TOPRAK (Düzenlenecek)

By EANGEL12

3.3M 194K 37.4K

Üsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk k... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm, 1. Kısım
30. Bölüm, 2. Kısım
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
Karakter tanıtımları
Karakter Tanıtımları 2
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
ÖZEL BÖLÜM 🍁
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
Yeni Kurgu Tanıtımı
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
62. Bölüm
FİNAL...
FİNAL 2🌱

61. Bölüm

25.2K 1.6K 254
By EANGEL12

Keyifli okumalar ❤️

"Kız yesene şunları, anam bu da bir tuhaf he Vildan"

"Ay zorlama Özgü'cüğüm canı istemiyorsa yemesin benim kızım" kenara ayıkladığım leblebilerden bahsediyordu.

"Yok anam ben Gül'e hamileyken her şeyi yerdim valla. Hamile kadının yemesi lazım. Baksana bir deri bir kemik hâlâ Gökçen. Kim der 2 buçuk aylık hamile olduğuna" dediğinde ben bile kendimden şüphe duyarak vücudumu süzdüm. Zayıftım ama kaslarım da vardı. Annemin ortalığı ayağa kaldırdığı gibi bir deri bir kemik değildim.

Annem birkaç gün bize kalmaya gelmişti ama bu gün, son günü olacağa benziyordu!

"Kız Vildan, bana bir zayıflama formülü versene sen bilirsin" diyen anneme yüzümü şekilden şekile sokarak baktım. Daha on saniye önce zayıfım diye demediği laf kalmamıştı bana.

"Özgü'cüğüm bence zaten çok fitsin ama istersen diyetisyen arkadaşımdan sana randevu ayarlarım" Vildan anneler de bu akşam ziyarete gelmişlerdi. Kuzey ve Erdal baba bahçede şirket ile alakalı konuşuyorlardı. Biz hanımlar da salonda oturuyorduk. Vildan anne, son derece modern görüntüsüne rağmen annemle bir araya geldiklerinde adeta değişiyordu. Şu an elinde kuruyemiş tabağıyla arada sohbete katılıp televizyonda annemin dizisine bakıyordu. Annem ise hem bana söylenip hem dizinin her saniyesini takip ediyordu.

"Anne bence sen başka bir doktordan randevu al" dedim gayet normal bir şey söylermiş gibi. Annem elindeki fıstığın kabuğunu televizyona bakıp ayıklarken, bakışları bana döndü. Elimle deli işareti yapıp sırıttım ve fındığı ağzıma attım. Yandan yandan Vildan anneye bakıp bana 'sen görürsün' bakışları atınca daha da gülümseyip saçma diziye bakmaya devam ettim. Dizide bir kız havuzda boğuluyordu. Başrol erkekte kızı kurtarmak için havuzun en uzak ucunda atlayıp kıza yüzüyordu. Kızı tam kurtardığı an giren reklamla derin bir nefes alıp çayımdan son yudumumu aldım. Annemin bizde bu 2. Günüydü ama resmen sabahtan akşama takip ettiği bir dizi programı mutlaka vardı. Allah'tan eve işten akşam geliyorduk da bu işkenceye çok maruz kalmıyorduk. Yani ben alışkındım ama televizyonun açma tuşunu bile bilmeyen kocamın boşuna beynine saçmalıklar yüklemenin anlamı yoktu.

"Ayyyy en güzel yerinde reklam girdi tüü" diyerek harbiden ağzından tükürük çıkınca, endişeyle Vildan anneye baktım. Vildan annede üzgün bir ifadeyle televizyona bakıyordu.

"Ben biraz yürüyüş yapayım anne" diyerek ayağa kalktım.

"İyi yürü bakalım" diyen anneme göz devirip bahçeye yöneldim. Arkamdan annemlerin kıkırdadığını duyup, duymamazlıktan geldim.

Bahçenin kapısı açıktı ve Kuzey babasıyla çay içip ciddi bir şeyler konuşuyordu. Hafif öksürüp varlığımı belli ettim. Zaten ben bahçeye adımımı attığım an Kuzey'in fark ettiğine emindim. Erdal baba kafasını kaldırıp bana baktı ve genişçe gülümsedi.

"Güzel kızım gel gel" diyerek yanlarına davet etti. Kuzey, sandalyenin üzerindeki küçük battaniyeyi alarak yanıma hızla adımladı ve sırtıma sararak yanına oturttu beni.

"İçeride muhabbet pek sarmadı galiba" diyerek gülümseyen Kuzey'e yüzümü buruşturdum.

"Dizi izliyorlar. Babacım sen nasılsın konuşamadık yemekte pek" dedim.

"İşler güçler kızım yorgunum artık. İşleri komple Göktuğ'a devretmeyi düşünüyorum. Kuzey'le de bunu konuşuyorduk. Artık emekli olmanın vakti geldi."

"İş konusunu bilemeyeceğim ama gençlere taş çıkartırsın sen baba" dediğimde Erdal baba büyük bir kahkaha attı.

"Artık vaktimi eşimle geçirmek istiyorum kızım. Vildan'da emekli olacak bu sene. Birlikte birçok planımız var, ömrümüz çalışmakla geçti. Dünyayı gezmek hep hayalimizdi. Harika bir evlat yetiştirdik. Torunumuz çok şükür yolda. Artık dinlenmek ve hayatımızın tadını çıkartmak istiyoruz"

"Çok güzel düşünmüşsünüz baba. Nasıl mutlu olacaksanız öyle yaşayın elbette" diyerek hafif gülümsedim.

"Malum Kuzey'in harika bir mesleği var. Benim şirketim zaten onun ama Kuzey hiçbir zaman şirket işlerini sevemedi. Tek güvenebileceğim kişi Göktuğ. Hem belki torunum ileride benim yolumdan gider de şirketin yönetimini alır he?" Diyerek arkasına yaslandı.

"Benim bebeğim şirkette çalışmak isterse elbette çalışır baba. Ne isterse o olacak" diyen Kuzey, omzundaki elimi belime indirip karnıma dokunmuştu.

"Kızım sen çok yormuyorsun değil mi kendini?"

"İyiyim baba merak etme. Doğuma kadar çalışabilirim"

"Tabii operasyonlara katılmamak şartıyla" diyerek cümleme devam eden Kuzey'e baktım. Bebeğim için bir süre operasyon yüzü görmemeye dayanırdım elbette. Ancak doğduktan sonra da hayatımın değişeceğini düşünüyordum. Kuzey çok operasyonlara katılmıyordu çünkü albay ona sürekli karargah komutanlığını yaptırıyordu. Aslında Kuzey'i şimdiden terfi almak için yetiştiriyordu. Sadece kafamı sallayıp masada bitmiş çay bardaklarına baktım. Tam kalkmak için hamle yapacakken, Kuzey beni durdurup kendi kalkıp bardakları aldı ve içeriye gitti. Arkasından bir süre bakan Erdal baba, bana gülümseyerek döndü.

"Çok güzel bir aile oldunuz kızım. Oğlum ve senin adına o kadar mutluyum ki bu bir babanın yaşayacağı en güzel mutluluklardan biri" diyerek elini şefkatli bir şekilde elimin üzerine koydu ve geri çekti.

"Abdullah babanla arada konuşuyoruz" diyerek konuyu açınca, huzursuzca yerimde kıpırdandım.

"Abdullah aslında iyi bir adam. Bu konuyu sevmediğini biliyorum ama en son konuşmamda bana Sare'nin konusunu açtı" diye devam ettiğinde içimde oluşan huzursuzluğu belli etmemeye çalıştım.

"Abdullah kendini biraz toparlamış ve Sare'yi görmeye gitmiş. Onun çok pişman olduğunu söyledi. Tabii artık senin için her şeyin çok geç olduğunun o da farkında. Şükran'dan ve Alparslan'dan özür dilemek istemiş ama kendinde o cesareti bulamamış"

"Bu konular artık beni ilgilendirmiyor baba" dedim net bir ifadeyle.

Bana seni anlıyorum der gibi kafasını salladığında, Kuzey'de elinde çay tepsisiyle bahçeye girmişti. Konu da kapanmış olunca rahat bir nefes vererek Kuzey'e gülümsedim.

Sıradan şeylerden sohbet ederek hayli vakit geçirmiştik. Kuzey sürekli üşüyüp üşümediğimi sorarak babasını güldürüyordu. Bir ara Vildan anne de yanımıza gelip içeriye geri dönmüştü.

"Biz artık kalkalım oğlum" diyen Erdal babayla biz de ayaklandık.

"Hanıım hadi gidelim" diye içeriye seslendiği sıra salonda annem ve Vildan annenin kahkahaları geliyordu. O esnada masaya bıraktığım telefonum çalınca, Kuzey eğilerek eline aldı ve bana uzattı. Albay arıyordu?

"Komutanım?" Diyerek açtım telefonu.

"Kızım rahatsız ediyorum kusura bakma ama bu Tuba'ya bir şeyler oldu, delirmiş gibi buraya gelebilir misiniz?" Dedi nefes nefese.

"Ne oldu Hüseyin baba?" Diyerek panikle Kuzey'e baktığımda hızla salona koşup üzerimize ceketlerimizi alarak bahçeye geri gelmişti bile.

"Ben de anlamadım bir anda evden telaşla çıkıp sokakta koşmaya başladı. Ben de peşinden koşuyorum ama kaybettim" dediğinde Kuzey'e bakış attım. O ise babasına bir şeyler söyleyerek benden önce bahçe kapısını açtı ve arabaya ilerledi.

"Hemen geliyoruz!" Diyerek telefonu kapattım ve bahçeye çıkan annemlere bakmadan Kuzey'in peşinden dışarı çıkıp arabaya bindim. Kuzey bana bakmadan "Karargaha mı?" Diye sordu.

"Hayır albayın evine. Tuba bir anda evden fırlamış ve kaybolmuş" dediğimde telefonumu çıkartıp istihbaratta kullandığım siteye giriş yaptım. Bu herkesin girebileceği bir site değildi ve aslında pek bilinmeyen bir alışveriş sitesiydi görünürde. Kullanıcı adımı ve şifremi hızla yazarak açılan, bilmeyen biri girdiğinde virüs site sanacağı bir arayüz çıktı karşıma. Oradaki kutucuğa Tuba'nın künyesinde ezbere bildiğim numarasını yazarak yönlendirilmeyi bekledim ve karşıma çıkan haritanın yüklenmesini bekledim. Albayın evinin yakınlarına geldiğimizde, telefonumu arabadaki kola koyarak Kuzey'in haritayı takip etmesine yardımcı oldum. Kuzey, haritadaki yönlendirmeleri dikkate alarak sokakta sağa ve sola saparak ilerliyordu. En sonunda ilerideki parkta duran konumla biz de arabayı durdurup indik. Parka bir bakış attığımda ileride bir bankta oturmuş ve yıkılmış gibi gözüken Tuba'yı gördüm.

"Kuzey, ben tek konuşsam iyi olacak sen albayı bul ve onun evinde bizi bekle olur mu?" Diyerek arabadan indiğimde, kafasını sallayarak telefonunu çıkarttı ve albayı aradı. Arkamı dönerek Tuba'ya doğru ilerledim.

Parkin içinde ona yaklaştığımda kesik kesik hıçkırık seslerini duyunca kalbim kederlendi. Yanına yaklaştığımda bile beni fark edememesi gözümden kaçmamıştı. Ne olmuştu da bu kadar dağılabilmişti? Aklıma gelenle derin bir nefes alarak verdim ve nefes sesimi duyan Tuba, kafasını kaldırdığında göz göze geldik. Ona iyice yaklaşarak önünde eğildim ve ellerimi dizlerine koyarak göz kontağımı bozmadan bakmaya devam ettim. Elini uzatarak elimi tuttuğunda, hâlâ ikimizde konuşmamıştık.

"Onu gördüm Gökçen. Hayal değildi gerçekten oydu eminim!" Dediğinde zaten kimden bahsettiğini çoktan anlamıştım. Çömeldiğim yerden kalkarak bankta yanına oturarak kendime derin bir nefes alabilmek için zaman tanıdım.

"Melih'ti. Albayın evinin aşağısında bir sokak lambasının altında bana bakıyordu. Sonra gözümü bir saniye ondan ayırıp tekrar baktığımda yoktu. Hayal değildi eminim oydu!" Son kelimesini bağırarak söylediğinde ben de ne diyeceğim konusunda içsel bir çatışmaya girmiştim. Doğru söylediğini adım gibi biliyordum ve yanılıyorsun Tuba diyemezdim. Bu ikiyüzlülük olurdu.

