"Ya bıraksana burnumu acıyor!" Aron biraz daha sıkıp bıraktığında acıyan burnumu ovuşturdum. Kızarmış olduğuna emin olduğum burnuma bakıp sırıttığında ona ters ters bakıp yanından geçerek önden önden yürümeye başladım.

Gıcık işte ne olacak.

Geri duracağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun Aron Efendi.

Bu işte beraberdik.

Sıcaktan bunaldığım için öğlene doğru eve uğrayıp panayır başlayana kadar odada vakit geçirmiştik daha doğrusu ben geçirmiştim. Hizmetçiler bizim birlikte döndüğümüzü gözleriyle gördükleri için peşimize takılmayı bırakmışlardı. Aron'da fırsat bu fırsat diyerek pencereden gizlice çıkmıştı. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ben yatağa uzanarak elimi yelpaze şeklinde yüzüme sallayıp az da olsa serinlemeye çalışsam da nafileydi. Akşam yavaşça çökerken panayırın başlama saatine de çok az kalmıştı. Aron hala dönmediği için yavaştan endişelenmeye başlamıştım. Oda da ne yapacağım diye düşünerek volta atarken pencere tıklatılmıştı. Koşarak pencereyi yukarı kaldırıp açtığımda Aron içeri girip hiçbir şey olmamış gibi panayıra gideceğimizi söylemişti. Ay illa beni meraktan çatlatacaktı! Ona trip atarak odadan hışımla çıktığımda koridorun ortasında durarak ayağımı sinirle yere vurup yanına geri dönmüştüm. Şimdi beraber yürümezsek bu boş boğazlar Şhika'ya kavga ettiğimizi falan söylerdi o da burnumuzun dibinde biterdi. Zaten Arona asılmak için yer arıyordu! Aron hızlı değişen ruh halime herhangi bir tepki vermemişti. Yine de onunla konuşmayacaktım işte!

Yere çaktıkları kazıklara ip bağlamış, gerilen ipe de fenerler asmışlardı. Rengarenk yanan fenerler insanı hayran bırakacak kadar güzel gözüküyorlardı. Tezgahların başına geçmiş insanlar satış yapmaya başlamışlardı bile. Burnuma kızarmış bir şeylerin kokusu geldiği için şimdiden iştahım kabarmaya başlamıştı. Akşam yemeği hazırlanmayacağı için bizde dışarıdan atıştıracaktık. Sadece kızartmalar değil tabak tabak tatlıda 'Beni ye!' diyerek bana göz kırpıyorlardı. Şehirde yaşayan herkes bu akşam buraya eğlenmek için gelmişti. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki en ufak bir dikkat dağınıklığında Aronu kaybedebilirdim.

Yerimde zıplayarak ellerimi birbirine çarpıp bütün tezgâhları teker teker gezmek istiyordum! Tabii yanımda Su Tanrısı gibi bir unsur olmasaydı bu düşüncemi gerçekleştirebilirdim. Şimdi durduk yere çocuk gibi davranıp Aron'a rezil olamazdım. Üff böyle de tadı çıkmazdı ki... İçimdeki isteğe kusura bakma diyerek uslu uslu kalabalığa karıştık. Aron'a hala tripli olsam da birlikte gezip atıştırmalıkları tatmak azda olsa yumuşamamı sağlamıştı. Hatta bir ara buraya gelme nedenimiz bile aklımdan çıkmıştı.

Öyle bir kaptırmıştım ki kendimi şenliğe her yer ışıl ışıldı!

Aron pek konuşmasa da arada yediği şeyler hakkında yorum yapıyordu. Anlattıklarım saçma sapan şeyler de olsa beni büyük bir dikkatle dinliyor olması çok hoşuma gitmişti. Bütün gece yüzümdeki sırıtmanın silinmemesinin bir nedeni de oydu. Aron'un bana aldığı pamuk şekerin son parçasını ağzıma attığımda biraz ilerimizden gelen alkışların, tezahüratların ve ıslıkların seslerini duyarak toplanmış kabalığa merakla baktım. Aron'un kolunu çekiştirerek "Hadi oraya gidelim!" dediğim de kalabalığa can sıkıcı bir şekilde baktı.

"Yorulmak nedir bilmez misin sen?"

"Bir daha buraya ne zaman geleceğiz ki? Hazır gelmişken her yeri gezelim işte. Hem sende tüm panayırı gezmezsek yazık olacağını düşünmüyor musun?"

Tereddüt bile etmeden "Hayır." deyince kaşlarımı çatıp yüzüme küskün bir ifade yerleştirdim. "Towa olsaydı böyle yapmazdı." Mırıldanarak söylendiğimde ağzının içinde bir şeyler homurdanmış sonra da elimi tutarak beni kalabalığa doğru çekmeye başladı.

SU TANRISININ GELİNİWo Geschichten leben. Entdecke jetzt