55: Anıların Dilsiz Hayaletleri

2.2K 185 48
                                    

Selamun Aleyküm. Tam anlamıyla dönmüş bulunuyorum.

Nasılsınız? Ben iyiyim, şükür ve keyifli okumalar diliyorum.

🍀

Bölüm şarkısı
Tuğkan/ Kusura Bakma

🍀

Geçmeyen zamanın hızlı hızlı akmaya başladığı anda birkaç saat içinde Diyarbakır'dan ayrılıp benim için meçhulün kapısını aralayan İstanbul'un sınırlarına girdik. Değişen bir şey yoktu. Deniz aynı denizdi, gök aynı göktü, binalar hala yerinde olmakla beraber inşaat ve insan sayısı artmıştı. O geniş araziden, insanın içini sukünütle rahatlatan ormandan, yayladan sonra bu gökdelenlerin arasına girmek ruhumun daralmasına sebep olmuştu.

Uçak inişe geçtiğinde kemerimi bağladım. Yol boyunca yanımda olan babam itaplarımdan birini çantamdan çıkarıp kesintisiz okumuştu. Arada kafasını kaldırıp bana bakmış müzik dinlediğimi, telefonumla ilgilendiğimi veya bir şeyler atıştırdığımı görünce sessiz kalmıştı. Beni bir nebze anladığını biliyordum. Bir zamanlar belli gerekçelerle dedemin ona yaptığını şimdi daha haklı bir gerekçeyle o bana yapıyordu.

Yürek sızısının çetrefilli ağrılarıyla başa çıkmayı başarabileceğimi biliyordum. Kader bunu getirmişse hayırlısı bu olmalıydı.

"Ben müsaaden olursa direkt evime geçeceğim baba. Kliniğe uğramam gerekiyor." Havaalanından çıkarken abimin söyledikleriyle valizimi sürüklemeyi bırakıp durdum.

"Evim derken?" evini ayırdığını bilmemek kendimi bir kez daha dışlanmış, yabancılaşmış, yalnız hissetmeme sebep oldu. Abim gözlüklerini çıkarıp bana baktı.

"Kliniği taşıdık. Her gün gidip gelmek zor olduğu için mecburen taşındım Bersin." Kafamı sessizce salladım. Böyle ayrıntılar onun için ne kadar önemsizse benim için o kadar önemliydi. Benden bir abi olarak istediği her şeyi önce kendisi yapmamakla beraber ben yapmadığımda büyük problem oluyordu. "Kızma. Oraya gelmeden bir hafta önce taşıdım zaten eşyalarımı. Söylemem gereken şeyler varken bu önemsiz geldi."

"Neymiş söylemen gereken şeyler?" benden sakladıkları bir şeyler daha vardı anlaşılan. Babam araya girdi.
"Bunları konuşmanın ne yeri ne zamanı çocuklar. Önce eve geçelim. Dinlenip şu yol yorgunluğunu üzerimizden atalım. Sonra bu meseleleri konuşuruz."  Yine elinin tersiyle bir kenara atıyordu. Bunu bilmeme rağmen ısrar etmedim. Eve gitmek ve dinlenmek istiyordum. Her şeye rağmen evimi, kitaplarımı, piyanomu, Eyüpsultan'ı özlemiştim. Evin her yanında anılarım vardı ve ben uzun süre onlara tutunacaktım.

Biz hareket edecekken çığırtkan bir ses duraksamamıza sebep oldu. "Durun yav. Bensiz mi gideceksiniz?" Kafamı omzumun üzerinden çevirdiğimde gördüğüm kişi Yunus'tu. Orta boy valizi, savurduğu saçları ve eşofman takımının dağılan paçalarıyla koşarak bize ilerliyordu. Bir an şaşkınlıktan ağzım açıldı fakat sonra zaten bunu planladığımızı hatırladım.

"Bu çocuk Şeytan gibi her yerden çıkıyor. Ne işin var senin lan burada? Renan mı gönderdi?" Yanımıza varır varmaz abim Yunus'un üzerine yürüyünce babam elini kaldırdı sakin olması için.

"Yo. Ben evden kaçtım. Renan'cığım öğrendiğinde ağzıma..." Lafının devamını getirmemesi için öksürdüğümde gözleri beni buldu. "...Yani canıma okuyacak." Babam sabır çekti.

"Ne işin var burada Yunus? Babanların haberi var mı?" Yunus valizinin üzerine oturdu. Elindeki kahve bardağının ağız kısmındaki bölmeyi açıp bir yudum aldı. Ardından babama dönüp "Yok amca. Sizi bulamadım ya uçakta. Ekonomide mi uçtunuz yoksa?" Nisa onun gibi valizini dik koyup oturduğunda etrafımızdan geçen insanlar garip garip bakmaya başladılar bize. Babam bakışlardan rahatsız olunca abim ikisini enselerinden kavrayıp kaldırdı.

MecruhWhere stories live. Discover now