BENİ Geceye TESLİM ETME

بواسطة kasinan

1.7M 45.8K 6.2K

المزيد

BENİ GECEYE TESLİM ETME
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18.BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
AÇIKLAMA
48. bölüm
49. BÖLÜM
50. bÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
DUYURU
SON KEZ
DUYURU

5. BÖLÜM

36K 831 50
بواسطة kasinan

Zeynep son cümleyi duymamıştır, kendini hızla odasına atıp kapıyı kapar. Kapının arkasına yaslanıp kalır. Elini deli gibi atan kalbinin üzerine koyar. Nefesinin sakinleşmesini bekler. “Bir daha asla tekrarlanmayacak, sana söz veriyorum!” cümlesi beyninin içinde dans etmektedir.

“Ne yaptım ben! Daha doğrusu biz ne yaptık? Aman Allah’ım, şimdi ne olacak?” diye feryat eden iç sesini susturmaya çabalar. “Ne var yani, alt tarafı bir öpücük! İlk defa mı öpüşüyorsun kızım? Büyütmesene! Hem işte söz verdi Bir daha olmayacakmış.” “Büyütme öyle mi? Nasıl büyütmem ya! Tamam, ilk kez öpüşmedim kabul ama bu… bu, başka bir şey! Bu öyle sıradan bir öpücük değil ki! Öyle olsa zaten karşılık vermez, tokadı basardım.”

Aslında Kerem, onu tutup göğsüne yatırdığı andan beri için için istemişti o öpücüğü. Daha filmi izlerken hayaller kurmaya başlamamış mıydı? O, muhteşem aşk öyküsündeki kadın kendisi, erkek Kerem değil miydi? “Kimi kandırıyorsun kızım, sen bu adamdan çok fena etkileniyorsun işte!” Hâlâ, dudaklarının tadını almıyor muydu? Şarap tadındaki dudakları, ona çok yakışan sedir ağacı kokusu, kalbinin onunkiyle aynı hızda çarpması… Daha dudaklarını hissettiği ilk an aklı başından gitmemiş miydi? “Tamam, etkilendim kabul ediyorum ama ateş ve barut tabi yan yana durmuyor işte! Büyütecek bir şey yok ki! Oldu bir kere! Birkaç gün uzak dururuz birbirimizden geçer gider.18 yaşında ergen tripleri yapma Zeynep!”

Bacaklarının titremesi geçince banyoya doğru gider. Elini yüzünü yıkayıp biraz rahatlamaya çalışacaktır ama suyu açtığı an, o öpücüğün izlerini silmek istemediğini fark eder. Aynada kızarmış yanaklarına, dolgun dudaklarına bakar. Geri döner. Üzerini değiştirip yatağa girer ama uyuması nerdeyse imkânsızdır.

Yatakta uyuyabilmek adına sağdan sola dönüp dururken akşam Kerem’in sorduğu soruya kafası takılır. “Uyurgezer misin, sen?” demiştir. Salona geldiğini söylemiştir. Beynini zorlar hatırlayabilmek için Zeynep. Ama mutfağa gidip su içtiğini filan hatırlamamaktadır. “Kesin uydurdu, gıcık!” diye düşünürken gece gördüğü rüyayı hatırlar.

Karanlık… Soğuk, taş zemin… Kıvrılmış yatan Zeynep… Üşüyor… Soğuk, iliklerine kadar işlemiş, karanlıktan korkuyor... Güçlükle yattığı yerden kalkıyor… İleride beyaz bir ışık… Işığa doğru yürüyor, yürüyor, yürüyor… Işığın ortasında bir ağacın altında oturan biri… Yaklaştıkça bir erkek olduğunu görüyor. Yüzü yok… Gülümseyen dudaklar var sadece… “Gel!” diyor… Zeynep, çağrıya kulak veriyor… Kendisi için açılmış o kolların arasına uzanıyor… Başı, kucağında adamın… Adam, saçlarını okşuyor. Saçlarını okşadıkça ısınıyor Zeynep, rahatlıyor… “Uyu!” diyor, adam ona… Gözlerini kapatmadan son bir kez adama bakıyor Zeynep… O, yüzüne baktıkça adamın yüzü şekilleniyor… Burnu, kaşları, gözleri… Şimdi tamamen ortada yüzü… Tanıyorum bu adamı, diye düşünüyor… İçini bir huzur kaplıyor, gözleri kapanıyor yavaş yavaş… Yuvasındaymış gibi bir güven ve huzur içinde… Isınıyor, gevşiyor bütün vücudu… Ait olduğum yer burası, diye düşünüyor… Adam saçlarını okşuyor, okşuyor… Zeynep uykuya dalıyor… Sonra gözlerini açıyor… Yıllardır uyumuş gibi dinç, huzurlu ve rahat… Adam başucunda… Saçlarını okşuyor hâlâ… Gülümsüyor Zeynep ona… Adam saçlarını öpüyor, eli yanağında dolaşıyor… Zeynep ağzını açıyor ona “Gitme!” demek için… Adam yavaş yavaş siliniyor gözlerinin önünden… Gidiyor, tutamıyor Zeynep… Adam yok oluyor…

