"Yanılmışsın." dedim rahat bir tavırla ancak alnımdan süzülen ter damlaları kesinlikle aksini söylüyordu. "Her zamanki sakarlığım işte."

"Tamam ama onun yanındayken bin beş yüz voltluk akım taşıyan elektrik telleri gibi gerildiğin konusunda yanılmıyorum, değil mi?"

İşte buna diyecek sözüm yoktu. Eray'ın varlığı etrafıma uyarı yayıyordu sanki. Üzerimden bir an olsun ayırmadığı soğuk çamur rengi gözleri ve x-ray bakışları ruhumu delip geçecekmiş gibi geliyor; her an bana isabet etmesinden korktuğum sivri köşeli sözleri ve kibri savunmaya geçmeme neden oluyordu. Buna iletişim beceriksizliğim ile SEADP de eklenince onun yanında ister istemez tuhaflaşıyordum. Kaan gibi iyi bir gözlemcinin böyle bir şeyi gözden kaçırması mümkün değildi elbette.

"Senden de bir şey kaçmıyor, adının hakkını veriyorsun Yakalayıcı." Kendimi zorlayarak alaycı bir biçimde gülümsedim. "Tamam, onun yanındayken gerildiğim doğru. Yani lütfen, tabii ki geriliyorum. Arkadaşının buz kütlesinden hallice dostane tavırları ve Kuzey Avrupa'yı aratmayan sıcak iklimi karşısında başka türlüsü imkansız olur zaten."

Güldü. "Şimdiye kadar bu konuda hiç kafa yormamıştım ama Kuzey Avrupa konusunda haklı olabilirsin. Belki de İskandinav genlerinden gelen bir şeydir bu."

"Bence suçu İskandinav genlerine atmayalım. Annesi de İskandinav ama tanıdığım kadarıyla soğuk biri değil."

"Kesinlikle, aksine oldukça sıcak ve tatlıdır." diye onayladı beni. Sonra da düşünceli bir ifadeyle ekledi: "Engin Amca biraz soğuk ve mesafelidir ama bak. Belki ona çekmiştir bizimki."

Anlayacağınız üzere, Engin Amca Eray'ın babasıydı. Onunla hiç tanışmamış olsam da aynı sokakta oturduğumuz için sık sık görüyordum. Ara sıra çay bahçesinde eniştemlerle otururken de görmüşlüğüm olmuştu. Ağırbaşlı, sessiz bir adamdı. Fakat öyle vur ensesine al lokmasını türünde bir sessizlik değildi bu. Otoriter, etkileyici ve istemsizce saygı duyduğunuz türden bir şeydi. Soğukluğunu bilemeyeceğim ama Eray'ın, bu yönünü babasından aldığı kesindi.

"Belki de..." dedim düşüncelere dalmış bir şekilde. "Bir de ağabeyi var, değil mi? O nasıl biri? Eray gibi mi?"

"Eray gibi mi?" diye tekrarlardı Kaan gülerek. "Şu kadarını söyleyeyim sana, ikisi arasındaki benzerlik oranı mutlak sıfır."

"Sahi mi?" dedim şaşkınca. "Ben de epey benzediklerini düşünüyordum."

Ağabeyini bugüne kadar yalnızca birkaç kez görmüştüm. Dış görünüm itibariyle Eray'a çok benziyordu. Ondan biraz daha sarışın ve iri yapılıydı sadece, o kadar. Teyzemin söylediği kadarıyla üniversiteyi şehir dışında okuduğu ve hızlı bir hayatı olduğu için buralara pek uğramıyordu. Malum, bizim yazlık gençlik filmlerinin geçtiği o çılgın yerlerden biri değildi. Ara sıra yapılan bu tür partileri ve voleybol turnuvasını saymazsak oldukça sakin hatta düpedüz sıkıcı bir yerdi. Bu özellikleriyle de gençlerden çok yaşlıları, emeklileri ve Yavuz Amca'yı (hem yaşlı hem emekli) cezbediyordu. Yıllardır burayı mesken edinen Sokak Köpeği Tarikatını da unutmamak gerek tabii.

"Bahadır Emre ve Eray mı? Dış görünüş olarak, evet. Ama onun dışında birbirinden bu kadar alakasız iki kardeş daha göremezsin, güven bana."

"Ne açıdan?"

"Her açıdan."

Soğuk İskandinav Genleri Teorisi de böylece çöktü o zaman.

Bakışlarım, o sırada Hazal'la konuşmakta olan Eray'a kaydı istemsizce. Ailesinin yanında nasıldı acaba? Yine böyle soğuk ve sessiz miydi? Nadiren şahit olduğum gülümsemesini sergilemek konusunda daha mı cömertti yoksa? Onlarlayken konuşkan mıydı, kendini odasına kapatıp çatık kaşlarıyla kitap mı okuyordu bütün gün?

Güzel RuhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin