Helmes'in elinde battaniyeyle bana doğru geldiğiydi.

***

Kahkaha sesleriyle uyandım. Gözlerimi kırpıştırdım. Başımda kol kola girip ayakta durup dikilen Fiona ve Oero'yı hayal meyal fark ettim. Uyku mağrurluğuyla yarı açık gözlerle her ikisine de baktım ama buna karşılık daha çok güldüler. En sonunda Fiona elini salladı sanki onu zor algılıyormuşum gibi.

"Günaydın!"

"Ne oluyor?" dedim uykulu bir halde. Ta ki başımı Helmes'in göğsüne koyduğumu fark edene dek. Resmen gözlerim hayretle yuvalarından çıkacaktı. Oero ve Fiona bu halime daha da çok güldüler. Birbirlerini dürte dürte başlarıyla beni işaret ediyorlardı.

Helmes homurdanarak gözlerini açtı.

"Ne bu gürültü."

"Kalk kalk," dedim battaniyeleri üzerimizden atarak. "Nöbeti ihlal ettik."

Fiona alayla Oero'ya baktı. "Ya bunlar güya biz yakınlaşmayalım diye burada değiller miydi? Tam tersi onlar yakınlaşmış."

"Hayır!" dedim bağırarak. "Ben üşüyordum, o yanıma gelmiş," dedim yerimden kalkarak.

"Üşüdüğünü söyleyen sen değil miydin?" dedi Helmes battaniyeleri tekmeleyerek yerinden kalkarak. Onun tekmelediği battaniyelere onaylamaz bakışlar attım ve eğilip hepsini tek tek katlamaya başladım. Bir yandan da söyleniyordum.

"Bu, yanımda yat, demek değildi."

"Bana bak," dedi kulağımın dibinde bağırıp, "ben fırsatçı mıyım?"

Ona yandan bir bakış attım. "Tam tersine hiç değilsin. Sorun da bu ya."

Fiona ve Oero birbirlerine bakarak, "ooo," dediler lafın ağır olduğuna karar vererek.

"Siz de uzatmayın," dedim elimde battaniyeyle aralarından geçerek.

Odama geçtiğim gibi battaniyeleri dolaba yerleştirdim. Ardından da kahvaltıya indim. Birazdan organizatörler gelecekti. Onları karşılamadan biraz olsun midemi doldurmak istiyordum ama aşağıda karşılaştığım manzara tam tersine midemi kaldırdı.

Silvayta ve Urgaka diğer herkesle salondaydı. Sanırım ben odadayken gelmişlerdi. Ortamda ki tuhaf enerjiyi anında almıştım.

"Sorun mu var?"

Urgaka başını eğdi utançla ama tam tersine Silvayta kendinden emin bir şekilde bana bakıyordu.

Ortamdan damla damla akan gergin, zift karası hava tüm hücre duvarlarıma çarptı. Fiona'nın yüzünü göremedim ama sırtını görüyordum.

Sırtını geriyordu. Hiç olmadığı kadar dik duruyordu.

Yavaş yavaş yaklaşırken hepsinin yüzüne tek tek sorgularcasına baktım. En sonunda çatık kaşlarımın hakimiyetine dayanamayarak başımı yana eğdim.

"Ne oluyor?" diye soruverdim ortaya sataşırcasına. Çok belliydi, ortada öyle bir şey vardı ki, bu Fiona'nın hoşuna gitmiyordu.

Fiona bir hışımla bana baktı. "Sen bilmiyor muydun?"

Afalladım. Onun bana karşı hiç böyle sert çıkıştığını görmemiştim. Dudaklarımda şaşkın bir gülümseme oluştuğunu fark ettim.

"Biliyor gibi mi görünüyorum sence?"

Fiona sadece çenesini sıkarak başını eğdi. Ona şaşkınlıkla bakıverdim sadece. En sonunda Oero'nun elinin Fiona'nın sırtına değdiğini fark ettim.

"Tüm bunlar senin için."

O an Fiona'nın Oera'ya attığı bakışı ömrüm boyunca unutamayacaktım galiba.

