NOTANIN ERVAHI (Kitap oldu)

By SumeyyeDemirkan

6.4M 499K 1.2M

''Şeytanın bileklerinde saklıdır belki de insanlığın rehberi zira böylesine bir insanlık yalnızca ondan öğren... More

NOTANIN ERVAHI
2.Bölüm: ''Geceye Düşen Meşale''
3.Bölüm: ''Kilidi Kırık Kapılar''
4.Bölüm: ''İhanetin Yabancı Şahidi''
5.Bölüm: ''Yaralı Bedenlerin Sanrısı''
6.Bölüm: ''Sönmeyen Ateşin Kıvılcımı''
7.Bölüm: ''Sokağın İçindeki Adımlar''
8.Bölüm: ''Felaketin İçinde Felaket''
9.Bölüm: ''Işıklı Yollar Ardımızda''
10.Bölüm: ''Omurgası Kırılmış Çiçek''
11.Bölüm: ''Kemikleri Çalınmış İskelet''
12.Bölüm: ''Kanadı Kırık Kırlangıç''
13.Bölüm: ''Sadakatin Sessiz Senfonisi''
14.Bölüm: ''Denize Düşmüş Nota''
15.Bölüm: "İdam Edilmiş Gülüşler"
16.Bölüm: ''Toprağında Çürümüş Tohumlar''
17.Bölüm: ''Kırık Kalpler Mahzeni''
18.Bölüm: ''Bir Kutu Mor''
19.Bölüm: ''Kanatları Sarılmış Kırlangıç''
20.Bölüm: ''İki Kalbin Kıyameti''
21.Bölüm: ''Yarayı Sarmayan Bant"
22.Bölüm: ''Aynı Notanın İçinde''
23.Bölüm: ''Kuyudan Atılan Taş''
24.Bölüm: ''Sessiz Ritimler Durağı''
25.Bölüm: ''Kırılmış Hayallerin İzleri"
26.Bölüm: ''Kalbe Takılmış Kelepçe''
27.Bölüm: ''Zaafa Sıkılan Kurşun''
28.Bölüm: "Kılıçlar ve Kesikler"
29.Bölüm: ''Kafesin İçinde Özgürlük''
30.Bölüm: ''Depremin Altında Kalanlar''
31.Bölüm: ''Derin Duygular Dökümü''
32.Bölüm: ''Bileklere Düşmüş Dudaklar''
33.Bölüm: ''Oyunlar ve Bozanları''
34.Bölüm: ''Sarhoş Kelimelerin Hisleri''
35.Bölüm: ''Evinle Yola Çıkmak''
36.Bölüm: ''Fotoğrafın Canlı Yüzü"
37.Bölüm: ''İncisi Çalınmış İstiridye''
38.Bölüm: ''Yangından Taşan Ateş''
39.Bölüm: ''Zamanın Dokunduğu Yürekler" SEZON FİNALİ!
40.Bölüm: ''Karayelin Getirdiği Soğuklar''
41.Bölüm: "Kalbi Donmuş Gözler"
42.Bölüm: ''Gözyaşları Kadar Ayrılık''
43.Bölüm: ''Sokaklar ve Yalnızlar''
44.Bölüm: ''Gecenin İçindeki Mesafeler''
45.Bölüm: ''Acıların Bıraktığı İzler''
46.Bölüm: ''Gerçeklere Dökülmüş Mürekkep''
47.Bölüm: ''Sessizliğin Ardındaki Çığlık''
48.Bölüm: ''Isıtan Kar Tanesi''
49.Bölüm: ''Enkazın Çöktüğü Karanlık''
50.Bölüm: ''Yaralar ve Yarınlar''
51.Bölüm: ''Başka Bir Evren''
52.Bölüm: ''Ellerin Tuttuğu Yürekler''
53.Bölüm: ''Kıvılcımın Ucundaki Ateş''
54.Bölüm: ''Rus Ruletine Bilet''
55.Bölüm: ''Yarına Sarılmış Eller''
56.Bölüm: ''Geçmişi Geleceğe Taşımak''
57.Bölüm: ''Rüzgarın Götürdüğü Anılar''
58.Bölüm: "Kaderin Dokunduğu Mucize"
59.Bölüm: ''Geleceğin Yaşam Taşları"
KİTAP OLUYORUZ!
60.Bölüm: ''Final''

1.Bölüm: ''Notaya Vurulan Neşter''

209K 12.2K 35.3K
By SumeyyeDemirkan

MIIA - Dynasty 

Muse - Supermassive Black Hole 

1.Bölüm: ''Notaya Vurulan Neşter''


Her nota ona dokunacak bir ruha muhtaçtı ama çoğu ruh o notaya dokunamayacak kadar korkaktı.

Ruhum kopmuş bir keman telinden farksızdı. Her ne kadar iş göremese de onları birbirine bağladığımda büyülü notalar çıkarabileceğimi biliyordum. Bu bendim. Benim tanımım buydu. Her ne kadar dipte yaşasam da hislerimi ve hayatımı, kendimden emin olduğum müddetçe o diplere ışık tutacağımı bilakis o dipten yukarıya soluksuz tırmanacağımı biliyordum. Bu da bendim. Leyla Neva'ydı ismim, beni ben iki şeyden biri.

Leyla'yı büyükannem Neva'yı ise babam koymuştu. Anlamı, ahenk ve ses demekti. Sanırım babam kendi gibi benim de iyi bir kemancı olacağımı yahut müzik ve notaya tutunacağımı hayal ettiği için koymuştu bu ismi.

Neva, güçlü yanım.

Leyla, naif tarafımdı.

Fakat bilmeliler ki ben naif bir insan değildim, çok Leyla dediler bana ama onlar kandırmayı da iyi bildim.

Hey! Biraz sakin olmalıyım zira şu an matematik hocası Gaffur Beyle göz gözeyim. Sol elimin içini neredeyse dolduran çenemi hafifçe sıkarken gözlerimi kısarak toparlandım. Matematik dersini sevmiyordum, genel olarak dersleri sevmiyordum. İlgili değildim, sadece sınavları geçecek kadar ders dinliyor ve arada çalışıyordum. Benim hedeflerim başkaydı, zekâmın değil var olduğuna inandığım yeteneğimin peşinden gidecektim.

Gaffur Hoca burun kemerine kadar indirdiği gözlüğünün altından bana bakarak, ''Anladın mı Leyla?'' diye sordu. Tepkisiz kaldım. Otuz kişilik sınıfta en arkada ve en dipte olmama rağmen beni görmesi ve sanki anlamadığımı bilmiyormuş gibi üzerime gelmesi pek bir ironi olmuştu. Belli belirsiz başımı sallayıverdim. ''Sanırım.''

Hayır, anlamadım çünkü dinlemiyordum.

Parmaklarımı sıranın üzerinde birleştirerek onlarla oynamaya başladım. Bu esnada çaprazımda oturan Semih alaylı bir halde gülerek bana baktı. ''Hocam onun anlamasına gerek yok, arkadaş artist olacak.''

Embesil!

Cevap verme lüksüne bile girmeden onu görmezden geldim. Gaffur Hoca elindeki tahta kaleminin kapağını açıp takmaya başlarken bana baktı. ''Bildiğim kadarıyla konservatuvar istiyordun, doğru mu?''

''Eve...'' diyemeden Semih yeniden söz aldı fakat bu durum tahammül sınırlarımı zorlamaya başlamıştı çünkü sinirli bir yapıya da sahiptim ama buranın bir okul ve sınıf olduğunu bildiğim için kendimi son derece kendimden uzak tutmaya çalışıyordum. Semih gülerek, ''Vallahi iki şarkı söylemekle bir yerlere gelinecekse ben adayım bu olaya,'' dedi.

Boğazımı temizledim ve gülümseyerek ona cevap verdim ama bu neşenin var ettiği bir tebessüm değildi. ''Neden olmasın? Kargalar güzel hayvanlar.''

Sınıftaki homurdanmalar bir anda artarken çoğunun gözü beni buldu fakat onları ciddiye bile almadım. Sevmiyordum, burayı sevmiyordum. Semih'in bana bakan gözleri kararırken gözlerimi derhal ondan çekip Gaffur Hocaya odaklandım tekrar. Bu sefer daha tok bir sesle cevap verdim sualine. ''Doğru hocam, konservatuar okumak istiyorum.''

Gaffur Hoca gözlerini kısarak gülümsedi. ''Ama derslerine önem vermelisin, zeki bir kız olduğunu biliyorum. Yeteneğinin varlığından haberim yok fakat derslerinin biraz üzerine düşsen iyi şeyler çıkacağından eminim.'' Sonra sınıfa ithafen konuştu. ''Hepiniz geçerli bu söz. Sınava az bir vakit kaldı, hazır mısınız?''

Bu soru bana yönelik değildi lâkin ben hazır mıydım? İstediğim üniversitenin yetenek sınavına başvuru yapacaktım, vaktim ne az ne de çoktu. Keman çalabiliyordum, ama daha profesyonel olmam gerekiyordu. Önümdeki bu süreç bana yetecek miydi bilmiyordum. İnancım tamdı, kendimden şüphe duymuyordum fakat tereddütler insanın içini kemiren zehirli bir kurt gibiydi. Onun büyümesine izin verdiğim müddetçe ruhumu ele geçirmesine seyirci kalacaktım.

Sınıftan pek ses seda çıkmazken zil çaldı. Derin bir nefes alıp verdim ve elimi saçlarıma götürerek onları geriye atarak dağıttım. Üzerimdeki gömleğin yakasını düzeltirken İpek matematik defterinin kapağını sertçe örterek homurdandı. ''Adamın işi gücü darlamak he.''

Histerik bir biçimde gülerken gözlerimi daldığım yere sabitledim. İpek dört yıllık arkadaşımdı. Tembel biri değildi ama çalışsa da emeğinin karşılığını bir türlü alamayan tiplerdendi. Kendi kendime konuşur gibi mırıldandım. ''Umurumda bile değil.''

Düşünceli bir sesle konuştu bu sefer. ''Ya o değil de, şu Semih hâlâ akıllanmadı ha?''

Güldüm. ''Üzülüyorum onun için. Ciddi problemleri var.''

Güldü. ''Problemi sensin onun.'' Kulağımı yaklaştı. ''Tabii bir insan on kez reddedilirse ben de psikopata bağlarım. Sahi! On oldu mu?''

Gözlerimi devirerek ayaklarımı salladığımda sınıf kapısında beliren kişiyle dikkatimi dağıttım.

Bu Ozan'dı. Erkek arkadaşım.

Oturduğum yerden kalkarken İpek'e döndüm. ''Dönerim birazdan.''

