Bölüm 24

143 16 80
                                    

Zehirlerden nefret ederim. Bazıları sadece canınızı yakar veya rahatsızlık verir. Ama asıl kötü olan sizi savunmasız bırakan zehirlerdir. İğrenç şeyler! Ama zehirlemek? Hoş bir tarafı olabilir. Ne kadar psikopat olduğunuza bağlı. Atlantis'te üretilen özel anemon zehrine bayılırım mesela. Verdiğiniz kişi anında bülbül gibi ötmeye başlar. Ancak zehirlenmek!!! Hiç mi hiç hoş değil.

Saçlarımı kesince farklı şekilde taşındığımı falan düşünmüş olabilirsiniz ama öyle bir şey olmadı maalesef. Neler olduğunu az biraz farkındaydım ama hiçbir şey yapamıyordum. Orion beni bileğimden yakalamış götürüyordu. Yanlış olabilirdim ama hançerim yoktu galiba. Öte yandan kılıcım hala belimde asılıydı. Yerde sürüklenmek ve ölümcül bir yere götürülmek dışında oldukça iyi durumdaydım bence.

Keşke biraz daha kendimde olsaydım diye düşünüyordum. Geldiğim yolu bilmek için en azından ama ne yazık ki etrafı bile zar zor görüyordum. Kronos'un ruhu hâlâ bedenimdeydi. Hissedebiliyordum fakat o da benim gibi etkisiz hâle gelmişti. Zehir vücuduma tamamen yayılırken gözlerimi açık tutacak gücü kendimde bulamadım ve huzursuz karanlığa teslim oldum.

Kendime gelmem ne kadar sürdü emin değildim ama kötü bir şekilde oldu. Orion tuttuğu bileğimden beni savurdu. Sanki bir çuval atar gibi. Sert bir şekilde taş zeminde çarptım ve yanağımı da sivri bir şey kesti. İnleyerek doğrulup oturdum. Orion sırıtarak bana bakıyordu.

"Yeni hayatına çabuk alışmanı tavsiye ederim. Yoksa çok dayak yersin!" dedi ve o an fark ettiğim demir kapıyı sertçe çarparak çıktı.

Kapı dediğime bakmayın. Aslında kapı boyunda parmaklıktı. İçeriye oradan ışık giriyordu ama onun dışında duvarlar Yunan ateşi meşaleleri ile aydınlanıyordu. Korkarak da olsa etrafa bakındım ve beni çok şaşırtan bir şey gördüm. Aslında üç şey gördüm. Üç tane insan, benim yaşlarımda. Muhtemelen de melezlerdi. Bir erkek, iki kız. Erkek olanın açık kahverengi saçları ve siyah gözleri vardı. Boyu ve yapısı hakkında pek bir fikrim yoktu çünkü oturuyorlardı. Kızlardan birinin uzun simsiyah saçları ve zehir yeşili gözleri vardı. Korkunç gözlerdi. İçleri kanlanmıştı. Bana birini hatırlatmıştı ama çıkaramamıştım. Diğer kızın kumral saçları vardı ama ara ara mavi, mor ve pembeye boyanmıştı. Gözleri ise çok güzel parlak bir mordu. Ben onları inceliyordum, onlar da beni. İkisi hakkında bir fikrim yoktu ama mor gözlü kız bence Hekate meleziydi. Gözleri bana böyle düşündürtmüştü. Belki de birbirimizle hiç konuşmayacaktık ama Kronos bu şansı elimden aldı.

Tam o anda benden ayrılmaya karar verdi ve uzaklaşıp kendi halini aldı ama diğer melezlerin onu görmediğinden emindim. Üçü gözlerimdeki değişikliği gördükten sonra ayaklandı. Bana yaklaşmaya başladıkları anda ben de hemen ayağa kalktım. Henüz benim için bir tehdit oluşturmadıkları için kılıcımı çekmemiştim. Siyah saçlı kız, hastalıklı bir kahkaha attı.

"Uzun süredir yakalamaya çalıştıkları bu muymuş!?"

Çocuk sırıtarak devam etti. "O kadar çok bahsin geçti ki beklentimizi yükselttin sarışın. Ama pek bir şeye benzemiyorsun."

Tebessüm edip başımı hafifçe yana eğdim. "Buna kızmam mı gerekiyordu? Yoksa üzülmem mi? Ağlamak da lazım mı yoksa!?"

Renkli gözlü kız koşar adım yanıma geldi. Onu engellemedim çünkü ne yapacağını biliyordum ve yapmasına izin verecektim. Tahmin ettiğim gibi çıktı. Bana yaklaştığı anda kesik yanağıma sert bir tokat indirdi. Yüzüm yana düştü ve saçlarım suratımı kapattı.

"BİZİMLE KONUŞURKEN SAYGILI OLACAKSIN!! ANLADIN MI PİSLİK!?"

Kendimi tutamadım ve sessizce gülmeye başladım. Vücudum sarsılıyordu. Çocuktan ses geldi.

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now