TOPRAK (Düzenlenecek)

By EANGEL12

3.3M 194K 37.4K

Üsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk k... More

1. Bölüm
2. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm, 1. Kısım
30. Bölüm, 2. Kısım
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
Karakter tanıtımları
Karakter Tanıtımları 2
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
ÖZEL BÖLÜM 🍁
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
Yeni Kurgu Tanıtımı
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
FİNAL...
FİNAL 2🌱

3. Bölüm

71.1K 3.4K 168
By EANGEL12

1 Hafta Sonra

Vildan Hanım, DNA test sonuçlarını öğrenmek için beni aradı. Yarın hastaneye gelip gelemeyeceğimi sordu. İzinde olduğum için sıkıntı olmadığını belirttim ve buluşmayı onayladım. Annemle birlikte geçirdiğimiz gün, burukluk ve endişe içindeydi. Ruh halim bu kadar buruk olduğunda genellikle kendi şarkımı açar, hüzünlü anlarımda dinlerdim. Bu kez de odamda kulaklıkları takıp şarkımı açtım. Melodilerin sakinleştirici etkisiyle birlikte içimdeki huzursuzluğu bir nebze olsun dindirdim.

Müziğin ritmiyle birlikte zihnimdeki kapıları aralanan geçmişin karanlık odalarında kaybolmaya başladım. Her notada yankılanan hüzün dolu anılar, içimdeki çocuğu tekrar canlandırdı. Ne kadar büyürsem büyüyeyim, Gökçen hep hüzünlüydü. Şiddetin gölgesinde büyümüş bir ruh olarak tanıdım kendimi, her darbenin anlamsız olduğu bir dünyada.

Babam yanımızdayken, evimiz yoksullukla boğuşuyordu. Komşuların yardımı olmadan geçinmek neredeyse imkansızdı. Altı yaşındayken, odamın kuytu köşesinde tek başıma oyuncağımla oynarken, kapı birden sertçe açıldı. Küçük evimizde az eşya vardı ve o oyuncak da komşunun eskisiydi. Babam içeri girdiğinde, kısa saçlı ve karalanmış oyuncak bebeği elimden aldı ve incelemeye başladı. O an, odamın soğuk duvarları arasında kaybolmuş, kırılganlığımın bir kez daha farkına varmıştım.

"Bunu nereden çaldın?"

Babam çalmak kelimesini sık sık kullanırdı. Anneme sorduğumda "anlamı izinsiz almak demek ve yanlış bir davranış güneşim" demişti.

"Baba ben onu çalmadım. İzin aldım alırken" demiştim. O yaşta bile "Annem aldı o oyuncağı" diyememiştim. Çünkü anneme benden daha çok vuruyordu.

"Öyle mi? Demek izin aldın, peki?" dedi babam, soğuk bir ifadeyle. Babamın elleri hızla hareket etti ve bebeğimin kafasını vahşice koparıp yüzüme doğru fırlattı. O anın acısıyla titreyen bedenim, korku ve şaşkınlıkla dolup taşıyordu. Ama sadece kendi acımı değil, bebeğimin de yaşadığına üzüldüm. O masum yüz, şimdi paramparça ve yerlerde savrulan birer parça halindeydi. Diğer oyuncağım olan arabayı gizlemiştim, ama bu bebeği daha çok seviyordum ve onunla oynamak istiyordum. Babamın ani tepkisi, çocukluğumun zorlayıcı anılarından birini daha eklemişti. 

Derken, odadan gelen çaresiz çığlıklarla annemin varlığı belirdi. O da, babamın öfkesinden payını almıştı. O an, odanın içindeki sessizlik daha da boğucu bir hal aldı ve içimdeki küçük çocuk, hayatın acımasız gerçekleriyle daha da yüzleşmek zorunda kaldı. Gözlerimdeki yaşlar, aynı zamanda içimdeki güçsüzlüğü de yansıtıyordu.