"Sana inanıyorum Tuba" dedim en sonunda. Tuba irkilir gibi bir hareket yaptığında zaten artık her şeyin ortalığa dökülmesi gerekiyordu. Söylediğimi umursamadan anlatmaya devam etti.

"Onun peşinden koştum. Kaçtı benden ve en sonunda izini kaybettim. O olmasa ve sıradan biri olsa asla izini kaybettiremezdi bana Gökçen. Eminim oydu ama bu nasıl olabilir ki?"

Tuba'ya doğru iyice bedenimi döndürüp gözümden akan bir kaç damla yaşı sildim ve ellerini tuttum. Kendimi hazır hissettiğim anda ve birazdan yiyeceğim yumruğu da hesaba katarak konuşmaya başladım.

"O yaşıyor Tuba, yani yaşıyormuş" sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum. Tereddütle Tuba'ya bakmaya devam ettim. Gözlerindeki duygu geçişlerini görmek kalbimi öyle acıttı ki; şaşkınlık, sevinç, hüzün ve en sonda hayal kırıklığı...

Sonra aniden büyük bir kahkaha atmaya başladı. Neyse en azından yumruktansa bu tepki daha iyiydi değil mi?

Bir süre Tuba'nın acı kahkahalarının dinmesini bekledim ama parktaki bazı insanların dahi dikkatini oldukça çekiyorduk. Tuba'nın ağlaması durmuş sadece kahkaha atıyordu. Delilikle çıldırmanın ortasındaki ince ipte gibiydi tavrı haklı olarak. Ben bunu öğrendiğimde sadece ağlayıp durmuştum. Duygusal olarak Tuba her zaman benden daha güçlü olmuştu.

"Bu imkansız!" Dedi kahkahaları arasında ama bunu öylesine söylediği çok belliydi. Çünkü onu görmüştü ve emindi.

"Sen de onu gördün mü yani? Ne zaman?" Diye devam etti ve biraz daha sakinleşti. Etrafa umutla bakarak onu arıyordu.

"Ben onu görmedim bana bir mektup yazdı. Ben de yeni öğrendim sayılır" dedim. Bu işin ihalesi bana kalacaktı anlaşılan.

"Ve bana söylemedin çünkü?" Diye sordu.

"Söyleyecektim ama başımız beladaydı. Bizi kurtaran Hayalet'ten ziyade daha çok Melih'ti"

"Peki başımız beladan kurtulduktan sonra?"

"Onu suçlama!"

Duyduğumuz sesle ikimizde sanki zamanda donmuş gibi birbirimize bakakaldık!

Yavaş yavaş kafamızı çevirince, siyah bir kapüşonlu sweet giymiş ve oldukça zayıflamış, sakalları uzamış Melih'le göz göze geldik. Ellerini cebine sokmuş, tam bir serseri gibi görünüyordu. Tuba'nın onun tanıması bile bir mucizeydi.

"Selamün aleyküm" dediğinde ise Tuba bir tepki verebilmiş ve hızla ayağa kalkmıştı. Ben ise hâlâ bankta oturup, kardeşimi kanlı canlı karşımda görmenin şaşkınlığıyla gözyaşlarıma engel olamıyordum.

"Melih?" Dedi Tuba sesi titreyerek. Melih ise ikimize de sırayla gülümseyerek bakıyordu.

Tam o an 3 şey oldu.

Tuba, yumruğunu Melih'e öyle çakmıştı ki, çenesinin kırıldığına emindim.

"Aleyküm selam Allah'ın gerizekalısı"

Melih yere yapışmış, kahkaha atıp eliyle çenesini oynatıyordu.

Melih'in yanına gidip ensesinden tutup yerden kaldırıp ona tüm gücüyle sarılmıştı. Bu da 3. Olaydı. Ben hâlâ aynı yerde daha da şiddetlenen ağlamamı durdurmaya çalışıp başarısız oluyordum. Benim sorunum neydi? Melih'le Tuba sıkı sıkı sarıldığında, Melih'le göz göze geldik. Yüzünde muzip bir gülümsemenin yanı sıra dehşet bir özlem vardı.

"Gerçekten sensin ulan bu nasıl olur?" Diye mırıldanan Tuba, Melih'i öyle bir sıkıyordu ki birbirlerine yapışmış gibilerdi. Hey, burada ağlamaktan içim dışıma çıktı ben de buradayım?

"Sonra anlatacağım önce bir size doyayım" diyerek Tuba'dan zorla ayrılıp yanıma geldi ve az önce benim Tuba'ya yaptığım gibi önümde eğilip ellerini dizlerime koydu. Ela gözleri boncuk boncuk parlıyor ve şu an yavru köpeklere benziyordu.

"Sen beni çok mu özledin, sen büyüdün de anne mi olacaksın" diyerek eliyle yanağımdan makas alıp çocuk sever gibi beni sevince, ağlamamın arasından gülümseyip bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Gel buraya gerzek" diyerek kollarımı boynuna sardım ve sımsıkı bu kez de ben ona sarıldım. Tuba'da yanımıza gelip oturdu ve heyecanla Melih'e bakmaya başladı. Onu gördüğümüzden beri ikimiz de gözümüzü bir saniye ayıramıyorduk. Sanki vitrindeki tek pasta oymuş da biz tatlı krizine girmiş gibiydik. Gözlerimizi bile ayıramıyorduk.

Melih'ten zor da olsa ayrıldım ve elinin birini Tuba'nın dizine, diğeri benim dizimde kalarak bankta önümüzde çömelmeye devam etti.

"Her şeyi anlat. Bizi bu kadar yıl üzmenin hesabını başka zaman soracağım ama şimdi her şeyi bilmek istiyorum" dedi Tuba.

"Sizi üzdüğüm için çok özür dilerim. Bu benim için çok daha zordu emin olun. Tüm hayatımı, sevdiklerimi arkamda perişan bir halde bırakmak... tarifi edilemez bir duyguydu ama yapmak zorundaydım. Detayları anlatamam ama hâlâ ülkem için çalışıyorum, ölene kadarda bu böyle devam edecek" dediğinde elimi uzatıp Melih'in yanağına dokundum avucumla.