"Bana bir daha dokunma," dedi ve koşarken omzuma çarptığı gibi merdivenlere koştu. Arkasından bakakaldım sadece. Benim naif arkadaşımı bu duruma getiren şey neydi? Başımı çevirdiğimde Helmes'in bakışlarının tamamen bana sabitlendiğini fark ettim ama sanki bir suç işlemiş gibi yakalanmanın ağırlığı altında başını çevirdi hemen.

Son derece sakin bir tavırla Oero'ya baktım.

"Fiona'yı bu noktaya getiren şey ne?"

Hiçbir şey demeden iri gözlerini gözlerime dikti bir süre. O an ona karşı olan tüm sinirim eridi gitti. Fiona'ya benim kadar değer veren biri varsa o da Oero idi.

"Ben sadece onun yaşamasını istiyorum," dedi son derece düz ama toprak altında dirilmemek için uğraşan hüzünle. Ortamda konuşan kimse olmamasına rağmen Oero'un bu lafından sonra sessizliğe bir kat daha örtü çekilmişti sanki.

Oero çaresizce bahçeye çıktı. Almatch de hemen arkasından bahçeye açılan kapıya yöneldi ama Helmes onu tek kelimeyle durdurdu.

"Bırak, yalnız kalsın."

Almatch kararsız bir tavırla Helmes'e baktı önce, sonra da ona hak verecek ki en yakın koltuğa yorgunca çöktü. Çekingen bir tavırla Helmes'e baktım.

"Fiona ile alakalı olan şey ne?"

Başını yavaşça kaldırdı. Gri gözleri bana odaklandı. Dudaklarını birbirine bastırırken acısını belirttiğini fark ettim. "Urgaka, Fiona'nın hamileliği için yaptığı test sonucunu almış bugün."

"Yani?" dedim bu sefer Urgaka'ya dönerek. Urgaka sanki onu her an azarlayacakmışım gibi başını çevirdi ama annesi Silvayta gayet rahattı. Her zaman ki gibi ruhsuz ve katı davranıyordu. Başını gereğinden fazla dik tutarak umursamazca baktı bana.

"Bebek doğarsa Fiona ölür."

Sanki bu çok sıradan bir bilgiymiş gibi sadece basit bir şaşkınlıkla, "yaa," dedim. Helmes'in o an bana attığı şaşkın bakışlar beynime hücum etti. Bu benim için korkunç bir tepkiydi. Hele ki konu Fiona'nın, kardeşimin hayatıyken ama belki de şoka girmiştim. Bu daha da kötüydü. Şoka girince sonradan neler yaptığım malumdu.

Urgaka bana bakmadan başı yerde konuştu. "Bebeğin hayatını sonlandırmak durumundayız."

"Fiona kabul etmiyor," dedi Almatch düşünceli bir şekilde.

"Bu, bu kadar keskin bir şey mi? Yani doğum yapması illa ki onun öleceği anlamına mı gelir?" Bebeğin Fiona için önemini biliyordum. Ben ki Helmes'den bir çocuk sahibi olmayacaktım, bu belliydi ama Fiona'nın sevdiği adamın çocuğunu doğurmak gibi bir şansı vardı. Kendimi onun yerine koyunca ufacık bir umut ışığı için nasıl çabalayacağımı hayal ettim.

"İstesek de doğamaz," dedi Helmes. "Yer çekimi, diye bir kavram var. Fiona tamamen bir insan. Bebeğin ise yüzde kırk insan geni taşıdığını fark ettik test sonuçlarıyla. Bu riskli bir oran. Yer çekiminin Dünya ile birebir olan yerinde ancak yaşama tutunabilir. Burada yer çekimi Dünya'ya göre daha az olduğu için fetusun ana rahmine tutunması uzun sürmeyecek. Bunun sonucu ise daha acı ve ölümcül olacaktır."

"Bunun yerine Fiona kendi rızasıyla o şeyden kurtulsa iyi olur," diyen Silvayta'nın ruhsuz sesini duyunca kan beynime sıçradı. Ona döndüm bir hışımla.

