☽ KONTROLDEN ÇIKAN GÜÇ

Start from the beginning
                                    

Benim odaya dalmamla birlikte çalışma masasında oturan kehribarlar, duygulardan arınmışçasına boş bakan irislerini acele etmeden üzerime çevirdi. Bakışlarımızın çakışmasıyla birlikte göğsüme bir sızı girdi ve damarıma basan öfkem yeniden gün yüzüne çıktı. Güzel, bu iyiydi. Ona göstermek istediğim kırgın yanım değildi, kızgınlığımdı.

"Öhöm!" Dikkatimi çekmek amacıyla yapılan boğaz temizlemesiyle birlikte bakışlarımı Su Tanrısından çekip burada olduklarını şimdi fark ettiğim kıdemlilere çevirdim, odada yalnız değildi. Sanırım toplantı gibi bir şeyi bölmüştüm. İki pelerinli Aron'un masasının karşısına konulmuş deri koltuklarda oturuyorlardı. Aron gözlerini üzerimden ayırmadan pelerinlilere "Çıkın." deyince emre itaat ederek ayaklandılar. Kıdemliler yanımdan geçip gitmeden önce önümde eğilerek selam vermeyi eksik etmemişlerdi. Bense tıpkı Su Tanrısı gibi leylaklarımı bir an olsun üzerinden çekmiyordum.

Bu adamın beni okşayan elleri daha önce kaç kadına da aynı şekilde dokunmuştu?

Ten hafızası diye bir şey vardı... dokunduğunda, sarıldığında, her teması belleğine kazırdı. Kaçı teninin hafızasındaydı? Kalbimdeki kan akışını durduran, tıkanmış bir damar gibiydi beynimi istila eden kirli düşünceler. Ağrıtıyor, acıtıyor, boğuyordu.

Şeytanın kulağıma fısıldadığı vesveselerle birlikte leylaklarım gittikçe koyulaşıyordu. Gözlerime karışan karanlık gazabın rengiydi; öfkeden doğmuş, yok etmek için yaratılan bir duyguydu. Benden öncesi önemli olmamalıydı... olmaması gerekirdi. O halde neden tenine işlemiş bütün dokunuşların izlerini tırnaklarımla aşındırarak silmek istiyordum? Aklımı kaçıracağım... benden sonrasıydı mühim olan.

Benden sonrası olmamalıydı.

"Az sonra ilk cinayetini işleyecekmiş gibi bakıyorsun."

Donuk bir tonla "Kim bilir? Belki de dediğini yapmak üzereyimdir." dediğimde dudaklarının kenarı küçük bir kıvrımla yukarı doğru büküldüler. "İlk kurbanın olarak da beni mi seçtin? Onur duydum gelinim." Aron'un yüzündeki alaylı ifadeyle benim yüzümdeki ciddiyet çelişiyordu. "Seni öldürmek için sebeplerim olmadığını söyleyemezsin." Bu kadar katı bir cevap almayı beklemediğinden yüz hatları gerilerek az önceki alaydan yoksun bir soğukla örtüldü. Sözlerim ona buraya geldikten sonra bana yaptıklarını hatırlatmıştı.

"Bir an için gerçekten pişman olduğunu düşünmüştüm biliyor musun? Bana yaptığın onca şey için..." Telafi etmek için uğraştığını sanmıştım. Nasıl bu kadar kör olabildim? Nasıl değiştiğini düşünebildim? Karşımdaki adamın kibirleriyle ünlü Tanrılardan biri olduğunu unutmuştum. Sırtımı kapıdan çekerek ona doğru birkaç adım atıp "Hoşuna gitti mi peki? Aptal gibi sana teslim olduktan sonra arkamdan güldün mü?" dediğimde ani çıkışımla birlikte bakışları buz kesti.

Kaşlarını derinden çatarak "Durduk yere gelmiş ne saçmalıyorsun?" derken bilmezden gelen tavrı sonuna kadar gerilmiş olan bam telimi koparmıştı. Ruhsal, kısmen fiziksel olarak aldığım yara gözüme kırmızı bir perde indirmişti. Öyle ki sonrasında gelişen olaylar tamamen kontrolümün altından çıkmıştı. Hemen yanında durduğum uzun sehpanın üzerindeki vazoyu kaptığımda gibi ona fırlattığımda, başını yana yatırarak vazonun kafasına çarpmasını engellemişti. Hedefini kaçıran vazo duvarla çarpışarak onlarca parçaya ayrılmış, kırık parçaları etrafa saçılmıştı.

Kalbimi andırıyorlardı. Bu adamın avucunun içinde parçalara ayrılan zavallı kalbimi.

"Siktir!"

"Sadakatsiz herif." Mırıldanarak söylediğim şeyi duymamış olmalı ki hışımla oturduğu yerden kalkarak sıktığı dişlerinin arasından "Kendine gel Mana!" dedi. Uyarısına kulak asmadım, asamazdım ki... Bir diğer eşyaya uzanarak onu da fırlattım. Ardından elime geçen ne varsa üzerine yollarken bir yandan da çıldırmışçasına bağırıyordum. "Sadakatsiz herif! Sen benim kocamsın bunu bana nasıl yaparsın! Nasıl bana yalan söylersin! Nasıl olan bir şeyi bana olmamış gibi yutturursun!"

SU TANRISININ GELİNİWhere stories live. Discover now