"MİT'te görevli üst düzey bir ajanım" dediğinde üçümüzde gülümsemeye başladık çünkü bu Melih'in hep hayaliydi. Hayaline böylesine zor bir yoldan kavuşmuş olsa da, onun adına mutlu olmuştum. Bilgisayar konusunda bir dahiydi, doğuştan yetenekliydi. Bilgisayarda bu kadar iyi olmasına karşı aynı zamanda çok hızlı bir komandoydu. Boşuna Fırtına demiyorlardı ona. Şimdi düşünüyorum da askeriye okul yıllarında bizim dönemimizdeki her asker çok iyi yerlere gelmişti. Okul yıllarındaki hocamız efsane bir komutandı ve bize çok şey öğretmişti. Evet çoğu zaman öğretme stratejisi öldürmeyip ölmekten beter etmek olsa da ona bir kez daha minnettardım. Şimdiye belki çoktan emekli olmuş olabilirdi.

"Senin adına çok sevindim ama bu bizi perişan ettiğin gerçeğini değiştirmiyor. Kahrolduk lanet olası, seni ellerimizle mezara koyduk lan biz. Öncesinde günlerce ölü veya diri her yerde seni aradık. Yıllarca yasını tuttuk, vatan sağ olsun dedik ama acımızı en derinde yaşadık. Annen fenalaştı günlerce hastanede bekledik. Kendine geldi ama o günden sonra o da bizim gibi hep yarım kaldı. Kız kardeşin evlendi 2 tane yeğenin var. Bunu bize yaşatmaya hakkın yoktu"

"Ne desen haklısınız Tuba ama buna mecburdum. İşin içinde başka şeyler de var anlatamayacağım, bunu yapmak zorundaydım. Bu teklife evet demenin benim için ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsin. Sizi gerçekten çok özledim ve lütfen bugün sadece hasret giderelim olur mu?" Melih'i gördüğüm an bütün sitemim de kızgınlığım da adeta uçup gitmişti sanki. Aşırı duygusaldım ve ağlamamamı yeni dindirmişken çeşmenin akmaması için gözlerimle savaş halindeydim.

Melih ayağa kalkıp tam ortamıza oturdu ve iki elini de omuzumuza atarak bizi kendine çekti. Yine eski günlerdeki gibi bir aradaydık işte.

"Anlatın bakalım ben yokken neler oldu? Gökçen sen başla, evlenmişsin hayırlı olsun"

"Evlendim ve hamileyim" dedim gülerek hâlâ Melih'in omuzuna yatmaya devam ederken. Telefonumun titredigini hissedip duruşumu bozmadan cebimden çıkarttım ve Kuzey'in mesajını gördüm. Nasıl olduğumu soruyordu. Ona iyi olduğumu ve beklemesini yazarak telefonu tekrar cebime koydum. Anlaşılan gitmemişti.

"Senin de yanında bir uzun vardı. Yakında seni de mi kaybediyoruz Tubiko" dediğinde Tuba sinirlendi. Ben de kaşlarımı çattım.

"Hey abim hakkında doğru konuş!"

"Vay herife abi dediğine göre demek bunlar da ciddi he" diye kendi kendine çıkarımda bulunan Melih'e güldüm. Demek hiçbir şeyden haberi yoktu. Oysa ben hayatımız hakkında çoktan bilgisi vardır sanıyordum.

"Öz abim olduğu için abi diyorum tabii ki" dediğimde Melih irkilerek elini bizden çekti ve bana soru işaretleriyle baktı. Tuba'da homurdandı.

"Ne demek öz abin?"

"Demek bizi hiç araştırmadın?"

"Sadece hayatta olup olmadığınızı kontrol ediyordum. İşlerim çok yoğun olduğu için çoğu zaman yemek yemeye bile fırsat bulamıyorum ki. O şerefsiz babanın demek bir oğlu daha varmış he" dediğinde aklıma gelenle bir an duraksadım. Tuba'da ilk aynı tepkiyi vermişti. Bir dakika baba mı? Sahi ben bunu nasıl unuturdum. Orhan Toprak, Fransız istihbaratın elindeydi.

"Fransız'lar onu ele geçirmişti. Tekliflerini kabul etmem için şart olarak sunmuşlardı" dedim panikle. Tuba'da şaşkın bakıyordu.

"Gökçen, uzun zamandır o istihbaratı takipteydik. Türkiye'den asker topladıklarını biliyorduk. Müdahalede bulunduk biliyorsun, siyasi bir şekilde de üstlerim durumu halletti ve Orhan Toprak'ın teslim edilmesini talep etti. Yakında Türkiye'ye iade edilecek" dediğinde hayatımdaki en büyük kamburdan da kurtulacağım için içime büyük bir ferahlık gelmişti. O adamı demir parmaklıklar arasında görmeyi ve yüzüne tükürmeyi deli gibi istiyordum.

"Demek bir oğlu daha varmış" diye devam etti Melih.

"Aslında onun oğlu değil" diyerek konuya girdi Tuba. Ancak Melih'in kafası daha da karışmıştı.

"Melih ben Orhan Toprak'ın öz kızı değilmişim. Doğduğumda hastanede karışmışım daha doğrusu karıştırılmışım" dediğimde Melih bana ikinci bir kafam daha varmış gibi bakıyordu. Tuba ise kahkaha attı.

"Bu akşam bizi tek şaşırtan sen değilsin Dombi'cik" dediğinde Melih yüzünü buruşturmuştu. O kelimeyi hiç sevmese de mektupta onun olduğunu anlamam için Dombi adını kullanmıştı. Zekiceydi...

"Karıştırılmışım? Baştan anlatsana şunu" Sorar gibi konuştu bana tek kaşını kaldırıp.

"Annem bana ve ikizime hamileyken peşimizde hem amcam hem terörist bağlantısı bulunan Yavuz diye bir adam varmış"

"İkizin? Hadi be oradan!" Dedi Melih bankta ayağa kalkarak. Tuba hâlâ ona melül melül bakıyordu.

"Maalesef bir ikizim var. Doğum sırasında amcam ikizimi alabilmiş ama beni başka bir bebekle değiştirmek zorunda kalmış. Annem bizi teröristlere vereceği için bunu yapmak zorundaymış. Benim için daha sonra tekrar gelmek üzere oradan ayrılmış"

"Bu ne anlatıyor Tuba?" Dediğinde gülmeye başladım.

"Senin o şerefsiz Orhan'la büyümene neden izin vermiş peki bu amca?" Diye devam etti.

"Şehit olmuş gelememiş" dedim kısık bir sesle.

"İşin özeti abim Poyraz asker olunca annesi Gül'ü yani değiştirildigim bebeği teröristlere verememiş yani ben boşuna değiştirildiğimle kalmış oldum. Hayatım koca bir kumarmış" dedim gülmeye devam ederken. Melih uzanıp elimi tuttu. Gözlerinde asla acıma yoktu sadece anlayış vardı.

"Bir de Alparslan diye bir abim var o da işin başka bir hikayesi. Göktuğ diye bir kardeşim ve Poyraz abim var. Anneannem, dedem var bu arada dedem de bir albay. Yine dedem ve babaannem var onlarla pek yakın değilim. Başka akrabalarım da varmış İstanbul'da ama hiçbirini tanımıyorum. Şu an hayatımı sadece kardeşlerimle vakit geçirip onları tanımak için çabalıyorum"

"Şimdi sen anlat bakalım Hayalet'i nereden tanıyorsun?" Diye çok mantıklı soru soran Tuba'ydı.

"O benim patronum"

"Emirleri ondan aldım bunca yıl hâlâ da öyle" dediğinde Sinan'ın MİT'te olduğunu da kendimce kesinleştirmiş oldum. Bütün o bilgi akışı demek oradan geliyordu.

"Benim şimdi gitmem gerek. Yarın tekrar görüşeceğiz" diyerek yanağımızdan makas alan Melih'e itiraz etmek icin agzimizi actik ama oldukça kararlı bakıyordu. Önce Tuba sonra ben sıkı sıkı sarıldık.

"Üzgünüm çok bile kaldım burada hâlâ açığa çıkmadım. Neden bilmiyorum ama patronum sizinle görüşebilmem için izin verdi. Yarın yine karşılaşacağız. Bundan sonra hiç ayrılmayacağız" dedi sarılma esnasında.

"Allah'a emanetsiniz" diye son noktayı koyduğunda ben tekrar ağlamaya başlamıştım bile. Tuba ses bile çıkaramıyor, sadece Melih'e bakıyordu ama ağladı ağlayacak bir hali vardı. Melih tek elini kaldırıp kapüşonunu tekrar kafasına geçirip ellerini cebine soktu ve hızla uzaklaştı.

"Bu olanlara inanamıyorum Gökçen bir rüya değildi dimi?" Diyen Tuba'yla, hâlâ Melih'in arkasından bakıyorduk.

Elimi Tuba'nın omuzuna atarak onu yürümesi için ittirdim ve birlikte biz de parkın çıkışına doğru ilerledik. Biraz daha kendime gelip gözyaşlarımı sildiğimde parktan da çıkmıştık.

"Tamamen gerçekti ve hayatımız artık çok daha güzel" diye mırıldandım. Parktan çıkınca, karşı caddede arabamızı gördüm. Kuzey arabada beni bekliyordu. Tebessüm ederek arabaya ilerledik. Kapıyı açtığımda, Kuzey'in endişeli bakışları anında yumuşamıştı.

"İyi misiniz?" Diye sordu bir bana bir Tuba'ya bakarak. İkimizinde suratında salak bir sırıtış vardı ve eminim gözlerim şişti.

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım" diyerek emniyet kemerini taktım ve Kuzey'in arabayı çalıştırmasıyla yola çıktık. Yolda Kuzey albayı arayıp yolda olduğumuzu söylemişti. Albayın evinin önüne geldiğimizde Tuba'ya döndüm.

"İstersen bu akşam biz de kal" dedim.

"Yok Hüseyin babaya ayıp oldu merak etmiştir ben gideyim görüşürüz. Bıraktığın için sağ ol enişte" diyerek arabadan indi ve eve doğru yürüdü. Kuzey, Tuba eve girene kadar bekledi ve en son kornaya basıp arabayı tekrar çalıştırdı. Ev yolunda ne bana soru sormuş ne bana bakmıştı.

Evin önüne geldiğimizde arabadan indim ve evin dış kapısının önünde durdum. Kuzey'de benim durmamla durarak bana döndü.

"Melih geldi Kuzey" dedim gözlerim parlayarak. Kuzey kafasını bir kere sallayıp ellerini omuzlarıma koydu.

"Sizin adınıza çok sevindim güzelim" biraz durgun gibiydi ama bunu önemsemedim.

"Bu çok farklı Kuzey. Yıllardır onun yasını tutuyorduk. Mektup ve notlarını aldım, yaşadığını öğrenmiştim evet ama kanlı canlı karşımda görünce nutkum tutuldu sanki"

"Bunca yıl neredeymiş peki?" Kuzey bunu sorgular gibi değil de merak eder gibi sormuştu.

"Pek bilgi veremedi. Görev yüzünden olduğunu söyledi ki görevi hâlâ devam ediyormuş. Yani bizim dışımızda henüz kimsenin karşısına çıkamaz" Kuzey anladım anlamında kafasını sallayıp beni eve yönlendirdi. Kapıyı açarak içeriye girdiğimizde, bahçede bıraktığımız gibi Vildan anne, Erdal baba ve annemi gördük. Endişeyle bizi bekliyorlardı. O an durdum ve düşündüm. Kuzey'de ben de askerdik. Bebeğim doğunca böyle görevlere veya acil bir durumda gittiğimizde, bebeğim de bizi böyle bekleyecekti. Belki büyüyecek ve büyüdüğü çoğu şeyleri kaçıracaktık. Belki bir doğum günü, belki bir karne günü, belki bir okul gösterisi günü... o an kendimi işe yaramaz ve kötü bir anne olarak hissettim ve gözlerimin tekrar dolmasına engel olamadım. Annem bu halimi hemen fark edip yanıma koştu.

"Kızım kötü bir şey mi oldu?" Diye sordu telaşla. Kendimi zorla toparlayıp düşünceleri kafamdan kovdum ve anneme zorla gülümsedim.

"Aslında güzel bir şey oldu anne sen bana bakma. Sizi beklettiğimiz için kusura bakmayın" dedim kendimi nedense suçlu hissederek. Ancak bizimkiler tabii ki bu gibi durumlara alışıktı. Benim aslında özrüm tamamen bebeğim içindi.

"Ne kusuru kızım sizin işiniz bu. Biz sadece endişelendik" diyen Erdal babama gülümsedim. Bebeğim böyle düşünmezdi ki çünkü o çok küçük olacaktı. Kuzey babasının yanına gidip bir şeyler söyledi ve babası onaylayıp bana döndü.

"Biz gidelim o zaman kızım hayırlı geceler" diyerek ayaklandılar. Duygularımı zorla bastırıp onları yolcu ettik. Annemde odasına çıkınca biz de kendi odamıza çıktık.

