34. Anna

245 26 15
                                    

Güneşli ve sakin bir gündü. Ya da öyle hissettiriyordu en azından. Ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarmış çimlere basıyordum. Solmuş cildim içebildiği kadar içsin vitaminleri diye yüzümü güneşe dönmüştüm. Rüzgar sakin sakin esiyor, saçlarımı kurcalıyordu. Sessizliği özlemiştim. O da beni özlemişti sanırım.

Bir saat sonra yeni stüdyomuza uğramam gerekiyordu. Birkaç kez ziyaret edip düzenlemelerine yardımcı olsam da ilk defa çalışmaya, bir şeyler üzerinde uğraşmaya gidecektim. Beni neler bekleyeceğini bilmiyordum.

Miya'nın mezarının taşını yavaşça okşadım. Onu ziyaret etmeyeli uzun zaman oluyordu ve bu konuda kendimi yeterince kötü hissediyordum. Sanki karşımdaymış da bana cevap verebilecekmiş gibi ona başımdan geçen her şeyi anlattım.

Uzun zamandır içimi kemiren bir şey vardı. Ailemle konuşmak onlara Taehyung'u anlatmak istiyordum ama gereken cesareti bir türlü toplayamıyordum. Bir gün toplayabileceğimden bile şüpheliydim. Bana çok kızacaklarından ya da beni reddedeceklerinden değil ama esas korkum ne tepki vereceklerini kestiremiyor oluşumdu.

İki gün önce bir mektup yazmayı denedim. Daha "Sevgili anne, sevgili baba ve sevgili kardeşim..." diye giriş yaparken bile kendimi aptal gibi hissettiğim için düşüncelerimi yazıya dökemeden vazgeçtim. Yüz yüze söylenmesi gereken bir şey olduğunun da farkındaydım ama dediğim gibi bir türlü cesaret edemiyordum.

Jimin için her şey çok daha kolay olmuştu çünkü annesi yurt dışında eğitimini görmüş, ailesi çağının çok ötesinde yetiştirdiği için açık fikirli ve sevecen bir kadındı. Babasının da daha az umrunda olamazdı. İlgisiz bir baba olduğu için değil, gerçekten bu tarz etiketlerle ilgilenmiyordu. Diğer insanlardan herhangi bir fark göremediğini söylemişti. Tabii Jimin de ben de bunun bir sevgi karşılamasından çok insanlarla "etiketleri" kavrayacak kadar iletişim kurmamasından kaynaklandığını biliyorduk. O kadar içine kapanık ve dünyadan kopuk bir insandı ki Jimin'i pür dikkat dinlediğine bile şaşırmıştık.

Stüdyoya doğru motorumda giderken ne kadar hazır olmadığımı düşündüm. Jimin'in müstakbel partneriyle tanışmayı sürekli erteliyorduk. Biz onu görmeye hazır olana kadar karnı görmezden gelemeyeceğimiz kadar büyümüş olmalıydı. Tanımadığım bir kadının karnında Jimin'den bir parça göreceğim için gerçekten ama gerçekten çok tuhaf hissediyordum. Hayal etmeye çalıştıkça tüylerim diken diken oluyordu.

Stüdyomuz orta yükseklikte bir binanın altıncı ve yedinci katlarındaydı. Binanın tamamının şirkete ait olduğu günlerden sonra biraz garipsemiştim ama daha küçük olduğu zaman daha samimi geliyordu.

Asansöre binip üstümü başımı düzelttim. Gergindim.

Eski şirketimin görkemi ve gösterişliliği yoktu bu binada. Her şey pratikti ve yarar sağlamaya odaklıydı. Namjoon gibi bir adamın tasarladığı belli oluyordu yani. İlk birkaç gün gözüm Euna ve Nikou'yu aramış olsa da esas çalışmak istediğim kişinin Namjoon olduğunu çoktan bildiğimi fark ettim. Evet, aramızda patron-çalışan ilişkisi olmaması işleri tehlikeye sokabilirdi ama ikimiz için bu söz konusu değildi bu, birbirimizi dost olarak sevdiğimiz kadar birbirimize saygı da duyuyorduk.

Asansörün kapısı açılır açılmaz karşımda Taehyung'u gördüm. Başını önüne eğmiş, Namjoon'un kapısının önünde bekliyordu.

"Hey!" dedim. Sesimdeki gerginlik keşke açığa çıkmasaydı diye düşünmeden edemedim.

Başını kaldırıp gülümsemekle yetindi.

"Burada kaçacağın çok yer yok." dedim gıcık bir ses tonuyla. Bende görmeye bayıldığı tavşan suratımı yaptım. Gözlerini devirdi, bıyık altından gülüyordu.

pixels || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin