XXVI/mezar

3.2K 354 160
                                    

"En sevdiğin şeyin zarar ziyan olduğunu anlamak,
Çılgınca.
Bırak bu düşünce seni kahretsin.
Tekrardan düşünebilirsin;
Tutmak istediğin el bir silah olduğunda,
Sen etten kemikten başka bir şey değilsin."

*

İki kişinin karşılıklı tutuştuğu bir kavgada, birinin diğerini anlaması mümkün değildi. Biri, karşısındakinin onu anlamasını umarken diğeri de bundan geri kalmazdı hiçbir zaman. Kavgalar da bu yüzden çıkardı zaten, birbirini anlamayan iki insanoğlu yüzünden.

Birbirini şiddetle anlamayı reddeden ve haksız olduğunu bilse bile, bunu karşısındakine yansıtmayan iki kişi yüzünden.

Bizim için bu bir bakıma farklıydı. Bizi rastgele 'iki insandan' ayıran bir şeyler vardı.

Biz, ikimiz de, haksız olduğumuz şeyleri birbirimize yansıtmaktan geri kalmıyorduk. Biz birimizin tezini çürütüp birbirimizi yıkmak da istemiyorduk. Biz, bir diğerinden daha fazla yıpranmayı göze alarak gerçekleri birbirimizden saklıyorduk. Kavga ederken bile yeterince dürüsttük fakat yeterince cesur değildik. Söylediklerimizin hiçbiri yalan değildi, düşündüklerimizin tümü de olmadığı gibi.

Eksiktik, bunu da en çok konuşurken yansıtıyorduk. Eksiktik, cümlelerimiz eksikti, kavgalarımız bile eksikti, hiçbir zaman doğru hissettirmemişti. Çünkü ikimiz de dürüsttük yalnızca, cesur değildik. Eksik kalan da buydu işte, birbirimiz için yapabileceklerimiz yalnızca ikimizin ruhuna gömülü kalmıştı.

Eksiktik.

Biz, yalnızca eksiktik.

Şimdi de salonun ortasında karşılıklı dikilmiş otururken ona öylece hiçbir şey olmamış gibi davranacağımı, bir şeyler ikram edeceğimi falan düşünüyor olamazdı. Çünkü ben düşünmüyordum, bu normal bir ziyaret değildi. Birbirimize olan ziyaretlerimiz hiçbir zaman normal olmamıştı.

İçeri gireli on dakika olmuş ya da olmamıştı. Üzerindeki ince gömleğini askılığa asmış, ardından benim içeri davet etmemi bile beklemeden salona yürümüştü. Işıkları açarak ardımda bırakmış ve onu takip etmiştim. Kısa bir süre etrafa bakmış, ardından yorgun gözleri benimkileri bulmuş ve birkaç dakika hiçbir şey demeden öylece bakmıştı. Ben ise sessizliğimi korumaya çalışıyordum.

Buraya, ayağıma kadar geldiyse, konuşacak kişi de o olmalıydı. Diyecek bir şeyleri varsa susmamalıydı, bu ikimizin arasındaki gerilimi daha da arttırıyordu. Fakat gel gör ki, kapıda o söylediklerine nazaran sanki onu buraya çağıran benmişim gibi davranıyordu.

Derin bir nefes alarak kendimi arkamda kalan kanepenin üzerine bıraktım. Gürültüyle oturdum ve şakaklarımı ellerimle ovuşturdum. Hiçbir şey normal hissettirmiyordu. Hiçbir şey yerli yerinde ve olması gerektiği gibi değildi. Onun şimdi burada, evimde, karşımda olması hiç de normal hissettirmiyordu. Çünkü o kadar uzun zaman olmuştu ki, onu bu kadar yakınımda, kendi isteğiyle yanıma gelmesi sonucu tam da karşımda görmek korkutucu bir şekilde o kadar yabancı hissettiriyordu ki.

Çekimser hareketlerle o da karşımdaki tekli berjere oturdu. Ellerini dizlerinin üzerine birleştirdi. Başından beri her şeye öncü olan o Jimin, yerini karşımdaki yabancı birine bırakmıştı. Adı Jimin'di belki de, hissettirdikleri de farklıydı şimdi. Gözlerinde zayıf bir iple bağlı duran, sallantılı duyguları arasında beni yansıtan özlemi seçiyordum yalnızca. Daha uzun bakmaya kalkarsam, pınarlarım sızlıyordu ancak söylemem mümkündü ki, pişmanlık vardı. Belki biraz cesaret, ipin ucundan düştü düşecekti bana kalırsa. Jimin de o ipin ucuna tutunarak gelmişti yanıma, adımları sağlam değildi. O ipin ucundan düşüp giden yalnızca cesareti olmayacaktı.

baisemain ¦ jikookWhere stories live. Discover now