Bölüm 36

131 14 88
                                    

Kronos'la ikimizin sesi birbirine karışınca rüya sanki sallandı. Percy tamamen tetikte görünüyordu. Eğer rüyada bir silaha sahip olsa şimdiye gardını almıştı. Düşük bir ihtimalle bana saldırabilirdi de. Ama pek muhtemel değildi. Acaba melezler rüyada ölürse ne oluyordu?? Bir anda aklıma gelmişti.

Derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Benim öfkem geçtikçe Kronos'un varlığı da yok oldu. O bağırma anında gözlerimin sarıya döndüğünden emindim. Percy'nin tepkisi beni bunu düşünemeye itmişti. Açıkçası rüyanın dağılacağını ya da Percy'nin okyanusa dalıp gideceğini düşünmüştüm ama öyle yapmadı. Beni çok şaşırtarak bana yaklaştı ama iki adımının sonunda ona olan bakışlarımı görmüştü ki durdu.

"Babamın benimle konuşmanı istemesinin sebebini şimdi anladım." dedim. "Neler yapmayı istediğimizi biliyordu. Ya da en azından tahmin ediyordu. Senin beni bundan vazgeçirmeni umdu sanırım." Pekâlâ, bunu asla yüksek sesle söylemem ama o an kalbimin gümbür gümbür olmasının sebebi öfke değildi. Korkuydu.

"Çok geç kaldım galiba. Styx Nehri'ne girmişsin bile."

Başımla onayladım. "Bak." diye devam etti. "Sana babamı savunmak istemiyorum çünkü telafisi ya da mazereti olmayan çok büyük hatalar yapmış sana karşı. Ama..." Omuz silkti. "Onlar tanrı!! Ellerinde değil. Bazılarının gözünde en büyük hataları ise melezleri!! Böyle düşünen varlıklardan ne bekleyebiliriz ki!? Babamın bana karşı da yanlışları oldu." Güldü. "Bizzat kendisi bana bir hata dedi."

"Ona kızgın değil misin?" Soru ağzımdan istemsizce çıkmıştı.

"İnan bana zamanında ona çok kızdım. Ama aramızı düzeltmek için elinden geleni yapıyor. Hâlâ."

"Bizim aramızın düzeleceğini sanmıyorum. Fazla geç kaldı."

"Böyle bir şey için asla geç değildir. Sana iyi bir baba olmaya çalışıyor. Ciddiyim. Zeus ve Poseidon arasında neredeyse her gün bir tartışma çıkıyor ve konunun sen olduğuna eminim."

Titrek bir nefes aldım." Haklısın. Aramız düzelmeye başladı ama... Artık gerçekten çok geç. Bunu geri dönüşü yok."

Bir anlığına cidden kızdı ve üzgün göründü. "Melez Kampı'na gel o zaman! Oradaki herkes sana yardım eder."

Sesimi alçalttım. "Anlamıyorsun! Yapamam. Beni öldürür. Belki de çok daha kötüsü. İstesem de istemesem de bunu yapmak zorundayım. Ama-"

Biri başımı ezmiş gibi bir acı hissettim küçük bir çığlıkla başımı tuttum. Dengemi kaybedince Percy beni kolumdan yakaladı. Bunu kimin yaptığı gayet belliydi. Rüya dağılmaya başlamıştı. Parmağımda küçük bir büyülü alev oluşturdum ve Percy'nin sağ avcunun ortasını hafifçe yaktım.

"Hatırla. Hatırlamak zorundasın. Zayıf noktayı bilirsen beni öldürebilirsin. Böyle olmasını istemiyorum." dedikten sonra sıçrayarak uyandım.

Karşımda bana büyük bir öfkeyle bakan Kronos vardı. Korkudan ölmek üzere olsam da dışarıya hiçbir şey belli etmedim. Eğer kalp atışlarımı duymazsa korktuğumu anlayamazdı. Yüzümü tamamen ifadesiz tutmayı başardım.

"Neler oldu öyle!? Ne yaptın sen!?!?"

Hızlıca ama dikkat çekmeyecek bir şekilde ayağa kalktım. Hani olur da kaçmam gerekirse diye. "Ne mi yaptım? Percy'le sohbet ettim. Adına sohbet diyebilirsen tabi!!"

Güldü. "Belki başlarda evet. Ama sonu öyle olmadı, değil mi? Ne yazık ki o kısmı kaçırdım. Seni uyandırmak ile meşguldüm."

Omuz silktim ama verecek bir cevap bulamadım. Kronos öfkeyle üzerime yürümeye başlayınca sırtım duvara çarpana kadar geriledim. Kılıcımı çekmeye uğraşmadım çünkü bu onu sadece daha çok kızdırırdı. Ama beni öldüremezdi, değil mi? Bana ihtiyacı vardı çünkü.

İyice dibime girip gaddarca sırıttı. "Söylemek zorunda değilsin. Ben zorla öğrenebilirim." diyerek bir elinin parmaklarını alnıma bastırdı.

