Bölüm 10

206 20 50
                                    

Offf!!! Yürümekten gerçekten çok ama çok sıkılmıştım. Avcılar da ne kadar kaldığını falan soruyordu sürekli. Ya duymazdan geliyordum ya da "Gelince görürsünüz." diyordum. Bana sinir olduklarının farkındaydım ama bir şekilde bu, hoşuma gidiyordu. Arada molalar vermiştik. Avcılar uyurken ben başlarında durmuştum. Çünkü uyumayı hiç istemiyordum. Şu karanlıktaki ses beni takip edeceğini söylemişti. Yani şu anda benimle beraber Tartarus'a çıkmıştı. Eğer uyursam mutlaka onu duyacağımı biliyordum. Ve sanırım henüz anlatacağı şeylere hazır değildim.

Yürümeye devam ettikçe kaybolmuş olma ihtimalimizi göz önüne almaya başladım çünkü düşününce kulübeye giden yolu ben bilmiyordum ki! Bizi kim nasıl gitmemiz gereken yere götürebilirdi acaba? Bir de bir süredir peşimizde olan parıltılı bir ruh vardı. Sürekli etrafımızda beliriyordu ama hiçbir şey yapmadan geri kayboluyordu. En sonunda bir şeyler yapmaya karar verdi sanırım. Önümüzde parıltılı bir bulut şeklini aldı. Sonra da az da olsa bir cisme kavuştu. Hayalet gibiydi, insanımsı bir şekli vardı. Belki de sadece ölmüş bir ruhtu şeklinde düşünebilirdim ama dediğim gibi. İnsanımsı.
Parıltılı ruh tam önümüzde durup süzülmeye devam etti. Ben kılıcımı hazır hale getirirken biraz arkamda olan avcılar da yaylarını kaldırıp yanıma geldiler. Ruh, çok komik görünüyormuşuz gibi güldü.

"Sizi sersem ölümlüler! Elinizdeki silahlar benim üzerimde hiçbir işe yaramaz. Ben nosoi!! Hastalık ruhu! Size verecek çok güzel şeylerim var!!" diyerek üstümüze saldırdı. Avcılar nişan aldıkları oklarını nosoiye fırlattı. Oklar, sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi nosoinin içinden geçti. Ne onu yavaşlattı ne de zarar verdi. Daha önce karşılaştığım bir canavar değildi, nasıl bir ruh olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden kılıcımla saldırıya geçtim. Kılıç, ruha değince çamura saplanmış gibi oldu. Nosoinin parlak buharı kılıçtan bana doğru gelmeye başladı. Ben kılıcımı çekmeyi başaran kadar elim tamamen buhar olmuştu. Başta herhangi bir şey hissetmedim. Avcılarla beraber geri geri uzaklaşıyorduk ki birden  kafam kopacakmış gibi hapşırdım. Bununla beraber çok uzağımızda olmayan Penthlagon, yatağından taştı. Thalia arkamdan bağırdı.

"Güçlerinle bir şey yapsana!!"

"Olsalardı yapardım." sesim tuhaf ve boğuk çıkmıştı. Burnum şişmiş gibiydi. Tıkalıydı. Gözlerim de acıyordu. Sanırım ruh tamamen hasta edememişti beni. Saman nezlesiyle atlatacaktım. Bir kez daha hapşırdım ve nehirden daha çok ateş taştı. Bu, aklıma bir fikir getirmişti. Avcılara döndüm.

"Onu oyalayın. Aklıma bir şey geldi ama zamana ihtiyacım var."

Başlarını salladılar. Oyalama işini yaparken ölmezlerdi umarım. Hemen nehre koştum. Aklımdan geçen şey gayet basitti aslında. Eğer hapşırmamla birlikte Penthlagon'u hareket ettirmeyi, taşırmayı başarabiliyorsam biraz odaklanma ile nehri kontrol edebilirdim.  Ben de nasıl bir etkisi oldurdu ya da ne kadar işe yarardı bilmiyordum ama bu, nosoiyi öldürmek için tek şansımız olabilirdi.

Ellerimi nehre uzatıp odaklandım. Başta hiçbir şey olmadı. Daha önce düşünmeden yaptığınız, içgüdü şeklinde olan bir şeyi bir anda bilerek, düşünerek yapmaya çalışmak kesinlikle hiç kolay bir şey değildi. Arkamdan çığlıklar geliyordu. Nosoi bağırdı.

"Şarbon seni ne kadar sürede öldürecek acaba!?"

Acele etmem lazımdı. Yanlış anlamadıysam Thalia hariç diğer avcılar melez değildi. Thalia da Tartarus'ta şimşek çaktırmayı başaramayacağına göre iş bana kalmıştı. Ateş yavaş yavaş yükseliyordu ama yükseldikçe kontrol etmek daha zordu. Avcı Lena yerde yatıyordu ve pek kıpırdadığı söylenemezdi. Nehri yatağından 5 metre yüksekliğe kadar kaldırdım. Bunu nosoiye yönlendirmem lazımdı ama kolay değildi.

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now