Yüzünü buruşturdu. "Bunu karşılık olarak düşünme. İsteyeceğim şey olması gereken bir şey. Eninde sonunda olacak bir şey. Sadece... Ne kadar erken o kadar iyi diyelim."

Derin bir nefes alarak kendini sakinleşmeye zorladım. Belki de babama danışmak bir hataydı. Karşılıksız iyilik... Bana böyle bir şey yapmasını beklemek çok saçmaydı zaten. Ama emindim ki Percy'e böyle bir iyilik yapardı.

"Tamam!! İsteğin nedir?" Daha saygısızca bir şey söylemeyecektim ki karşımda bir tanrı olduğunu hatırlamak beni kendime getirdi.

Biraz bana bakarak halimi değerlendirmeye çalıştı. Ya da söyleyeceği şeye nasıl bir tepki vereceğimj düşündü. Bana böyle bakması sinirleneceğim bir şey söyleyeceğini anlamama yetti. Bu yüzden sakin kalmak için elimden geleni yapacaktım.

"İstediğim şey kardeşinle tanışman. Percy'le."

Beklediğim şey kesinlikle bu değildi. O kadar şaşırmıştım ki kızmaya vaktim kalmadı.

"Neden ki?"

"Dediğim gibi ne kadar erken o kadar iyi. Belki kafanda bazı şeyleri oturtmana yardımcı olabilir."

Şüpheyle gözlerimi kıstım. Biliyor muydu? Kronos'la iş birliği içinde olduğumu? Eğer biliyorsa neden kızgın değildi ki?

"Bir de Melez Kampı'na bir git."

Kollarımı bağladım. "Kampa girmem mümkün değil. Böyle bir riski almam."

Başını salladı. "İçeri girme zaten. Ama biraz kampı izle. Nedenini sonra anlayacaksın."

Heyecanlanmıştım. Neden benden böyle bir şey istiyordu ki?

"Peki Percy'le tanışma işi nasıl olacak?"

"Acelesi yok. Sen... Sen geri döndüğünde böyle rüyalarda konuşursunuz."

"Cidden beni kurtarmayacaksın değil mi?"

"Kızım, bunu yapmam mümkün değil. Zeus'u laneti kaldırması için zorluyorum ama hiçbir şekilde fikrini değiştirmiyor. Ama onu asıl kızdıran şey senin kaderine engel olmaya çalışmam."

Şaşkınlık ve biraz korkuyla ona baktım.

"Ne demek istiyorsun?"

Gerçekten üzgün görünüyordu. "Sana gönderdiğim mektubu hatırlıyorsun, değil mi?"

Kaderin için üzgünüm demişti.

"Bunu engellemek için elimden gelen her şeyi yapıyorum ama olmuyor. Kader Tanrıçaları fazla kesim bir gelecek yazmış."

Nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Neydi ki beni bekleyen berbat kader? Ya da kimin için berbattı?

Ellerini omzuma koydu. "Ama ne olursa olsun senden hiçbir zaman ümidimi kesmedim ve kesmeyeceğim kızım. Sen beni görmesen bile ben her zaman yanındayım."

Belki de ilk defa söylediğinin yalan olup olmadığını bile umursamadan ona inandım. İnanmaya ihtiyacım vardı. Aniden ona doğru ilerleyip sıkıca sarıldım. Başım anca göğsüne geliyordu. O da kollarını bana sardı. Yüzümde küçük bir gülümseme oluştu ve kendimden beklemediğim bir şey yaptım.

"Seni seviyorum baba."

Yüzünü göremiyordum ama şaşırdığını biliyordum. Tam kendimi geri çekecekken bana daha sıkı sarıldı.

"Ben de seni seviyorum kızım."

Biraz sonra geri çekildim.

"Artık uyanman lazım." dedi.

Başımla onayladım ve ona veda ettim. Elini bana salladığında rüya dağılmaya başladı ve birkaç saniye sonra otel odasında gözlerimi açtım. Ve anında suratıma bir bardak dolusu su yedim. Sonra da odayı Kronos'un kahkahası doldurdu. Uykudan yeni kalktığımda için ıslanmamı engelleyemedim. Yüzümdeki suyu ellerimle az da olsa silerek doğruldum.