Odaya girdiğimde üzerimi değiştirip direkt yatağa girdim. Kuzey yanıma geldiğinde arkamdan bana sarıldı ve saçlarımın ucuyla oynamaya başladı.

"İyi misin?" Diye sordu.

"Kuzey ben bebeğimizi düşünüyorum. İkimiz de görevlere gittiğimizde yalnız kalacak ki bu yalnızlık çocukluğunun büyük bir kısmını dahi kapsayabilir. Biz aslında çocuk sahibi olmamalıydık"

"Böyle düşünme güzelim. Onu asla ikimiz de aynı anda yalnız bırakmayacağız. Ben aslında sana bunun haberini verecektim ama bekliyordum. Madem böyle düşünüyorsun o zaman soylemeliyim" dediğinde Kuzey'e döndüm ve merak ve endişeyle bakmaya başladım.

"Ne haberi Kuzey?"

Yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Onun bu ifadesiyle içimdeki endişe anında geçerek yerini sadece meraka bıraktı.

"Albay Hüseyin, emekli olmak için dilekçesini vermiş. Öncesinde de üstlerine bir mektup yazarak benim üstün başarılarımı övmüş ve rütbemin artmasını talep etmiş" dediğinde şokla bakmaya devam ettim.

"Gri için yaptığımız operasyonları hatırlıyorsun. Kuzgun da dahil olmuştu ve o operasyonları albay bana yönettirmişti. Bu, kalabalık 3 timin ve kıdemli asker Kuzgun'un dahil olduğu büyük çaplı bir operasyondu ve sonuç da başarılı olmuştu. Tavsiye mektubunda bu operasyonun tüm bilgilerini de gönderip benim yarbay rütbesinde başarılı olabileceğimi söylemiş" heyecandan gözlerim büyüyüp Kuzey'e bakmaya başladım. Kendi iç savaşımla o kadar meşguldüm ki kocamın hayatındaki böyle bir değişiklikten bile haberim yoktu.

"Dün akşam onay cevabı gelmiş. Yakında terfi alıyorum. Türkiye'de benim yaşımda 3 tane yarbay rutbesine sahip asker varmış sadece. Bu yüzden terfi törenine generaller, valiler ve belediye başkanları da katılacakmış. Ayrıca medya da olacakmış. Albay'da emekliliğini isteyince karargahta kalmaya devam edeceğim yarbay olarak" diye devam ettiğinde artık daha fazla dayanamayarak Kuzey'e sarıldım.

"Tebrik ederim" diyerek yanağından kocaman öpmeye başladım.

"Böyle kuru kuru tebrik istemem yalnız" dediğinde kıkırdayıp bir daha yanağından öptüm. Bu gün daha ne kadar güzel olabilirdi ki! Sonrası zaten kendini yavaş öpücüklere bıraktı ve gerçekten de hakkını vererek tebrik ettim kocamı.

🍁

"Kızım siz geç kalmayın kahvaltıyı ben toplarım"

"Zahmet etme anne sen" diyen Kuzey eline tabakları alıp çoktan mutfağın yolunu tutmuştu bile. Arkasından annemle bakakalınca annem bana döndü ve bak gör der gibi işaret etti.

"Maşallah maşallah oğluma bak be. Kız yürü kocana yardım et aval aval arkasından bakıyorsun" dediğinde şokla ağzım açıldı. İki dakika önce bırak işe git demiyor muydu?

"Bir şey kalmamış zaten anne" dediğimde annem yanıma gelip koluma hafif bir cimcik attı. Ya sabır.

"Kız sakın oğlumu üzme bak seni yolarım" haydaa

"Yok anne niye üzeyim ben Kuzey'i?"

"Sus cevap verme kız burada çene çalıyor adam sofrayı topluyor" anlaşılan annem bugün tersinden kalkmıştı. Göstermelik elime bir tabak alarak mutfağa gittim ama yolda Kuzey'le karşılaştığımda tabağı elimden kapıp bana göz kırptı ve mutfağa geri döndü. Arkamı döndüğümde annemin Kuzey'e memnun, bana öldürecek gibi bakan bakışlarını görüp yavaş yavaş dış kapıya yürüdüm.

"Kaç kaç, dikkat et çok hoplayıp zıplama bak hamilesin" annemin söylenmelerine hıhı diyerek kapıyı kapattım ve oh çekerek arabaya yürüyüp bindim. Kazasız belasız çıkmıştım evden şükür. 5 dakika sonra Kuzey'de dış kapıyı açtı. Annem onu yolcu ediyordu gülümseyerek ve eline bir şeyler tutuşturuyordu. Kuzey'de gülümseyerek evden çıktı ve arabaya bindi.

"Kaçmışsın" dedi gülmeye devam edip.

"Dalga geçme ya annem bana takmış kafayı"

"Niye öyle diyorsun annen çok kibar bir kadın" dedi daha çok gülerek. Benimle dalga geçiyor olmalıydı. Evet annem kibardı ama bir tek Kuzey'e. Sanki Kuzey onun oğlu ben geliniyim gibi davranıyordu.

"Gelecek şimdi sür sür kaçalım" dedim ben de gülerek. Kuzey arabayı çalıştırıp karargaha sürdü.

🍁

"Aferim asker rahat" diye bağırdım. Timime eğitim yaptırmıştım ve ben de çok az katılabilmiştim. Bizimkiler her geçen gün çok daha dayanıklı oluyorlardı. Eğitim bitip duşlara dağıldıklarında Ece'nin peşinden ben de binaya yürüyordum.

"Ece?"

"Buyurun komutanım" dediğinde koluna girerek birlikte yürümeye başladık.

"Anlat bakalım abimle ne ayaksınız?" Dedim yüzümde bir gülümsemeyle. Ece kasılıp bir an durdu ve etrafa baktı. Alpaslan abim çok ileride bir bankta oturmuş, elinde sigarayla bize doğru bakıyordu. Evet maalesef çok uzun zamandır kullandığını öğrenmiştim. Yanında bazı askerler vardı ama o sohbet etmiyor sabahtan beri bizim antremanı izliyordu.

"Bir şey yok Gökçen" dedi Ece bakışlarını kaçırıp binaya hızla yürürken.

"Hadi ama Ece var bir şey belli ki" dedim kafamla abimin tarafını işaret edip ama Ece hızla binaya girmişti bile.

