Tekrar yanıma geldiler. Namjoon "Sen ne düşünüyorsun Jeongguk?" diye sorduğunda bir süre durup düşündüm. Şahsen hiçbir şarkımı ayırmazdım. Hepsi benden bir parçaydı. Aralarında seçim yapabileceğimi sanmıyordum. "Siz bilirsiniz," dedim. "Benden çok daha uzun süredir bu sektördesiniz sonuçta."

Euna memnun bir şekilde başını salladı. "O zaman tamam." Odanın öteki tarafından bir tomar kağıt getirdi. Minicik yazılarla doluydu hepsi. "Mini albüm ile başlıyoruz. Bu da sözleşmemiz."

Masaya tomarı koydu ve elime mavi bir kalem tutuşturdu. "Nereye imza atacağın yazıyor. Ve evet, hepsine imza atmak zorundasın." Elimde kalem donup kaldım. Masada en az beş yüz tane kağıt vardı. Önümdeki kağıtlara boş boş bakarken Euna hızlı bir hareketle elimi tutup sıktı ve kolay gelsin dileklerini sıralayıp odadan çıktı. Nikou okumadan imzalayabileceğimi zaten hepsinin prosedür için olduğunu söyledi.

Taehyung bir şey desin diye ona bakındım. Ceketini giymiş kapıdan çıkarken gördüm onu. Arkasına bile bakmadı. Herhangi bir şey demedi. "Size veda etti mi?" dedim. İkisi de başını olumlu anlamda salladı. İç çekip dikkatimi tekrar kağıt yığınına verdim. Namjoon "Jeongguk, benim de gitmem gerek. Lütfen oku tamam mı? Nikou'yu boşver sen." Elimdeki mavi kalemi alıp masadaki yapışkanlı kağıtlardan birine bir numara yazdı. "İşte, gece gündüz istediğin saatte arayabilirsin. Bundan böyle her şeyi soracağın insan ben olacağım. Bana anne diyebilirsin." Gülümsedik karşılıklı. Omuzlarımdan tutup "Sana güveniyorum." dedi ve o da odadan çıktı.

Nikou "Burada kalabilmek isterdim ufaklık ama başka bir yerde işim var. Ayrıca bu oda da dolacak, o yüzden senden de ayrılmanı rica etmek durumundayım."

Kağıtları kucakladım ve beraber çıktık. "Yarına hepsini imzalı bekliyorum." dedi ve uzaklaştı.

Bir süre olduğum yerde kaldım. Kağıtların ağırlığı kollarımı acıtana kadar Taehyung'un hiçbir şey demeden gidişini düşündüm.

**

Eve gitmeyi düşünmedim bile. Evim fazla dağınıktı ve dikkatimi dağıtabilecek çok şey vardı. Benim tamamen bu kağıtlara odaklanıp hepsini imzalamam gerekiyordu. Okumadan geçme ihtimalini aklımdan bile geçirmedim. Böyle bir salaklığı ben bile yapmazdım.

Kafeteryaya indim. En azından sıcaktı ve insanlar vardı. Sıcak bir ortamdı. Burada kısa süre içerisinde bitirebileceğimi düşündüm. Toplantıda gördüğüm bir iki yüz tanıdık geldi. Başımla kibarca selamladım. Kendime cam kenarında bir masa seçtim. Çantamı, montumu ve kağıtları oraya koyup içecek bir şeyler almak için kuyruğa girdim.

Ne içecebilirim diye tezgahın arkasındaki menüye bakarken gözüme yeni milkshake makinesi takıldı. Yerimde zıplayarak sıranın bana gelmesini bekledim.

Kadın dünden beni hatırladı sanırım. Beni görünce eliyle arkasındaki makineyi gösterdi. "Hadi yine iyisin." dedi ve güldü. "Neli istersin?"

"Vanilyalı lütfen." dedim ve sabırsızca beklemeye başladım. Kadın makinenin içeceği hazırlamasını beklerken bana döndü ve "Bu kadar kolay tanınacağını düşünmemiştim." dedi ve kendi kendine güldü.

Bana dediğini anladıktan sonra öne doğru eğildim. "Efendim?"

"Tavşana benzer bir surat, koyu saçlar. Genelde siyah giyinir. Hareketlidir. Bak burada yazıyor." dedi. Kağıdı uzaktan gösterdiği için hiçbir halt anlamadım ve anlamaz bir ifadeyle sorgulamaya devam ettim. Vanilyalı milkshake'i büyük boy bardağa koyduktan sonra kasanın yanındaki çekmeceyi açtı ve bardakla bir kağıt uzattı. "Afiyet olsun, Jeongguk."

Bir elimde kağıt bir elimde milkshake şaşkın bir ifadeyle yerime dönüp kendimi koltuğa attım. Kağıdı aceleyle açtım. Evet, onun yazısıydı.