Uyandığı anı hatırlar sonra, rüyasındaki gibi rahat, gevşemiş ama yine de bir yanı eksik… “Hayır ya! Rüyaydı o! Rüyaydı, tamam mı? Yapmış olamam! Ben Kerem’in yanına gidip onun kucağına yatmış filan olamam, hayır!” Kendini ne kadar zorlasa da bir gece önceyi hatırlamıyordu, işte! Rüya dışında… Rüyaysa tabi!

Kerem, Zeynep koşarcasına odasına gittikten sonra kanepeye yığılıvermişti. Ellerini saçlarının arasından geçirip ensesinde kenetledi. Gözlerini kapadı. Yaşananlara inanamıyordu. “Nasıl yaptın, oğlum bunu? Sen ne karar almıştın? Hani gönderecektin Zeynep’i? Hani, onu yaşamının içine sokamazdın! Ne günahı var kızın? Niye onu kendi karanlığına çekiyorsun zorla, bırak gitsin! Ne halt ettiğini sanıyorsun ki!”

Yanaklarına süzülen yaşları görünce kendini kaybetmişti işte. Tek istediği, o yaşları dudaklarıyla kurulamaktı. Bir film için bile olsa gözyaşı dökmesine tahammülü yoktu. Onun canının yanmasına, üzülmesine, ağlamasına tahammülü yoktu. Her şeyden ve her şey pahasına onu koruyacaktı. Tamamen refleksti, Zeynep’i kendine çekmesi. Gözlerine baktığı an, anlamıştı; elinde değildi işte! Öptüğünü bile ancak onun dudaklarını hissettiğinde fark etmişti. Önceleri kapalı duran, karşılık vermeyen o dudaklar… Yumuşacık, şarap tadında… Dayanamamıştı, ergenliğinden beri yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Onu istemeyen, onun olmak için çabalamayan bir kadını öpmüştü. Sonra Zeynep’in karşılık verişini hatırladı. Aynı ateş yeniden sardı vücudunu. Aralanıp onu karşılayan dudaklar… Dişlerinin arasındaki alt dudağının tadı… Elinde değildi, yapmak zorundaydı. Yapmazsa ölecekti. Hiç böyle hissetmemişti ki o.

İlk gençlik yıllarından beri birlikte olduğu kadınların hiçbiriyle kontrolünü kaybetmemişti. Hatta lise yıllarında o zamanlar âşık olduğunu sandığı Begüm’ü öptüğünde bile kendinden geçmemişti. Şimdi neredeyse 30’una merdiven dayamış bu adam bir öpüşme ile hem de kısacık bir an süren bu öpüşmeyle kendinden geçiyordu. “Zeynep durmasaydı, durabilecek miydin? Hayır! Durmayı aklına bile getirmemişken…” En tuhafı da oydu zaten, kontrolünü kaybetmişti, ilk kez ipler elinde değildi.

“Hayır, Kerem, yapamazsın! Asla! Bu işin gideceği hiçbir yer yok! Zeynep gönül eğlendireceğin malum sarışınlarından biri değil! Olmaz! Bunu ona yapamazsın! Gözlerinden hüzün akıyor, bu kızın. Belli yarası var, hem de çok derin bir yara. Asla oynamayacaksın onunla! Senin canın yansa da yüreğin kanasa da oynamayacaksın! Duyuyor musun? Bir daha ona yaklaşmayacaksın! Hatta, o burada olduğu sürece ortalıkta bile görünmeyeceksin! Yoluna çıkma, görünmez adam ol gerekirse ama o kıza zarar vermeyeceksin, oğlum! Sen sana yaklaşan herkesi yaktın; en çok da kendini. Sen kül olsan da ona zarar vermeyeceksin anladın mı?”

Başını iki elinin arasına alıp sakinleşmeyi dener, yeniden. Zeynep, otele gitmek istediğinde ondan uzak duramayacağını, nefes alamayacağını hissetmiş ve durdurmuştur onu ama bu kez…. Bu kez, hayatından temelli çıkıp gitmesine izin vermek zorundadır. Başka yolu yoktur çünkü!

Sabaha kadar uyumak için sağa sola dönüp duran Zeynep, bir ara sızıp kalmıştır. Uyandığında başının kazan gibi olduğunu ve onu uyandıranın da baş ağrısı olduğunu fark eder. Yataktan kalkar, bir duş alır ve bir kahve içmek üzere mutfağa gider. Evin içi çok sessizdir. Kerem’in evde olup olmadığını merak eder. Mutfakta kasten gürültü yapar ama derin sessizlik bozulmaz. Sonunda dayanamayıp üst kata çıkar. Kerem’in yatağı bozulmamıştır ve odada ondan iz yoktur. Kapısı açık duran banyoya da göz atınca evde olmadığını anlar.

Kahvesini alıp salondaki kanepeye oturur. Akşam, orada yaşananlar yeniden gözünün önüne gelir. Kerem’e nasıl davranacağını düşünür. Ne yapacaktır? “En iyisi hiç konuşmamak…” diye düşünür. Kerem’den uzak durmalı, o evdeyken bir bahane ile odasında kalmalı onu görmemeli ve mümkün olduğunca iletişim kurmamalıdır. Şu kimlik işinin çok uzamaması için dua ederken aklına kadının verdiği numara gelir. Konsolosluğa telefon eder. Dün konuştuğu görevliye bağlanınca kadın gayet samimi bir şekilde

-        Ah, Zeynep Hanım; biraz önce de Kerem Bey aradı. Ona da izah ettim. En kısa sürede halletmeye çalışıyoruz; ama en az iki gün daha beklemek zorundasınız. Bürokratik işler nasıldır, bilirsiniz. Ama size söz veriyorum hafta sonuna kalmadan halletmiş olacağız.

Zeynep teşekkür ederek telefonu kapar. Zaten kadının “Az önce Kerem Bey de aradı.” demesinden sonra söylediklerini dinlememiştir bile. Kerem de bir an önce gitmesini istemektedir yani. “Eee, aklın yolu bir!” diye düşünür.

Bütün gün ne yapacağını düşünürken sehpanın kenarına konmuş yedek anahtarı, bir miktar parayı ve notu fark eder. Nota uzanır. “Dışarı çıkmak istersin belki. Borç… Kerem.” Saçmaladığını yüzündeki gülümsemeyi engellemeden okur defalarca. Evden bir an önce gitmesini istediği hâlde onunla kalması için yalvaran, o rahat etsin diye evden erkenden çıkan Kerem, giderken onu düşünüp para bırakmayı unutmayan Kerem… “Bir anda gelip hayatımın tam ortasına nasıl da çöktün ama!” diye düşünür. Sonra yine gülümseyerek parayı ve anahtarı alıp dışarı çıkar.

Amaçsızca caddede yürür bir süre. Ayakları onu metro istasyonuna götürür. Soğuk ama güneşli bir günde yapacak işi olmayanların çoğu gibi Zeynep de yönünü Central Park’a çevirir. Yarım saat sonra metrodan çıktığında mis gibi havayı içine çeker. Canlandığını ve içinin ferahladığını hisseder.

Ağır adımlarla parkta yürüyüp köpek gezdirenleri, çocuklarını parka getirmiş anneleri, banklarda günlük gazetelerini okuyanları izler. Güneşin en güzel vurduğu banklardan birine oturur. Çantasından kitabını alıp günün tadını çıkarmaya çalışır. Bir süre sonra gözlerini satırlarda gezse de okuduklarını anlamadığını, sayfadaki Kerem’in yüzüyle konuştuğunu fark eder. Kitabı kapayıp geriye yaslanır. Yüzünü güneşe vermiş ve gözlerini kapamıştır. Bir süre sonra yüzüne düşen gölgeye gözlerini açar. Açmasıyla bankta doğrulup dimdik olması bir olur. Kerem karşısındadır. “Hayal görüyorum, kesin!” derken “Merhaba!”yla kendine gelir.

-        Sen, sen… nasıl buldun beni?

-        Bulmadım ki. Dolaşıyordum parkta, bir de baktım kendini güneşe bırakmış dalmışsın, rüyalar âlemine…

-        Hiç de bile, uyumuyordum ben!

-        Ha, gözlerini mi dinlendiriyordun?

-        Çok komik! Ne arıyorsun burada?