Bir şey söylemedi, boş boş çehremi izlemekle yetindi. Ayaklandığım gibi sıramdan ayrıldım ve sınıfın çıkış kapısına yürüdüm. Ozan serseri bir gülüşle beni süzerken gözlerimi devirerek fısıldadım. ''Okulda olduğumuzu unutuyorsun sanırım?''

Sırıttığında kaşındaki tıraş izine gitti elleri. ''Güzelliğin zaman ve mekânı unutturuyor.''

Sözlerine karşılık vermezken birlikte sınıf kapısının önünden ayrıldık. Bir alt kattaki müzik odasına girdiğimizde kapıyı kapattı ve ardımdan yürümeye başladı. Ben hayranlıkla nota defterine dokunurken Ozan arkamda durdu ve saçlarımı omuzlarımdan aşağı iterek sıcak nefesini enseme vurdu. Dişlerimi sıktım. ''Yapma şunu.''

''Kızım deliriyorum sana,'' diye hırladı sabırsızca. Elleri koluma dokunduğunda kendimi çabucak çektim ve gözlerine baktım. ''Ozan sana yapma dedim. Okuldayız üstelik, kafayı mı yedin sen?''

Gözleri kısıldı. ''Kızım ben senin erkek arkadaşın değil miyim lan? İstediğim zaman öperim.''

''Anlamadım?'' diye sordum kaşlarımı yukarı kaldırarak. ''Bu her şeyi sıfırlıyor ama değil mi? Nesin sen Ozan? Zorba, psikopat?'' Sonra kendi halime güldüm. ''Ve ben de senin gibi biriyle arkadaşlık eden ahmak?''

Ozan'a duyduğum hislerin derecesini veyahut adını bilmiyordum ama bana iyi geldiğine inanıyordum. Zihnim yeterince doluydu, ama o bu dünyayı rahatlatıyordu. Zor biriydi, benim karakterimden çok uzaktı ama iyi geldiğine inanıyordum işte. Korkutucu yanları da yok değildi, öfke kontrol problemi yaşıyordu ama bunlar onu benden uzak tutamıyordu. Aslında olay şundan ibaretti; belki de ben olmayan bir şeyin varlığına inanmak istiyordum çünkü bu yaşadığımız her neyse âşk değildi, âşkın ne olduğunu bilmiyordum ama o olmadığından adım kadar emindim. Belki hoşlantı belki çekim... Bir adımız yoktu.

Gülmeye başladı. Bu sinirlerimi bozmuştu. Ona uzak uzak baktım. ''Sene başından beridir çıkıyoruz ama bir kere öpmedim seni. Neyi bekliyorsun? Nikâhıma aldıktan sonra mı vereceksin seni bana?''

Yüzümü ekşittim. ''İğrençsin.''

''Yalan mı?''

''Sen bu değilsin,'' dedim kafamı iki yana sallayarak. ''Gerçekten beni tanıdığına emin misin sen?''

''Neva,'' diye konuştuğunda onu derhal susturdum. ''Bana böyle seslenmemeni defalarca kez söyledim sana.'' İkinci adımı kullanan tek bir kişi vardı o da babamdı. Bir tek o söyleyince bir anlam ifade ediyordu, bir tek o söyleyince içim titriyordu.

''Pekâlâ,'' dedi dudaklarını çabucak yalayıp burnundan solurken. ''Beni yanlış anladın, sadece kötü bir konuşma yaptığımın farkına vardım.'' Sonra gözleri seğirdi bana bakarken. ''Kaç ay oldu hâlâ bir ilerleme yok aramızda? Elini bile zor tutuyorum.''

''Bu sürecin normal bir süreç olmadığını bilmiyormuşsun gibi konuşma,'' diye tersledim onu. ''İki gün iyiysek beş gün kavgalıyız.''

''İkimiz de zor insanlarız bunu sen de biliyorsun,'' diye konuştuğunda hırsla soluyarak ona yaklaştım. ''Bu doğru ama benim anlayışsız biri olduğumu da inkâr etme sakın. Tedavi zamanlarında hep yanındaydım senin.''

Tam bu esnada gözlerini kaçırdı çabucak ama bu utançtan değildi, bu bakışı tanıyordum. Duraksadım. Kaşlarım çatılırken zihnimin kancasına takılan o düşünce orayı çürütmeye başladı. ''Hayır,'' dedim kafamı sağa sola sallayarak. ''Aklımdan geçenin doğru olmadığına inanmak istiyorum.''

Yüzüne cesaretle bakarken gözlerine vuran güneş ışığı yeşil irislerinde yanan ateşi gözlerimin önüne sermişti. Dişlerini sıkmaktan sertleşen çenesini ve sabırsızca atan nabzı şu an bu ortamdaki en kuvvetli şeydi. Bir nefes daha yaklaştım suretine ve sakince konuştum. ''Bana bunun olmadığını söyle. Yapmadın değil mi?''

Gözlerini kapatırken dudağını ısırıp serbest bıraktı. Üzerine gittim ve bağırdım. ''Sana bir soru sordum geri zekâlı!''

''Kendime mani olamadım,'' diye konuştuğunda yüzümdeki hayal kırıklığı yerini usulca öfkeye dönüştürdü. Ona hayretle baktım. Parmaklarımın boğumlarında gezinen kan bile çılgınca derimi zonklatıyordu. Derince soludum ve kendimi geri çekerek fısıldadım. ''Bitti bu iş.''

Derhal bana döndü ve irileşen gözleriyle yüzüme baktı. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. ''Sakın. Olmaz. Bitemez. Tamam almayacağım bir daha, söz...''

''Kes,'' diye bağırdım bir sefer daha. Sonra hızlı hızlı suratını izleyerek konuştum. ''Gözlerin, içe çökmüş yanakların, dağılmış kafan... Seni bu halde iyi okula alıyorlar ha?''

Ozan uyuşturucu bağımlısıydı. Onunla arkadaş olduğumda bundan haberim yoktu lâkin öğrendiğim zaman kaçmak yerine üzerine gitmiş, ona yardım etmek istemiştim ve o da sanki beni bekliyormuş gibi uzattığım yardım elini tutmuştu. Normalde asla umurumda olmazdı ama gözlerinde o umudu görebilmiştim ve belki de buna tutunmuştum.

''Leyla bak,'' dedi koluma dokunurken. Kolumu hızla çektim ve dişlerimi sıktım. ''Ulan kendini düşünmüyorsun madem, beni de mi düşünmüyorsun hiç? Aylarca senin için çabaladım sırf o cehennemin dibinden kurtul artık diye... Sırf leşin kurda kuşa yem olmasın diye... Bu muydu karşılığı? Yeniden başlayacaksan ne diye vaktimi aldın benden?''

''Haklısın ama o olmadan yaşayamıyorum,'' dediği vakit güldüm ve buna bir son verip kâğıt kesiğini andıran o acı sesle mırıldandım. ''Sen onu kullandığında zaten yaşamıyorsun Ozan... Ölüyorsun.''

Bir şey diyemedi. ''Benim senden uzak durmam lazım artık, bana iyi gelmiyorsun,'' diyerek geri çektim kendimi. Kapıya doğru yanaştığımda beni durdurdu ve üzerime yürümeye başladı. ''Gelme sakın,'' diye yükselttim sesimi. ''Kendi hayatımdan azaltıp senin hayatına kattım bir şeyler ama sen üstüne basıp geçtin. Bitti, bu sefer gerçekten bitti.''

''Bitmedi,'' diye bağırdı o da. ''Sıkıysa ayrıl benden. Haydi ayrıl sıkıysa?''

''Beni tehdit mi ediyorsun?'' diye alayla güldüm. ''Kafan güzel senin kafan.''

Bu pek hoşuna gitmedi, zaten o bu tür şakalardan pek anlamaz ve hoşlanmazdı. ''Kullanmayacağım bir daha tamam,'' dediğinde sinir yeniden bedenimde hâkimiyet gösterdi. ''Biliyor musun, her geçen gün senden uzaklaşmaya başlıyorum. Aptal gibi neden seninleyim sanki ona da anlam veremiyorum.''

''Çünkü beni seviyorsun.''

''Hayır,'' diye kendimden emin bir halde konuştum. ''Seni sevmiyorum, bundan eminim ama başka bir his var içimde. Sana kıyamıyorum belki de ve bu yüzden yardım ettim sana, bu yüzden iyi olman için çabaladım ama sen onu bile anlamadın... İstemiyorum artık, bu hastalıklı ilişkiyi de hastalıklı karakterini de.''

''Ben istiyorum,'' diye diretti. ''Seni, bedenini, her şeyi ve her zerreni istiyorum.''

Suratımı buruşturdum. ''Her saniye nasıl bu kadar iğrençleşebiliyorsun aklım almıyor? Benden onca aydır beklentin bu muydu, bana bakınca iki bacak iki göğüs gören bir pezevenkle mi beraberdim ben yani?'' İçimdeki öfke sıcaklığından bir şey kaybetmezken kin saçan gözlerimle yeşillerine baktım. Sanırım onda tek sevdiğim şey buydu. Gözleri. ''Aslında şimdi anladım da, ben sanırım sadece sana yardım etmeyi ve iyileşmeni sevmişim. Sana yardım ederken bir halta yaradığımı, hayatımda ilk defa birine bir faydam olduğunu düşünmüşüm, ama ne salağım karşımda kocaman bir çöp duruyor ki bunu bile becerememişim.''

Ailem beni benden uzaklaştıran bir unsurdu. Kıymet bilmeyen bir anne ve sorunlu bir ağabeyin içinde büyümek insanı kendinden uzaklaştırıyordu fakat bu bende tam anlamıyla gerçekleşmiş sayılmazdı aksine beni bana bağlamıştı. Hiçbir zaman yaptığım işlerden takdir görmek niyetinde olmamıştım ama bu durum artık o kadar kanıma dokunuyordu ki birine yardım ettiğimde bana bakıp gülümsemesi apayrı hissettiriyordu. Ozan'la mevzu bundan ibaretti. Ona yardım ederken iyileşeceğine dair umutlarım vardı ve en az onun kadar çaba harcamıştım. Bana ettiği iki teşekkür ve iki süslü cümle bile susuz kalmış ruhuma serap gibi geliyordu, sanki çok da umurumdaymış gibi.

Ozan'ın bana bakarken değişen yüz ifadesi bir anda dev bir öfkeye sebebiyet verdiğinde sırtımın kapıya yaslanması ve ellerini boğazımda hissetmem zaman almadı. Elleriyle boğazımı sıkmaya başladığında yerimde debelendim ve ellerini boğazımdan kurtarmaya çalıştım. Kanlanmış gözleriyle bana bakarak yüzüme yüzüme konuştu. Sesi tenimi yırtıyordu. ''Bana bak lan! Benimle bundan böyle düzgün konuşacaksın duydun mu? Yoksa seni gebertirim anladın mı? Varoş mahalle gülü seni.''

Yüzümdeki kan miktarı fazlalaştığında nefesimin acizleştiğini hissettim. Elleri boğazımı öyle bir sıkıyordu ki şu an içinde bulunduğu öfkeye bu kadar sarılmamıştı. Yutkunmaya çalıştığımda bunu başaramadım ve tırnaklarımı parmaklarına geçirip tam şeyine dizimi hızla geçirdim. Büyük bir sancıyla kendini geri çekerken boğazımdan ayrılan elleri acıyan yerine gitti. Nefes nefese kalmış bir halde kendimi kapının duvarından çektim ve sertçe yutkundum.

Ozan yoğun bir acıyla olduğu yerde kıvrandığında vakit kaybetmeden bir iki adım öne çıktım. ''Şerefsiz piç kurusu seni... Her şey boşunaymış, her şey!'' Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve sabırsızca devam ettim. ''Bu yaptığını yanına bırakmayacağım emin ol ve eğer bir daha bana dokunmaya kalkarsan seni ben gebertirim. Duydun mu beni?'' Acıyla olduğu yerde kıvranmaya devam ederken sertçe çarpan kalp ritimlerimi görmezden geldim. ''Adi! Def ol hayatımdan. Def ol!''

Ozan kafasını usulca bana çevirdiğinde yüzü kızarmış bir halde gözlerime baktı. Ona bakarken hissettiğim iki şey koca bir nefret ve bir avuç dolusu hayal kırıklığıydı. Bu kadarını tahmin edemezdim ki. O normal biri değildi ama daha önce bana hiç şiddet uygulamamıştı zaten öyle bir şey yapmış olsaydı onunla asla devam etmezdim. Onun öfkesi benden başka herkeseydi. Ben de bunu aşmasına yardım etmeye çalışmıştım bunca zaman. Ne acı... Vaktimin içine ektiğim güllerin dikenini kopardım sanırken onlara bir yenilerini daha ekliyormuştum.

Ama en tuhaf olanı da asla bir ağlama gibi bir durumun içine düşmemiş olmamdı. Tek bir gözyaşının bile varlığına rastlamamıştım şu anlarda. Üzüldüğüm tek şey zamanım ve kendimdi. Değmeyecek birine verdiğim değer ve o değerin yerle bir oluşuna şahit olmamdı.

Daha fazla onunla aynı ortamda bulunmak istemeden kapıyı açıp buradan çıktım. Kendimi koridorda bulduğumda öğrencilerin gözleri benim üzerimdeydi sanki, olurdu ya hani öyle anlar; bir şey yaşarız ve sığamayız yere göğe sanki buraya ait değilmişiz gibi. Öyleydim şu an, kendimce bir defter kapattım ve imzamı attığım kalemin mürekkebini üfledim az önce.

Uçtu ve gururumun üzerine kondu.

Belki geç oldu ama sonunda oldu.

Sınıfa ulaştığımda hemen ardımdan tarih hocası Yalçın Bey içeri girdi ve kapıyı kapatarak masasına yürüdü. Sinirli bir halde sırama yürürken bu tavrımın dikkatleri çekmemesi için uğraşmaya çabaladım ama açıkçası pek de umurumda değildi. Yerime geçip oturduğumda yan sırada oturan Nuran ve Şeyda'nın fısıldaşmalarına şahit oldum. Onlara tek kaşımı kaldırıp baktığımda, ''Hayırdır?'' diye sordum. Ses tonum sınıfın içinde dağılmıştı.

Nuran kaşlarını çatarak bana baktı. ''Ne hayırdır?''

''İşine bak,'' diye konuştum sert bir sesle. ''Fısıldaşma benim hakkımda.''

''İyi misin kızım sen?''

Güldüm. ''En sevdiğim insan tipi, salağa yatan...''

Şeyda, Nuran'ın koluna dokunup onu kendine çevirdiğinde İpek şaşkınlıkla bana seslendi. Gergin bir halde dudaklarımı kemirmeye başladığımda saçlarımı arkaya savurup gözlerimi kıstım. İpek, ''Ne oldu?'' diye sordu.

''Ayrıldık,'' diye fısıldadım ama içimdeki şey ve sesimdeki bu yansıma acıdan çok öfkeye tutunmuştu. Acı çekmiyordum ve çekmeyecektim çünkü o buna değecek biri değildi. ''Bitti her şey.''

''Anlamadım,'' dedi İpek boş bir sesle. ''Nasıl yani? Şimdi siz, Ozan ve sen...''

Derhal yüzüne baktım ve dişlerimi sıktım. ''Heceleyeyim mi? Almıyor mu kafan?''

''Tamam,'' dedi şaşkınlığını gözlerinden okuyabilirken. Geri çekilerek başını öne eğdi ve tarih kitabının sayfalarını karıştırmaya başladı. Üstelemedim. Onu kırmış olmam bile umurumda değildi, zira etrafımda salak insan görmekten yorulmuştum. Ha! Komik. Bunca zaman baş salak rolünü oynamışım da haberim yokmuş meğerse.

Yalçın Hoca yoklamayı aldıktan sonra derse başladı. Nasıl geçtiğini anlamadığım bu kırk dakika sonrası ayaklandım. İpek oturduğu yerden bana bakıp, ''İstersen konuşabiliriz?'' diye sordu. Duraksadım. O, Ozan'ın durumunu biliyordu bu yüzden ondan saklamam yersiz olurdu. Gözlerimi kapatıp açarken derince soluğumu dışarı nüksedip mırıldandım. ''Dışarı çıkalım o halde.''

Birlikte bahçeye indiğimizde okulun ön tarafındaki boş çardakların birine geçip oturduk. Rüzgâr saçlarımı dağıtmaya başladığında onları kulağımın ardına saklayarak dudaklarımı ıslatıp geri çektim. Kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı ama ben dinlemek yerini onu kusmayı tercih etmiştim. Belki de doğrusu buydu, o buna değecek biri olsaydı kendimi dinlerdim ama bu zamana kadar çok sustuğum için artık konuşma vaktimin geldiğine inanıyordum.

''Neden ayrıldınız?'' diye sordu gözlerime bakarken. Gözlerim karşımda duran basketbol potasına odaklandığında dalgın dalgın konuştum. ''Tedavi olmayı bırakmış, yeniden başlamış o lanet zehre. Bunca zaman boşunaymış.''

İpek, ''Nasıl yani?'' diye sorduğunda sesi dev bir depoda eko yapıyormuş gibi kulağımda çınladı. Gözlerimi devirerek yüzüne baktım. ''Kızım sen tek sefer de anlamıyor musun Allah âşkına?'' Alnı kırışırken burnumdan soludum ve devam ettim. ''O it herif beni bunca zaman kandırmış diyorum sana. Tedaviyi boş ver, amacı beni...'' Cümlemin devamı gelmediğinde gözlerimi sımsıkı yumarken dişlerimi dudaklarıma saplayıp avucumu sıktım. ''Geberteceğim ama onu. Benim adım da Leyla'ysa, bu okula meze edeceğim o iti gör.''

Hiçbir şey benden ve gururumdan daha önemli değildi. Bunca zaman kimseye ezdirmediysem kendimi bundan sonra da kendimden bir gram ödün vermeyecektim. İçimde ona karşı sevgiye dair bir tutam parça bile yoktu, kalmamıştı. Zaten elle tutulur bir hissim yoktu benim ki alışkanlıktı belki de. Bilmiyorum, buna bir isim bulamamak çok canımı sıkıyordu ama artık bunun da bir önemi kalmamıştı.

İpek sözlerimin devamını anladığında kafamı kararlı bir halde aşağı yukarı salladım. Korkuyla bana bakmaya başlarken, ''Yoksa sana bir şey mi yaptı?'' diye sorduğunda hiddetle güldüm. ''Sıkıyorsa dokunsun, bir adım yaklaşsın gör bak nasıl doğduğuna pişman ediyorum onu.''

''Onu sevdiğini sanıyordum,'' diye mırıldandı ardından.

Bu sefer acıya yatkındı gülüşüm. Gözlerimin kıyısında birikmiş rüzgârın tadı yakmaya başlamıştı tenimi. ''Beni sevdiğini sanıyordum.''

Ozan okulun popüler üç beş çocuğundan biriydi, çokça ceza ve çokça normal sayılmayacak davranışı vardı. Bunu elinde olmayan hastalığına verdiğim için ondan korkmuyordum. Geçen yılsonu numaramı birinden bulmuştu ve yaz tatiline girdiğimizde bana mesaj atmıştı. Ben de salak gibi ona cevap vermiştim, ama bu pek sandığınız türde gelişmemişti. İki arkadaş gibiydik onunla, aramızdaki şeyin ilişkiye döneceğini bilemezdim. Koca bir yaz ayda bir mesajlaştıktan sonra sene başında yanıma gelmiş ve hislerini açıklamıştı. Açıkçası şaşırdığım bir durum olmamıştı ama yine de soluğunu direkt benim yanımda almış olmasını beklemiyordum. Ona karşı bir hissiyatım olmadığı için kalbine geri dönüş yapamamıştım ama sonra bir şey onunla olmam gerektiğine inandırmıştı. İyi biriydi, bana diğerleri gibi davranmıyordu. Ne annem, ne ağabeyim ne de diğerleri gibi işte...

Farkında olmadan onun varlığına alıştığımı fark etmiştim. Birkaç ay sonra bir yola çıktık onunla ve bu şey bir ilişkiye dönüşmüştü. İlk başlar da her şey güzel gidiyordu. Onunla eğleniyordum, yanındayken özgür olduğumu hissediyordum çünkü rahat biriydi. Yeri geldiğinde kendime ait bestelere bile yardım ediyordu. Sonra bir bağımlı olduğunu öğrendim, normal olmadığını biliyordum ama işin bu derece ciddi olduğunun farkında değildim. Öğrendiğim vakit ondan kaçmadım, evet tereddütler yaşadım, adımlarım geriye savrulmuştu belki ama yine de kaçmadım ve onunla yüzleşerek tedavi olması gerektiğini söyledim. O da kabul etmişti.

Aylarca bununla baş etmeye çalıştık. Yeri geldiğinde kendi zamanımdan onun zamanına yatırım yaptım çünkü ona değer verdiğimi biliyordum ama ona âşık değildim. Bunu o da biliyordu.

Kendimi bunun için zorladığım anlar bile oluyordu ama âşk bu değildi, olamazdı. Âşk; kendiliğinden ve aniden beliriverirdi. En azından izlediğim aptal dram ve romantik filmlerden bu kadarını öğrenebilmiştim. O, yön yahut şahıs hesaplamazdı. O his insanın kalbine atılan canlı bir bombaydı ve o patladığında âşk çoktan başlamış olurdu.

