XVI/telkin etmek

3.1K 431 167
                                    

"Her gün uyanıyorum ve
Her şey paramparça.
Yataktan kalkmak için telefonumu kapatıyorum.

Her akşam eve dönüyorum
Ve tarih tekrarlanıyor,
Telefonumu kapatıyorum çünkü göğsümü acıtıyor."

*

İki gün, beklediğimden de çabuk ve hızlı geçmişti. Hangi günde olduğumuzu bile bilemeyecek kadar uyuşuktum. Sadece adımları ve bir sonraki olacak şeyleri takip ediyordum. Uyanıyor, kahvaltı yapıyor, ailemle sohbet ediyor, staja gidiyor, eve dönüyor, telefonumu çoğu zaman kapatıyor ve uyuyordum.

Jimin'den gelen mesaj ve aramaları reddediyordum.

Evet, iki gün son derece olağan geçmişti.

Benim her şeyin varlığını reddetmeme ramak kalmışken, tüm o beynimin orta yerini kemirip yerini koca bir boşluğa bırakan sekiz bacaklı düşüncelerin günümü yerime tamamlamasına izin veriyordum.

Jimin'e yapacak bir açıklamam yoktu. Olabilir miydi? Ne diyecektim? Yerine bir yalan uydurup da bu yalanı bir amaca çevirebilecek, bununla yaşayabilecek biri değildim ben. Yumruklarımı sıkıp onun yüzüne gülümserken avuçlarımın kanamasını göz ardı edemezdim. Sorun acı çekiyor olmam olmazdı, onun acı çektiğimi fark etmesi olurdu ve ben, onun gözlerinde gördüğüm endişe perdelerini bir kenara çekmekle uğraşacak kadar güçlü değildim.

Hiçbir zaman güçlü olmamıştım ve görünen o ki hiçbir zaman da olamayacaktım.

İki güne sıkıştırılmış bu özet, tüm hayatımı aralayan iki pencereydi aslında.

Her zaman geçmiş ve gelecekten kaçıp, kendimi günümüzün zincirlerine vuran korkak bir gençtim. Belki herkes gibi biraz, herkesin endişesi, korkusu ve kaçtığı gerçekler gibi.

Henüz stajdan çıkmış, karşıya geçip günler önce Jimin ile birlikte geçtiğim yollardan geçerken dalıp gittiğim noktalardan cebimde titreşen telefonumla irkilerek ayrıldım.

Ekranı süsleyen adı yine bildirimlerimin baş köşesindeydi.

Jimin:

Benden daha ne kadar kaçacaksın?

Derin bir iç çekerek ekranı kapadım ve telefonu yeniden cebime yerleştirdim.

"Kaçabildiğim kadar." Diye mırıldandım güneş tam da batmak üzereyken. Evimizin tanıdık sokağına çıktığımda, yokuşun yukarısında kalan tek katlı birkaç evin çatısında batan güneşe bakarak mırıldandım hem de. "Her zaman yaptığım gibi, ne kadar kaçabilirsem."

Eve gelip duş alışımın ve bir şeyler atıştırışımın ardından Jimin şimdilik sessiz kalmıştı. Babam salonda oturmuş herhangi bir futbol maçını izlerken, annem yukarıda babamla birkaç günlüğüne çıkacakları tatil için bavul hazırlıyordu. Hoseok hyung, odasında işiyle alakalı bir şeyler hallediyor olmalıydı, sessizdi. Ben ise babamın karşısında oturmuş, boş boş televizyona bakıyor ve bu akşamın da bir an önce bitip yarın olmasını umuyordum. Hoş, yarına yapacak hiçbir şeyim yoktu. Yüksek olasılıkla bütün gün yatağımda yatacak, annemin evde olmamasını fırsat bilerek odamı bile toplama zahmetine girmeyecek ve abur cubur ne varsa ağzıma tıkacaktım. Hoseok hyung eğer yarın izin günü değilse çalışacak, izin günü ise arkadaşlarıyla bir şeyler yapacaktı. Yani her halükarda bir başıma kalacaktım. Yapacak hiçbir şeyim olmamasına rağmen bu durum hoşuma gidiyordu, uzun zaman sonra tek başıma kalabilecektim.

baisemain ¦ jikookWhere stories live. Discover now