🍁

Sabah güneşinin ilk ışıkları, odamın penceresinden içeri süzülerek beni uyandırdı. Gözlerimi yavaşça açtım ve saat 07.00 olduğunu gördüm. Hafif bir esinti odanın içine dolarken, spor yapma isteğiyle yataktan kalktım. Spor rutinimi tamamlayıp duş aldıktan sonra vücudumu saran rahat spor taytımı giydim ve üzerime salaş bir tişört geçirdim. Tazelenmiş hissederek odamdan çıktım. 

Güzel bir kahvaltı hazırlayarak, annemin odasına gitmek üzere yola çıktım. Koridor boyunca adımlarımın ritmiyle birlikte içimdeki huzursuzluk giderek artıyordu. Her adımım, geçmişin yankılarını daha da canlı hale getiriyordu. Ruhumun derinliklerindeki hüzün, günün getirdiği belirsizlikle birleşerek içimi kaplıyordu. 

Bilinmezlik, korku ve endişeyle dolu düşüncelerle annemin odasına yaklaştım. Attığım her adımda, geçmişin izleriyle yeniden yüzleşiyordum ve içimdeki kararsızlık belirginleşiyordu.

Annem huzursuz bir şekilde uyuyordu, yatağında hafifçe kıvrılmış halde. Bir süre onu izledim, sessizce nefes alışverişini izlerken içimde bir huzur dalgası hissettim. Sonra, yanağına kocaman bir öpücük kondurdum, sevgi dolu bir jestle. Yavaşça gözlerini açtığında sevgi dolu bir bakışla karşılaştım.

"Sultanım haydi kalk, kahvaltı hazır. "

"Günaydın kızım. Saat kaç?" Derken yataktan da yavaşça doğruluyordu.

"Saat 09.30'a geliyor uykucu. Haydi kalk da güzel bir kahvaltı yapalım."

"Tamam bebeğim geliyorum" diyen anneme sıcacık tebessüm edip odadan çıktım.

Annem, salona oldukça üzgün bir şekilde girdi. Normalde şen şakrak bir kadın olan annem, bu olaylar yüzünden doğal olarak benim gibi, üzgün ve endişeliydi. Gözlerindeki hüzün, odayı dolduran sessizliği daha da ağırlaştırıyordu.

Kahvaltımızı da sessizlik içinde yaptık. Birbirimize bakarken, içimizdeki karmaşık duyguları ifade etmekte zorlanıyorduk. Ancak sessizlik bile aramızdaki bağı daha da güçlendiriyordu.

Kahvaltı bitiminde annem, sofrayı toplamak için harekete geçince onu durdurdum. "Anne sen çık hazırlan. Ben hazırım zaten masayı ben toplarım."

Annem konuşmadan kafa sallayarak beni onayladı ve odasına doğru ilerledi. Arkasından derin bir nefes alarak baktım ve sofrayı toplamaya başladım. Bulaşıkları makineye yerleştirince tüm işim bitmişti. Annem de salona hazır bir şekilde gelince, üzerime montumu giyinerek kapının önüne ilerledim. Annem de ayakkabılarını giydi ve birlikte evden çıktık.

Dışarı adım attığımızda, taze havanın ferahlığı yüzümüze çarpıyordu. Bu ani olaylara tezat güzel hava içimizdeki hüzün bulutlarını dağıtmaya başlamıştı. Birlikte yürürken, sessizlik içinde bile birbirimizin varlığının gücünü hissediyorduk. Yolda ilerlerken, yaşadığımız zorlukların üstesinden birlikte gelebileceğimize olan inancımız daha da güçleniyor gibi kol kola girmiştik.

Hastaneye adım attığımızda, gri tonlardan oluşan koridorlar bizi başhekimin odasına yönlendirdi. Odada bir araya gelmiş diğer aile üyeleriyle birlikte, her bir yüzde derin bir üzüntü belirginleşmişti. Yanlarında duran daha önce görmediğim bir genç vardı. Gül'ün solunda oturan Göktuğ ile diğer tarafta oturan tanımadığım adam, odanın içinde gergin bir atmosfer yaratıyordu. Bu gençle göz göze geldiğimde, sanki bir aynaya bakıyormuşum gibi bir tuhaf bağ hissettim. Adını dahi bilmediğim bu genç, benim erkek versiyonum gibi görünüyordu. Göz rengimiz dahi yüz hatlarımız birbirine çok benziyordu.