Ama biz o hikâyenin kahramanları değildik. Bizim bombalarımız kalbimizde değil elimizdeydi. Her an birimiz birine onu fütursuzca sallayıp ortalığı mahvedebilirdi. Buna meyilliydik. Ben kendi içimde çok savaşlar verdim, psikolojik açıdan çok yıprandım ama yine kimseye geçit vermedim. O benim kaçış noktamdı. Ailemden, çevremden ve kendimden kaçıp sığındığım tek limandı, fakat öğrenmiş oldum ki ben yanlış geminin yanlış kaptanıyla kaybolmuştum o denizlerde.

Kaşlarımı çatmaya devam ederken gözlerimin karardığını hissediyordum. İpek tedirgin bir vaziyette bana bakarken, ''Ne hissediyorsun peki? Acı çekiyor musun?'' diye sordu.

''Asla,'' dedim net bir şekilde konuşarak. ''Ben sadece kendi aptallığıma gülüyorum. En başından hiç konuşmamalıydım onunla ama bilemezdim anlıyor musun İpek? İyi biri olduğunu sen de biliyordun, tamam bazı aykırı hareketleri vardı ama yine kabul görüyordu bende.''

Tepki vermedi. Soğuk soğuk gözlerime bakarken bir şey söylemedim ve geçiştirdim. ''Her neyse, bitti gitti işte. Bu ilk ve tek hatam olarak kalacak emin ol. Bir daha asla.''

''Barışmayacaksınız yani öyle mi?''

Sıkıntıyla göğüs kafesimi şişirip ona hayretle baktım. ''Senin kafa da onun kadar sıyırmış ha? Sanırsın bilmediğin bir dili konuşuyorum?'' Hafifçe öksürdükten sonra toparlandım. ''Neyse haydi gidelim.''

''Sen git ben gelirim sonra,'' dediğinde dudaklarımı büktüm ve omzumu silkerek, ''Tamam,'' deyip yanından uzaklaşmaya başladım. Okul kapısına yürürken köşedeki kaldırımda bu tarafa doğru yürüyen Emre'yi gördüm. Onu görünce duraksadım ve yanıma gelmesini bekledim. Nihayetinde karşımda durduğunda, ''N'aber?'' diye sordu.

''İyidir senden?'' diye sordum. Sesim az önceki tavrıma nazaran daha bir yumuşak çıkmıştı. Üç numaraları saçları ve kendine has tipi ile o da bu okulun dikkat çeken simalarından biriydi. ''Çıkışta gidiyoruz değil mi?'' diye sorduğunda kafamı aşağı yukarı salladım. ''Aynı yer de evet.''

''Tamam, getirdim zaten gitarı,'' dediğinde ona bakmaya devam ettim. ''Tamamdır. Haberleşiriz mutlaka.'' Birkaç cümle daha devam ettirdikten sonra birlikte okula girdik. Emre benimle birlikte şarkı söylüyordu, daha doğrusu o çalıyor ben söylüyordum. Hani şu ağabeyimin kötü bir şey yapıyormuşum gibi ayıpladığı şey vardı ya, evet sokak şarkıcısı olmak... Bundan o kadar keyif alıyordum ki yaşadığımı hissettiğim en nadide anlardan biri oluyordu. Üstelik hem para kazanıyor hem de insanları sesimle tanıştırmış oluyordum. Belki bu sayede konservatuara girdiğimde yalnızca kemandan değil sesimden de yararlanacaktım.

Birkaç saat sonra ders bitiminde sınıftan çıkarak tek omzuma sırtlandığım çantamla aşağıya inen merdivenleri takip etmeye başladım. Emre beni aşağıda bekliyordu. Merdivenleri inerken erkekler tuvaletinden çıkan Ozanla göz göze geldim. Bana tuhaf tuhaf bakıyordu ama ona bakarken içimdeki hissin ilk defa bu kadar net olduğunu hissedebildim. Nefretten başka bir şey değildi bu.

Gözlerimi gözlerinden ayırdıktan sonra okuldan çıktım ve bahçe kapısında sırtında gitarıyla beni bekleyen Emre'nin yanına ilerledim. ''Gidebiliriz,'' diye konuştuğumda çoktan yola doğru dönmüştük bile yönümüzü lâkin bizim işimiz caddeler değil ara sokaklardı.

Omzumdaki çantanın kemerine sarılan parmaklarımı hafifçe sıktığımda zeminin üzerinde iz sürüyormuşçasına gezinen ayaklarımı izlemeye başladım. Emre, ''Nasıl gidiyor?'' diye sorduğunda dalgın dalgın, ''İyi gidiyor,'' diye söylendim. ''Senin?''

''Fena değil,'' diye konuştu. ''Okul, aile, hayat... Klasik.''

''Hangimiz sıra dışı bir hayata doğduk ki?'' diye soruverdim.

''Sıradanı buysa sıra dışı olanı nasıl olur düşünmek bile istemiyorum,'' deyip güldü. Ona eşlik etmeye çalışsam da bunda pek başarılı olduğum söylenemezdi. Emre biraz temkinli bir halde boğazını temizlediğinde dudaklarını kapatmadan konuşmaya devam etti. ''Ağabeyin geçen gün sorun çıkarmadı değil mi?''

Adını bile duyunca yüzümdeki ifadenin onun eseri oluşu cevabı bir hayli gözler önüne seriyordu aslında. Yüzeysel bir nefes alıp verirken sağa doğru döndük. ''Boş ver, onu umursamıyorum bile.''

O tam bir dağ ayısıydı.

İçimde ona karşı bir gram sevgi yoktu, anneme karşı da öyle. İkisi de benden haz etmiyordu, bunu bilmek mi yoksa hissetmek mi daha kötüydü bilmiyordum ama artık alıştığım için canımı acıtmıyordu. Kimseden bir sevgi beklemediğim gibi kimseyi sevmek zorunda da değildim. Fark ettim de, benim kalbim doğru orantıda ilerliyordu. Sevdiklerim tarafından seviliyor, sevmediklerim tarafından umursanmıyordum. Evet! Adaletin gölgesi ilk kez burada şahlanıyordu.

Yaklaşık on dakika sonra o eski binanın önüne gelmiştik. Burası epey işlek bir sokaktı. Çantalarımızı kenara koyarken Emre gitarının kılıfını kutusundan çıkardı ve sert ve büyük kılıfı önümüze açarak gitarın tellerini ayarlamaya başladı. Ben de o esnada onun yanında getirdiği mikrofonu ayarlamaya başladım. Mikrofonu boyuma göre ayarladığımda akıp giden hayatın içinde bir yerlerde verdiğimiz bu çaba hoşuma gidiyordu. Bizi biz yapan buydu. Hayallerimizin peşinden sürüklenmek ucu bir uçuruma dâhi çıkacak olsa da pişmanlık duygusuna yer vermeyecekti.

Emre, ''Hazır mısın?'' diye seslendiğinde çenemi omzumun üzerine koyup ona bakıp gülümsedim. ''Her zaman.'' Gülümsedi ve göz kırptıktan sonra dudaklarını yalayarak gitarı karnına çekip parmaklarını tellere götürerek usul usul dokundu. Haline gülümsemeye devam ederken önüme döndüm ve ritim tutmaya başladım. Bir yandan ritim tutuyor diğer yandan önümden geçip giden zamanı izliyordum. Adımları ve kaybolmuş şehirdeki silik silüetleri...

Emre birkaç dakika önden başlarken zamanın geldiğini anladım ve soluk alıp vererek notaya girdim.

Hatırlatma bana eskiden olanları
Bende kalanları bıraktım evinin önüne
Bırak açma saçma sapan mevzuları
Artık her biri, her biri cehennemin en dibinde

Yansın her köy, her şehir ve il
Artık hiçbiri umurumda değil
Artık hiçbiri umurumda değil
Artık hiçbiri umurumda değil

Sözlere ara verdiğimde Emre çalmaya devam etti ben ise olduğum yerden ayrılarak birkaç adım çemberimi genişleterek insanlara baktım. Şimdiden etrafımızı saran insanların varlığı bize bir armağandı. Neşeli bir halde onlara bakıp gülümsüyor ve yeniden sıramın gelmesini bekliyordum. Etrafımızı saran insanların yüzlerine baktım emanet bir şekilde fakat hiçbirinde uzun uzun misafirlik etmedim. Çoğu liseden çıkmış öğrenciydi. Onlardan para almak zordu çünkü öğrenciydim onlar gibi. Yine de üç beş kazanıyorduk bir şeyler. Ben ritim tutarken onların da bana eşlik ederek olduğu yerde eğlenmeleri ortamı daha keyifli kılmıştı. Mikrofonuma yeniden sarıldığımda kaldığım yerden devam ettim.

Sana dedim, düşman olmak istemedim
Ama beni zorlama, çirkin çirkin eylemlere
Bırak gideyim, sadece mutlu olmak istedim
Artık hiçbir şey, hiçbir şey benden önemli değil

Bak buradayım, gör beni
Kendimi kaybettiğimi gizlemedim, tut beni
Tabii yine sen bilirsin her şeyi, değil mi?
Nefret, nefret ediyorum.

Duraksadım ve kulağıma onlara vererek birlikte söylemek için gözlerimi kıstım. Hep bir ağızdan nakaratı tekrar ettik.

Yansın her köy, her şehir ve il
Artık hiçbiri umurumda değil
Artık hiçbiri umurumda değil

Parça bittiğinde büyük bir şenlik alanının içinde olduğumuzu anladık Emre ile. İnsanlar bir yandan eğleniyor diğer yandan bizi alkışlıyorlardı. Şehrin taşlı ve paslı yolları sanki ayaklarımızın altında kırmızı halı misali serilivermişti. Bunu seviyordum. Bu enerjiyi onlardan aldıkça beni hırslandırıyor ve uğruna verdiğim mücadeleden ayrılmamam gerektiğini gösteriyordu.

Onlara teşekkür ettikten sonra heyecanla diğer parçaya geçmemizi beklediklerini gözlerinde görebilmiştim. Emre'ye döndüm ve tuhaf bir şekilde gülerek sarstım. Bir sefer daha göz kırpıp kontrolün onda olduğunu belli ettiğinde ona ayak uydurdum ve ritim girmesini bekledim. Önüme döndüğümde mikrofonuma baktım ve sabırla bekledim. Nihayetinde bir ritim kulağımın kapısını çaldığında onu içeri buyur ettim ve başladık koyu bir sohbete.

Bir saate yakın durmadan şarkı söyledikten sonra havanın giderek üzerimize çöken kasveti kendince bize alarm veriyordu. Toplu bir teşekkür sonrası onlarla vedalaştıktan sonra toparlanmaya başladık. Emre kılıfın içinde biriken paraları sayarken epey keyifli görünüyordu. ''Yalnız bayağı iyi bugün Leyla,'' diye konuştu. Kibirli bir sesle ona karşılık verdim. ''Biz de iyiydik ama Emre.''