-        Hava güzelse her öğlen buraya gelirim ben.

-        İşte değil miydin?

-        Yakın buraya.

-        Hımmm.

Kerem, yanına oturur, elindeki kahve bardağı doğru söylediğinin kanıtı gibidir. Zeynep, istemsizce bardağa bakar. Kerem uzatır.

-        Al!

-        Sen içmiyor musun?

-        Al işte, ikinci bu zaten.

Zeynep teşekkür ederek bardağı alır. Kerem’in gözaltlarındaki morluklar onun neden kahveye ihtiyacı olduğunu açıklar gibidir.

-        Konsolosluğu aradım sabah. Ne durumdalar diye. Gerçi biliyorsundur sen de aramışsın.

-        Hımmm, evet.

-        Evde sıkılınca çıkıp dolaşayım dedim biraz.

-        Dolaşmak için bayaaaaa uzun mesafe…

-        Burayı çok severim. Her fırsat bulduğumda gelirdim, dinlendiriyor beni.

-        Ben de düşünmek için gelirim.

-        Düşünmek?

-        Hııı…

Susarlar. İkisi de dalgın ve düşüncelidir. Kerem, hâlâ bankta onu gördüğü ilk anın şaşkınlığını yaşamaktadır içinde. “Ulan koskoca New York… Geçtim koskoca Central Park… Tanrım sen benimle oyun mu oynuyorsun? Soruya bak, oğlum! Elbette oynuyor. Koskoca New York’ta karşına çıkarmadı mı kızı? Buna mı şaşırıyorsun?” Aslında Zeynep’in onu görmediğini fark edince yürüyüp gitmeyi düşünmüştür ama elinde olmadan onun yanına gitmiştir ayakları işte! “ ‘Mantığın sesini dinle’ buraya kadarmış oğlum!”

Zeynep, sessizliği bölmek için

-        İşin çok mu bugün?

-        Neden sordun?

-        Hiçççç…

-        Değil aslında, sabah bir toplantım vardı. Bunaldım, bitince attım kendimi buraya işte.

-        Kerem!

-        Zeynep!

-        Sen söyle…

-        Hayır, sen…

-        Ya söyle işte…

-        Ya, bak ne diyeceğim ama …

-        Ama?

-        Yanlış anlama tamam mı?

-        Söyle işte!

-        Konuşmamız lazım.

-        …

-        Zeynep ya! Bir şey söyle!

-        Biliyorum ama istemiyorum.

-        Ne istemiyorsun?

-        Konuşmak…

-        Bak, konsolosluğu aradım en az iki üç gün daha dediler…

-        Biliyorum.

-        Böyle olmaz, aynı evin içinde birbirimizden kaçıp yaşayamayız, konuşmak zorundayız.

-        Biliyorum.

-        Sen ne diyecektin?

-        Ya ben, aslında önemli bir şey değildi…

-        Eeee?

-        Para için teşekkür edecektim.

-        Hayret, çemkirmeyeceksin yani!

-        Öfff, zorlama! Kibar olmaya çalışıyorum.

-        Ahaaaa, Zeynep geri döndü!

Gülmeye başlarlar. Aralarındaki soğuk hava yerini arkadaşça bir rahatlığa bırakır. Bir süre daha otururlar parkta havadan sudan konuşarak. Sonunda Kerem ayağa kalkar. Elini uzatır Zeynep’e

-        Hadi!

Zeynep, ayağa kalkmak için elini tutsa da kalkınca bırakıp bir iki adım uzaklaşır.

-        Gel dolaşalım biraz.

Yürümeye başlarlar. Zeynep, konuşmadan kaçmanın yolu olmadığının farkındadır ama bunu evde yapmayı da göze alamamaktadır. Kerem’se yine kendine verdiği sözü bozmanın çelişkisiyle boğuşmaktadır. Ama Zeynep’leyken bulduğu huzura bırakır kendini ve “Carpe diem!” diye mırıldanır.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

10.9K 877 23
Wattys 2022 Tarihi Kurgu Kazananı Not: Bu kitap, Acklam Serisinin ilk kitabıdır. "Hatıralarda saklanmış bir aşk..." Henry Acklam, aşkı aramaktan çok...
481 63 6
Burası Diyarbakır kaç kadının gözyaşlarının gökyüzünde buluştuğu, hayallerini elinden aldığı kimilerinin eğitim hakkı kimilerinin ruhunun bedeninden...
229K 21.9K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
betty بواسطة ︎ ︎

قصص الهواة

2.4M 211K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby