-40-

1.3K 101 13
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR

"İnsan insana sıla, insan insana gurbet, insan insana hasret."



☁️☁️☁️☁️



Genç adam uzayan sakalını sıvazladığında telefonunu ağırca cebinden çıkardı. Takvime bakması gerekiyordu. Zaman kavramını unutmak zordu ve bunu her saat başı kendine yeniden hatırlatıyordu. Yenilgiye sığınmak ve hatta onun varlığını kabul etmek ne kadar zor olsa da kabul etmişti. Hatta etmek zorunda kalmıştı. Nasıl etmezdi ki? Onun yenilgisi tam tamına on bir gündür gözlerini açmadan içeride yatıyordu. Evet tam on bir gün olmuştu. Sıla ne gözlerini açıyor ne de en ufak hayata tutunmak için bir tepki veriyordu.

Telefonunu yeniden cebine yerleştirmek yerine oturduğu sandalyeye bıraktığında ayağa kalktı. Ayrılmadığı, ayrılmak istemediği o cama ilerledi. Ah bir yanına girebilseydi! O cesareti bir toplayabilse de elini tutabilseydi sanki her şey geçecekti. Cesaret edemiyordu. Lanet olsun ki cesaret etmek korkmamak değildi. Korktuğun halde adım atabilmekti ama Ayaz Baran bunu yapabilecek güçte miydi? Sıla'yı ittiği o cehennem çukurundan kurtarmak için şimdi elini uzatacak mıydı? Kızıl saçlarına yeniden baktı. Beyazın en açık tonuna bürünmüş olan güzel tenine. Pembenin en açık tonuna bürünmüş, nefes alması için ağzından içeriye itilmiş o hortuma baktı.

Her yanını sarmış olan o morluklar şimdi acının en koyu tonuna bulanmıştı. Hele o narin parmakları şimdi kıpırdamıyordu bile. Yorulduğu o kadar belliydi ki uyanmak istemiyordu Sıla. Sanki böyle dinleniyor ve dinledikçe yaşamdan daha da uzaklaşıyordu.

-Baran.

Sesin geldiği tarafa başını çevirdiğinde Ali ile bakışları karşılaştı. Yorgun yeşil gözler ağırca kendisini süzüyordu. Turgut Bey ve Ayfer Hanımı zor da olsa gitmeleri için ikna eden kişi Ali'den başkası olmamıştı. Çünkü burada bekleyerek harap oluyorlar ve bu durum ikisi için de daha çok üzülmekten başka bir işe yaramıyordu. Sanem ve Akın hastaneye ait kafeteryada beklerken Yıldız Hanımı ise bir saat önce eve gitmesine teşvik eden kişi Ayaz Baran olmuştu. İlyas müdür ise onların yokluğunu merkezde telafi etmek için sürekli koşuşturuyordu. Oysa Ayaz Baran'ın artık hiçbir şey umrunda dahi değildi.

-Bir gelişme var mı?

Ayaz Baran bakışlarını Ali'den çektiğinde yeniden o camdan içeriye dikti. Günde bunu en az elli defa soruyordu ve hatta olmadığını biliyordu ama yine de sormaktan vazgeçmiyordu.

-Hayır.

Ali de yanında yerini aldığında ikisi de Sıla'ya bakmaya devam ettiler. Sıla, iki adam için de çok şey ifade ediyordu. Birinin geçmişi iken diğerinin geleceğiydi. Birinin gülüşü iken diğerinin hüznüydü.
Birinin annesi iken diğerinin Çilli Serçesi idi. Ayaz Baran o camdan her baktığında kalbini içeride bıraktığını ve gün geçtikçe kalp atışlarının yavaşladığını hissedebiliyordu.

-Sıla altı, ben dokuz yaşındayken yurdun düzenlediği bir geziye katılmıştık. Daha doğrusu katılmamızın zorunluğu olduğu geziye zorla götürülmüştük.

Bir anda Ali'nin söze girmesi her ikisini de şaşırtsa da konuşmaya ihtiyaçları vardı tıpkı dinlemeye ihtiyaçları olduğu gibi. Ali o günü yeniden yaşıyormuş gibi gözleri daldığında o yolculuğun ne kadar acı verici olduğunu hatta yer olmadığı için koltuğa üç kişi oturduklarını hatırladı.

-Kaybolmamız için tek sıra haline girer ve birbirimizin tişörtlerinden tutardık. Bense Sıla'nın hep elini tutardım.

Bazı çocuklar tişörtten tutarken ya can yakalarlardı ya da çok asıldıkları için tişörtleri yırtılırdı. Tişörtün de yenisi alınmayacağı için Münevver teyzeleri diker ve yeniden ama yamalı şekilde giymelerini sağlardı. İşte bu yüzden hep Sıla'nın elini tutardı. Ne canı yansın ne de yamalı tişörtler giysin istemezdi. Ali ağırca gözlerini kırptığında Ayaz Baran'ın bakışları onu buldu. Oysa o hala gözlerini diktiği köşeden çekmemişti.

BULUT SUYU Where stories live. Discover now