''Ona ne şüphe,'' diye söylendiğinde parayı ikimize pay ederek sağ elindekileri bana uzattı. ''Kâğıtları sen al, ben bunları tümlerim,'' dediğinde bozukları gösterip güldü. ''Hacı Bayram dilencisi gibi ama olsun.''

Sözlerine gülerken uzattığı parayı aldım ve doğruca çantamın içine atarak toparlandım. Kısa bir vakit sonrası yola koyulduğumuzda az sonra köşedeki durakta yollarımız ayrıldı. Ben bir sonraki durağa yürüyecektim. Sakin adımlarla durağa ilerlerken telefonum çalmaya başladı. Onu cebimden çıkardım ve arayanın babam olduğunu gördüm. Bu beni gülümsetirken bekletmeden kilidi kaydırıp telefonu kulağıma yasladım. ''Efendim baba?'' diye konuştum, sesim epey neşeli çıkmıştı.

''Neva,'' diye seslendi içimi ısıtan sesiyle. ''Ne yapıyorsun, neredesin?''

''Okuldan çıktım, biraz şarkı söyledim yine şimdi de eve gidiyorum,'' diye yanıtladım ilerideki durağa yürümeye devam ederken. ''Sen neler yapıyorsun?'' diye sordum ardından.

''İyiyim ben,'' deyip ekledi. ''Bize gel haydi. Serap Ablan çok güzel yemekler hazırlamış, bu akşam birlikte güzel bir akşam yemeği yiyelim.''

Serap Abla babamın ikinci eşiydi, itiraf etmeliyim ki onu kendi annemden daha çok seviyordum çünkü o beni anlıyordu ve ben bazen onunla konuşabiliyordum. Ne acı bir durumdu insanın annesinden daha çok sevebilecek birinin olması.

İnsan annesinden daha çok kimi sevebilirdi sanki?

''Bilmiyorum baba, anneme söyleyeyim en azından haberi olsun,'' dedim kısık sesimle. Sanki çok da umurumdaydım da nerede olduğumu bilmesi işine yarayacaktı. Babam, ''Bekliyorum seni bak, bu akşam kızımla olmak istiyorum ben,'' dediğinde gülümsedim. ''Ben de olmak istiyorum orada. Geleceğim.''

Ardından telefonu kapatıp annemi aradım lâkin açan olmadı. Bunu birkaç sefer tekrar ettikten sonra ona mesaj atarak doğruca durağa yürüyerek bir üst otobüse binip babamlara gittim. Evleri müstakildi ve iki katlıydı. Babam özel bir okulda müzik öğretmeniydi, Serap Abla ise yaşlı bir çifte yemek yapıyordu. O aşçıydı. Annem ve babam boşandıktan sonra ikisi de kendine ayrı bir yol çizerek kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardı. Pardon, bunu sadece babam başarabilmişti.

Sakin ve çekingen bir halde kapılarına yürümeye devam ettim. Her ne kadar babamın evi de olsa bir tutukluk oluyordu ayaklarımın bağında ve bunu aşmaya uğraşmıyordum çünkü burası benim evim değildi. Sonunda kapının önünde durdum ve sakince iki sefer zile bastım. Çok geçmeden Serap Abla kapıyı açtığında gülümseyen bir çehreyle beni karşıladı. ''Hoş geldin Leyla,'' dedi sıcak bir sesle. ''Gel böyle.''

Başımı öne eğerek içeri girdim ve ayakkabılarımı kenara çıkardım. Serap Abla bana terlik verirken onları giydim ve birlikte içeri girdik. Babam elinde birkaç çatal ve bıçakla mutfaktan çıkarken bana baktı. ''Kim gelmiş? Kızım gelmiş,'' diyerek elindekileri derhal sofraya bırakıp bana sarıldı. Kollarım sırtını kavradığında gözlerimi kapattım ve kokusunu içime çektim. Baba kokusu... Annenin yerini tutmasa da babam annemden de öteydi işte.

Ayrıldığımızda saçlarımı geriye atıp gülümseyen gözlerle yüzüme baktı. ''Açsın diye umuyorum, haydi yıka ellerini de gel.''

''Tamam,'' dedim sakince ve çantamı kenara bırakıp doğruca banyoya girdim. Aynayla yüz göz olduğumda bir tuhaf hissettim çünkü yorgun bir suretle baş başa kalmıştım. Vakit kaybetmeden üzerime ve dağılmış saçlarıma çeki düzen verdikten sonra ellerimi kurulayarak banyodan çıktım.

Salona girdiğimde yüzüm istemsizce düşmüştü çünkü masada Serap Ablanın kızı Burçin oturuyordu. Onunla aynı yaştaydık ve aynı okulda okuyorduk fakat o sayısal bölümünü tercih etmişti. Sınıfı alt katta olduduğu için gün içerisinde pek görüşme fırsatımız olmuyordu, zaten meraklısı değildim. Tam bir şeytandı kendisi.

Boğazımı temizleyip sofraya oturduğumda babamın yanındaki yerimi aldım. Burçin bize bakmıyor elindeki telefonuyla ilgileniyordu, daha doğrusu kimseyle muhatap olmuyordu. Babam ona yönelerek, ''Burçin elindeki telefonu bırak ve yemeğine başla istersen. Ayrıca Neva'ya da hoş geldin dememen tam bir kabalık oldu,'' diye ikaz etti.

Önümdeki tabağa konsantre olduğum için Burçin'in yüz ifadelerini görememiştim ama o kadar tahmin edebiliyordum ki içindekini ve dışındakini, beni şaşırtacak bir tavra sürükleyeceğini sanmıyordum bile.

Huysuzca alıp verdiği nefesten bile bir cevap almıştım. Elindeki telefonu bırakarak, ''Hoş gelmiş,'' diye konuştu. Cevap vermeden gözlerimi devirdim. Onunla olabildiğince uzak tutmaya çalışıyordum aramı, eğer ki Serap Ablanın kızı olmasaydı veya babam arada kalmasaydı işler çok başka olurdu. Ona tanıdığım toleransın haddi ve hesabı ölçülemeyecek kadar büyüktü.

Serap Abla çorbaları servis ettikten sonra yemeğe başladık. Sakin ve sessiz bir akşam yemeğine kendimi kilitledim ve çorbamı içmeye başladığımda ne kadar acıkmış olduğumu bir kez daha anladım. Çorbalar bittikten sonra Serap Ablanın özel tarifine geçtik. Adının ne olduğunu bilmiyordum ve bu ikinci kez bu tabakla karşılaşmıştım. Gerçekten kadının eli tarif edemeyeceğim kadar maharetliydi.

Serap Abla suyundan bir yudum alırken, ''Okul nasıl gidiyor Leyla?'' diye sordu. Gerçekten bu kadar ilginç soruları nereden bulduklarını anlam veremiyordum bir türlü.

''Fena sayılmaz,'' diye konuştum ses rengim berrak bir suyu andırırken. ''Hem konservatuar okumak istediğim için pek üzerine düşmüyorum.''

Burçin alay eder gibi güldü. ''Çok boş bir okul. Yüzlerce insan başvuruyor ama sadece birkaç tanesini seçiyorlar... Neyse,'' dedi gözlerini kısıp bana küçümseyerek bakarken. ''Umut fakirin ekmeği nasıl olsa.''

Babam konuşacakken ondan önce davrandım ve olağanüstü bir sakinlikle ona cevap verdim. ''O birkaç tanesinden biri olduğum zaman, o ekmeği seninle paylaşmayı çok isterim Burçin. Umarım bu teklifimi geri çevirmezsin.''

Pişkin bir çehreyle gözleri devirdi. ''Canım ben ekmek yemiyorum, hani fit kalmak önemli.''

Gülümsedim ve bu sefer ki sinir bozucu olmuştu. En azından dışarıdan kendimi izleme fırsatım olsaydı sinirlerim kesin titreşirdi. ''Vallahi ben şanslı kişilerdenim, bir oturuşta iki ekmek gömsem bile yok... Bir kilo üste çıkamıyorum.'' Derin bir nefes alıp verirken elimi su bardağıma uzattım. ''Zor tabii senin durumun. Anlıyorum.''

Burçin'in yüz ifadesinde gördüğüm o bozulma beni usuldan usuldan keyiflendirmeye başladığında babam gülerek, ''Hanımlar, bu akşam çok keyiflisiniz,'' diye konuştu. Arayı bulmaya çalışıyordu o da, ama asla yıldızı barışmayan iki kişi olduğumuzu da çok iyi biliyordu. Serap Abla söz alırken, ''Ayrıca hiç de öyle düşünme Burçin, Leyla gayet yetenekli bir kız. Babası kim?'' diye gözlerini babama çevirdiğinde babam karısına bakıp tebessüm etti.

Şu an aslında kalbimin acımış olması gerekiyordu çünkü yanımda annem olmalıydı, onları bir arada görmeliydim ben. Kendimi bildim bileli kavganın ve gürültünün içinde büyümüş bir kız çocuğu olarak büyümüştüm ben. Ayrılacaklarını biliyordum ama Ömer çok küçük olduğu için babamdan ayrılmasına sıcak bakamadık. Bu iyi bir tercih sayılmazdı ama bu yolu seçmişlerdi ikisi de.

Ana yemek bittikten sonra Serap Abla tatlıları getirdi. Burçin telefonundan gelen mesaj sesleri sofradaki suküneti daraltmaya başladığında içten içe eğlendim. Serap Abla, ''Kızım ya sessize al ya da git cevapla şu mesajları,'' diye uyardı. Burçin tatlı kaşığını ağzından çekerken bana eğreti bir bakış savurdu. ''Yok anne, odama çıkacağım zaten. Biliyorsun matematik ve fizik çalışmam gerekiyor. Gerçi ihtiyacım yok ama olsun.''

Gülümsedim ve tatlımdan yemeye devam ettim. İnsanları kıskanan biri olmamıştım, herkes kendi kapısının önünü süpürdüğü sürece benim açımda hiçbir sıkıntı yoktu. O yüzden değil Burçin'i okulun en zekisini bile kıskanmazdım çünkü herkes hak ettiğini yaşardı ve hak ettiği kadar vardı.

''Aa,'' dedi Burçin bana dönerek. ''Matematikle aran nasıldı senin? Hâlâ dört işlemde mi kaldın yoksa?''

Serap Abla, ''Burçin!'' diye onu uyardığında yine dev bir soğukkanlılıkla boğazımı temizleyerek yüzüne baktım. Sarı saçlarının bir kısmı omuzlarından aşağı dökülmüştü. Aslında hoş bir kızdı ama içi koca bir boşluktan ibaretti. ''Dört işlem pek sarmıyor beni, sen neredeysen söyle ben de oraya geleyim.''