"Laflarına dikkat et!" diye bağırdım kendimi kaybedercesine. Gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Titreyen sesimle, "o şey, dediğin bir bebek. Bir canlı," sonra hepsine tek tek baktım. "Bizim bebeğimiz."

Bu söz nedense en çok Helmes'i şaşkına uğratmıştı. Belki de hiç sahip olamayacağımız çocuklarımızı düşünmüştü o da benim gibi. Belki de bizim bebeğimiz, lafını sadece ikimiz üzerinden yola çıkarak düşünmüştü.

"Ona sahip çıkmaz zorundayız," dedim Helmes'in gözlerinin içine bakarak.

"Aynı zamanda da Fiona'nın hayatını da riske atamayız," dedi anlamam için tek tek vurgulayarak. Fiona bu bebekten vazgeçerse hayata küserdi. Başka bir yolu olmalıydı. Bu düşünceyle odada volta atmaya başlarken diğerleri de dikkatle beni izliyordu.

O an yer çekimi ile alakalı bildiğim her şeyi gözden geçirdim ama sadece boş zamanlarda izlediğim uzay belgeselleri dışında bir şey bildiğim yoktu. Onlarda genelde yer çekimiyle alakalı değil de, gezegenlerle alakalıydı.

Mesela Mars. Onda da aynı Gaji de olduğu gibi yer çekimi Dünya'ya oranla düşüktü. O zaman orada çocuk sahibi olunmazdı herhalde ama Nasa'nın koloni kurma hayali vardı. O nasıl olacaktı? Eğer ki orada hayat olacaksa insanların üremesi gerekiyordu, derken bir anda durdum.

"Buldum," dedim hepsine tek tek bakarak. "Marsta çifleşme ve çocuk sahibi olunması için Dünya'da ki yer çekimine sahip odacıklar vardı. Fiona doğuma kadar böyle bir alanda kalsa."

Hiçbiri bu fikrime şaşırmadı, hatta cevap bile vermediler. Belli ki zaten bunu çoktan düşünmüşlerdi.

"Ne yani? Olamaz mı?"

O an Carlox ilk defa konuştu. "Onun için önce Dünya'ya gitmek gerek. Bu da imkansız olduğuna göre," dedi ve kayıtsızca yaslandığı duvarda omzunu silkti.

"O zaman gideriz," dedim bir hevesle. Nasıl Dünya'dan geldiysek, oraya da gidebilirdik.

Helmes üzgün bakışlarla yanıma yaklaşınca korkmaya başladım.

İki elini de omzuma koydu.

"Sizin yol aldığınız kara delik haftalar önce kapandı Rozzz."

"Nasıl yani?" dedim panikle. "Oraya gidecek bir yolumuz yok mu?"

"Bunun için tekrar bir yıldızın ölmesi gerek. Bu milyonlarca yıl sürebilir."

Başımı reddedercesine iki yana salladım, "ona, bunu yapmanıza izin vermeyeceğim," diyerek Helmes'in ellerinden kurtulup merdivenlere koştum.

Fiona'nın kapısına geldiğimde etraf tehlikeli bir şekilde sessizdi. O an nezaket kurallarını saf dışı bırakıp içeri daldığımda duvara toslamışçasına durdum bir anda. Odada ki manzara korkunçtu. Her şey dağılmıştı.

Parfüm şişeleri kırılmış, çarşaflar düzenli bir dağınıklıkla yere serilivermişti. Yatağın ucunda titreyerek oturan Fiona'ya baktım hayretle. Zar zor nefesimi verdiğimde üzüntüden yere yığılacaktım.

"Fiona," dedim içim acırcasına. Hemen koşup başını göğsüme koydum. İki eliyle kollarımı tuttu, tırnaklarını etime geçirdi.

"Söyle onlara, bebeğimi öldürmelerine izin vermeyeceğim."

"Tamam canım," dedim saçlarını öperek. "Tüm herkes sana karşı olsun, ben hep senin yanındayım."