Anında tarifsiz bir acı beni etkisi altına aldı. Styx Nehri'ne girmekten bile beterdi. Nerede olduğumu, kim olduğumu, kimin yanında ve ne halde olduğumu unuttum. Emin olduğum tek şey acıydı. Bütün varlığım acıdan oluşuyordu sanki. Görme ve duyma yetimi de kaybedince yere çöktüm. Bunu ardından Kronos elini çekti ve rahatlamaya derin bir nefes alabildim ama ayağa kalkmadım. O da benim önüme çöktü.

"Styx banyosu yaptığın için yenilmez olduğunu düşünüyor olabilirsin."

Korktuğum halde gözlerimi onunkilere diktim. "Ama şunu unutma. Biz titanlar yüzyıllardır melezleri öldürüyoruz. Yani sana istediğim zaman çok büyük zararlar verebilirim. Zayıf noktayı söylemenin hiçbir etkisi olmayacak. Sözüme güven."

Ani bir hareketle sağ elimi yakaladı ve baş parmağını sertçe avcuma bastırdı. Canım acımadı. Bunun acı olması mümkün değildi. Biri kalbimi sıkıyormuş gibiydi. Yavaş yavaş kalbim duruyormuş gibiydi ve içimden bir ses böyle ölürsem geri dönmenin çok da kolay olamayacağını söylüyordu. Kendimi tutamadım ve ağzımdan bir çığlık kaçtı. Öfkeyle parlayan altın gözleri sanki beni öldürmemek için kendini zor tutuyor gibi bakıyordu.

"Sana son bir şans veriyorum. Bir yanlış daha yap. Sadece bir tane. İşte o zaman daha önce hiç canının yanmadığını fark edersin."

Elimi daha sert sıktı. Gözlerim yaşlarla parlıyordu. Yüzünü iyice benimkine yaklaştırdı ve aramızdan iki santim mesafe bıraktı. Ve fısıldadı. "Son. Bir. Şans."

O ayağa kalkıp benden birkaç metre uzağa gittiği zaman kendimi kasmayı bıraktım ve kafamı dizlerime gömerek ağlamaya başladım. Belki de ilk defa ağlarken içim rahattı. Çekinme ya da utanma yoktu. Ağlamaktan utanmak da saçmaydı zaten ama Atlantis'te bize öğretilen ilk şeydi bu. 'Prensesle ağlamaz!'

Rahatlayana kadar sessizce ağladım. O sırada aşırı aptalcaydı ama kaçma planı yapıyordum. Kronos'tan kaçmam gerekiyordu. Ama nasıl?

Aklıma fikir geldiği zaman gözlerimi sildim ve ayağa kalkıp Kronos'un yanına gittim. Çaktırmadan hançerimi çıkardım ellerimi arkamda kenetledim dikkat çekmesin diye. Beni fark edince bana dönüp sorarcasına kaşlarını kaldırdı. Kısa bir an ne yaptığımı düşündüm ama gözlerindeki öfke bu düşünceyi hemen silmeme sebep oldu.

Önemli bir şey söyleyecekmiş gibi ağzımı açtım. Hançeri hızlıca kaldırıp göğsüne sapladım ve o acıyla öfkeyle kükrerken uyku büyümü yaptım. Ölümsüz olsa bile bu büyü uyumasını sağlardı. Hançer ise vakit kazanmak içindi. Öldürmesi imkansızdı ama onu yavaşlatırdı.

Kronos yere yığılınca bütün gücümle koşmaya başladım. Nefessiz kalana kadar koştum. Sonunda durdum ve güçlü bir ıslık çaldım. Birkaç dakika bile geçmeden bana yardımcı olan tatlı cehennem tazısı yanıma gelmişti. Beni tanıdığını fark edince hemen sırtına atladım. Ve beni kulübeye götürmesini söyledim. Havlayınca başımı gür kürküne yasladım ve Zeus hariç bildiğim her tanrı ve tanrıçaya yolculuk boyunca dua ettim.

Cehennem tazısı beni bırakıp tekrar ortadan kayboldu. Ben de hızlıca kulübeye yürümeye başladım. Damasen  ve Bob artık iyileşmiş olmalılardı. Tekrar sağlıklı bir şekilde kulübede olmaları lazımdı değil mi?

Sertçe yüklenerek kapıyı açtım ve onları karşımda bulmayı bekledim ama sadece büyük bir hüsran duruyordu. Onlar olmazsa bana burada yardım edebilecek başka kimse yoktu. Eğer hızlı olursam belki de kapılara ya da Hades'e gitmeyi başarabilirdim ama bunu için şanslı olmam lazımdı ve o da ben de yoktu ne yazık ki.

Kalbim korkuyla çarparken ne yapacağımı düşünüyordum ki arkamdan bir ses geldi. Kılıcımı çekip hızlıca sese döndüm. Kollarını bağlamış ve kızgın bir şekilde bana bakan Kronos'un gözleri benimkilere kitlenmişti.

"Şey, sanırım bu son şansındı."

Değişik bir bölüm oldu bence. Umarım hoşunuza gider. Medyada aşık olduğum bir şarkı var. Bu haftasonu şehir dışına çıkacağım o yüzden bölüm pazartesiye belki yetişmez salıya gelebilir ama yazmaya çalışacağım. Görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın ❤️

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now