Babam belli ederek öksürürken gülümsemeye çalıştı ama şu an son derece seviyeli bir tartışmanın içindeydik. Burçin dudaklarını yalayarak sırıttı. ''Tatlım benim olduğum yere gelmen için kırk fırın ekmek yemen lazım yalnız.''

''Sorun yok,'' dedim keyifle. ''Ekmek yemeyi severim.''

Dişlerini sıktığını görebiliyordum. O kadar keyif alıyordum ki onu alt etmekten. Aslında gayet düz ve basit cevaplar veriyordum ona karşı zira onun gibi kırk takla atıp, lafları birbiriyle değiş tokuş edip bir şeyler sunmuyordum ortaya. Burçin telefonunu eline aldı ve ayaklandı. ''Her neyse.'' Annesine döndü. ''Ben odamdayım.''

''Kahve içmeyecek misin bizimle?'' diye sordu Serap Abla. Burçin somurtkan bir suratla yanıtladı. ''Daha iyi bir planım var, size afiyet olsun.''

Arkasından baktım bir süre, sonra önüme dönerek tatlımı bitirdim. Yemek bittiğinde Serap Abla sofrayı toplamaya başladı ve ona yardım etmek için ayaklandım fakat beni durdurdu. ''Leyla lütfen, ben hallederim.''

''Olmaz Serap Abla,'' dedim direterek. ''Yardım edeyim.''

''Leyla'cığım lütfen dedim!''

''O zaman tabakları mutfağa taşıyayım,'' diye teklif ettim. Başını sola yatırıp gülümsemekle geçiştirdi. Ona eşlik ederek sofrayı toparladım. Birkaç dakika sonra sofrayı toplandığında salona geçtim. Babam köşede oturuyordu. Onun yanına gittim. Bana baktı. ''Anlat haydi, nasıl gidiyor?''

''İyi gidiyor baba,'' dedim sıkılgan bir tavırla.

''Neva,'' dedi sesi gözlerine bakmamı sağlarken. ''Bana ihtiyacın olmadığını biliyorum ama sokak aralarında para kazanmanı istemiyorum kızım. Halim vaktim yerinde şükür, neden itiraz ediyorsun buna?'' diye sordu.

Duraksadım. Babam defalarca kez beni özel bir okula yazdırmak istemişti ama ben buna müsaade etmemiştim. Bilmiyordum, kendi paramı kazanmak daha kıymetli geliyordu. Bir yerlere geldiğimde 'evet, işte başardım, bunu ben yaptım' diyebilmenin hazzı paha biçilemezdi. Elbette babama sırt çevirmemiştim aksine omzumun sağ kısmını ona dayamıştım zira o benim en büyük destekçim ve ilham kaynağımdı. Benim derdim özel okullar veya daha çok para değildi, hiçbir zaman da olmamıştı. Ben olduğum yerden mutluydum, doğru özel eğitim almak bir avantajdı ama bunu istememiştim. Dişimle, tırnağımla kazanmalıydım. Hırsımı, kendime kalkan diye diktiğim o gümüş pelerine sarılmıştım.

''Baba ben şarkı söylemeyi seviyorum,'' diye konuşmaya başladım. ''Para kazanmasam bile şarkı söyleyeceğim her zaman, bunu bırakmaya niyetim yok çünkü özgür hissediyorum anlıyor musun? Senden şu vakte kadar bir beklenti içerisinde olmadım, ki zaten hep yanımda oldun bunu asla unutmam ve hakkını ödeyemem ama artık büyüdüm ve kendi ayaklarımın üzerinde durabildiğimi göstermek istiyorum ve duruyorum. Bazen düşecek gibi olsam da duruyorum baba.''

Babam bana gururla bakarken ellerini ellerimin üzerine koydu. ''İşte benim kızım! Seni şarkı söylerken izlemek, kemanın tellerine dokunurken kuğu gibi sahnede duruşunu görebileceğim günleri sabırsızlıkla bekliyorum ve bir gün izleyeceğimi biliyorum. Seninle her zaman gurur duydum ve ne yaparsan, her zaman yanında olacağım bunu sakın unutma.''

Elimin birini elinin altından çekip elinin üzerine koydum. ''Teşekkür ederim baba, gerçekten teşekkür ederim. Sen olmasan bu kadar dik durabilir miydim bilmiyorum.''

''Durabilirdin,'' dedi net bir dille. ''Sana hep inandım ben.'' Gülümsediğimde başka bir konuya yelken açtı. ''Peki keman çalışmaları nasıl gidiyor? Evde rahat rahat çalışabiliyor musun?'' diye sorduğunda kendimi usulca geri çektim. Ellerim ellerinin arasından kayarken sahtesinden bir tebessüm düştü dudağımın kenarına. ''Çalışıyorum,'' diye mırıldandım.

Babam, ağabeyimin bana bir keman aldığını sanıyordu oysa böyle bir durum yoktu. Ona yalan söylemek zorundaydım çünkü bir sene evvel kendi paramla gecemi gündüzüme katıp aldığım kemanı ağabeyim denen hayvan hiç acımadan gözlerimin önünde kırmıştı. O anı asla unutamıyordum. Koca bir senem, sadece birkaç dakika içinde yerle bir olmuştu. Bundandı benim öfkem ve nefretim. Alacağım çok şey vardı onlardan ama henüz sırası gelmemişti çünkü benden alacakları bitmemişti. Bir canım kalmıştı, onu da bana ayırmışlardı. Sokak önüne bırakılan küçük su dolu tas gibi.

''Serhan bir terslik yapmıyor değil mi?'' diye sordu kaşları yukarı kalkarken. Kafamı belli belirsiz sağa sola salladım. ''Hayır, hem idare ediyorum ben baba. Sen biliyorsun beni.''

''Bilmez miyim?'' diye güldü. Gülümsemeye çalışsam da pek içten ve başarılı olamadığım kesindi. ''Ömer ne yapıyor peki? Hafta sonu göreceğim onu, hatta birlikte bir şeyler yapalım,'' diye ilave etti sözlerine. ''İyi,'' dedim. ''Okula gidip geliyor o da.''

''Özledim keratayı,'' dedi keyifle.

Bir şey diyemedim çünkü konu ne zaman onlara gelse bir yerden sonrası sisli bir hava gibi görünmez oluyordu. Mesela anneme ulaşmazdı zihni ya da Serhan'a dokunmazdı dili. Bazı şeyler gerçekten karşılıklıydı. Boşlukları olan bir labirent gibiydik biz, kimimiz o boşluklarda kaybolmayı tercih ediyordu kimimiz ise çıkış noktasını bulana kadar savaşmayı.

Babamla biraz daha sohbet ettikten sonra Serap Abla ile kahve içtik ve artık kalkma vaktim gelmişti. Yavaşça ayaklandığımda, ''Ben artık gideyim baba,'' dedim. Serap Abla, ''Burada kalsaydın Leyla,'' diye konuştu. Nazikçe, ''Başka bir sefere artık,'' diye geçiştirdim. Oturduğu yerden kalktı ve bana sarıldı. ''Tamam o zaman.''

Babam, ''Haydi gel bırakayım seni,'' diye kapıya yöneldi. Çantamı sırtlandım ve onu takip ederek evden çıktım. Çok geçmeden yola çıktığımızda havanın bir hayli karanlık olmasına şahit oldum. Eve gitmek istemiyordum ve bunu benden başka kimse bilmiyordu. Orada mutlu değildim ama oradan başka gidecek bir yerim yoktu. Babamın evinde yapamazdım. Babam tek yaşayan biri olsaydı bu mümkün olabilirdi ama benden ve bizden başka bir hayatı vardı. Başka bir kızı ve karısı. Onların içinde kendimi çemberin dışında kalmış gibi hissediyordum. Bu babamdan değil benden kaynaklanıyordu.

Babam, ''Radyoyu açmamı ister misin?'' diye sorduğunda kafamı aşağı yukarı salladım. Babamın eli radyoya gittiğinde birkaç kanalda gezindi ve nihayetinde ikimizin ruhuna hitap eden bir parçayı bulduğunda eli usulca radyonun düğmesinden uzaklaştı.

Başımı cama yasladığımda sözlerin girmesini bekledim. Dalgın dalgın şehrin içime çökmüş karanlığını hazmetmeye çalışırken gözlerimi kapattım ve şarkıya eşlik etmeye başladım fakat bu işte tek başıma değildim. Babam da benimle birlikteydi.

Hasretinle yandı gönlüm
Yandı yandı söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu
Düze indi şimdi gönlüm

Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Bin bir dertle doldu gönlüm

Bu parçayı babam da ben de çok severdik. Yol boyunca tıpkı bir ninni gibi hem söylemiş hem de dinlemiştik. Evin önüne geldiğimizde onunla vedalaşarak arabadan indim ve ağır ağır kapıya yürüdüm. Evin ışıkları yanıyordu zaten saat çok geç değildi. Cebimdeki anahtarı çıkardım ve kilide sokarak orayı büktüm. Kapı açıldığında içeri girip ayakkabıları çıkardığım gibi köşedeki küçük vitrine koydum. O sırada ağabeyim koridorun ışığını yakıp karşımda belirdi.

''Neredeydin kız sen?'' diye sordu kaba bir sesle. Onu görmezden gelerek, ''Babamlaydım,'' dedim. ''Annemin haberi var.''

Annem, ''Haberim yok benim,'' diye bağırdı içeriden mayhoş bir sesle. Derince solurken doğruldum ve ona seslendim. ''Aradım ama ulaşamadım. Mesaj atmıştım görmen gerekiyordu. Hani evlatlar eve geç kalınca anneler telefonlarına sarılır ya... Öyle.''

Annem, ''Şarjı bitmiş bunun,'' diye konuştu umurumda olmayan bir sesle. Gözlerimi bile devirmedim çünkü beklemediğim bir durumla karşılaşmış sayılmazdım. Onların bu umursamaz halleri bile şu an sahte hallerinden daha inandırıcı geliyordu. Serhan'a döndüm. ''Aldın mı cevabını?'' diye sordum dik bir sesle. Sonra odama yürümeye başladım ama kolumdan tutarak beni önüne çekti. Dişlerimi sıktım. ''Bırak beni,'' diyerek canhıraş bir halde kendimi onun ellerinden kurtardım.

''Bana bak lan,'' dedi tehdit eder gibi üzerime yürürken. ''Babamlaydım diye başka bir yerlere gidiyorsan eğer...''

''Ne diyorsun sen be?'' diye çemkirdim hızla. ''Geri zekâlı!''

''Düzgün konuş ulan benimle,'' diye yükseltti sesini. Oradan annemin sesini işittim. ''Aman bir susun be, günlerdir şu diziyi bekliyorum, sizin didişmenizi dinleyemem.''

