Bu bölümü drms_ecenur ve Bunnycheryy ithaf ediyorum
Keyifli okumalar
Yüzüme vuran alev alev çöl ateşi, tenimi alaz alaz kavurmaktaydı. Bedenim sanki sıcak güneşin altında değil buz dağlarının altında kalmış gibiydi. Kulaklarımda uğultu, çınlama, zihnimi ele geçirmek isteyen düşünceler... Kabuslar... Yılanlar...
Boğazıma dolanan yılanlar, nefesimi kesen pullu soğuk derileri... Tir tir titreyen ellerim boğazıma geçmişken tırnaklarım derimi yırtmak üzereydi.
Nefes alamıyordum.
Kalbim sıkışıyor, bedenim zangır zangır titriyordu.
Bitmişti, bitmiştim. Bizi bitirmişlerdi.
Belki de hiç başlayamamıştık ki!
Hayatımı çalmış, nefesimi kesmiş, bedenimi ele geçirmişlerdi. Bir canın elinden özgürlüğünü almış, tutsak etmiş, bedenine paha biçmişlerdi.
Hayatımı yok edenin hayatını kurtarmışlardı.
Avukatım Timur'un söylediği İtalyan avukatlar... Hakimin çıkardığı af... Karartılan deliller... Her şey apaçık meydandaydı. Ben kördüm.
Bir şeylerin yanlış ve yalan olduğunu en başında anlamalıydım. Herkes nerede diye sorduğumuzda Yeliz'in 'Arnaldo Lux' e gitti. Şafak ve Ayda Riccardo'nun odasında' dedikten sonra herkesin mutfağa gelmesinden anlamalıydım. Ne Arnaldo Lux'e gitmiş ne de Şafak ve Ayda Riccardo'nun odasındaydı.
Ayda'nın çığlığı aslında benim atmam gereken çığlıktı. Yapamadım. Gördüğüm görüntü donup kalmama neden olmuşken bastonun çıkardığı ses kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu.
Tak tak tak
Şuan hep beraber Luca, Xiang, Adla ve yanlarındaki adama bakıyorduk. Elindeki bastonu tüm gücüyle masaya vurup 'tak' sesi çıkartan adama. Dikkatleri üzerine çeken, kabuslarıma giren adama, Çakal'a.
Zaman durmuş, hayatın akışı sona ermiş gibiydi. Kulaklarımda derin sessizlik, gözlerimin önünde soğuk rutubet kokan bodrum... Kaçırılışım, kaçışım ve yakalanışımız. Pis gülüşü, iğrenç bakışları... İki yıl boyunca hiç değişmemiş hala aynı aç, soğuk bakışlarını bir yılanın sakinliğiyle üzerimize dikmişti.
Dilim damağım kurumuş, bedenim sanki buz tutmuş gibi zangır zangır titremeye başladığında, üşümeye başladım. Gözlerim kararmaya başladığında bebeğim için bayılmamam lazımdı. Nefes almam lazımdı. Hayatta kalmam lazımdı. Kaçmam lazımdı. Hemen buradan kaçmalıydım. Dönemezdim. Geri dönmemeliydim. Adımlarım geri geri giderken kollarım sımsıkı karnımı sarmıştı bebeğimi koruma iç güdüsüyle.
Koluma değen soğuk bir el beni durdurmak istediğinde çığlık atarak kolumu savurdum. Tutsak edemezlerdi, bir daha olmazdı, olmamalıydı. Belime dolanan bir kol beni büyük bir bedene bastırdığında çığlık çığlığa göğsünü yumrukladım. Gözlerim dolmuş, artık net göremez olmuştum. Ne etrafımdaki kişileri ne de sesleri duyuyordum. Kulaklarımda yankılanan Ayda'nın bodrumda attığı çığlıklardı. Sedef'in 'vur Gökan' diyişiydi. Beyaz tende şaklayan kırbacın bıraktığı kıpkırmızı izdi. Bedenimde gezinen kirli ellerdi ve ben, o ellerden kurtulmalıydım.