Cevap vermedi bir süre. Tam telaşlanmaya başlayacaktım ki, "o nerede?" dedi tekrar titreyerek.

"Kim?" diye sorma gafletinde bulundum. Kollarımın arasından bana döndü.

"Kim olacak? Oero tabii ki."

"Senin arkandan hemen gitti. Çok üzgündü."

Fiona yüksek sesle kahkaha attı. "Kaçtı demek."

Oero'yu savunma ihtiyacı hissettim. Ah, gerçekten, bugün düğün vardı. Neler oluyordu böyle?

"Hayır Fiona. Kaçmadı. Sadece çok çok üzüldü."

Fiona o küçücük bedeniyle beni öyle bir itti ki, bir süre arkasından şaşkınlıkla gözlerimi kırptım. Sonra ne yaptığını fark edince yataktan zıpladım. Merdiven demirlerine tutunup resmen halka serzeniş yapıyordu.

"Nerede o?"

Almatch'in saf saf aşağıdan, "kim?" dediğini fark ettim.

Hemen Fiona'nın yanına koştum, kolunu tuttum.

"Sakin ol Fiona."

"Bırak beni," dedi dişlerinin arasından tıslayarak.

O sırada Oero görüş alanımıza girdi. "Hayır," dedim kendi kendime mırıldanarak. "Şimdi değil Oero."

Fiona yanımdan rüzgar gibi geçti. Merdiven basamaklarında dikildi. "Ben bebeğimi zamanında ondan vazgeçmiş bir babanın kucağına veremem, üzgünüm. "

Oero'nun yüz kaslarının nasıl gerildiğini görmemek imkansızdı.

Fiona üzerine basa basa en korktuğumuz kelimeleri tekrarladı.

"Evlenmiyorum ! Düğün falan yok !"

***

Yan odada Urgaka ultrason cihazını kuruyordu. Ben ise kollarımı bağlayarak Fiona'nın odasının camından dışarıyı izliyordum. Fiona'nın yatağında ağladığını duydukça ellerimi sıkıyordum sinirle.

Madem bu kadar üzülüyor o zaman neden Oero'dan vazgeçiyordu ki? Koskoca adam gözlerimin önünde resmen çocuk gibi ağlamıştı. Neden?

Bir anda başımı arkaya çevirdim, Fiona'ya eleştirel gözlerle baktım.

"Ağlamayı kes artık."

Çok ilginçtir ama Fiona bir anda ağlamayı kesti ve kırmızı olmuş burnunu çekerek yüzüme bebek gibi baktı.

"Sevdiğin adamı terk ettin Fiona."

Sanki bunu ilk kez benden öğrenmiş gibi şaşırdı. "Hayır, terk etmedim. Sadece burnu sürtsün istedim."

Gözlerimi devirdim. Gerçekten Fiona bu işlerin böyle yürüdüğünü mü zannediyordu? Hemen yatağa geçip tam karşısına oturdum.

"Bu aşkta hiledir ama. Aşık insana bu yapılmaz."

"O benim bebeğimden vazgeçti," dedi Fiona dişlerini sıkarak.

"Evet, vazgeçti," dedim bende üzerine üzerine basa basa. "Senin yaşaman için. Yani senin hayatına, bu bebekten daha fazla önem veriyor ama sen buna bozuluyorsan gerçekten ayrı kalmanız daha da mantıklı."

"Ayrı kalmayacağız," dedi Fiona neredeyse bağırarak.

"Fiona düğünü bozdun."

"Bebekten vazgeçmemesi için. Bizim değerimizi anlaması için."

Ona baktım dikkatle. Fiona'yı üzmek istemiyordum ama Fiona'nın aklını başına toplaması için bu lazımdı. Fiona benim bakışlarıma karşılık korkarak gözlerini kırptı.

"Ne var?"

"Ne var söyleyeyim mi? Onun da gururu var."