Alay eder gibi hırladım. ''Ne dertler var anasını satayım.''

Serhan, ''Ne o pek bir içlendin? Ne derdin var kız senin?'' diye sordu. Acı acı yüzüne bakıp güldüm. ''Sizden başka dert mi var benim başımda?'' Omzumdan koluma doğru inen çantamı sırtlanarak bir adım attım. ''Çekil şimdi önümden!''

Beni yine durdurdu ve bu sefer ki daha şiddetli olmuştu. ''Ne bok yemeye gittin lan o adamın yanına?''

''Sana ne be?'' diye bağırdım. ''Babam değil mi ister giderim ister gitmem, sana hesap mı vereceğim bir de?''

''Vereceksin ulan, bu ailenin direği bensem vereceksin!'' Sesli bir şekilde gülüp üzerine kokladım. Bana tuhaf tuhaf bakarken geri çekilerek ona iğrenircesine baktım. ''Leş gibi içki kokuyorsun. Senin direk çürümüş Serhan Bey!''

''Lan bana bak,'' deyip elini havaya kaldırdığında onu tüm gücümle ittirip dengesini sarstım. ''Öf baydın ama he? Def ol başımdan ayyaş!''

Ona geçit vermeden kendimi çabucak odama kapatıp hemen ardımdan kapıyı kilitledim. Saniyeler sonra kapıma yumruklarıyla geldiğinde bağırmaya başladı. ''Çık lan dışarı, bu yaptığını ödeteceğim sana!''

Dalga geçmeye başladım. ''Ya sen git iki şişe daha bitir, anca ayılırsın. Dağ ayısı!''

''Leyla çok kaşınıyorsun kızım sen,'' diye söylendi bir hayli yüksek bir sesle. Asla umurumda değildi, ne boş tehditleri ne de varlığı. Arkamı döndüğümde Ömer'in yatağın üzerinde oturmuş bir şekilde beni izlediğini gördüm. Önünde birkaç kitap ve defter açıktı. Bana bakarken kabuğuna çekildiğini hissettim. O en az benim kadar yalnızdı. O benim bu evdeki yalnızlığımdı.

Serhan bir müddet daha kapının ardında durduktan sonra pes ederek uzaklaştı. Ben de olduğum yerden çekilip Ömer'in yanına gittim. ''Ömer,'' diye oturdum yatağının kenarına. ''Ne yaptın ablacığım?''

''Ödev yapıyordum,'' diye mırıldandı kuru bir sesle. ''Başka bir şey yapmıyordum abla,'' deyip yutkunarak hıçkırdı. ''Yemin ederim başka bir şey yapmıyordum.''

''Ömer,'' diye çattım kaşlarımı, sesim titremişti. ''İyi misin sen?''

Cevap vermedi. ''Ömer?'' diye sordum üzerine giderek. ''Ne oldu ablam?'' Yine cevap vermedi. O zaten çok konuşan bir çocuk değildi ve şu evin içinde kahkahalar atarak odadan odaya koştuğunu bile bilmezdim. Çocukluğuna mum dikilen ölü bir goncaydı o.

''Abla,'' diye konuştu uzak bir sesle. Şefkatle gözlerine baktım. Kahverengi iri gözlerine. ''Efendim?'' diye sordum.

''Bu gece seninle yatabilir miyim? Seninle aynı yatakta işte, belki istemezsin beni ama...'' Sözlerinin devamını duymaya cesaret edemedim bilakis sözlerinin devamındaki ağırlığı taşımasına izin vermedim. Onun minik ağzı ve kalbi o sözleri taşımak için çok ağırdı. Kardeşimi bir felakete itemezdim. Ona hızla sarıldığımda küçük kolları sırtımı kavradı. ''Tabii ki,'' dedim saçlarından öperken. ''Tabii ki benimle uyuyabilirsin Ömer. Bunu sormana bile gerek yok ablacığım.''

Saçlarından öpmeye devam ettim. Ona sıkı sıkı sarıldım. Bu evdeki tek masum şey oydu ve onu da gözlerimin önünden yok etmelerine müsaade etmeyecektim. Ben buradaydım, ölmemiştim ve yaşıyordum. Ben kendime inandığım müddetçe bizi bizden kimse koparamazdı.

Ömer'in sırtından kollarımı çekerken saçlarını düzelterek, ''Sen ödevlerine devam et, ben de yatağımızı açayım olur mu?'' diye sordum.

Gözlerini kapatıp açarken yanağından öpüp oturduğum yerden kalktım. Çantamı dolabımın kenarına bırakırken cebimdeki telefonumu çıkardım ve ekranını açtım. Birkaç bildirim vardı. Bunların birkaçı Ozan'dandı.

Kimden: Ozan

''Leyla konuşmamız lazım. Ben çok pişmanım, o ben değildim yemin ederim. Ben sana el kaldıramam.'' (17.25)

Kimden: Ozan

''Leyla lütfen affet beni. Kızım ben sensiz yaşayamam ki.'' (18.03)

Kimden: Ozan

''Bu ayrılığı kabul etmiyorum. Yarın her şeyi unutturacağım sana inan bana.'' (19.32)

Mesajları okurken sinirle hırladım. ''Ruh hastası.'' Kendinden bu kadar emin oluşu o kadar saçma ve boştu ki her şeyi bir anda düzeltebileceğini sanıyordu. Biz onunla çok kavga ederdik ama bizim kavgalarımız saman alevi gibiydi, hızla parlar ve aynı hızla sönerdi lâkin bugün olanların bende asla bir ikinci şansı ya da kabulü yoktu.

Ozan defteri açılmamak üzere kapanmıştı.

Telefonu kenara fırlattıktan sonra üzerimdekileri değiştirip pijamalarımı giyindim. Erken vakitlerde uyuyan birisi değildim ama bugün her çok yorucu geçmişti hem de Ömer için erken uyumam gerektiğine inandırmıştı beni. Kıyafetlerimi yerine koyduktan sonra Ömer kitaplarını kapatmaya başladı. ''Bitirdin mi ödevlerini?'' diye sordum.

''Bitirdim.''

''Aferin sana,'' dedim tüm samimiyetimle. ''Sen çantanı hazırla ben de yatağımızı açayım.''

Ömer yataktan indiği gibi dolabımın yanında duran çekmeceye yürüdü ve duvara yapıştırdığı ders programından ertesi günün kitaplarını ayarlamaya başladı, ben de o sırada yatağımızı açıp onun yastığını benim yatağıma getirdim. Ömer duvar dibine geçtiğinde yanındakini yerimi almadan evvel odanın ışığını kapatıp yanına uzandım. ''Gece lambasını açayım mı?'' diye sordum.

''Gerek yok,'' dedi. ''Seninleyken karanlıktan korkmuyorum.''

Kolumu ensesinin altından geçirip başını göğüs boşluğuma yaslayarak ona sarıldım. Saçlarından öperken ellerimle onları sevmeye başladım. Annemin vermediği sevgiyi ona ben veriyordum, belki yerini tutmuyordu ama yine de elimden geleni yapıyordum. Benimki de laf; anne sevgisinin yerini hiçbir şey tutamazdı. Ne benim kalbim ne de babamın kalbi.

Bir çocuğun muhtaç olduğu tek şey anne şefkatiydi fakat biz bu yıkık dökük duvarların arasında sessiz çığlıklar atan çocuklarız, muhtaç olduğumuzu sandığımız şeyler aslında bizim imkânsızlığımız.

Ömer kollarıyla karnımı sardığında, ''İyi ki varsın abla,'' diye mırıldandı ve sonra gözlerini kapattı. Bunu hissetmiştim çünkü ablalar kardeşlerinin gözkapaklarına yağan karı bile görür onları üşüyor diye koltuklarının altında ısıtmaya çalışırlardı. Sözü üzerine üzerimize pikeyi iyice çekip uyumaya başladık.

🎵

Bir gece bin sabaha denk düşermiş çünkü bir ay bin güneşin ışığından değil, gecenin kudretinde parladıkça güzelleşirmiş.

Ertesi sabah erken saatlerde uyanmış ve yatağımdan kalkmadan öylece tavanı izlemeye başlamıştım. Zaten tavan izlemeyi çok severdim, boş bir panoyu andırırdı bana, oraya baktıkça hayali sahneler takardım minik raptiyelerle.

Sağıma döndüğümde Ömer'in uyuduğunu gördüm. Onu rahatsız etmeden yattığım yerden doğruldum. Odanın içine sızan güneş ışıkları gözlerime çarptığında ayaklandım ve saate baktım. Normalden yirmi dakika evvel uyanmıştım. Dağınık bir bedenle odamın kapısına elimi attığımda kapının kilitli olduğunu anladım, sonra dün gece aklıma geldi ve huysuzca iç çekip anahtarı çevirdim. Banyoya gidip elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra da odama tekrar gelip giyinmeye başladım. Eteğimi bacaklarıma geçirirken Ömer gözlerini araladı. ''Günaydın,'' dedim gülümseyerek. Başımı öne eğip eteğimin fermuarını çektim.

Ömer yattığı yerden doğruldu ve gözlerini ovuşturarak gülümsedi. Bu hali beni de gülümsetmişti. Toparlandı ve banyoya gitti. Ben de o esnada aynanın karşısındaki yerim alarak saçlarımı yapmaya başladım. Açık bıraktığım saçlarımı geriye savurduktan sonra yüzüme birkaç bir şey sürdüm. Pek belli olmuyordu, zaten okula gittiğim için abartıya gerek de yoktu. Dudaklarımı nemlendirdikten sonra da çantamı hazırlayıp odadan çıktım.

Annem henüz uyanmamıştı. Önce bir çay suyu koydum sonra da dolabın kapağını açıp birkaç kahvaltılık çıkardım tezgâhın üzerine. Yaklaşık on beş dakika kadar sonra sofra hazır olduğunda annem sabahlığıyla içeri girerek perdeleri açmaya başladı. Homurdandım. ''O haldeyken açma bari şu perdeleri.''

''Karışma bana,'' dedi soğuk bir sesle.

''Ne biliyorsan onu yap,'' diye ekledim aynı soğukluğu üzerine üfleyerek. Çayımı karıştırmaya başladığımda annem arkasını dönerek bana dik dik baktı. ''Niye geldin dün? Yatsaydın cici annenin koynunda. Babanı aldığı gibi seni de alırdı nasıl olsa o fahişe.''

''Serap Abla iyi biri tamam mı?'' diye konuştum dudağımın içindeki eti ısırırken. ''Kadının günahını almayı bırak.''