Tüm gücümü verip tekmeler savurmaya başladığımda bedenimi saran güçlü kollar önce bırakmak istemesede sonradan bıraktı. Beni esir eden ellerden kurtulur kurtulmaz Ayda'nın elini tutup koşmak istedim. Tıpkı orman yolunda el ele koştuğumuz gibi. O zaman kendi canımız için kaçarken şimdi evlatlarımız için kaçacaktık.
Gelmedi. Elimi bıraktırıp başını iki yana salladı. Ellerini havaya kaldırıp bana bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Kaçmayacaktı ama benim kaçmam lazımdı. İkinci kez düşünmedim.
Koştum. Hızla koştum. Yedi aylık hamile bir kadının yapmaması gerekeni yaptım. Her işi yavaşça yapmam gerekirken, düşük tehlikesi olduğunu bilmeme rağmen koştum. Evladımı kurtarmak için ona zarar verebilecek olduğumu düşünemedim. Tek düşündüğüm kaçmaktı. O bodruma dönmemek için yalnızca kaçmak. Bebeğimin de aynı şeyleri yaşamaması için kaçmak. Kendim için değil, evladımın geleceği için kaçmak.
Ne çevremdeki insanlar ne de yakıcı çöl güneşi bana engel olabilirdi. Bir anne, evladının tehlikede olduğunu anlarsa tüm dünyaya meydan okurdu. Ben de öyle yapmıştım. Garaja girdiğimde elime geçen anahtarı alıp arabaya koştum. Marcio'nun arabası. Siyah arabaya binip garajdan çıktığımda aklımdaki tek şey tarihin tekerrür etmemesi için dua etmekti.
Karnıma keskin bir bıçak girmiş gibi bir ağrı girdiğinde nefesim kesildi. Bacaklarım titriyor, göğüs kafesimde inanılmaz bir acı vardı. Karnım geriliyordu. Bebeğim gerginliği ve benim korkumu hissetmiş olacak ki az önce hiç kıpırdamazken şimdi huzursuz olup yerinden çıkmak için acele ediyordu. Derin derin nefes alıp verdiğimde bir elimi karnıma koyup sakinleşmeye çalıştım. Fakat bahçe kapısının önünde durup geçmeme izin vermeyen korumalar bana Şile'deki evden kaçışımı hatırlattı. Yolda duran arabaların ve korumaların arasından geçip gitmiştim. Şimdi de aynısını yapmalıydım. Hızımı arttırıp gaza bastığımda yüzlerinde oluşan endişeyi görüyor fakat konuşmalarını anlamıyor sadece anlamsız bağırışlar duyuyordum.
Durmayacaktım, durmadım da. Onlar da anlamış olacak ki kapıyı son anda açtılar. Küçücük alandan hızla geçip yola çıktığımda iki yandan gelen gümbürtü, aynaların koptuğunu gösteriyordu. Araçta ikaz lambaları yandığında da durmadım. Ana yoldan otoyola çıktığımda arkamda beni takip eden siyah araçların selektör etmesini umursamadım. Yan aynalar olmadığı için onları dikiz aynasından görüyor, araya mesafe koymak için tehlikeli manevralar yapmak zorunda kalıyordum. Aracın hızı arttıkça kalp atışlarım hızlandırıyor bu da bebeğimin rahatsız olmasına neden oluyordu.
Geriliyordum. Hızımı arttırdıkça kalbim sıkışıyor, hızlı hızlı alıp verdiğim nefeslerim sıcak havayla yüzüme çarpıyordu. Kasıklarımda hissettiğim ikinci kasılma, aklımı alacak kadar uzun ve acılıydı. Çığlık attığımda acıdan bacağım kasıldı, pedalde basılı kalan ayağım aracın hızını daha da arttırdı. Bir elimi karnıma koyup okşadığımda içimden dua ediyordum, arkamdaki araçları atlatmak için.