Fiona yapmacık bir şekilde güldü. Ne de olsa Oero'yu hep avucunun içinde bilirdi. "Saçmalıyorsun," dedi ama bu kelime altında ki derin ve titrek korkuyu ancak ben anlayabilirdim. Neredeyse tüm hayatımı Fiona ile geçirmiştim.

"Tabii, özür dilersen hala şansın var."

Fiona inanamayarak işaret parmağıyla kendini işaret etti. "Ben mi özür dileyeceğim?"

"Sen bilirsin," dedim omzumu silkerek. "Onun dilemeyeceği kesin," dedim yerimden kalkarak. Tam odadan çıkacaktım ki, "dur," dedi. Kendime gülümsemek için zaman tanıdım.

"Evet," dedim son derece ciddi olarak ona dönüp.

Gururlu bir tavırla çenesini kaldırdı. "Ona söyle, ayaklarıma kapanmadığı sürece onu affetmem. Benden bir adım beklemesin."

"Yazık oldu o zaman. Düğün yok, desene," dedim ne tepki vereceğini merak ederek.

Alt dudağı yaprak gibi titredi önce hemen ardından da, "uyuyacağım, beni rahat bırak," diyerek örtüyü kafasına kadar geçirdi.

Derin bir iç çekerek odadan çıktım. Aşağıya indiğimde Helmes ve Almatch sessizce oturuyordu. Beni fark ettiklerinde hemen beklentiyle yüzüme baktılar.

"Onun çok inatçı olduğunu söylemiştim size," dedim yorgunca kendimi koltuğa atarak.

Almatch, bu planı bulan Helmes'e baktı gözlerini kısarak. "Ne diye yoruyoruz ki kendimizi? Oero zaten Fiona'nın ayaklarına kapanmaya dünden razı."

Helmes öyle bir , "olmaz," dedi ki ona hayretle bakıverdim. Hiç bu kadar kararlı görmemiştim onu. Benimle sevişmek istemediğinde bile.

"O zaman bu ilişki ömür boyu böyle devam eder. Fiona, Oero'nun aşkından hep emin olmalı ama dayanak olarak da görmemeli. Yoksa Oero da bir erkek, onun da sabrının sonu var."

"Bak sen," dedim ona sorgulayıcı bir bakış atıp.

"Ne sandın," dercesine bir kaşını kaldırdı. "Bu işler böyle," dedi.

Tamamen koltukta ona döndüm ve bacaklarımı dizlerine koydum. Helmes rahat tavrıma karşın bacaklarıma hayretle baktı. Almatch ise alayla bana baktı. Umursamaz bir şekilde Helmes'e baktım.

"Peki ya Oero da, Fiona ondan özür dileyince iyice rahata ererse. Her kabahat da ne de olsa Fiona özür dileyecek diye hiç kasmazsa kendini, o zaman ne olacak?"

Helmes başını rahatça arkaya yaslayıp yorgun gözlerle bana baktı. "Ama Oero öyle bir adam değil ki."

"Bak sen," dedim tekrar öfkeli bir tonda. Tam tekme atmak için Helmes'in kucağında ki ayağımı havaya kaldırmıştım ki daha inemeden Helmes ayağımı tuttu.

"Tekmeyi nereye savurduğuna dikkat et," deyince nereyi kast ettiğini anladım, dilim tutuldu. Almatch kahkahayı basınca Helmes ona ters ters baktı. Hemen iki ayağımı da Helmes'den çektim ve kalçamın altında topladım. Helmes, "o kadar da değil," dercesine bir bakış attı bana. Umursamazca arkama yaslandım.

Almatch, "asıl siz ikiniz düğün yapmayarak neler kaçırdığınızı bilmiyorsunuz bence," dedi eğlenerek ikimize de bakıp.

Helmes'e yan yan baktım. Hiç oralı olmayarak üzerinde ki tozları temizliyordu.

"Biz evlensek ne olacak, Helmes'in elini kaldırıp bana dokunduğu yok," dedim.

Helmes bu itirafımdan sonra hayretle gri gözleri yuvasından çıkarcasına bana baktı. Almatch ise kahkahayı patlattı.