Hızla karşıma oturdu ve elini masaya koydu. ''Ha cici anneni savunuyorsun bana karşı bir de utanmadan?'' Yüzüne bakmamakta ısrarcı davrandım. ''Yalan mı? Baban buradan çıkıp onun koynuna girmedi mi? O kaltak karı ayartmadı mı onu?''

Sözleri sinirlerimi zıplattığında burnumdan soluyarak gözlerimi gözleriyle buluşturdum. Kısa saçları darmadağındı ve gözlerindeki siyah kalem akmıştı teninin kıvrımlarına doğru. ''İftira atmayı bırak artık. Babam senin yüzünden gitti bu evden, senin ilgisizliğin ve annesizliğin yüzünden bıraktı bizi. O seni aldatmadı, bunu eşek gibi biliyorsun.''

''Ne biçim konuşuyorsun kız sen benimle hı?'' Sesindeki öfke öyle canlı ve elle tutulurdu ki dokunsam her yerimi cayır cayır yakacaktı sanki. Umursamadım ve devam ettim. ''Yalan mı? Senin geçimsizliğin yüzünden boşandınız, haklı,'' dedim omzumun silkip ona acınası bir halde bakarken. ''Ben olsam ben de boşardım seni.''

Annemin sinirleri gerilmeye başlamıştı ama artık alıştığım için etkilenmiyordum. Ağabeyim ve annem bizden hoşlanmıyordu, benden ve babamdan işte, çünkü biz onlar gibi değildik. Bizim inandığımız ve bu uğurda emek sarf ettiğimiz hayallerimiz vardı. Babamın hayali mutlu bir aile kurmaktan geçiyordu, bunu bizle başaramadı ama şimdi o mutlu. Benim hayaller hâlâ hayal olsa da gerçekleşmesi için tüm gücümle direniyordum. Kendime ve aileme karşı.

''Abin dün dövmedi ama ben döverim seni,'' diye tehdit etti. Çabucak ayaklandım ve gözlerimi kısarak ölümcül bir bakış savurdum gözlerinin içine içine. ''Hele bir dene bakalım. Darp raporu alır sizi mahvederim. Anne ya da ağabey olmanız zerre bir yerimde değil. Duydun mu beni,'' diye konuşup sertçe soludum. ''Duydun mu?'' Sonra kafamı sallayarak ekledim. ''O içeridekine de söyle içip içip üzerime doğru azmasın. Hiç kimsenin hakkı yok bana bağırmaya.''

Her gün, neredeyse her gün aynı diyalogları kuruyor birbirimize öfke kusuyorduk. Bizi gördükçe ve yaşadıkça mutlu ailelerin varlığına inanmamaya başlıyordum. Kendimi geri çekerken alay eder gibi çayımdan bir yudum aldım ve gözlerine baktım. Bana dik dik bakıyordu. Gözlerinde ufacık da sevgi kırıntısı görememek ne acıydı. ''Geç geleceğim bugün haberin olsun, zaten çok da umurunda değil de söyleyeyim dedim.''

''Ne bok yiyeceksin?'' diye sorduğunda cevap verdim. ''Müzik odasında sınavıma hazırlanacağım.''

Bir şey söylemesini beklemeden kapıya yöneldiğimde gülerek arkamdan seslendi. ''Kıytırık iki tel kurtaracak seni buralardan. Keman çalacakmış. Çalar çalar...''

Sözlerini umursamadan çantamı sırtlandım ve evden ayrıldım. Ellerim cebimde mahallede yürüyerek ara sokağa girdim. Her sabah İpekle köşebaşındaki kahvecide buluşur öyle giderdik okula. Hızlı adımlarla sessizce yürümeye devam ettiğimde Semih ve arkadaşlarıyla karşılaştım. Onları görür görmez gözlerimi devirerek yoluma devam ettim, fakat Semih onlardan ayrılarak hızla yanıma geldi. Birlikte yürümeye başladık. ''Günaydın.''

''Git başımdan ya,'' diye tersledim onu. Güldü. ''Bir gün de düz tarafından kalk, bir şey olmaz merak etme.''

Durdum ve saf saf ellerim cebimde yüzüne baktım. ''Sizi benim başıma sırayla mı veriyorlar lan?'' diye sordum. ''Yürü git işine.''

''Kızma hemen,'' dedi gevşek gevşek gülerek. ''Bir de bu yoldan yürüyeyim dedim.''

Söylediği şeyi anladığımda dudağımın kenarını kıvırdım. ''Yenilen pehlivan güreşe doymazmış, hakikaten ha doğruymuş. Ulan insanda biraz utanma olur be, on defa reddettim seni bu ne doyumsuzluk ve yüzsüzlüktür arkadaş!''

''On biri denemek istedi canım.''

Sol kaşımı keyifle kaldırdım. ''Öyle mi?'' Gülmeye devam ederken başını salladı. Uzun uzun kahverengi gözlerine bakıp derin bir nefes aldım sonra da bir adım yaklaşıp hırsla fısıldadım. ''On birinci defa reddedildin Semih Gürcü. Anladın?''

Sözlerimden sonra kendimi geri çektiğimde bana donuk donuk bakarak dudaklarını araladı. ''İşte en çok bu huyunu seviyorum, seni bu yüzden seviyorum Leyla.''

Gözlerimi devirerek önüme döndüm. ''Hepiniz ruh hastası manyaklarsınız. İşinize be!''

Onu arkamda bıraktığımda adımlarımı hızlandırıp İpek'in yanına gittim. Sabah faslı muhabbetini geçtikten sonra okula doğru yürümeye devam ettik. 'Dün iyi miydi?'' diye sordu sakince.

''İyiydi,'' diye cevapladım.

''Bir şeyler kazanabilmen çok iyi.''

''Yani,'' dedim geçiştirerek. ''Çalışmasam ne yapacağım sanki? Hem kazanmasam ben bu işi hobi olarak da yaparım biliyorsun.''

Güldü. ''Bilmez miyim? Su sesinden bile ritim çıkarıyorsun çatlak kafa.''

Güldüm ve okula uzanan caddeye döndüm. Kaldırımın üzerinden yürümeye devam ederken İpek dertli dertli nefes alıp verdi. ''Bıktım okumaktan ya, ders ders ders...'' dediği vakit hızla duraksadı ve ellerini sertçe koluma geçirerek beni de durdurdu. ''Ozan!''

''Ne?'' diye soruverdim şaşkınlıkla. Kolumu sarstı ve beni baktığı yöne çevirdi. Gözlerim yanımızdaki ara sokağın ortasında kavga eden gruba rastlarken kurumuş dudaklarım aralandı. Bir grup serseri kavga ediyordu ve aralarında Ozan da vardı, üstelik epey kanlı duruyordu bedeni.

İpek telaşla beni sarsarken, ''Bir şey yapalım,'' diye yükseltti sesini.

''Bana ne,'' dedim omzumu silkerken. Sesim nötrdü. İpek ters ters bana baktı ve hiç düşünmeden Ozanların yanına koştu. Öylece olduğum yerde onu izledim. İçimden bir adım öteye gitmek gelmiyordu. Sadece baktım. Uzaktan ve soyutluktan ibaretken.

Gözlerimi kısıp kavga ettiği kişilere yöneldim. İkisi diğerine göre kısa boylu üç kişi vardı. Deli gibi kavga ediyorlardı ama uzun boylu olan daha geri planda duruyordu. Kaşlarımı çattım ve ona baktım. Ürkütücü bir hali vardı, yüzünü seçemiyordum ama sert bir çehresi olduğu aşikârdı.

İpek bağırarak yanlarına gittiğinde Ozan onu geri itti. ''Manyak mısın kızım?'' Bunu duyabilmiştim. Ara sokak olduğu için kavga çok göze batmıyordu. Ha! Az sonra duyulan polis sirenlerini hesaba katmayı unuttum tabii.

Cadde cayır cayır polis sirenleriyle çınlamaya başladığında kavga duruldu, nefes nefese birbirlerine bakmaya başladılar ve bu olay çok sürmeden orayı dağıtarak birer birer ayrıldılar. Ozan'ın arkadaşları güç bele arka tarafa koşmaya başlarken diğerleri de onları takip etti. Yalnızca biri ağır ilerliyordu. O uzun boylu olanı. Geri geri çekildi ve yaklaşmakta olan polisleri duymuyormuş gibi hemen gül bahçesinin çitlerle ördüğü duvarın önündeki motoruna yürüdü. Onu izledim. Bu garipti ama sadece onu izledim.

Yürüdü ve elinin tersiyle dudağındaki kanı silip yoluna devam etti. Motorunun başındaki kaskı aldı ve kafasına geçirdi. Bunu yaparken dikleşen omuzları onu karşısına bakmaya itti. Sonra,

Gözleri beni buldu.

Bana baktı.

Ona baktım.

Garip, bu yabancı hissettirmemişti ama çok başka bir anın içine düşmüş gibi olmuştum. Kaskını kafasına geçirdikten sonra motoruna oturdu ve önce Ozan'a doğru ters bir bakış savurdu sonra önüne dönerek kaskının camını hızla indirerek motorunu çalıştırdığı gibi saniyeler içinde bu tarafa doğru yol aldı.

Olduğum yeri terk etmeden öylece beklediğimde hiç duraksamadan saniyeler sonra yanımda dev bir ses ve rüzgâr şiddetiyle geçip gitti. Saçlarım rüzgârgülünün üzerime estirdiği havayla savrulur gibi olduğunda kısılmış gözlerim aralandı. Göz kenarlarıma kurumuş üzüm yapraklarının kokusu sindi. Bileklerimdeki nabzın fütursuzca attığı noktadaydım belki de, acısı sesime devrildi.

Hayır,

Bu bileklerime değil, notama vurdukları neşterin başladığı yerdi.

🎻

Ayh. Bitti, geldim sahiden he. Bir an bu kurguya hiç başlayamayacağımı sanmıştım ama gelebildim nihayet. Aslında gelecek hafta yayımda olacaktı ama iki gün gibi bir sürede yazıverdim, kaptırmışım kendimi farkında olmadan. Heyecanlıyım, her kurgum için bu böyle ama bu bir başka sanki bilmiyorum. Yeniyiz ya ondan belki.

İlk bölüm ile olan düşüncelerinizi aşşşııııırı merak ediyorum. Umarım sevmişsinizdir. 

Bölümlerin arasına açmadan gelmeye çalışacağımı bilin isterim. O zaman ben gideyim. Sevgiler, saygılar...

İnstagram. Sumeyyedmrkan
İnstagram sayfası. Sumeyyedmrknhikayeleri
Askfm. Sumeyyedmrkn
Tumblr. Geceninicindebiri

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 87.8K 56
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
319K 23.8K 41
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
193K 15.8K 45
Bebekliğinden beri kendi elleriyle büyüttüğü çocuğun yaramazlıkları ile uğraşan bir adam.
1.4M 24.2K 32
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...