"Sonra konuşuruz Gökçen duş almam lazım" dediğinde "kaç bakalım" dedim arkasından. Ya ben yaşlandıkça annem mi oluyordum yoksa? Kendi kendimi sorgulayarak odama doğru yürüdüm.

Birkaç saat odamda evrak işleri yaptığımda Hüseyin babanın beni çağırdığını duydum. Hızla odamdan çıkıp onun odasına yürüdüm. Kapıyı tıklayıp içeriye girdim.

"Yüzbaşı Gökçen Atasoy, emredin komutanım"

"Rahat Gökçen gel otur bakalım" dediğinde sandalyeye yürüyüp oturdum. Albay gözlüğünü çıkartıp bana sevecen bir ifadeyle baktı.

"Direk konuya gireceğim lafı uzatmayı sevmem biliyorsun. Emekliliğimi istedim kızım" dedi.

"Biliyorum baba Kuzey'le konuştuk" dedim üzgün bir ifadeyle. Albayın yeri çok ayrıydı.

"Demek biliyorsun, Kuzey için planlarımdan da haberdarsındır"

Kafamı sallayıp onayladım. Bu adam benim hayatımın büyük bir kısmında çok önemli rol oynamıştı. O olmasaydı belki de hayatım çok farklı ve kötü olabilirdi. Hep onu idol benimsemiş, kararlarımı ve adımlarımı buna göre atmıştım. Ona çok şey borçluydum.

"Biliyor musun baba sana hiç teşekkür edemedim. Benim için yaptığın her şey için çok teşekkür ederim. Sen çok iyi bir asker, çok iyi bir arkadaş ve çok iyi bir babasın. Aynı zamanda çok iyi bir insan... Seni tanıdığım ve hayatıma girdiğin için şükrediyorum." Albay sadece bana değil benim gibi bir çok gence yardımcı olmuştu ve hâlâ da oluyordu. Kaç tane burslu öğrencisi vardı sayısını ben bile bilmiyorum.

"Ben de kızım ben de. Siz iyi olun bana yeter. Benim hiç çocuğum olmadı ama sen benim evladım gibisin. Asıl ben teşekkür ederim bana evlat olduğun için. Her güzel şeyin bir sonu vardır. Artık bu işlere yetişemiyorum, bir sürü hastalığım var ve dinlenmek, yerimi siz gençlere bırakmak istiyorum. Ülkem için elimden geleni yaptım, sıra artık siz de. Siz bu ülkenin geleceğisiniz" dediğinde yine duygusallaştım ve kalkıp albaya kocaman sarılmak için kendimi tutamadım.

"Bu bir veda değil baba biliyorsun, sen ailedensin" dedim sarılma esnasında. Albayda gülüyordu.

"Tamam deli kız bırak artık beni boğdun. Hadi çık odamdan yapacak işlerim var" dedi. Albay duygusal olaylar oldu mu böyle kaçıyordu. Ondan ayrılıp "Emredersiniz komutanım" diye tüm gücümle bağırdım ve kapıya yöneldim. Arkamdan deli kız diye homurdanıyordu.

Bahçeye çıktığımda dış kapıda Ece'yi gördüm. Sinirli gibi sağa sola volta atıyordu. Bahçenin bir diğer ucunda Anıl'ın Ece'ye doğru koştuğunu gördüm. Bahçe boştu ve başka kimse yoktu çünkü yemek saati gelmişti. Hızla dış kapıya yürüyüp sorunun ne olduğunu öğrenmek istedim. Kapıya yaklaştığımda, Anıl çoktan gelmişti ve birisine hesap soruyordu.

"Dingonun ahırına mı benziyor burası baş git işine" diyordu birisine. Sonra Melih'in sesini duydum.

"Dingonun ahırında böyle melekler varsa o da olur" diyordu Ece'yi işaret ederek. Ece her an üstüne atlayacak gibi durunca, müdahale edip "Melih!" Diye seslendim. Benim sesimle tüm kafalar bana döndü.

"Tanıyor musunuz komutanım?" Diye sordu nöbetçi askerlerden biri. Bizimkiler hâlâ sinirle Melih'e bakıyordu.

"Evet siz işinize geri dönün sorun yok" diyerek Anıl ve Ece'ye bir bakış attım. Anıl korumacı bir tavırla Ece'nin koluna girip içeriye girdiler. Ben de Melih'in koluna girip karargahın dışına çıktım. Yüzümde yine aptal gülümsemem olduğuna emindim.

"Ziyarete geldim sizi ama ziyaret saati dolmuş. İçeriye almadılar beni" dedi gülümseyerek.

"Sen de kavga mı çıkarmaya karar verdin" dediğimde çoktan Melih'e sarılmıştım bile. Nöbetçi askerin bakışını üstümde hissediyor ama oralı bile olmuyordum.

"Çok vaktim yok sizinle biraz daha görüşmek istedim" dedi tatlı tatlı.

"Ne o gidiyor musun yoksa?" Dedim korkuyla. Melih gülümseyerek iki eliyle yanaklarımı avuçladı.

"Bir yere gitmiyorum bir süre daha bu şehirdeyim. Bugün için vaktim çok yok anlamında söyledim"

"Hadi gel yemek vakti içeriye girelim o zaman. Tuba'da seni gördüğü için deli olacak." diyerek onu kapıdan içeriye yönlendirdim.

"Sorun yok asker kimlik almanıza da gerek yok" dediğimde nöbetçi asker itiraz edecek gibi ağzını açtı ama bakışımla konuşamadan sustu. Bu zamana kadar ilk defa birine torpil yapıyordum o kadar da olsun. Anneme dahi zamanında yapmamıştım ve bekletmiştim.

"Sahte kimliğim vardı aslında" diye fısıldadı Melih eğlenir gibi. Omuzlarımı silkip ondan ayrıldım ve yan yana yürümeye başladık. Bahçe boştu ama dolu olsa ilgiyi üzerimize çekeceğimize emindim. Aynı ilgi birazdan yemekhanede olacaktı gerçi.

Birlikte binaya girip yemekhaneye ilerledik. Kapıyı açıp içeriye girdiğimizde, herkesin burada olduğunu gördüm. Bizim girmemizle, meraklı bakışlar anında bize döndü. Bir masada Kuzey, Poyraz ve Alparslan abimle Tuba birlikte oturuyorlardı. Tuba kafasını kaldırıp bizi gördüğü an, kaşığını elinden düşürdü ve ayağa kalkıp bize doğru koştu. Hızla Melih'e sarıldığı an Poyraz abimin homurdandığını fark ettim. Şimdi koca yemekhanede sessizlik olmuş her bir göz bize bakıyordu.

