Elimdeki sandviçi tabağa bıraktım. İştahım kaçmıştı bir anda.

Kendimle çeliştiğime inanamıyordum. Birkaç gün öncesine kadar gitmeyi isteyen ben, nedense Yiğit'in bu kararına karşı çıkmak, onu bu kararından vazgeçirmek istiyordum.

Çünkü ne olacağı hakkında zerre fikrim yoktu. Yiğit döndüğünde ne olacaktı? Babası nasıl bir tepki verecekti? Lale vazgeçecek miydi?

Beynimin içindeki seslerden kurtulmak istiyordum. Derin bir nefes aldım.
"Peki." dedim sadece. Çünkü elimden fazlası gelmiyordu. O da haklıydı. Sürekli kaçarak bir yere varamazdık.

"Saat kaç?" diye sordum konuyu değiştirmek adına. Az da olsa son saatleri mutlu geçirmek istiyordum.

"Akşam sekize yaklaşmış olmalı." diye yanıtladı Yiğit kısaca. Başımı sallamakla yetindim.

"Araba kulübenin önünde duruyor. Benzin bitmek üzereydi. Sanırım birkaç saatliğine buradan ayrılmak zorunda kalacağım." dedi Yiğit sessizce. Bakışlarımı önümdeki tabağa diktim. Midem artık bir şey kabul etmiyordu. Ya da boğazıma takılan o koca yumru buna engel oluyordu, bilmiyorum.

Yiğit sessizliğimin üzerine konuşmaya devam etti.
"Seni burada yalnız bırakmak istemiyorum ama başka çarem yok Hazel."

Gözlerimi ona çevirdim. Sıcak bir şekilde gülümsemeyi deneyerek "Sorun değil." dedim.

Yalnız kalmak beni ürkütse de hemen döneceğinden emindim. Yiğit koltuğa ilerledi. Üzerinde duran montu alıp seri bir şekilde kollarından geçirdi.

"Mutfağın çaprazındaki odayı gösterdi.

"Banyo şurası. Senin için temiz kıyafet bıraktım. Ben çıktıktan sonra kapıyı ardımdan kilitle. En geç iki saate dönerim."

Başımı sallamakla yetindim.

Arabanın anahtarını masanın üzerinden alıp arkasına döndü ve gitmeden önce son kez gözlerimin içine baktı.

"Seni asla yalnız bırakmayacağım Hazel. Bunu unutma." dedi. Bir şey dememe fırsat vermeden kapıdan çıkıp gitti.

Yalnız başıma kaldığımda derin bir nefes aldım. Oturduğum yerden kalkıp kapıya ilerledim ve dediği gibi kapıyı kilitledim.

Üzerime yapışan yünlü beyaz kazağı bir çırpıda çıkarıp koltuğun üzerine attım. Pantolonumun paçaları o hatırlamak dahi istemediğim kaçıştan sonra çamurdan görünmez olmuştu.

Yiğit'in gösterdiği kapıya ilerledim. Şömine sönmek üzere olduğu için kulübenin içi soğumaya başlamıştı.
Hemen bir duş aldıktan sonra tekrar yakmayı aklıma not edip banyoya girdim.

İçerisi ahşap olan kulübeye rağmen beyaz fayanslarla döşenmiş, küçük bir duşakabini olan minimal bir banyoydu. Lavabonun üzerindeki dolap görünümlü açık yerde birkaç şişe şampuan ve sıvı sabun duruyordu. Kapının ardına montelenmiş olan askılıkta yeni alındığı belli olan bornozlar asılıydı. Bornozlardan siyah olan hâlâ nemliydi. Sanırım Yiğit gitmeden önce duş almıştı.

Yüzümün neden her lanet şeyde kızardığını düşünmemeye çalışarak iç çamaşırlarımdan kurtuldum. Gittikçe arsızlaşıyordum ve bu hoşuma gitmiyordu.

Sıcak suyu açıp altına girdiğimde bedenimde oluşan rahatlamayla derin bir nefes aldım. Sıcak su damlaları ağrıyan kaslarımı gevşetirken başımı duvara yaslayıp gözlerimi yumdum. İçimde peydahlanan ağlama hissini yok saymaya çalışıyordum.

Yiğit ile çıktığım bu yol daha ne kadar acı verecekti, bilmiyordum. Hayat neden bu kadar zordu? Biz neden küçük bir şeyde dahi dünyanın en kötü şeylerini yaşamak zorundaydık?
Tek isteğimiz mutlu ve bir arada olmaktı. Kimseye bir zararımız olmadığı halde acı çekiyorduk.

Özel 'Asi'stan Where stories live. Discover now