-Peki ya Sıla?

-Onunla ben burada kalacağım.

Akın komiser konuştuğunda Sanem ile bakışlarının altındaki derinlik karşısında ne yapacağımı bilemedim.

-Sen, Engin ve Ahmet ile gidişinizi koordine et. Yıldız Hanım aşağı kafeteryada oradan alırsınız onu. Şimdi benim Baran'ın yanına gitmem gerek.

Sanem başını aşağı yukarı hareket ettirdiğinde İlyas müdür yanımızdan ayrıldı. Engin ve Ahmet memur ile konuşmaya başladığında yeniden derin bir nefes aldım. Konuşmalarında yer almadığım için az önce kalktığım yere oturmak için geri döndüm. Akın komiserde bir şeyler tarif ederken bir telaş vardı ve bu hoşuma gitmemişti. Çünkü belliydi. Panzehiri bulamamak herkesi tedirgin hale getirmişti. Peki ya ben? Kahrolurken bu kadar sessiz kalmam normal miydi?

Kim ne derse desin ben her şey için kendimi sorumlu tutuyordum ve durum düzelene kadar da öyle hissedecektim. Bana söyleme demişti. Dediklerine uymazsam canımın yanacağını açık açık dile getirmişti ama ben onu dinlememiştim. Yine beni kandırdığını ve oyununa alet ettiğini düşünmüştüm. Oysa onu dinlemeyerek yeni bir oyunun fitilini ateşlemiştim. Vücudum diken olup bana batarken sol omzumdaki kurşun izinin sızlamasıyla elim orayı buldu. Arada sırada acıyordu ve varlığını bana hatırlatıyordu. Tam iyileşemeden yeni yaralarla baş başa kalıyordum ve gücüm kalmadı diyecek gücüm bile kalmamıştı. Dolan gözlerim beni gafil avlarken aslında sızı merkezi tam olarak ruhumdu.

-Hanımefendi!

Zeminde olan bakışlarım seslenişle birlikte kafamı kaldıramama neden olduğunda akan bir damlayı hızla yok ettim. Bana seslenen hemşireye döndüğümde siyah sabit telefonu ahizesini bana doğru uzatmıştı.

-Hattaki beyfendi sizi istiyor.

Kaşlarım çatıldığında az ilerimde arkası bana dönük memurlarla konuşan Sanem ve Akın komiser baktım. Bu kadın karıştırıyor olabilir miydi? Hattaki kişi Sanem ile konuşmak istiyor olabilirdi. Büyük ihtimalle öyleydi ki bunu sorgulayacak gücüm dahi yoktu. Oturduğum yerden kalktığımda bankoya doğru ilerledim. Hemşirenin elinden aldığım ahizeyi kulağıma doğru götürdüğümde konuşmak için ağzımı açtığımda tüm kelimeler boğazıma tıkandı.

-Eğer onu kurtarmak istiyorsan ağzını dahi açmayıp beni dinle. Bana gelmen karşılığında panzehiri sana veririm. Onun yaşamasını istiyorsan bir üst kattaki lavaboya git ve en son kabindeki kıyafetleri giy. Ve ağzını açıp o polislere bir kelime dahi edersen diğerleri gibi onun ölüşünü izlersin.

Hattın kesildiğini belli eden ses adeta içime işlediğinde ahize elimde öylece kaldı. Etrafıma dahi bakamazken hemşire elimden aldığı ahizeyle yeniden işine döndü. Kafamın içindeki tüm düşünceler kaybolurken tek şey gün yüzüne çıktı.
Panzehir ondaydı! Titrememek için kendimi zor tuttuğumda bu yaşadıklarım çok fazlaydı. Öyle ki artık kaldıramıyordum. Bu muydu yani? Son gerçekten bu muydu?

Titrememek için kendimi zor tuttuğumda bankodan destek aldım. Yere düşmek ve hatta bağırarak onun aradığını söylememek için üstün çaba sarfettiğimde kelimelerin üstüne toprak atılmıştı. Artık mümkün müydü konuşmak? Görüş açım bulanıklaştığında kulaklarım çınladı. Beynimdeki tümör dahi isyan bayrağını çekerken koluma dokunan el ile adeta buz kestim.

-Sıla, iyi misin?

Akın komiser dikkatle yüzüme bakarken telefon görüşmemi görmüş müydü? Eğer görseydi iyi misin sorusundan sonra kiminle konuştuğumu sormaz mıydı? Ah kahretsin! Tüm vücuduma yayılan korkuyla gözlerimin dolmaması için üstün çaba sarfettim. Onu zaten zar zor görüyordum. Başımı ağırca aşağı yukarı sallarken kalbim kararı çoktan vermişti.

BULUT SUYU Where stories live. Discover now