"Buraya nasıl girdin?" Dedi boynundan ayrılıp.

"Gökiş sağ olsun" dediğinde masaya doğru ilerledik. Melih kafasıyla birisini arıyor gibi sağa sola baktı ve ileride Ece'yi görüp çapkınca gülümsedi. Aynı anda Ece göz devirip yemeğine devam etti. Bizimkilerin masasına gelince, hepsi yemeği bırakmış merakla Melih'e bakıyordu. Kuzey bile tuhaf bakıyordu.

"Tanıştırayım akademiden bir arkadaşımız Me" dediğim an Melih elini uzatıp "Mete" diyerek kendini tanıttı. Önce Kuzey, ardından Poyraz ve Alparslan abimle tokalaşmalarını izledik. Tabii ki bir tek Kuzey onun kim olduğunu biliyordu.

"Ben sana yemek alayım Mete" diyen Tuba çoktan yemeklerin olduğu bölüme gitmişti bile. Poyraz abim dahil herkes ağzı bir karış açık Tuba'nın arkasından bakakaldı. Poyraz abim bir an deli gibi bakan bir gözle Melih'i süzdü ve burun kemerini sıktı. Eyvahlar olsun!

Tuba elinde iki tepsiyle gelince bizim önümüze bıraktı. Etraftaki askerler daha da şaşkınlıkla bizim masaya bakıyordu çünkü Tuba binbaşı olarak bana yani bir yüzbaşına yemek getiriyordu. Askeriyede yakınlığımızı çok belli etmesekte bilenler de elbette vardı. Bilmeyenler ise şaşkındı özellikle yeni erler.

"Off türlü bayılırım aferim kız Tubiko" diyerek yemeğe gömülen Melih ile Tuba'da ben de kıkırdadık. Tepsimdeki türlünün birazını Melih'in tabağına döktüğüm an masada ipler koptu. Aynı anda Poyraz abim hızla ayağa kalkıp tepsisini aldı ve sertçe "Afiyet olsun" diyerek uzaklaştı. Arkasından Tuba'da ben de şaşkın bakıyorduk. Kuzey bile yumruğunu sıkıyordu sanki?

"Ne oldu şimdi?" Diye soran Tuba ile bilmem anlamında omuzlarımı kaldırıp indirdim ve ortamı yumuşatmak için boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım.

"Mete, eşim Kuzey ve en büyük abim Alparslan" diyerek onları tanıttım. Melih önce Kuzey'e bakıp komple onu süzdü ve tek kaşını kaldırıp bakmaya devam etti. Ayağımla alttan ayağına vurunca, ahh dedi ve tekrar elini uzattı Kuzey'e.

"Çok memnun oldum enişte" dedigi an Kuzey'in ifadesi anında yumuşadı. Ne yani kıskanmış mıydı?

"Ben de" diyerek kafasını salladı Kuzey ve kendi tabağındaki dokunmadığı türlüyü sinirle benim tabağımla değiştirdi. Melih ise onaylayan bakışlarla Kuzey'i süzüyordu.

"Demek sen de Gökçen'in abisisinin? Az önce giden eleman gibi" Diye devam etti Melih. Alparslan abim ifadesiz bir şekilde Melih'i onayladı.

Melih onlarla başka bir şey konuşmadı çünkü masada tek ilgi Tuba ve benim tarafımdan Melih'e yönelikti. Arada salak espriler yapıp gülüyor ve Melih'le dalga geçiyorduk. Tuba Melih'le dalga geçtiğinde ben koruyor, ben dalga geçtiğimde Tuba koruyordu. Ben Alparslan abim ve Kuzey'i de sohbete dahil etmeye çalışıyordum ama ikisi de hevessiz gibi sadece kafa sallayıp duruyorlardı. Bir ara Ece yan masada elinde tepsiyle ayağa kalktığında, Melih anında ona doğru döndü ve gidene kadar ardından baktı. Gerilerek Alparslan abime baktım çünkü o da bir Ece'ye bir Melih'e bakıyordu.

"Senin timinden mi o asker kız?" Diye sordu Melih. Ağzımı açıp cevap veremedim sadece kafamla onayladım ama Melih ısrarla konuyu kapatmıyordu.

"Adı neydi?" Dedigi an son nokta oldu sanırım çünkü Alparslan abim de az önce Poyraz'ın yaptığı gibi sertçe ayağa kalkıp masadan gitmişti. Off yaa

"Abilerinin sorunu ne?" Dedi Melih arkasından. Kuzey homurdanıp bana baktı.

"Bu arada abilerine çok benziyorsun Gökiş" dediği an Kuzey yüzünü buruşturdu.

"Yemek için çok teşekkür ederim. Enişte seninle de pek konuşamadık artık başka bir zamana. Siz kalkmayın yolu kendim bulurum" diyerek ayaklandı Melih ama ben de Tuba'da çoktan ayağa kalkmıştık bile.

"Oturun oturun gidiyorum" diyerek bana sarıldı ve ardından Tuba'ya sarılıp dışarıya doğru yürüdü. O yemekhaneden çıkana kadar arkasından baktık ve yerimize üzgünce oturduk. Dışarıdan bakıldığında hareketleriniz belki tuhaf belki abartı karşılanabilirdi belki ama onu yıllarca şehit bilerek bir anda karşımızda görmek biz de de böyle bir etki yapmıştı işte. Abimlerin de gönlünü nasıl olsa gün içinde alırdım.


🍁

Continue Reading

You'll Also Like

21K 1.2K 18
Cesur ve gözükara bir özel harekâtçı ile cesur ve başarılı bir öğretmenin hikayesi... Tam birbirlerini bulmuşken kader onları ayırdı ve yıllar sonra...
44.5M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
2.8M 155K 107
Hayat, fırtınanın dinmesini beklemekle ilgili değildir... Yağmurda dans etmeyi öğrenmekle ilgilidir. "Umay?" "Operasyondayız." "Benimle evlenir misin...
1.3K 116 18
HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAMAK İSTEYENLER İÇİN! İki haftada bir yeni bölüm geliyor. Bolca yorum yapıp oy verirseniz sizin de isteğiniz üzerine bölüm sayısını...