Bakışları, "bunu Almatch'e söylediğin için seni öldüreceğim," der gibiydi.

Almatch ise gülerken bir elini dizine vurdu. "Hadi be, ben çoktan olmuştur sanıyordum," deyince Helmes yanında ki yastığı Almatch'e fırlattı ama Almatch bunu bekliyormuş gibi havada yakaladı yastığı.

Helmes sertçe bana baktı. "Bunu Almatch'in yanında konuşmak zorunda mıyız?"

Umursamazca omzumu silktim ve saçlarımla oynamaya başladım. Helmes'in beni nasıl boğazlamak istediğini tahmin edebiliyordum.

Ama tam o esnada Carlox bahçeden eve giriş yaptı.

"Oero'yu tutamıyorum. Fiona'ya yalvarmak isti..." daha cümlesini bitiremeden Carlox yere yığıldı çünkü Oero koca cüssesiyle Carlox'a çarparak içeri daldı.

Helmes hemen kalkıp Oero'nun karşısına dikildi.

"Pişman olursun dostum."

"Asıl o kadın hayatımda olmazsa pişman olurum."

Helmes'in yanına gittim. "Helmes belki de her şeyi onlara bırakmalıyız."

Helmes bana döndü sakin bir tavırla. "Peki Fiona'nın hayatı ne olacak? Oero ondan özür dilediğinde bebeği de kabul etmiş olacak ama bu da Fiona'nın ölüm fermanını imzalamak olur," deyince neredeyse baştan ayağa titredim. Helmes titreyen vücuduma bakarken bir an gözlerinden bu lafı söylediğine dair pişmanlık sezer gibi oldum. Bunun üzerine gözlerini kaçırarak devam etti. "Yani bebekten kurtulursa yaşar, biliyorsun."

"Onu ikna et Rose," dedi sert bir tavırla Oero. Ona baktığımda gözlerinin hala kızarmış olduğunu görebiliyordum. Saatlerce ağlamış olmalıydı. Bu koca bedenin hüzünle titrediğini hayal bile edemiyordum.

"Bunu nasıl yapabilirim Oero? En son söylediğimde beni bile reddetmekle tehdit etti."

Helmes kararlı bir şekilde başını salladı. "İsterse hepimizi reddetsin, onu bu şekilde ölüme terk edecek halde değiliz. Öyle ya da böyle kendi rızasıyla kabul edecek."

Carlox ilk defa uzun süren sessizliğini bozdu. "Dünya'ya gitsek bebek için bir şans olurdu."

"Ama kara delik kapandı," dedim ona şaşkınlıkla bakarak. Sonra Helmes'e döndüm. "Kapanmadı mı?"

"Kapandı," dedi Helmes Carlox'a ters ters bakarak.

Carlox sakince başını salladı. "Ama solucan deliği hala var."

"Senin solucan deliğine..." diye öfkeyle mırıldandığını duydum Helmes'in. Almatch'in bana anlattığı solucan deliği geldi aklıma. O zaman hala ihtimal vardı. Almatch tehlikelerini de anlatmıştı bana. Almatch'le göz göze geldiğimizde hemen başını salladı.

"Unut bunu Rose. O zaman tek ölen Fiona olmaz, biz de ölürüz."

Cümlenin sonunu görür görmez Oero büyük bir atakla Almatch'in boynuna sarılmıştı.

"Fiona ölmeyecek, lanet tohum seni!"

Hemen Oero'nun kalın koluna tutundum. Ateş gibi sıcaktı.

"Tamam Oero bırak." Almatch'in gözlerinin kaymaya başladığını fark edince panikle Helmes'e baktım.

"Helmes bir şeyler yap," dedim.

"Hak etti," dedi sırtını dönüp giderek.

Continue Reading

You'll Also Like

198K 10.3K 31
25.03.2019 Derin 25 yaşında hayatta yaşanabilecek en zor şeyleri yaşamış ve ölmemiş olsa bile yaşamını tamamen bitme noktasına getirmiş bir kadındır...
127K 15.4K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
323K 4.3K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
136K 1.3K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...