❥ Jilet ⊰

1.6K 157 56
                                    

Hayat düşündüğümden çok daha garipti. Nehirde yaşadığım kabus, oraya tekrar hapsolduğumu düşündürmüştü. Bu ihtimal bile korkunçtu ancak şanslıydım. Gözlerimi açtığımda evimdeydim ve yanımda tanımadığım bir kadın vardı. Kadının anlattıklarına göre, Jungkook benden hemen sonra nehire atlamış ve beni çıkarmıştı. Bu anlara ait gerçekleşen olayları hatırlamıyordum ancak gözlerimi evimde açtığım için mutluydum. Şimdi de eteğimi giymiştim ve aynanın karşısında gömleğimin düğmelerini ilikliyordum.

"Gidiyor musunuz? Daha yeni kendinize geldiniz!"

Uyandığımda yanımda olan kadın odaya girmişti ve beni engellemek ister gibi bakıyordu. Neden evimde veya kim olduğuna dair hiçbir bilgim yoktu. Yine de sevimli bir yüzü vardı ve güvenilir görünüyordu.

"Biraz işim var. Siz çıkabilirsiniz."

"Elleriniz... Daha dün tırnak izleri vardı."

Korku dolu gözlerle ellerime bakıyordu.

"Tırnak mı?"

Uyandığımda ellerimde ve bacaklarımda sargılar vardı. Tam olarak neler olduğunu bilmiyordum çünkü sargıları çıkardığımda oluşmuş olan yaradan eser yoktu.

"Tam olarak nasıldı bu izler?"

"Tırmalanmış gibi görünüyordu..."

Aklıma gelen ihtimalle yutkundum. Bu korkunç bir ihtimaldi. Özgür kalmak, daha doğrusu ölmek için bana yalvaran ellerden dolayı yaralanmış olmalıydım. Her şey mantıklı bir hal alırken ceketimi alarak odadan çıktım ve dış kapıya doğru ilerledim.

Bugün, 13 Ekim 2020'ydi ve bu gün benim için oldukça uzun bir gün olacaktı. Nehirdeki sesler yaşamak için değil, huzur içinde ölmek için bana yalvarıyordu. O sesler hala aklımdaydı ve unutmam mümkün değildi. Bu duruma daha fazla seyirci kalmak istemiyordum. Bu yüzden bugün isteklerini yerine getirecektim.

Polis merkezine geldiğimde arabanın kapısını kapattım ve bir süre binanın büyüklüğüne baktım. Artık istesem de kendi yaşamıma son veremezdim. Küçük çizikler bile hızla iyileşiyordu. Yapabildiğim tek şey enerji kaybederek yaralarımın daha geç iyileşmesini sağlayabilmekti. O halde geriye tek bir çözüm kalıyordu. O da büyücüyü öldürerek nehirdeki ruhları özgür bırakmak. Bu özel gün onların özgür kalacakları tarihti.

Merdivenlerden çıkarak içeri girdim ve Jungkook'un masasına doğru emin adımlarla ilerledim. Artık her şey kesinleştiğine göre beklemenin anlamı yoktu. Jungkook'la karşılaştığımda durdum ve bir süre izledim. Tatlı bir yüze ve parlak tene sahipti. Onu izlemeye devam ederken beni fark etti ve gülümsedi.

"Lisa.. iyi görünüyorsun."

Gözleriyle ellerimi inceliyordu. Yaralarımın hızlı iyileştiğini bildiği için yüzünde şaşırmış bir ifade yoktu.

"Neden geldin?"

Yüzümdeki ifadeden neden burada olduğumu anlamak istiyor gibi bir hali vardı. Belli etmemeye çalışarak, yapmacık bir şekilde gülümsedim ve etrafa baktım.

"Bana büyücüyle görüşme ayarlayın."

"Bunu neden istiyorsun?"

Şüpheli bir şekilde yüzüme bakıyordu. Normalden çok daha farklı görünüyor olmalıydım. Olanlardan sonra oldukça yorgun hissediyordum.

"Sadece... konuşmam gereken şeyler var. Uzun sürmeyecek."

Kısa bir süre sonra görüşme ayarlanmıştı. Yakınlık derecesi kısmına 'eski bir arkadaşı' yazmış olmam bir hayli ilginçti. Yine de şu an ilgilendiğim şey süreç değil sonuçtu. Bugün her şeye bir son verecektim.

FULL MOON  ❥ LisKook ⊰Where stories live. Discover now