Bu beklenmedik benzerlik karşısında şaşkınlıkla dolarken, odadaki sessizlik daha da belirginleşti. Tanımadığım bu gençle aramızdaki bağın ne olduğunu anlamaya çalışırken, içimde garip bir heyecan ve merak belirmeye başladı.

Sare Hanımın bakışları ise karmaşık bir düşünce veya içsel bir çekişme barındırıyor gibiydi. Diğerlerine göre yüz ifadesini hep sabit tutarak ne düşündüğü konusunda kararsız kalmamı sağlıyordu. İçlerinde en çekinilen ve soğuk duran oydu.

Kapı açılıp başhekim Vildan hanım içeriye girince, anneme ve bana sırayla "Hoş geldiniz" diyerek elini uzattı. Onunla el sıkışıp boş sandalyelere yanyana oturduk. Biz oturunca başhekim de masasına geçti ve oturdu.

Başhekim, odanın içindeki gergin atmosferi sezinleyerek, "Biliyorum, bu durum iki aile için de çok zor. Uzatmadan sonuçları açıklayayım," dedi. Ellerindeki zarfı nazikçe açmaya başlarken, annem sıkı sıkı elimi tutmuştu. Odada anın gerginliğiyle dolup taşarken, başhekim zarfın içindeki önemli bilgileri okumaya başladı. Her kelime, odadaki her bir nefesi donduruyor gibi hissettiriyordu.

"Abdullah Türk ve Gökçen Toprak arasında yüzde 99,9" Diyerek açtığı diğer zarfı da eline alıp, "Özgü Yılmaz ve Gül Türk arasında yüzde 99,9 ilişki bulunmaktadır," diyerek bize bakmaya başladı.  Başhekimin bu sözleriyle, odanın içi bir anda duygusal bir volkan gibi patladı. Karışık duyguların yarattığı bir karmaşa etrafımızı sardı. Annemin eli, benimkini daha da sıkı tutuyordu, adeta son kurtuluş umudunu belirleyen bir tutamak gibi. Gül ve Göktuğ, içlerindeki acıyı dışa vurmanın tek yolunun gözyaşları olduğunu düşünerek birbirlerine sarıldılar. O an odanın içindeki hisler, yoğun bir duygu fırtınası gibi etrafımızı sarhoş etmişti. Beklenmedik bir dönemeçte kaybolmuş gibi hissediyordum. Gelecek ne getirecekti, nasıl bir yol izlemeliydim, bilinmezliklerle dolu bir labirentin içinde yolu bulamıyordum. Ancak bu belirsizlikle birlikte, içimde bir umut ışığı da yanıyordu.

Abdullah Bey ve ismini bilmediğim genç adamın gözleri kızarmıştı, sanki içlerinde duygularını saklamak için çabalıyorlardı. Sare Hanım ise hiçbir mimik değişimi göstermiyordu; yüzünde ne şaşkınlık ne de endişe vardı. Benim ruh halim kötü olduğu için detaylı bir inceleme yapamamıştım, ancak Sare Hanım'ın bu tepkisizliği normal değildi. Kızının gerçek kimliği ortaya çıkmıştı, ama Sare Hanım şaşkınlık dahi yaşamıyordu. Bu durumu daha sonra düşünmeye karar verdim ve annem bana sarıldığında gözlerimi kapatarak karşılık verdim.

O an, odanın içindeki sessizlik, beklenmedik bir sükûneti andırıyordu. Herkesin içinde yatan duygular, sanki bir örtü altında gizlenmiş gibiydi. Benim iç dünyamda ise fırtınalar kopuyordu. İçimde derin bir kafa karışıklığı ve belirsizlik vardı. Belki de hayatımın bu anında, yaşadığım olayların gerçek boyutlarını kavrayamamıştım veya henüz hissetmemiştim. Ama bir yerlerde, bu sessizliğin ardında yatan daha derin bir gerçeği hissediyordum. Bu sessizlik, belki de bir fırtınanın öncüsüydü, ve ben, sakin suların altında biriken dalgaların varlığını sezgiyle hissediyordum.

