|24|• Gerçekler

52.6K 1.6K 144
                                    

Bölüm Şarkısı :Junkook, G Dragon, Rose- 2U X Without You.

...
Hazel*

Gözlerimin ardındaki parlaklık, göz kapaklarıma baskı yapıyordu. Belimde anlatması güç olan büyük bir sızı vardı. Omuzlarım, içine batırılıp çıkarılan binlerce bıçağa ev sahipliği yapıyor gibiydi. Başımın arkasına batan dallar, saçlarımın arasında gezintiye çıkmıştı.

Göz kapaklarımı zorlukla araladım. Güneş, doğrudan irislerime saldırdığında yerimde rahatsızca kıpırdandım. Bacaklarım uyuşmuştu. Üzerimdeki uzun eteğin uçları çamurdan dolayı simsiyah görünüyordu.

İlk birkaç saniye nerede olduğumu anlamak için kendime zaman tanıdım. Dün yaşadıklarım bir bir zihnime düştüğünde yüzümü buruşturdum. Uzattığım bacaklarımı kendime çekip kollarımı açarak gerinmeye çalıştım lakin sırtıma giren ani sancıyla beraber bundan vazgeçerek eski halime döndüm. Hava soğuktu. Burnumun ucunu hissetmiyordum. Vücudumdaki tüm hücreler büzüşmüş, tüm uzuvlarım küçük bir harekette bile binlerce iğne batırılıyormuş gibi acıyordu.

Üzerimdeki monta şaşkınca bakıp kafamı yana çevirdim. Yiğit yoktu. Yanıldığımı düşünüp birkaç kez gözlerimi yumup açtım. Yokluğu, bir tokat gibi yüzüme çarptığında korkuyla yerimden doğruldum. Etrafıma bakıp ondan herhangi bir iz bulmaya çalıştım. Lakin yoktu. Ne sesi, ne cismi ne de ayak izleri yoktu.
Hızla ayaklanarak kavuktan çıktım. Bu hasta haliyle nereye gidebilirdi ki? İçimdeki endişe ve korku büyürken derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım.

Bir süre etrafımda dolanıp çevreyi kontrol ettim lakin bir iz bile yoktu. Sanki ben dün gece kendi kendime bir rüya görmüştüm. Sanki Yiğit beni hiç bulmamış, biz hiç kulübeye gitmemiş ve beraber kaçmamışız gibi.

Kaçmamışız gibi?

Yoksa Yiğit'in bahsettiği kişi bizi bulmuş muydu? Yoksa...
Hayır, hayır bu mantıksızdı. Yiğit'i tek götürecek halleri yoktu. Bulsalardı beni de alırlardı. Değil mi?

Daha düne kadar ona kızgınken, daha düne kadar onun gitmesini isterken şimdi ise onun için deli gibi endişeleniyordum. İçimde taşıdığım istikrarlı duruşa şapka çıkaracağımı bir kenara not ederek yürümeye başladım. Burkulan bileğim düne nazaran daha iyi görünüyordu. Morluğu eski bir yara rengini almış şişliği biraz da olsa inmişti. Yine de üzerine tam basamıyordum.

"Yiğit?" diye seslendim, benden başka nefes alan bir tane bile canlının olmadığı ormana doğru. Sesim, içinde barınan endişeli tınıyla beraber yankılanarak bana geri döndü.
Tekrar seslendim. Tekrar ve tekrar...
Lakin bir ses bile yoktu. İçimdeki korku bir dağ gibi büyüyordu.

"Yiğit?!" Dün sığındığımız ağaç epey arkamda kalmıştı. Hangi yöne gitmem gerektiğini bilmesem de, hiçbir şey düşünmeden ilerliyordum. Aklımda sadece Yiğit'i bulmak vardı.

Yaklaşık yarım saat kadar yürüdüm. İçimdeki korku katlanarak dev bir kemirgen haline gelmiş ve içimi sürekli kemiren bir canavara dönüşmüştü. Kalbimin atışı kulaklarımda yankılanıyordu. Bir damla ben izin vermeden yanağım boyunca ilerleyerek çeneme düştü. Hızlı soluklarım acıyan ciğerlerime derin darbeler indirirken, zonklayan bileğimin acısına dayanamayarak yere çöktüm.

"Yiğit?!" seslendim bir kez daha umut ederek. Lakin sesimin bana dönüşünden başka bir cevap alamadım. Nereye gitmişti? Dün gece hali kötüydü. Başına bir şey gelmiş olmasından, bir yere yığılıp kalmış olmasından korkuyordum.
Yüzümü ellerime gömüp hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. Derin nefesler alıp sakin olmak için çabaladım. Her şeyin yolunda olduğuna dair kendime yalan söyleyip bu yalana inanmayı bekledim. Ama ahmaktım. Koskoca bir ormanın ortasında, sevdiğim adamın nerede olduğundan haberim yoktu. Ve ben kendimi her şeyin iyi olduğuna inandırmayı seçecek kadar ahmaktım. Buna inanmayı bekleyecek kadar ahmak.

Özel 'Asi'stan Where stories live. Discover now