Karnımdaki kasılma geçtiğinde ayağımı gazdan çekebilmiş, son anda bir kamyonun sağından geçmek zorunda kalıp yoldan dışarı savrulmaktan kurtulmuştum. Arkamdan gelen araçları atlatmış, izimi de kaybettirmiştim. Otoyoldan çıkıp yol üzerinde gördüğüm karavan kamp alanına ilerlediğimde yoldan gözükmeyecek bir kenara çekip durdum. Beni bulmaları yakındı, aracın GPS sisteminden bulurlardı. Bu yüzden aracın torpido gözünden Marcio'nun sakladığı tabancayı aldım. İgnazio'nun saldırısından sonra tüm araçlara silah ve gerekli bir kaç malzeme konmuştu. Marcio'nun aracındaysa şansıma bir tomar para da vardı. Hepsini alıp karnımın altına, eteğin bel kısmına sıkıştırdım. Karnım kocaman olduğu için sakladığım parayı ve silahı kimse fark etmeyecekti.
Araçtan çıkıp uzaklaştım. Kampın girişi yerine çıkışına ilerledim. Onları şaşırtmalıydım. Beni bulamayacakları bir yere kaçmalıydım. Kaçmalıydım çünkü güveneceğim kimsem kalmamıştı artık. Ayağımdaki terlikler topraktan toz kaldırırken ağaçların arasından ilerledim. Kampçıların meraklı bakışları altında ilerlerken beni gören herkes aleyhime şahitti.
Gözlerim dolu dolu olduğunda daha bir kaç saat önce ne kadar da mutlu olduğumu düşünüp tek derdimin Enzio'nun turuncu pantolon giymeyi sorun etmesini düşünüyordum. Hayatımda dert ettiğim şeyin aslında gerçek dertler karşısında hiç bir zorluğu yokmuş. Kocam ve ailesi, Çakal'ın aslında akrabaları olduğunu, ortakları olduğunu saklamışlardı. En başından beri her şey planlıydı. Türkçe konuştuklarını sırf bu yüzden saklamışlardı. Aslında bizim hakkımızda bilgi toplamak için değil, Luca sevmiyor diye değil, Çakal'ın kim olduğunu, kendi kimliklerini saklamak için yapmışlar ve başarılı da olmuşlardı.
İçim soğumuyordu. Enzio'nun o akşam benden gözlerini kaçırma nedenini görmek içimdeki yangınları büyütüyordu. Az kalmıştı. Çok az kalmıştı. Gideceğiz demişti her şey geride kalacak demişti. Gerçekten de gidecek miydi peki? Dayısını daha ne kadar saklamaya devam edecekti?
Ya Ayda'ya ne demeli? Elini tutup kaçmak istediğimde geride kalmıştı. Evladını bırakamazdı ama alıp benimle de gelmemişti.
Kafam çok karışıktı. Gözlerim bulanık, kalbim çok hızlı atıyordu. Nefes nefese kaldığım için dilim damağım kurumuş, çöl sıcağı bedenime işlemeye başlamıştı. Gözlerimi kısıp güneşe baktığımda saatin ilerlediğini güneşin tepedeki konumundan anladım. Bu sıcakta, susuz kalıp fenalaşmak istemiyordum. Nereye gideceğimi bile bilmeden yürürken önce bir yere oturup düşünmeliydim belki de.
Ne kadar zaman geçerse geçsin, insan yaşadıklarını unutamıyordu. Psikolojik destek de almış olsam geçmişte olanları değiştiremiyordum sadece onunla yaşamayı öğreniyordum. Öğrenmiştim de. Kabuslarımı atlatmayı, geçmişi inkar etmeden ama isyan da etmeden yaşamayı öğrenmiştim. Suçluların ceza alması için uğraşmıştım. Yeni bir başlangıç yapmış, bir çok şeyin üzerine çizgi çekmiştim. Ben başarmıştım. Güçlü bir kadın olarak geri dönmüştüm ama onlar bugün beni tekrar düşürmüşlerdi. Bu sefer dizlerimin üstüne de değil, yere kapanmıştım boylu boyunca.
Kamp alanından çıkıp ilerkediğimde bana doğru gelen şehirler arası otobüs aradığım fırsattı. Elimi kaldırdığımda durdu, yarı yarıya dolu olan otobüsün son durağına ücret ödedim. İlerleyip boş yerlerden birine oturduğumda aklım geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalmıştı. Başımı cama yaslayıp gözlerimi kapattığımda ertelediğim karanlık beni etkisi altına aldı.
