Ateş Nehri fikrimi kullanmam için Tartarus'a çıkmam lazımdı. Bunu için de yapabileceğim tek şey yürümekti. Ölmeyecektim. Bu lanet çukurdan çıkmayı başaran ilk kişi olacaktım.

Yürüyordum. Sadece yürüyordum. Aşırı derecede sıcaktı. Sanki kaynar suyun içinde ilerlemeye çalışıyordum. Tişörtümü çıkartıp belime bağlamıştım. Üstümde bikinim vardı. Nereye gidersem gideyim içime daima bikini giyerim. Kendimi bu alışkanlık için kutluyorum.

Zar zor nefes alıyordum. Boğazım kurumuştu. Konuşacak halim yoktu. Nefes almak bile işkence gibiydi. Ne zamandır buradayım bilmiyordum ama hiç uyumamıştım. Kendi isteğimle olan bir şey değildi. Kaos... En ufak huzur ve rahatlamayı sizden uzak tutuyordu. Umutla tutunduğum bir şey vardı ama. Normalde güçlerim yokken denizkızı halinde olmam lazım. İnsan olduğuma göre güçlerim tamamen yok olmuş değil. Ya sebebi bu ya da babamın kutsaması. Evet ya!! İndiğim ilk gün sırtımda kürek kemiklerimin arasında siyah bir üç dişli yaba sembolü belirmişti. Göremiyordum ama orda olduğunu hissediyordum. Önce buraya düşmeme sebep oluyordu sonra da beni kutsuyordu.

Vücudumun her yeri yaralarla ve kendi kanımla kaplıydı. Bir cehennem tazısıyla karşılaşmamın hediyesi olarak kolumda ve belimde kocaman pençe izleri vardı. Silahım olmadığı için kendimi savunma şansım olmamıştı. Yaralar kapanmıyordu. Aksine gün geçtikçe derinleşiyor ve her geçen gün daha çok acıyorlardı. Gözlerim etraftaki kül ve kirli sisle dolup buğulanmıştı. Attığım her adımda bayılmanın eşiğine geliyordum. Nehri bulmam lazımdı. Açlığa dayanmak kesinlikle kolay bir şey değildi. Neredeyse 16 yıldır istemediğim, nefret ettiğim güçlerime her şeyden çok ihtiyacım vardı. Pes etmek istiyordum. Boşuna çabaladığımın farkındaydım ama burada ölmek kesinlikle son tercih bile olamazdı. Bu çukurdan çıkacaktım ve Olimposlular'a günlerini gösterecektim.

Albızlar alasıca günlerdir veya haftalardır yürüyor ve acı çekiyordum. Ama sonunda başarmıştım. Tartarus'a varmıştım. Öyle olduğunu düşünüyordum en azından çünkü hava daha bir solunabilir hale gelmişti. Daha temizdi ama yine de zehirliydi. Kaos'u son görüşüm olduğunu düşünüyordum ve tabiki yine yanılıyordum.
İlk defa şansım yaver gitti ve gerçekten kısa bir süre sonra Ateş Nehri'ni buldum. Keşke şansım yaver gitmeseydi. Thyke asla yüzüme gülmedi zaten!!

Nehrin kenarına geldiğimde ayakta zor duruyordum. Bastığım yerin nehrin suyuyla ıslanmış olduğunu fark etmemiştim. Ayağım kaydı ve kendimi nehrin içinde buldum.

Kesinlikle çok kötüydü ve denizde yüzmek gibi değildi. Ölüyormuş gibi hissettim. Yani tamam, ölmek üzereydim ve mahvolmuş durumdaydım ve... Aman neyse!!! Nehre düşünce daha da kötü oldum yani. Sanki mümkündü de!

Diğer anlar biraz bulanık. Her şeyi hatırlamasam bile acı fazlasıyla netti. Gözlerim yanıyordu. Bir sürü su- ya da ateş- yutmuştum. Çırpınıyordum. Yüzeye ulaşmak için çabalıyordum. Ne kadar ironik. Poseidon melezi, denizkızı Aqua ayağı kaydığı için boğularak ölüyor. Apollon da arkamdan bir haiku yazar artık!!

Akıntı fazla güçlüydü, karşı koyamıyordum. Kollarım beni çekemiyordu. Kendimi bıraktım ve biraz sürüklendim. Annem burada olsaydı bana bayağı bir kızardı.

"Küçük bir kız gibi sürüklenip ölmeyi mi bekleyeceksin? Yoksa Atlantis kraliçesi gibi savaşıp hayatta mı kalacaksın?"

