XX/nerede aşkım

3K 393 142
                                    

"Soğuk çarşaflar,
Nerede benim aşkım?
Yükseklerde arıyorum, gece ise aşağıda.
Aynı şekilde kanadığımızı biliyor mu?
Ağlamak istemiyorum ama bu şekilde yaralandım."

Jimin:

Bu dünyada herkesin bir sınavı vardır derler. Kimisi acısıyla, kimisi çaresizliğiyle, kimisi sabrıyla sınanır. Ben ise kendimi bildim bileli, kendimi kaybedip sadece avucumu dolduracak kadar bir parçayı zihnimin yok olan köşesine feda ettiğimden beri, hepsiyle birden sınandığımı düşünürdüm.

Bu hayatta tüm ailesini birden kaybeden kaç kişi vardı? Sahip olduğu her şeyi, oyuncaklarını, arkadaşlarını, çocukluğunu kaybeden kaç kişi vardı? Yaralarını sarmak için elini uzatan yabancıya sarılıp ağlayacak kadar kim yalnızdı?

Etrafımdaki herkes, sahip olduklarının farkında olmadan bencilliğini kusup dururken sakin kalmak için her seferinde kendimi zincirlerime vurmam gerekiyordu. Onların susmak bilmeyen ağızlarını kapatıp kollarından tutup silkmek ve sahip olduklarını yüzlerine vurmak istiyordum.

Senin bir hayatın var! Bir ailen, annen ve baban! Belki kardeşin ya da ablan, ağabeyin. Çocukluğunu geçirdiğin bir evin var, sakladığın hatıra oyuncakların, ailene ve sana dair bir fotoğraf albümün, tamamına sahip olduğun bir hafızan var! Sen bir hayata sahipsin, başından beri sana biçilen bir hayata, kendin yönettiğin ve her bir zerresini kendi seçimlerinle yönlendirdiğin bir hayat! Eve gidince bağırıp çağırdığın bir annen var mesela, büyük ihtimalle sana olan sevgisini hak etmediğin bir baban.

Bir evin var.

Kendi odanı kendin düzenlediğin, içinde gerçekten de ev gibi hissettiğin, sıcacık, sevgi dolu, yalnız olmadığın bir evin var.

Tüm bunları yüzüne bağırıp, kendi eksikliğimden dem vurmak çok da iyi bir seçenek değildi. Fakat kimse elindekinin kıymetini kaybedene kadar anlamazdı.

Ben elimdeki her şeyi kaybettiğimde bir çocuktum, farkına varamayacak kadar küçük. Yine de o çocuk aklıma söz geçirip sahip olduklarımı elinin tersiyle itmeden önce bir kere daha düşünmeyi isterdim. İki kere düşünmeyi, iki kere konuşmayı, iki kere bakmayı... Böylece unutmazdım, şimdi zihnimde eksik kalan ne varsa avuçlarımda olurdu belki de.

Aradığım sıcaklık, sevgi, aile, ev olurdu belki. Bu hayatta sınandığıma değecek bir sebebim olurdu.

Kaybettiklerinin değerini, onları kaybettikten sonra anlamak diye bir şey yoktu. Onları kaybetmeden önce tamamıyla kendine sığdırmaktı önemli olan. Her ne olursa olsun, hataları ya da yanlış seçimleriyle, sana verdiği sevgi ya da anlık nefretle, sana hissettirdiği yalnızlık ve suçlulukla bile olsa değerini bilmeden o insanı nasıl affetmen gerektiğini bilemezdin. İşte o zaman kaybetmemen gerektiğini anlar, belki de canın pahasına, kolların, ellerin ne kadar acırsa acısın gitmelerine izin vermeden sıkı sıkı sarılırdın. Senin hayatında olmasının verdiği zarar, hayatından yürüyüp gittiğinde bıraktığı hasardan daha azsa belki, böyle sevmeyi de kabullenebilirdin. Ellerini ne kadar iterse itsin, yine de ondan daha güvenli ellerin bir başkasında olmadığını bilirdin.

Biraz yüzsüzlük gibi hissettirirdi belki, ama buna mücadele deniyordu.

Kendi hayatını istediğin gibi baştan yaratmak ve ellerinin arasında duran bir parça umudun ne olduğunu hatırlamak adına verdiğin bir mücedeleydi bu.

Ama bir kere çıktıysa göğüs kafesinin kilit tutmaz iliklerinden, sadece bir kere ellerini senin ellerinden farklı bir yere uzattıysa, onu kaybetmeye çok yakınsın demektir. Ve bu, onu kaybetmiş olmaktan çok daha acıdır. Çünkü kaybedeceğini bilirsin, bilirsin, lakin elinden bir şey gelmediğinden dayanabildiğin kadar sıkarsın parmaklarını. Onun da, kendinin de canını yakarsın. Bu böyledir.

baisemain ¦ jikookWhere stories live. Discover now