⛓️⛓️⛓️
Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda beni karşılayan gün batımı oldu. Otobüs hala hareket halinde yolda ilerlerken çöl manzarasının yerini deniz almıştı. Deniz kenarında oturmuş gün batımını izleyen çiftler, köpeğini gezdirenler, çocuklarıyla yürüyüş yapanlar... Aileler, sevgi dolu beraberlikler, huzur... Sahip olmak istediğim ama bir türlü olamadığım her şey. Gözlerimden bir damla yaş aktığında boğazım düğüm düğümdü. Tutamadım kendimi dudaklarımdan bir hıçkırık fırladı. Göz yaşlarım ardı ardına akıp çenemden aşağı akarken yan tarafımdan uzatılan mendil görüş alanıma girdi.
"İyi misiniz?"
Sarışın, çekik mavi gözlü bir kadın. Kısa boyu, yuvarlak basık yüzü, sarımsı teniyle biraz çinlileri andırsa da farklı bir havası vardı. Merak dolu bakışları ışıl ışıldı. Elindeki peçeteyi alıp burnumu yavaşça sildim. Gözlerim üzerinde ve otobüsün diğer yolcularındaydı. Boş koltukların tamamı dolmuştu. Bu durum içime su serpmişti. Yanıma özellikle oturmuş başkalarının adamı olup olmadığını, takip edilip edilmediğimi bilmiyordum. Sıradan biri gibi görünse de temkinli olmalıydım.
"Evet teşekkür ederim iyiyim, sorun yok."
Zorla gülümseyip tekrar dışarıya baktım. Ben konuşmak istemesem de onun bırakmaya niyeti yok gibiydi.
"Son aylar sanırım?"
İnce ve aksanlı konuşması uzak doğulu olduğu konusunda haklı olduğumu destekler gibiydi.
"Evet yedi ay bitmek üzere"
Elimdeki mendille göz yaşlarımı kurulayıp, burnumu temizledim. Yumruğumun içinde buruşan kirli mendili koltuğun yanındaki minik çöp kutusuna attığımda yeni bir mendil uzattı. Zorla tebessüm edip aldım. Bugün daha çok ağlayacaktım.
"Nereye gidiyorsunuz? Ailenizi ziyarete mi?"
Ailem... Ah annem! Şimdi kızının karnı burnunda koştuğunu, canını kurtarmak için kaçtığını bilse nasıl üzülür içi yanardı. Ah babam! Benim bu halde olduğumu bilse ilk uçağa atlayıp gelir beni alırdı. Üzüntüden kahrolurlar, beni korumak için de ellerinden geleni yaparlardı. Şimdi olanları söyleyip onları da üzemezdim.
"Son durağa kadar gideceğim."
İnce kaşları sözlerimden sonra hafif kalksa da hemen kendini toparladı.
"Öyle mi? Ben de son durakta ineceğim. Sizin gibi tatlı bir bayanı bulduğum için çok şanslıyım. Yol boyunca sıkılmak yerine muhabbet etmeye ne dersiniz? "
Donuk bakışlarına tezat heyecanlı çıkan sesine başka zaman olsa kesinlikle evet derdim ama kafam bu kadar karışıkken kimseyi çekmek istemiyordum.
" Yorgunum biraz uyumak istiyorum belki daha sonra konuşuruz. "
Son durağa kadar uyumasam bile gözlerimi kapatacağımdan eminim.
Bu otobüs son durağa ne zaman varacak?
⛓️⛓️⛓️
Kimler Çakal'ın Enzio'nun dayısı olmasını bekliyordu?
Eski bölümlere gidip yorumda spoi vermeyin lütfen
Müge kaçmakta haklı mı? Siz olsanız ne yapardınız?
Sizce Müge nereye gidiyor?
Sizce neler olacak?
Bebeğe bir şey olmuş mudur?
Gelecek bölümde görüşmek üzere