"Senden nefret ediyorum çünkü kışın ortasında bile milkshake içmek isteyen bir gerizekalısın."

Yüzüme yayılan gülümsemeyi görmezden gelmeye çalıştım. "Ne kadar da Taehyung bir hareket!" dedim kendi kendime. Biraz yüksek sesle söylemiş olmalıyım ki birkaç bakış hissettim üzerimde. Umrumda değildi. Manyağın tekine çatmış gibi hissediyordum o an.

Milkshake olup olmadığını sorarken yanımda bile değildi ki? Birkaç adım uzağımda pür dikkat başkasını dinliyordu. Nasıl duymuş olabilirdi aklım almıyordu. Makineyi onun aldığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu.

Kağıdı cüzdanıma, öteki notun yanına koyup kağıtlara odaklanmaya çalıştım. Bir şekilde bir yerden başlamam gerekiyordu ve eğer düşüncelerim Taehyung'a kayıp durursa bunu gerçekleştirmem mümkün değildi. Pipetimle kocaman bir yudum alıp beynimi dondurmasına izin verdim.

Gerçekten de prosedür gereği olduğu belli olan bir sürü maddenin arasına, birkaç tane önemli ve bilmezsem başımın yanacağı maddeler de karışmıştı. Hızlı okuma yeteneğim sayesinde üç saatte tüm yığını bitirdim. Akşam olduğu için kafede kimse kalmamıştı neredeyse. İki tane daha milkshake içip bir tane sandviç yemiştim. Kasadaki kadın yanıma geldiğinde toplanıyordum.

"Ne yapacaksın?" diye sordu. Sorgulamama bile gerek yoktu. Taehyung'dan bahsediyordu. "Gidip en pahalısını almış biliyor musun? Herhangi bir şey hazırlarken makineye dokunmaya korkuyorum, evimden daha pahalı duruyor." dedi.

Yüzümü ellerimin arasına koyup masaya yaslandım. Kadın acımayla karışık şefkatle yüzüme baktı. "Ne güzel değer veriyor sana... Kıymetini bil." dedi ve işine döndü. Ne güzel değer veriyor bana! Bir görüşürüz demeyecek kadar. Bir gün onun için çok önemliymişim gibi davranırken ertesi gün istemediği, katlanamadığı bir varlıkmışım gibi davranıyordu. Bugünkü soğuk, laf olsun diye konuşmalarımız aklıma gelince iyice dellendim.

Hızlıca eşyalarımı aldım. Kağıtları kucakladım yine, Nikou'nun ofisine çıktım. Orada değildi. Sekreterine sözleşmeyi bıraktıktan sonra kendimi dışarı attım.

Eve yürüyerek gittim. Çok doğru bir seçim değildi, yol yürüyerek bir saat sürüyordu ama kafamı ancak böyle toparlayabiliyordum.

Kapıyı açıp içeri girdikten sonra değişik, haykırışa benzer bir şey çıktı ağzımdan. Koltukları, yastıkları tekmeledim ve saçlarımı çekiştirdim. Delirmiştim nihayetinde.

Biraz sinirim geçtikten sonra durdum ve kendi kendime "Oğlum sen ne yapıyorsun!?" dedim ve elime telefonu alıp onu aradım. Dört çalmadan sonra açtı ve şaşırmış bir sesle "Jeongguk?" dedi.

Nefesimi tuttum. Arkadan kız arkadaşının sesi geliyordu. "Notunu aldım." Sessizlik oldu.

"Her güne bir tane demiştik, es geçmeyeyim dedim." Gülmek istedim ama fazla sinirliydim. Söylemek istediğim, ona sormak istediğim o kadar çok şey vardı ki kafamda... Toparlayıp ne diyeceğimi bilemiyordum bir türlü.

"Bir şey mi oldu?"

Oldu ya oldu, delirttin beni sonunda. Kafayı yedim sayende.

"Görüşebilir miyiz?" dedim. Sesim o anki halime tamamen zıt olarak sakin ve kararlı çıkıyordu. Kendi kendimi tebrik ettim.

"Şimdi mi?"

"Evet, en kısa zamanda."

Tekrar sessizlik oldu. Sebebini sormadı. Ama düşündüğünü biliyordum. Neden çağırdığımı anlamaya çalışıyordu. Açıkçası ben de tam emin değildim ama aramızdaki saçma, gergin, bir günü bir gününü tutmayan ilişkinin konuşulması gerekiyordu.

"Tamam, iki saate evindeyim."

Telefonu kapatıp etrafıma baktım. En azından birazcık toparlayabilirdim evi. Hem neler söyleyeceğimi düşünebilirdim bu sırada. Dolapta içki var mıydı acaba? Sarhoş edip doğruları söylemesini mi ummalıydım?

Saate baktım. Akşam 8.

Gecenin 10'unda gelecekti.

Hazırdım ama hazır değildim.

pixels || taekookWhere stories live. Discover now