"Hayır şimdi neden böyle bir şey yaptın ki?"

"Seni uyandırmak için." Hâlâ sırıtıyordu.

"Beni uyandırmak için!! Kalkmam gerektiğini söylemen veya dürtmen yeterdi."

Omuz silkti. "Doğru. Ama o zaman eğlenceli olmazdı."

Oflayarak yataktan kalktım ve banyonun kapısına gittim. Tam girecekken Kronos'a döndüm.

"Ben çıktıktan sonra gidiyoruz. Babamla anlaştık. Beni koruyacak."

Sonuçta ona Percy'le konuşmam lazım diyemezdim. Kötü şeyler olurdu.

Başını salladı. "Araba anahtarları nerede? Odaya getirdik değil mi?"

Başımla onayladım. "Galiba masanın üstüne atmıştım." diyerek banyoya girdim ve işlerimi hallettim. Saçlarımı da hızlıca tekrar ördüm ve çıktım.

"Bence kapıdan çıkabiliriz." dedim. "Sonuçta içeri girerken bizi gördüler."

Kronos da aynı fikirdeydi. Sanki otelin müşteri gibi sakince otelden çıktık ve dün akşam arabayı bıraktığımız yere doğru ilerledik. Ben yine şoför koltuğuna geçtim. Araba sürmek hoşuma gidiyordu. Hızı seviyordum. Ayrıca bir çeşit oyun gibiydi. İnsanı mutlu ediyordu.

Bir saatten biraz fazla bir süre sonra New York sahilinde okyanusa karşı duruyorduk. Beklentiyle Kronos'a döndüm. O da neyi kastettiğimi anladı ve birkaç saniye sonra birleşmiştik.

Koşa koşa suya girdim ve su belimi geçince daldım. Hiçbir sorun olmadan denizkızına dönüştüm. Aslında tüm gücüm ve hızımla yüzersem en fazla iki saate Atlantis'e varmış olurdum ama birazcık keyfini çıkartmak istiyordum. Gayet mutlu ve orta hızlı bir şekilde okyanusta yüzüyordum. Poseidon'un kızı olduğum için hiçbir deniz canlısı beni rahatsız etmiyordu. Bazıları bir süreliğine yanıma gelip benimle sohbet ederken beraber yüzüyorduk.

Bir buçuk saat gibi bir sürenin sonunda Mariana Çukuru'nun ağzında duruyordum. Hiçbir insan çukurun sonuna kadar inmeye cesaret edemezdi. Çünkü okyanusun en derin noktasıydı. Hem vücutları kaldıramazdı hem de korkudan kalp krizi geçirebilirlerdi. Eğer yapabilselerdi sürekli efsane olarak bahsettikleri hazineyi, Atlantis'i bulabilirlerdi aslında.

Yüzümden küçük bir gülümsemeyle çukura daldım ve sakin sakin yüzmeye başladım. Derinlere indikçe etrafı görmek imkansız oluyordu. Ama bu benim için geçerli değildi. Gözlerim parıldamaya başladı ve etrafı sanki bir fenerin ışığındaymış görmeye başladım. Atlantisliler'in bir özelliğiydi bu. Ayrıca tıpkı Poseidon melezleri gibi soğuk ve basınç da onlara etki etmiyordu.

Birkaç dakikanın ardından karanlık görüşüme ihtiyacım kalmadı çünkü etraf aydınlanmaya başlamıştı. Çukurun sonuna ulaştığımda ise karşımda muhteşem Atlantis duruyordu.

Evimdeydim...

Güzel bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Umarım sizin de hoşunuza gitmiştir. Medyaya Atlantis'i koydum. Su altında olduğunu düşünürseniz sevinirim 😁 Üzülerek söylüyorum ki finale yaklaşıyoruz. Muhtemelen kırkıncı bölüm final olacak. Benimle buralara kadar gelen herkese çok teşekkür ederim. Cuma günü görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın ❤️

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now