Anneme sarıldığım an, içimde bastırdığım duyguların yavaş yavaş yüzeye çıkmasını hissediyordum. Yıllar boyunca bu kadar derin bir hissiyatı yaşamamıştım. Hayatım boyunca duygusal anlamda kendimi korumak için çabalarken, babam olacak adamdan kurtulduğumuz gün, kendi içimde ağlamayacağıma dair kendime söz vermiştim. Ancak şimdi, bu sözlerin anlamı silinmiş gibiydi. İçsel duvarlarım yıkılmış, duygusal bir fırtına içinde kaybolmuştum.

Annemin sıcaklığı, içimdeki buzları eritiyordu ve duygusal kalkanlarımın ardındaki güçlü duygular dışarı taşıyordu. Onun kollarında, yıllar boyunca sakladığım acılarım ve korkularım dışa vuruluyordu. Artık duygularımın kontrolünü kaybetmiştim ve bu his, hem korkutucu hem de bir o kadar özgürleştiriciydi. İçimde yatan duyguları serbest bırakmak, uzun zamandır bastırdığım duygusal ağırlığı hafifletiyordu. Bu an, içsel bir dönüşümün başlangıcıydı ve ben, artık duygularımla yüzleşmekten kaçamayacağımı biliyordum.

Geçmişte yaşadıklarım, içsel bir yük oluşturmuş, bu yükün içinde kaybolmuş gibiydim. Üzüntülerim, çabalarım ve yaşayamadığım çocukluk anılarım, sanki gri tonlarda bir tablonun içinde karışmış gibiydi. Her bir an, anlamsız bir hüzünle dolu, geçmişin sisli hatıralarıyla işlenmişti. Küçük bir karışıklık, bu labirentte kaybolan anıların anlamını kavramamı zorlaştırıyordu. Bu karmaşa içinde yaşamın anlamını sorgulayan bir yorgunluk hissiyle dolu hissediyordum.

Şans, kader, olması gereken... Bu kelimelerin ardında yatan gerçek neydi? Belki de hayat, sadece tesadüflerle dolu bir rastlantılar silsilesiydi. Ya da belki de her birimizin yazgısı önceden belirlenmişti ve her yaşadığımız olay, bir kaderin parçasıydı. Peki ya olması gereken? Kim belirlerdi bunu? Her şeyin bir sebebi olmalıydı, değil mi? Ve belki de en trajikomik yanı, tüm bu sorgulamaların sonunda ortaya çıkacak cevabın, sadece koca bir şaka olmasıydı...

Zaman geçtikçe, bunun sebebinin bu saydıklarımdan hiçbiri olmadığını, her şeyin bir plan dahilinde yapıldığını, hayatımı mahvetmek için ve hayatımı kurtarmak için şu an tanımadığım bazı insanların nasıl seferber olup, kördüğüm olaylara sebebiyet verdiklerini anlamam çok zamanı bulmayacaktı...

Bu hastane odasında, şimdiki zamanda düşüncem, sadece böyle olmuş ve bu şekilde yaşanılmıştı. Kadere isyan edemezdim, edemezdik. Bu odanın sessizliği, sanki tüm dünyanın nefesini tutmuş gibiydi. Gözlerim odanın gri tonlarından oluşan perdelerinde dolandı boş boş. Derin bir nefes aldım, hayatın oyununu kabul ettiğimi ve artık kendi ritmimi bulduğumu hissederek. Kimseye de önyargılı yaklaşmayacak, akışına bırakacaktım. Ben hayatımda birçok şeyi görmüş ve yaşamış bir kadındım. Hiçbir şey beni yıkamazdı artık. İzin vermeyecektim. Bu yüzden asla ağlamayacaktım. Hayatıma kaldığım gibi devam edecektim.

Ya da öyle sanıyordum...

"İzninizle," dedim, annemin ellerini titreyen ellerim arasında hissederek, nazikçe ayağa kaldırdım. Hastane odasının kapısını açtığımda, soluksuz bir kararlılıkla annemi dışarı çıkarmaya odaklanmıştım. Arkama dönüp koridorun ışığında annemin gözlerine baktım; karışıklık, hüzün bulutları gözlerine uğramıştı.

Hastaneden çıkarken adımlarımızın sesi, sessizliğimizi boğuyordu. Annemin elini sıkıca tutarak onu peşimden sürüklerken, duvarlar arasında yankılanan hastane kokuları geride kaldı. Bahçeye adım attığımızda, annem durdu ve ben de durmak zorunda kaldım. Nefes nefese kalmış annemin yüzündeki yorgunluğu görmek, kalbimi ağırlaştırdı. O an, sadece birbirimize baktık, sessizlik içinde, yaşanmışlıkların ağırlığını taşıyan bir bakışla...

"Kızım dur nefes alayım," diyen annemle, üzgünce ona sarıldım. Annem ağlamaya devam ediyordu ama ben gözümden tek damla yaş akıtmayacaktım.

"Sonuç hiç önemli değil," dedim, annemin yüzüne bakarken. Ellerimde hissettiğim sıcaklık yılların birikmiş samimiyetini taşıyordu. "Sen benim annemsin. Biz yıllardır iyi günde de kötü günde de birbirimizin yanında olduk."

O an, annemin gözlerindeki karışık duyguları sezinleyebiliyordum. "Beni sen doğurmuş ya da doğurmamışsın, bunun benim için hiçbir önemi yok. Ancak o ailedeki kız senin öz kızın. Onu tanımak istersen, ben de seve seve tanımak isterim."

Annemin gözyaşları yanaklarına süzülüyordu. "Sana bu yüzden asla gocunmam da alınmam da sultanım. Bana söz ver, tanımak istersen lütfen adım at" diyerek anneme bakarken, onun gözyaşlarını nazikçe silmeye başladım.

"Kızım benim için hiçbir değişiklik olmayacak. Kimseyi tanımak istemiyorum. Benim her şeyim, tüm dünyam sensin. Benim bu hayatta senden başka kimsem yok." Diyen anneme kızgın bir yüzle bakmaya başladım. Şu an aşırı duygusal olduğu için doğru karar veremiyordu. Annemi çok iyi tanıdığım için bu sözlerin gerçek düşünceleri olmadığını biliyordum. Onun kalbi, sevgisi tüm dünyaya yeterdi.

"Anne lütfen," dedim sesimde samimiyetle titreşirken. "Ben sana git, benim yerimi başkasıyla doldur demiyorum ki. Zaten ömrüm boyunca senden asla ayrılamam. Ancak bir şans verebilirsin, o kızı da tanıyabilirsin, tanıyabiliriz."

O an, annemin gözlerindeki karışık duyguları sezebiliyordum. "O aile pek sıcak bir izlenim vermese de, kızın yüzündeki o meraklı ifadeyi ben fark ettim. Sana merakla bakıyordu. Bence senden bir adım bekleyecek." Gözlerimdeki kararlılıkla devam ettim, "Lütfen geri çevirme bu ricamı." Annemin yanaklarından hâlâ süzülen gözyaşlarını silmeye çalıştım.

Annem, "Tamam kızım, tanımak için adım atacağım" dediğinde, yüzünde karışık duyguların izleri hâlâ vardı. Ben ise buruk bir gülümsemeyle anneme yaklaşıp, duygusal bir anın hüznünü paylaşan bir sıkı sarılma gerçekleştirdim.



❤️

Continue Reading

You'll Also Like

664K 42K 33
TAMAMLANDI Yzb. Yiğit: bordodan gelen yzb. Ela? Yzb. Yiğit: ne +9054372: derdinizi alay komutanına anlatırsınız +9054372: size iyi yürüyüşler
28.8K 2.6K 36
"Ellerini uzattı tutayım diye ama tutamadım, yapamazdım. Olmaz dedim, elini geri çekti başını eğerek. -Elimi veremem ama burası senin dedim elimle k...
11.1K 1.8K 7
Özgürlüğe susamış ateşböcekleri adlı ilk kitap. Ateşböcekleri ışıklarıyla her geceyi aydınlatır mı? Ya o karanlık aydınlanmak istemezse? Geçmişi ateş...
1.7M 49.5K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..