Son bir çabayla kendimi yüzeye itip kollarımı ve bacaklarımı tüm gücümle çırpmaya başladım. En sonunda kenara ulaşmayı başardım ve karaya çıktım. Anında da yere serildim. Ateş tükürüp öksürmeye, ciğerlerime dolmuş zehirli suyu atmaya çalıştım. Derin nefesler alarak Tartarus'ta olamayan oksijeni içime çektim. Belki yattığım yerde biraz dinlenebilirdim. Gözlerimi kapatsam ve kendimi bıraksam yeterdi. Hatta şanslıysam ölebilirdim. Sadece... HAYIR!!! Bunları isteyerek düşünmüyordum. Ben, bu lanet olası hayatı yaşamak istiyordum. Çukurdan çıkmayı, güneşi ve suyu hissetmeyi, rüzgarı sesini dinlemeyi, Jason'ı tekrar görmeyi, ona sarılmayı ve tekrar onun yanında olabilmeyi istiyordum. Bu düşüncelerden güç alarak zor da olsa ayağa kalktım ve sağ kolumun içine baktım. Poseidon'un yabası, SPQR harfleri ve her bir yılı temsil eden 5 çizgi. Geri dönecektim. Lanet ortadan kalkacaktı ve tekrar mutlu olacaktım.

Öncelikle bir silaha ihtiyacım vardı. Tabi tercihen bunu bir yay ve kılıç olması iyi olurdu ama o kadar şanslı değildim. Mızrak gibi bir şey yapacaktım. Uzun ve kolay kırılmayacak bir sopa buldum. Buna şekil vermem lazımdı. Bu yüzden çok da büyük olmayan bir taşı kırıp keskin bir parça elde ettim. Muhtemelen saatlerce çalışıp sopanın ucunu sivriltmeyi başardım. Sonuçta başka işim yoktu, vakit çoktu! Mızrağı tamamladıktan sonra bir tehlike olup olmadığını kontrol etmek için etrafa baktım. Alışmam lazımdı bu görüntüye. Sürekli yere bakarak gezemezdim.

Kaos kadar kötü değildi. Yine de bu berbat olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Etrafta daha çok canavar ve daha çok ruh vardı. Bana bir şeyler fısıldıyorlardı. Öylesi şeytani bir yerdi ki beynim "Buraya ait değilsin! Buraya hiç gelmemeliydin!" diyordu. Ruhlar ise aksini

"Bizden farklı değilsin." diyorlardı. " Kötülük yaptın, buraya düştün. Bizden birisin. Kim olduğunu kabullen. Kimsenin sana vermediği ve veremeyeceği yuvayı burada bulabilirsin..."

Yalan söylüyorlardı bunu biliyordum ama yine de bir yanım" Ya hak ettiysem." diye düşünmeden duramıyordu. Tartarus'a düşmüş, acı çekmiş ve eziyetlerin en büyükleriyle karşılaşmış her bir ruhun sesini duyuyordum. Alışırdım ama. Alışmak zorundaydım. Belki de bu çığlıklar sonradan kulağıma ninni gibi gelecekti. Kim bilir!?

Mızrağı şöyle bir inceledim. Yapabileceğimin en iyisiydi muhtemelen. En azından savunmasız değildim. Ama ellerim berbat bir haldeydi. Resmen paramparça olmuşlardı. Öte yandan vücudumdaki yaralar geçmişti fakat cehennem tazısının pençe yaraları tamamen geçmemişti, hafif bir iz kalmıştı.

Vakit kaybetmemek için Penthlagon'un yukarısına doğru yürümeye başladım. Henüz buradan çıkamayacağımı biliyordum ama en azından güvenli sayılabilecek bir yer bulmam lazımdı.

Yorgunluktan tam anlamıyla ölmek üzereydim. Bacaklarımın, ağırlığımı daha fazla taşıyamayacağını anlayınca yere çöktüm. Çok yorgundum ve lanet hayatımın  bu lanet çukurda geçirdiği her lanet dakikadan nefret ediyordum. Ruhların seslerini duyuyordum, ya da delirmiştim bu da bir ihtimal.

"Uyu!" diyorlardı. "Uyu artık. Biz seni koruruz..."

Düşünemeyecek kadar yorgundum. Tişörtümü katlayıp başımın altına koydum ve Ateş Nehri'nin kenarında felaket bir uykuya daldım.

Evettt!! Böyle bir bölümün sonuna geldik. Umarım beğenirsiniz. Benim hoşuma gitti açıkçası. Birkaç bölüm sonra olaylar hızlanacak. Kendinize dikkat edin. Pazartesi görüşmek üzere ❤️

KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang